24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 EYLÜL 2007 PAZAR Bozulan Güçler Dengesi Prof. Dr. Abidin KUMBASAR osyoekonomik ilişkiler ve yönetimlerin türleri, doğada var olan ya da emekle yaratılan değerlerin üretimpaylaşım yöntemlerine uygun olarak değişime uğrarlar. Örneğin, “Tarım Devrimi” göçebelikten yerleşik toplumlara geçişe neden olduğu gibi, mülkiyet kavramının oluşması, toplumsal kural ve yasaların düzenlenerek benimsenmesi, köle kullanarak üretimi artırma olgularının da gelişmesine öncülük etmiştir. Tarıma dayalı üretim toplumlarının yönetim türleri olarak yöre ve sosyal yapılara göre değişmek üzere, monarşiler, tiranik yönetimler, aristokrasiler, oligarşiler tarih sürecinde yer almışlardır. Antik çağın demokrasi olarak nitelenen yönetimlerinde ise etkinliğe katılanlar toplumun tümü değil, sayıca az olan ve gerçek yurttaş kabul edilen seçkin bireylerdi. Bu yönetim türlerinin tümünde de bugün yasama, yürütme ve yargı olarak tanımladığımız etkinlikler sadece yönetsel gücün mutlak buyruğu altındaydı. Üretim ve ticaretin artarak toplumlarda burjuva sınıfının gelişmesi, feodal ve teokratik egemenliklerin güç kaybetmesine neden oldu. İzleyen dönemde, “Aydınlanma Çağı” düşünürlerinin etkileri, özellikle de CharlesLuis Montesquieu’nün (16891755) düşünceleri, yönetimlerde yasama, yürütme ve yargının birbirini etkilemelerinden soyutlanması anlamına gelen, “Güçler Ayrılığı” ilkesinin benimsenmesini sağladı. Bu düşünsel gelişmeler sosyal yapıyı etkileyerek Amerika ve Avrupa’da “Güçler Ayrılığı”nı gözeten, dini de devletten ayıran yönetimlerin oluşmasına yol açtı. Bilim ve teknolojinin gelişmesinin tetiklediği “Endüstri Devrimi” ise o dönemde sayıları artan işçi sınıfının öne çıkıp örgütlenmelerinin de etkileriyle, yeni sosyoekonomik değişimlere neden oldu. Toplumsal düzenin emek gözetilerek sağlanmasını öngören sosyalist akımlar K. Marx (18181883) ve F. Engels (18201895) tarafından “Komünist Manifesto (1848)” ile ideolojileştirildi. Komünistler ve sosyal demokratlar, sayıları artan fabrika ve diğer üretim merkezlerine paralel olarak örgütlü emekçi sayısının da artıp, üretim araçlarını ve yönetsel gücü bir gün mutlaka devrim ya da seçim yoluyla ele geçirecekleri yanılgısına düştüler. Sosyalistlerin beklentilerinin aksine olarak, bilim ve teknolojik gelişmeler giderek üretimi emek yoğunluklu olmaktan çıkarıp bilgi ve teknoloji yoğunluklu yöntemlerin uygulandığı bir aşamaya ulaştırınca, işçilerin sayılarıyla birlikte örgütsel güçleri ve toplumsal etkinlikleri azalmaya başladı. Kol emekçilerinin sayıları azalırken yeni teknolojilerin uygulanmasıyla üretim ve kazanç tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. Kapitalist sömürü düzeni dünya ekonomisini istediği gibi düzenleyen ve sürdüren güce erişti. Bir ileri aşama olarak, Amerika’da 1947 yılı Aralık ayında, Bell Laboratuvarları’nda “Transistor”un bulunması, bugün yaygın olarak söz edilen “BilimBilişimİletişim Çağı”nın başlangıcı oldu. Topluma etkileriyle yeni bir devrim yaratan bu olgu, ulaşım ve iletişimdeki gelişmeleri hızlandırarak dilimizde “Küreselleşme” olarak tanımlanan, ekonomik ve sosyal globalizasyonun tüm yerkürede egemen güç olma PENCERE Soru ile Yanıt Bir Bütündür... Soru ile yanıt bir bütündür... Beş yaşındaki çocuk saksıdaki çiçeği öğrenmek ister: Bu ne?.. Menekşe!.. İnsan tüm yaşamı boyunca sorar; sorgulama, yanıtlama ile bütünleşir... Sorunun karşısında yanıt var... Ancak yanıt kimi zaman sorunun sorgulamasına kendiliğinden yuvalanır... ? Diyelim ki iktidar sahibinin yolsuzluk dosyası var... Soru nedir: Acaba çaldı mı?.. Sorunun sorulması bile sorgulananı küçültür, yerin dibine geçirir... Çare nedir?.. Soru işaretinin çengelinden kurtulmak... Peki, 22 Temmuz seçimlerinden önce yolsuzluk dosyalarını sırtlarında taşıyan politikacılar, seçimi kazandılar diye aklandılar mı?.. Seçim başarısı dosyalardaki sorulara yanıt mı verdi?.. Yoksa dosyalardaki soruları, seçim değil, ancak bir yargıç mı yanıtlayabilir?.. ? Bugün gündemde yer alan en ağırlıklı soru ne?.. Türkiye Malezya olur mu?.. Kimisi ‘olur’ diyor.. Kimisi ‘olmaz’ diyor.. Önemli olan nedir?.. Sorunun sorulması, soru işaretinin gündeme oturmasıdır... Sorunun yanıtı, Türkiye’nin bugünkü durumundadır... Türkiye’nin bugünkü hali soruyu doğurmuş, üretmiş, yaratmış, çoğaltmıştır... Evet, soru ile yanıt bir bütündür... ? Bir soru daha tüm sıcaklığıyla gündemdedir: Başımızdaki iktidar takıyyeci midir?.. Bugünkü Cumhurbaşkanı Çankaya’ya çıkıp oturmadan önce ne demişti: “ Rol yapmıyorum...” Ya rol yapıyorsa?.. Gündemdeki soru, yanıtını da kendi içinde taşıyor... ? Diyorlar ki: Türkiye İran olur mu diye soruluyordu, Türkiye İran olmadı... ‘An’ ile ‘süreç’ iki ayrı kavramdır... Birbiriyle iç içe geçmiş iki gerçektir... Türkiye İran olmadı... Ama, oluyor... mu?.. Ya da olmuyor mu?.. “Olmadı, olur mu, oluyor mu” sözcüklerinin kuşkuları içinde süregelen sorgulama, bugünkü Türkiye’nin en ağırlıklı gerçeğidir... ‘Soru’, kimi zaman ‘yanıt’tan bile daha gerçektir... ? Ve kimi zaman soru, yanıttan da önemlidir... Bugünkü Türkiye’de sorular yanıtlarından daha önemli gerçekleri dile getiriyorlar... Türkiye İran olur mu?.. Türkiye Cezayir olur mu?.. Türkiye Malezya olur mu?.. Yinelemek gerek: Soru ile yanıt bir bütündür... Soruların sorulaşması sürecinde, yanıtların yanıtlanması tartışmasına girilmişse, gerçeğin gerçeğini algılamak vakti geldi de geçiyor demektir... S sına neden oldu. Hiçbir çağda görülmeyen etkinliğe erişen parasal güç sahipleri, yerküremizde, gene hiçbir dönemde görülmeyen boyuttaki sömürünün ve doğal değerlerin talanının uygulayıcıları oldular. Artık bireyler değil, ülkelerin bütünü ekonomik bağımlılık ve işbirlikçi yönetimler oluşturularak köleleştirilmekte, direnmeye kalkanlar en ölümcül silahlarla yok edilmektedir. Bir zamanların “Dördüncü Güç” olarak gerçekleri topluma yansıtan özgür basını da satın alan ekonomi tiranları, tüm yerkürede görsel, işitsel ve yazılı mediayı tekelleştirerek kitleleri kendi çıkarlarına uygun olarak yönlendirmekte, parasal güçleriyle yasama, yürütme ve yargıyı etkileyerek gerekirse satın alarak çarpık soygun düzenini sürdürmekteler. Bilinçsiz ve çağdışı eğitimle yozlaştırılmış bireylerden oluşan toplumlara, “Demokrasi”, sadece herkesin eşit birer oya sahip olması diye sunulmakta, öbür dünya cenneti vaatleriyle aldatılan kitleler içinde yaşadıkları sefaleti yazgı olarak kabullenmektedirler. Ekonomik gücü ele geçirenler ülkelerde istedikleri yönetimleri oluşturup çıkarlarına uygun yasaları düzenlemekte, yargı üzerinde baskı oluşturacak yöntemlere başvurmaktalar. Günümüzde artık tek etkin güç parasal güç olup yasama, yürütme ve yargı giderek satın alınabilen meta gibi algılanmaktadır. Sömürücü sermayenin bu denetimsiz ve başıboş gücü, “Toplumlarda yargı satın alınabiliyorsa, anarşi kaçınılmaz olur” gerçeğine uyan şekilde küresel anarşinin de kaynağı olmaktadır. Doğa koşulları bozulmakta, çevre talan edilerek kirletilmekte, güçlünün zayıfı ezme acımasızlığı olağan karşılanmakta, insanlar bireysel ve örgütsel isyanlarla çılgınca eylem yaparak hınç almaya zorlanmaktadırlar. Çarpık değer yargıları nedeniyle, en güçlü devlet, öldürücü gücü en fazla olan ve bunu uygulayan devlet olarak görülmekte, çağdaş insana yaraşan toplumsal gönenç ve mutluluğa erişme duygusu yok olmaktadır. Tüm yerküreyi etkileyen sömürü ve talan ekonomisinin ülkemize yansımasının sonucu olarak, işbirlikçiler media kuruluşlarımızı ele geçirmekte, ülke çıkarlarına aykırı ve toplumu kişiliksizleştiren, koşullandırıcı yayınlar yapmaktadırlar. Yurtsever media emekçileri baskılar ve dışlanma ile etkisizleştirilmekte, kitleler sadaka ile avutulurken ülke değerleri talan edilmektedir. Parasal güç siyasal yapıyı istediği gibi şekillendirerek çıkarına uygun yasama ve yürütme organlarının oluşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bir ileriki aşamada amaç yargının ve diğer bağımsız kurumların etki altına alınması olacaktır. Tüm insanlıkla birlikte ülkemizi de sömüren güçlerin oluşturduğu kısırdöngüyü kırmak için parasal güçlerin yasama, yürütme ve yargıyı etkilemekte kullandığı media araçlarının bağımsızlığını sağlamak ilk aşama olmalıdır. İnsanlığa ve ulusal çıkarlara aykırı yayınların boykot ve dışlanması için toplumları uyarmak tüm çağdaş aydınların kaçınılmaz görevidir. Bugün sayıları az olsa da gerçekleri topluma ulaştırmaya çalışan medya kuruluşlarının var olma ve güçlenme savaşını destekleme sorumluluğu, yurtseverliğin göstergesi ve haksızlıklara karşı direnmenin ilk atılımı olacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear