28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 EYLÜL 2007 PAZAR 14 Hakaret Aysel Ergüney: “RTE, ‘AKP’nin din eksenli bir parti olarak tanımlamasını hakaret telakki ederiz’ dedi ama dinci basın, bu ‘hakaret’ karşısında hiç tepki vermedi!” Ya ğ m u r E k i m Taslağı parayla yazdırmışlar... “Parayı veren anayasayı çalar!” BİR solukta okunan enfes bir kitap: Atatürk’ün Fikir Fedaisi Dr. Reşit Galip. Yener Oruç “günümüz gözüyle” yazmış, Gürer Yayınları yayımlamış. Reşit Galip, 1932’de 39 yaşında Milli Eğitim Bakanı olmuş, 1933 yılında üniversite reformunu başlatmış, 1934 yılında yaşama gözlerini yummuş; Hasan Âli Yücel’in tanımıyla, sapına kadar bir cumhuriyet devrimcisi. Kitaptan bir özet: Dolmabahçe Sarayı’nda bir gece. Atatürk’ün sofrasındayız. Dönemin Maarif Vekili ve Atatürk’ün de öğretmenliğini yapmış Esat Mehmet, kız öğrencilerin kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun bulmadığını belirterek daha kapalı giyinmeleri konusunda bir genelge yayımlayacağını anlatıyor. CHP İdare Heyeti üyesi ve Halkevleri sorumlusu Dr. Reşit Galip de söz alıp tiyatroda kadın oyuncu PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bir iddia: İngiltere’yi Türkler kurtardı. Doğrudur, kendimiz hariç herkesi kurtarmışızdır! Kayırma Hasan Baş: “Ülkenin bölünmezliğine gösterilen yargısal duyarlık şeriatta göz ardı ediliyor. Neden acaba?” sıkıntısı çektiklerini, kadın öğretmenlere izin verilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurduklarını fakat ‘halk sonra onlara oyuncu der’ gerekçesiyle izin alamadıklarını söylüyor ve “Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez” diyor. Kaşları çatılan Atatürk, Reşit Galip’ten biraz daha ölçülü konuşmasını istiyor. Reşit Galip’in yanıtı masada buz gibi bir hava estiriyor: “Devrimci, devrimcidir. Devrimci olmayan da devrimci değildir. İnsanlar, bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Böyle yaşlı kimseleri Maarif Vekili yapmak hatadır!” Kaşları daha da çatılan Atatürk, eski öğretmenini korumak istiyor ama Reşit Galip susmuyor: “Devrimleri korumak için sizden izin Devrimci istemiyorum. Hatayı yapan siz olsanız, sizi de eleştiririm.” Atatürk, “Yoruldunuz, biraz dinlenseniz” diyerek Reşit Galip’in sofradan kalkmasını istiyor ama nafile: “Burası sizin sofranız değil, milletin sofrasıdır. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.” Atatürk sofradan kalkıyor. Reşit Galip ise odadan çıkmıyor; bir koltuğun üstünde sabahlıyor. Aradan birkaç ay geçiyor. Bir gece Reşit Galip Ankara Radyosu’nda konuşuyor, Atatürk de dinliyor: “Devrimlerimizi her yerde, herkese ve her şeye karşı savunacağız. Gerekirse babalarımıza veya çocuklarımıza karşı bile!” Birkaç gün sonra Dr. Reşit Galip, Milli Eğitim Bakanlığı’na atanıyor. İşte cumhuriyet devrimciliği budur. Yener Oruç’un kalemine sağlık. Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak Güncel gündem budur: Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak! “Türkiye Malezyalaşabilir” diyenlerle “Hayır, Malezyalaşamaz” diyenler şiddetli bir kavgaya tutuşmuşlardır. İkincilerin, yani Malezyalaşamaz diyenlerin birincilere karşı temel itirazları, “Ülkenin Malezyalaşması için önce toplumun Malezyalılaşması gerekir ki, bu asla ve kat’a mümkün değildir, çünkü bunca yıllık demokrasiözgürlük deneyimi ve birikiminden sonra toplumumuz Malezyalılaştırılamaz” görüşünde yoğunlaşmaktadır. Bu görüştekiler, iki ülkenin tarihsel gelişimini, sosyal, ekonomik, kültürel koşullarını karşılaştırmakta ve “olamaz” sonucuna varmaktadırlar. Bence de haklıdırlar, çünkü ne Türkiye Malezyalaşır, ne de toplum Malezyalılaştırılabilir. Fakat ülke de insanı da “başkabirşeyleştirilebilir.” ??? Bunun tarihte birçok örneği vardır. Örneğin, İtalya, faşizmin doğum yeridir ve ilk kez o ülkede iktidarı ele geçirmiştir. O yıllarda, yani 1920’lerin başında Alman demokratları da uzun uzun Almanya’nın İtalyalaşıp İtalyalaşamayacağını tartışıyorlardı, sonunda olamayacağı kararına vardılar. Ne Almanya İtalyalaşabilir, ne de Almanlar İtalyanlaşabilirlerdi. Çok geçmedi, 1934 yılında Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi, parlamenterdemokratik yoldan iktidara gelerek 12 yıl içinde Avrupa’da 50 milyon insanın yaşamına mal olacak diktatörlüğünü kurdu. Almanya İtalyalaşmaz, Almanlar da İtalyanlaşmaz diyenler haklı çıktılar! Alman nazizmi İtalyan faşizminden bin kat daha beter, bin kat daha kanlıydı. Ülkelerin tarihsel gelişimleri, sosyal, ekonomik, kültürel koşulları farklı olunca uygulamaları da farklı oluyordu. Almanya’nın üzerindeki etkisine rağmen İspanya da Nazileşmedi. General Francisco Franco’nun diktatörlüğü Falanjist bir rejimdi, ilk temelleri 1933 yılında Falange Espagnola adlı partinin kurulmasıyla atıldı. Başlattığı ayaklanmaya 17 Temmuz 1936’da Fas’taki Franco’ya bağlı birliklerin katılmasıyla iç savaşın ilk kurşunları atıldı. İzleyen günler içinde İspanya’daki elli garnizonun tümü falanjist cepheye katıldı. Falanjizm, doğrudan doğruya düzenli askeri birliklerin içine yerleşerek orduyu Falanjist bir güce dönüştürerek ilerledi. General Franco’nun iktidarı aldığı 1 Nisan 1939 tarihine kadar süren iç savaşta yüz binlerce insan öldü. Falanjist diktatörlük, Franco’nun öldüğü 20 Kasım 1975 tarihine kadar tam 36 yıl sürdü. 1933’ten 1968’e kadar Portekiz Cumhuriyeti’ni demir yumruğuyla yöneten António de Oliveira Salazar, ‘Estado Novo’ (Yeni Devlet) adını verdiği, kendine özgü bir diktatörlük rejiminin kurucusuydu. 35 yıl ülkeyi yönettikten sonra 1968 yılında yerine Marcelo Caetano geçti, o da 25 Nisan 1974 tarihinde kansız bir darbe ile görevinden uzaklaştırıldı. Salazar, sınır komşusu olan, İber Yarımadası’nı birlikte paylaştığı falanjist İspanya’dan esinlenerek Portekiz’i İspanyalaştırmayı hiç düşünmemiş, kendi özgün diktatörlüğünü kurmuş ve bu diktatörlük de tam 41 yıl sürmüştü. ??? Ne var ki, kendileri nasıl tanımlamış olurlarsa olsunlar, Benito Mussolini’nin İtalya’sı gibi Hitler’in Almanya’sı da, Franco’nun İspanya’sı da, Salazar ve Caetano’nun Portekiz’i de özleri itibarıyla faşist diktatörlüklerdi. Dolayısıyla Türkiye Malezyalaşır mı, toplum Malezyalılaşır mı türünden tartışmalar belki “hoş” fakat son çözümlemede “boş” tartışmalardır. Hiçbir ülke, hiçbir toplum bir başkasına benzemez. Fakat bu bir ülkenin, bir toplumun özünde “aynı” olabileceği gerçeğini değiştirmez. Türkiye, Malezyalaşmaz, İranlaşmaz, Suudi Arabistanlaşmaz, fakat “başkabirşeyleşebilir” ve bu “başkabirşeyleşme” Türkiye’nin özünde bu ülkelerle aynılaşabileceği gerçeğinin karşısında bir engel oluşturmaz. Unutulmamalıdır ki, Hitler de iktidarı fiili olarak Almanya’nın tarihindeki en demokrat, en özgürlükçü dönemi olan 19191933 Weimar Cumhuriyeti döneminde ele geçirmiştir. Uzun sözün kısası, zenciler nasıl birbirine benzemezse, ülkeler de, toplumlar da birbirine benzemez, fakat özünde aynılaşabilirler. Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak tartışmada bir hoşluktur yalnızca. eposta: dkavukcuoglu@superonline.com SESSİZ SEDASIZ (!) AB, Türkiye karşısında yalvar yakar! YARIM yüzyıldır Avrupa Birliği’ne tam üyelik masalı ile yatıyor, yıllar su gibi aktıkça, ucundan azıcık da olsa bari biraz üyelik masalı ile kalkıyoruz ya, Ahmet Önen, ucu açık bir masal anlatmak yerine “Gelin hep birlikte yepyeni bir senaryo yazalım” diyor: “Bir sabah uyandığımızda tüm dünyanın üzerine, atmosferin derinliklerine kadar giren yeşilimsi bir duman tabakası ve yine dünyanın her karışına, milyonlarca tanımlanamayan uzay araçlarının eş zamanlı saldırı pikeleri yaptığını görsek. Var olan en gelişmiş nükleer silahların bile işe yaramadığı, Amerika’nın Rusya’nın Çin’in uzay teknolojilerinin devreye sokulamadığı, Avrupa Birliği ülkelerindeki askerlerin çil yavrusu gibi dağıldığı dünya dışı bir kuşatmayla karşılaşsak. Bu uzaylı yaratıklarla baş edebilmenin tek yolunun ise, kaba kuvvete dayalı bire bir insan gücü olduğu anlaşılsa. Evet, evet tam anladığınız gibi. İşte o zaman boynumuza sarılıp, yalvar yakar ederek aralarına alırlar bizi. Uzaylılara savaştan zaferle çıkan dünyalı ve tabii ki Avrupa Birliği, biz Türklere ancak hasar görmüş dünyanın yeniden inşasının tamamlanmasına kadar tahammül edecektir. Sonrasında ise aynen şöyle diyeceklerdir: I’m sorry Turkey; üzgünüm Türkiye!” Paye Anibal Akdamar: “Profesörlük bilimsel bir paye olup ikiye ayrılır; sipariş kabul edenler, sipariş kabul etmeyenler!” Aynı Gülhan Elmas: “Devlet yurtlarında yer bulamayan üniversiteliler ışık evlerine giriyormuş. İş bulamayan abi ve ablaları da ampul partilerine!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Habitat ve Mimarlık Günü Yarın, Birleşmiş Milletler (BM) ile Uluslararası Mimarlar Birliği’nin (UIA) birlikte kutladıkları “Dünya Habitat ve Mimarlık Günü”… Her yıl ekimin ilk pazartesi günü, insan yerleşimlerinin (habitat) sorunlarını BM, “mimarlığın küresel sorumlulukları”nı da UIA ele alıyor... BM’nin tüm üye ülkelere önerdiği 2007 teması “Adil Kentler, Güvenli Kentlerdir…” UIA’nın yüzden fazla üye ülkede tartışılmasını istediği tema ise “Sıfır Emisyonlu Mimarlığı Aktarmak…” Türkiye, hem 1996’daki HabitatII Konferansı’nı, hem de 2005’teki Dünya Mimarlık Kongresi’ni “ağırlayan” tek ülke. “Dünya Habitat ve Mimarlık Günü” de işte bu uluslararası buluşmaların ürünü… Örneğin Süleyman Demirel, cumhurbaşkanlığı sırasında “konferans başkanlığı”nı da üstlenerek evsahipliğini yaptığı HabitatII kent zirvesinin “karar”larını anımsayıp Türkiye’de bunlara ne kadar uyulduğunu anlatan bir açıklamayı “yarın” yapacak mı? ‘Rehber’ Alınacaktı! Aynı durum, Mimarlık Günü açısından da geçerli… UIA’nın 2005’te İstanbul’daki uluslararası buluşmasını açan Başbakan Erdoğan, binlerce dünya mimarına demişti ki, “Biz sıradan bir evsahibi değiliz, bu kongrenin sonuçlarını rehber alacağız…” Hükümetin, bu sözün ardından izlediği imar politikaları, öncesi gibi “rant kayırmaları”yla sürerken UIA’nın dünyaya duyurduğu “İstanbul Kararları”nda ise bakın neler vardı: “Kongreye katılan mimarlar, evsahibi İstanbul’da öngörülen Haydarpaşa ve Galataport gibi ‘kent kimliğini gözetmeyen’ siyasal kararlı projeleri kaygıyla karşılamaktadırlar…” Galataport projesi, UIA’nın bu kaygısını da “rehber” alması beklenen Başbakan tarafından değil, meslek odalarının açtıkları davalar sonucunda, ancak yargı tarafından durdurulabildi. Haydarpaşa’yı yutacak rant projesini ise “SİT” kararıyla durduran Koruma Kurulu Başkanı’na, yine Başbakanlık’ın “teşekkür” yazısı yerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “görevden alma” yazısı geldi… Adaletsiz Yapılaşma BM’nin “yarın” tartışılmasını istediği “Güvenli Kent, Adil Kenttir” teması, adında “adalet” bulunan iktidar partisinin kent ve konut politikaları açısından da özel bir önem taşıyor. Bu tema, gecekondular ile lüks villaların ormanlarda ve su havzalarında yan yana kuruldukları; plana uymayan gökdelenlerin plana uyan yapılar arasından şımarıkça yükseldikleri bir “sözde gelişme”nin “adaletsiz” kent dokusu için de çok anlamlı… O ayrıcalıklı imar haklarıyla gerçekleşmiş “site”lerdeki güvenlik gösterileri de aynı adaletsizliğin körüklediği “kentsel gerilimler”in ürünü… Gecekondularla komşu olan villaları bekleyen şerif yıldızlı özel silahlı timler, “güven yoksunu” korkulu bir yaşamın simgeleri değil mi? Kentteki yapılaşma kurallarında ve kent topraklarının kullanılmasında, özel çıkarların kayırılmaları yerine genel toplumsal hakların gözetildiği “adil” bir imar düzeni benimsenebilseydi, “güvenli kent” için de en etkili önlem, daha baştan alınmış olurdu… Evet… Yarın tüm dünyada işte bunların tartışılacağı bir gün… Bakalım, her iki dünya gününün uluslararası kararlarına “evsahipliği” yapmasıyla övündüğümüz ülkemizde de anımsanabilecek mi? ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com Yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2010’daki 3. Habitat zirvesine kadar devam edecek aynı başkanlığın şimdiki “kurumsal temsilci”si olarak, 1996’daki İstanbul Deklarasyonu’nun altında yer alan “Türkiye” imzasını hükümete ve kamuoyuna anımsatacak mı? Hele şu Anadolu’nun her tarafını “tek tip apartman mimarisi”yle donatmaktan vazgeçmeyen TOKİ… Yine o unutulmaz evsahipliğindeki “öncü”lüğüne rağmen Habitat’ın “yerel mimari karakterler sürdürülmeli” kararını neden çiğnediğini açıklayabilecek mi? Benzer şekilde hükümet, özellikle yeni anayasa hazırlığındaki kentleşme konusunda Habitat ilkelerinin gözetileceğini söyleyecek mi?.. Ve “kamuoyu”nu aydınlatan medyamız da tüm bu soruların yanıtlarını yarınki yayınlarında sorgulayacak mı?.. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Eylül www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yazı yazmaktan duyulan 1 korku. 2/ İnle 2 me, inilti... Buğday tanesi 3 nin olgunlaşmış 4 içi. 3/ Aydın 5 ilinde, kadınların özel günler 6 de başlarına 7 örttükleri geniş 8 örtüye verilen ad... Temel, e 9 sas. 4/ Hayvan pisliği.. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Köpek. 5/ Pencere ön 1 K E Ş İ Ş O T U lerine yapılmış dar çı2 S A kıntı. 6/ Romanya’nın Ö D E M İ Ş P plaka imi... Niğde ve 3 M E L A N İ N A K İ D E Nevşehir yöresinde ye 4 Ü R E K A S Z O R tişen, kaliteli bir şarap 5 R V İ N A İ veren beyaz üzüm cin 6 E S EME T si. 7/ Yapma, etme... 7 N A N A “Yağız atlar kişnedi, 8 P A R A F İ L İ meşin kırbaç şakladı / 9 K A R E S İ A F Bir dakika yerinde durakladı” (F.N. Çamlıbel). 8/ Büyüme, gelişme... Kırık kemikleri bir arada tutmak için kullanılan nesne. 9/ El yazısından, yazanın karakter ve duygularını anlamayı amaç edinen inceleme yöntemi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Afrika’da yaşayan bir antilop... Boks yapılan alan. 2/ Akciğerleri dinlerken hekimin duyduğu patolojik ses... Bir iskambil oyunu. 3/ Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu... Gözleri görmeyen. 4/ Bir federasyonun üyesi olan... Bağışlama. 5/ Bulmaya çalışma. 6/ Demir elementinin simgesi... Gebeliği önlemek için dölyatağı içine konan sarmal biçiminde araç. 7/ Düz ve geniş arazi... Yunan mitolojisinde, güzel sanatların dokuz perisinden biri. 8/ Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta... Bir renk. 9/ Ayak direme... Yüce, yüksek. CUMHURİYET 14 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear