24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 EYLÜL 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER AKP’nin hazırladığı anayasaya girse bile yasal düzenlemenin önünde mahkeme kararları bulunuyor GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Türbana AİHM engeli ? AKP’nin anayasa taslağının 67. maddesindeki “Kanunlar, usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmalara aykırı olamaz” hükmü, AİHM’nin türbana ilişkin aldığı önceki kararı, AKP’nin yasal düzenlemelerinin üzerinde tutacak. BAHADIR SELİM DİLEK Bir ‘Semptom’ Olarak Prof. Şerif Mardin Prof. Şerif Mardin’in Ayşe Arman’la yaptığı söyleşi (Hürriyet/06/09), 1990’larda “de facto” hızlanan, şimdi yeni bir anayasayla da “de jure” hale gelmek üzere olan “restorasyon” sürecinin en önemli dinamiklerinden “transformismo”(1) olgusuna ilişkin çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Şimdiden bilemeyiz… Bekleyiniz Türbanlı görevli Özer’e eşlik etti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 20072008 eğitimöğretim yılının başlaması nedeniyle İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer ve Piri Reis İlköğretim Okulu öğrencilerini dün Saraçhane’deki Belediye Sarayı’nda kabul etti. Ata Özer’in, Topbaş’la görüşmeye Piri Reis İlköğretim Okulu Aile Birliği’nin türbanlı başkanı Aysel Ak’la birlikte gelmesi dikkat çekti. Özer bazı liselerin çevrelerine 350 kamera yerleştirdiğini anımsatarak, “Okul, aile ve idareci kadrosu el birliğiyle çalışırsa İstanbul’da bir tek öğrencimin burnu kanamaz” dedi. ANKARA AKP’nin türban konusundaki formül arayışları sürerken devletin Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi konusundaki uzmanlarının, özellikle türban konusundaki kritik değerlendirmelerini hükümet yetkililerine aktardığı öğrenildi. Bu değerlendirmelere göre AKP, yeni anayasa taslağında üniversitelere türbanla girilmesinin önünü açsa bile söz konusu düzenlemenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) daha önce aldığı kararlara takılması söz konusu olacak. Cumhuriyet’in ulaştığı değerlendirmelere göre yeni anayasa taslağının, “Milletlerarası Antlaşmalara Uygun Bulma” başlığını taşıyan 67. maddesinin 6. fıkrasının, “Kanunlar, usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmalara aykırı olamaz” hükmünü içermesi, AİHM’nin almış olduğu kararları, AKP’nin türbana vize veren olası yasal düzenlemesinin üzerinde tutacak. Böyle bir durumda, AİHM’ye açılacak bir karşı davada, yüksek mahkemenin türbanı nedeniyle üniversite okuyamadığını gerekçe gösterip AİHM’ye başvuran Leyla Şahin’in davasında ortaya konan gerekçelere dayanarak alacağı yeni bir kararın türban düzenlemesinin önünü kesmesinin büyük bir olasılık olduğu belirtildi. AİHM 4. Dairesi tarafından 29 Haziran 2004’te oybirliğiyle alınan kararda, Türkiye’de üniversitelerde uygulanan türban yasağına onay verilmişti. Kararda, “türban yasağının demokratik bir toplumda gereklilik olarak algılanabileceği” vurgulanmıştı. Mahkeme, kararında konuyu sadece düşünce, vicdan ve din özgürlüğü bağlamında ele almış ve bu açılardan Türkiye’nin sözleşmeyi ihlal etmediği sonucuna varmıştı. Üniversitelerdeki türban yasağının Anayasa Mahkemesi içtihatlarına uygun olduğunun altının çizildiği kararda, üniversite eğitimi yapmayı kabullenenlerin devletin temel ilkelerinden olan laiklikten kaynaklanan yükümlülükleri de kabullenmiş olduklarının varsayıldığına işaret edilmişti. Eğer AİHM böyle bir durumda, üniversitelere türbanla girilmemesine ilişkin yeni bir karar alırsa, “türban yasağının demokratik bir toplumda gereklilik olarak algılanabileceği” yönündeki değerlendirmesinden de vazgeçmiş olacak. Bu da AİHM kararlarında ciddi bir çelişkiyi beraberinde getirecek. AKP aradığı formülü bulamadı Erdoğan başkanlığında toplanan Merkez Yürütme Kurulu toplantısında üniversitelerdeki yasağı delmek için geliştirilen seçenekler masaya yatırıldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yeni anayasa taslağını Merkez Yürütme Kurulu’nda (MYK) değerlendiren AKP, taslağın son şekli üzerinde görüş birliğine varamadı. Akademisyenlerin, seçenekli sunduğu maddeler tek tek incelenirken yükseköğretim kurumlarında türban yasağının kaldırılmasına ilişkin formüldede bir karara varılamadı. Taslağın görüşmelerinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisi sonrasına kalabileceği dile getirildi. AKP MYK dün Başbakan Erdoğan başkanlığında toplandı. Toplantıda, Başbakanlık bürokratlarının gözetiminde akademisyenlerce hazırlanan anayasa taslağıyla ilgili olarak Sapanca’da yapılan çalışmalar değerlendirildi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat, 1961 ve 1982 anayasalarını karşılaştırarak taslaktaki maddelerle ilgili bilgi verdi. Ancak, taslaktaki üniversitelerde türban yasağının kaldırılması başta olmak üzere tartışmalı maddelerle ilgili uzlaşmaya varılmadı. Sapanca’da taslağa genel olarak son biçimi verilmiş, ancak üniversitelerde kılık ve kıyafet ile ilgili düzenleme tartışma yaratmıştı. Akademisyenler, “Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz” ve “Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” önerilerini getirmişti. Ancak bu önerilerin kara çarşaf, cüppe ya da mayo ve benzeri kıyafetle üniversiteye girişin önünü açacağı değerlendirilerek benimsenmemişti. Türban yasağını kaldırmak için formül arayan AKP’de son olarak “İnkılap yasalarına aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında öğrenciler için kılık ve kıyafet serbesttir” hükmünün anayasa taslağına konması eğilimi öne çıktı ancak MYK’de bu formül üzerinde de bir karara varılamadı. MYK toplantısına bugün devam edilmesi, çalışmaların yetiştirilememesi durumunda ise taslağın parti içinde görüşülmesinin Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisi sonrasına bırakılması benimsendi. Mardin, Arman’ın “Hayat tarzımız değişebilir mi? Malezya olur muyuz? Kadınların gerçeği?.. Takıyye mi yapıyorlar? İstediğim gibi giyinemeyecek, Boğaz’da içki içemeyeceksem ne yapacağım? AKP’ye merkez sağ demek doğru mu? AKP konusunda yanılmış olabilir miyiz” olarak özetleyebileceğimiz sorularına, özetle, “Korkularınız yersiz olmayabilir. Bilemeyiz, bekleyip görmek gerekir” gibisinden cevaplar veriyor. Böylece, söyleşi, iki işi birden “başarmış” oluyor. Birincisi, AKP’den huzursuz olanların, haz temelli, “maddiyatçı” ve “dekadan” yaşam tarzlarını (ayrıcalıklarını) kaybetmekten korkan, halkının maddi ve manevi sorunlarına yabancı ve ilgisiz bir seçkinlerden oluştuğuna ilişkin “fanteziyi” bir kez daha pekiştiriyor. İkincisi, Mardin, bu söyleşide, hem bu kaygılara “anlayışla” yaklaşarak Arman gibi düşünenleri, siyasal İslamın “pasif karşıdevrim” sürecine yabancılaştırmıyor. Hem de, “belki de değildir” (Ah! Aziz Nesin.), “bekleyip görelim” diyerek, liberal entelijansiyayı, siyasal İslama bağlayan “değiştideğişmedi” tartışmasına sadık kalarak, pratikte AKP’ye “pasif karşıdevrimi” (restorasyon) tamamlaması için gerekli süreyi tanımakla eşanlamlı bir tutum öneriyor. Bu arada, demokrasi adına, “konuşacaksınız”, “söyleyeceksiniz” gibi, özgürlükçü ve akılcı (inanca değil bilgiye dayalı) bir tartışma ortamı yoksa, pratikte hiçbir etkisi olmayan önerileri sıralıyor. Mardin’in sözleri, bana, örümceklerin avlarının bedenine enjekte ettikleri uyuşturucu ve protein eritici sıvıyı anımsattı. Demokrasinin biçimselliğine/ritüellerine kanarak, bu bekle gör tutumunu benimseyenler, hem siyasal İslamın toplumsal ilişkilerinin, yasal kazanımlarının yaşam tarzlarını (bedenlerini) gittikçe daha çok sardığını hem de saflarının (kaslarının) gittikçe eridiğini (transformismo), tepki gösterme kapasitelerini yitirdiklerini görecekler. Prof. Mardin’in, Chantal Mouffe’tan söz ettiği için, hegemonya süreçleriyle ilgili tartışmaları bildiğini varsaymamız, buradan hareketle de ne yazık ki, akademik ve kişisel saygınlığıyla “transformismo” sürecinde önemli bir katalizör işlevi gördüğünü de kabul etmemiz gerekiyor. Popülizm ve yerellik Diğer taraftan, söyleşide, siyasal İslamın tırmanan iktidarına karşı direnmek isteyenlere yararlı olabilecek ipuçları da var. Örneğin, Mardin söyleşiye başlarken konuya Yusuf Akçura’dan girip Rus Narodnik hareketinden geçerek, sözü AKP’nin karakterini konuşmaya getirdiğinde, karşımıza tam anlamıyla popülist, yerel (ulusal ve vatandaşlık gibi soyut aidiyetlere değil din, tarikat, mahalle gibi somut aidiyetlere dayalı), bu zeminde derin bir biçimde örgütlenmiş (Nakşibendilik) bir siyasi hareketten güç alan bir siyasi parti/hareket resmi koyuyor. Ancak, Mardin, Arman’ın temsil ettiği kesimin duyarlılıklarını “paylaştığı” izlenimini verdikten, bekleyip görmek gerektiğini vurguladıktan, olası itirazlara karşı “demokrasi kaostur” (herkes her istediğini söyler) dedikten sonra, “sakın darbe olmasın” diyerek “gardını” alıyor… Bunlardan en azından iki ders çıkarılabilir. Birincisi, AKP’nin tabanıyla arasındaki, popülist (havuç/sopa, seçkinlerkalabalıklar dinamiğine, “onurlu yalana”, dayalı) bir ilişkidir. Bu ilişki salt şiddet ve bastırmayla değil, ancak bir “karşıt hegemonya” hareketiyle kırılabilir. İkincisi, belli ki, bu “pasif karşıdevrim” süreci, çok kritik bir aşamada. Siyasal İslam’ın “transformismo” ile yanına çektiği kesimin desteğine hâlâ büyük gereksinimi var. Solun ve sosyalistlerin, bu konjonktürü değerlendirebilmek için ilk önce aydınlanma geleneğinin (aklın eleştirisi, özgürlük, demokrasi, toplumsal ilerleme) çocukları, ürünü olduklarını, bu geleneğin yadsınarak aşıldığı, ama şimdi restore edilmeye çalışılan dini hakikatlere dayalı evrenin içinde, hiçbir düzeyde, var olamayacaklarını anımsamaları gerekiyor… Ondan sonra belki liberal entelijansiyayı da yeniden kazanabilecek bir karşıt hegemonya inşa etmeye girişmek söz konusu olabilir. Bu bağlamda, ulusal bağımsızlık, halkçılık (popülizm değil), tüketim toplumunun kültür ve ahlakına, hümanist bir karşı çıkış, siyasal İslamın hegemonyası altındaki kesimlere ulaşmak için bir başlangıç noktası, bir köprü olabilir. 1) İktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi hareketin, rakipleriyle arasındaki “alanda” yer alan kanaat önderlerini ve siyasetçileri süreç içinde kendisinden yana “dönüştürmesi” anlamına gelen bu kavramı siyasal İslamın toplumsal yapıyı ele geçiriş sürecini irdelerken, Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” yapıtından anımsamış, Cumhuriyet’teki yazılarımda, 7 Haziran’da Tempo dergisinde yayımlanan “İran’laMısır arasında Türkiye” başlıklı denememde kullanmıştım. BKZ: http://globalpolitikultur.blogspot.com/2007/06/iranlamsrarasndatrkiye.html Anayasa taslağına ilişkin görüşmelerin Erdoğan’ın ABD gezisi sonrasına kalabileceği belirtildi. Berlin Edebiyat Festivali’nin 7. yılı. Son gündeyiz. Berlin festival binasının tiyatro salonuna girişteki koridorda uzun bir kuyruk var. Öldürülen Şili Devlet Başkanı Salvatore Allende’nin yeğeni ünlü romancı Isabel Allende kitaplarını imzalıyor. Kuyruk uzadıkça uzuyor. Karin Karakaşlı ile birlikte kitaplarını imzalayan Isabel Allende’yi izliyoruz. Kaderimizde ortaklıklar bulunan bir ülkeden, Şili’den gelen yazar bize kendi acılarımızı da hatırlatıyor. ??? Festivalin kapanış toplantısı “Hrant Dink’i Hatırlamak”tı. Avrupa Parlamentosu’ndaki Türk asıllı Alman milletvekili Cem Özdemir, yazar Aslı Erdoğan, yıllarca Agos’ta Hrant’la çalışmış Karin Karakaşlı ile birlikte Hrant’ı Almanlara anlatmaya çalışıyoruz. Toplantı, Hrant’ın çok sevdiği ve dost meclislerinde eşi Rakel’le birlikte söylediği, cenazesinde çalınan Sarı Gelin şarkısının Ermenicesiyle başladı. Ardından Hrant’ın 2001 yı Berlin Edebiyat Festivali’nde Hrant Dink… lında Trabzon’da Empati Grubu toplantısında yaptığı konuşmanın bir bölümü ekrana geldi. Alman tiyatro sanatçısı Astrid Gorvin, Rakel Dink’in cenazedeki konuşmasının Almancasını, yine bir tiyatro sanatçısı Matthias Schwernikas da Hrant’ın kendisini ve düşüncelerini anlattığı bir yazısının Almancasını okudu. Toplantıyı yöneten Alman yazar Rolf Hosfeld de Hrant’ın yaşamından bölümler aktaran bir konuşma yaptı. ??? Hrant’ı biz Almanya’da anarken Türkiye, sözlerini ülkücü Ozan Arif’in yazdığı, İsmail Türüt’ün okuduğu bir şarkıyı konuşuyordu. Bir gazeteciyi öldürmek, bu ülkenin bir demokratını öldürmek, bu ülkenin geçmişiyle hesaplaşması için kendini ortaya koyan bir aydınını öldürmek nasıl övülebilir? Cinayeti savunmak nasıl bir ruh halidir? Üstelik bu cinayet yalnızca birkaç kişi tarafından savunulmuyor. Belli kesimler bundan keyif alıyorlar. İşte bunu Almanya’da anlatmak kolay değil. Almanya’da Nazilere hayranlık duymak ve bunu açıklamak ağır bir suç. Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımını bir kişi bile açıktan savunmaya cesaret edemez. Savunmaya kalksa bütün Almanya ayağa kalkar. ??? Puslu bir Berlin sabahında kardeşim, arkadaşım Hrant’ın ölümüyle tekrar yüz yüze geliyorum. Hrant, geçmişimizle hesaplaşabileceğimiz önemli bir tutamaktı. Onun içten, dost, acılarını içine gömmüş tutumu bizlere cesaret veriyordu. İşte Türkiye o cesareti, o dostu, o ezber bozan adamı yok etti. Onu hepimiz birlikte yok ettik. Aslında bir yönüyle kendi vicdanımızı, kendi duyarlıklarımızı, kendimize olan saygımızı yok ettik. Hrant’ı Almanlara anlatırken yeniden acılarımızla baş başa kalıyoruz. Yeniden yüreğimizdeki yangın alevleniyor. ??? “Cinayet klibi”nin üzerine düşünmek gerekiyor. Hrant’ın yerde yatan bedeni bir utancı, bir toplu cinayeti simgeliyor. Bundan övünecek bir şarkı, bir klip yapmak, yapmayı düşünmek nasıl bir acımasızlık, nasıl bir vahşettir. Bizler bu insanlarla birlikte yaşıyoruz. Ölümle ve cinayetle. Onlar da bu ülkenin insanları. Onların da kardeşleri var, çocukları var, acı duydukları zamanlar mutlaka oluyordur. Onlar da yakınlarını yitirdikleri zaman günlerce ağlıyordur. Onlar bir dostları öldürülse, üstelik bu dostları sırf düşüncelerini söylediği için öldürülse acıyla kıvranırlar. ??? Ölüme klip yapmak, cinayete övgü düzmek, kabul edilebilir normal bir ruh hali sayılabilir mi? Bu ülkeye neler oldu? Bazı kesimler neden bu kadar acımasızlaştı? Yoksa hep böyleydi de şimdi dışa mı vuruyor? “Geçmiş buna benzer olaylarla dolu değil mi” diye de sorabilirsiniz… Berlin’in orta yerinde yıkık bir kilise bulunuyor. Bu kilise İkinci Dünya Savaşı’nın anısına bir anıt olarak yıkık haliyle korunuyor. Geçmişi unutmamak için. Geçmişte, farklı olanlara yapılan büyük vahşeti sürekli hatırlamak için… Hrant’ın öldürülmesi belki bir geçmiş travmasının dışa vurmuş haliydi. Geçmişiyle hesaplaşamamış bir toplumun çaresizliğinin cinayete dönüşmesiydi. ??? Festivalin bitiş gecesinde müzisyen ve şair Jane Birkin şiirler okudu. 2004 yılında 20 yaşında yitirdiği yeğeni Anno Birkin’den geriye kalan 1000 şiirden bazılarını ünlü şair Serge Gainsbourg’un şiirleriyle harmanlayarak okudu. Acısını böyle dindirdiğini, onunla bu şekilde yaşadığını anlattı… Berlin, Trabzon’a o kadar uzak mı? erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear