26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 TEMMUZ 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Minicik kadın, dev çınar, gürül gürül akan ırmak: Gülten Akın KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Şiirin usul usul kuşatması erkesin çok konuştuğu, çok bağıH rıp çağırdığı, ‘Ben’ diye yanıp tutuştuğu günlerdeydik yine... Dünyanın, savaşların, acıların, yokluğun, yoksulluğun, umursanmadığı; baskının, kavganın, soygunun, yalanların, öfkenin, kinin, riyakârlığın ve çıkar ilişkilerinin gemi azıya aldığı günler... İçimden “Yeter... Biraz sessizlik, ruhum biraz sessizlik istiyor..” diye kendime fısıldadığım bir anda, imdadıma Gülten Akın’ın yeni şiir kitabı “Kuş Uçsa Gölge Kalır” (Yapı Kredi Yayınları) yetişti... Zaten onun şiirini tanıyorsanız, onun şiirlerini okuyorsanız, hep yetiştiğini, aklınıza, yüreğinize, ruhunuza hep yetiştiğini biliyorsunuzdur. O, benim için hep minicik bir kadın, dev bir çınar, gürül gürül akan bir ırmak oldu. Şiiriyle de aklımı ve yüreğimi kuşattı. Bu kez da öyle oldu. NADOLU’DAN BİRİKENLER Gülten Akın’ın şiirini ben 70’lerin ikinci yarısında tanımaya başladım. ‘Rüzgâr Saati”, “Kestim Kara Saçlarımı”, “Sığda”, “Kırmızı Karanfil”, “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı, “Ağıtlar ve Türküler” çoktan yayımlanmıştı... “Kırmızı Karanfil”den kimi dizeler, hepimizin yüreğinde ve ağzındaydı, ömrüm boyunca bir daha beni terk etmeyecekti: “Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya...” Bu şiirler yaşamdan damıtılmış, düşünceden damıtılmıştı. En çok en çok da yaşadığı Anadolu’dan... (Yıllar önce onunla yaptığım bir röportajdan keşke Şavşat, Alucra, Gevaş, Haymana, Gerze, Saray, Maraş anlatımlarını, “alımlı Giresun, haşmetli Trabzon, sevimli Rize, insanı güzel, aydınlık Ordu’yu” Akdeniz’i, Doğu’yu,” ondan dinleyebilseydiniz, yani okuyabilseydiniz... Meraklıları “Sözden Söze”kitabımda bulabilir.) Anadolu’da gözlemlediklerini, dışlananlara, ezilenlere, yok sayılanlara, sesini duyuramayanlara, güçsüzlere “ötekilere” duyduğu yakınlık ve duygudaşlıkla, örmüştü, dokumuştu şiirini... Yalnız anlam açısından değil, işleyiş açısından da... Geleneksel halk şiirinin, Anadolu deyiş ve dilinin tüm nimetlerinden yararlanarak ken Hayat Uzun Süren Bir Şaka Bugünlerde, sanattan ve siyasetten söz açmayacağız da ne zaman açacağız? Gülmeceden söz ederek başlamak istiyorum söze. Neden derseniz, Akşehir’den geliyorum. Gülmecenin başkentinden. 48 yıldır Nasreddin Hoca Şenlikleri’ni sürdüren o güzel kentten… Bir nedeni daha var, gülmecenin iki büyük ustasının ölüm yıldönümleriydi geçen günlerde: Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın. (Tarihlerin çakışmasına rağmen, Nasreddin Hoca Şenliği’nde iki ustamızı anmak için tek bir etkinlik bile düzenlenmemiş olması büyük bir talihsizlik değil mi?) Gülmece ve siyaset. Yan yana gelmelerinin farklı çağrışımlara yol açması kaçınılmaz. Nasıl açmasın ki? Gülmecenin başlıca ilgi alanlarından biri olmuştur siyaset. Bu anlamda, gülmece sanatının gelişmesinde siyasetin rolünü inkâr edemeyiz. Tabii, bir de işin öteki yüzü var. Tarih boyunca gülmece ile uğraşan yazı ve çizi insanlarının çoğunluğu, siyasiler tarafından sakıncalı bulunmuş, cezalandırılmıştır. Hayatı boyunca mahkeme koridorlarını aşındırmak zorunda kalan gülmece yazarları ve karikatüristler siyasetle uğraşmasınlar da ne yapsınlar? Gülmece hayatımızın önemli bir parçası. Gülmeyi bilmeseydik hayat ne kadar sıkıcı olurdu bir düşünsenize. Bakın, gülmecenin büyük ustası Tan Oral ne diyor: “Eğer insan hayatı anlamaya çalışırsa sıkılmaması mümkün değildir. Bir düşünür diyor ki: Hayat uzun süren bir şaka gibidir. Ve bu sıkıntıdan kurtulmak için bir şeyler yapmak zorundadır insan”.* Sıkıntıdan kurtulmak için kimimiz mizaha başvuruyoruz, kimimiz de siyasete. Bu iki alan arasındaki ilişki alabildiğine yoğundur. Kimi zaman biri ile uğraşırken diğer alanın içinde buluveririz kendimizi. Nasreddin Hoca’nın (belki de Nasrettin demek daha doğru, gündelik dilde kullandığımız gibi, ama Akşehir Belediyesi Nasreddin demeyi uygun görmüş) serüveni de böyle değil mi? Gündelik hayatın cilvelerini yorumlayan fıkraları çoğu kez siyasi bir nitelik kazanmaz mı? Nasreddin Hoca muhalif bir kişiliktir. Tüm mizahçılar gibi. Eleştiri oklarını hep iktidardakine yöneltir. Ezenden değil, ezilenden yanadır. Bu yüzden de, iktidardakilerle yıldızı pek barışmaz. Eşeğine ters binen Hoca’dan pek haz etmezler. Fıkralarındaki halk zekâsı rahatsız eder onları. Gerekirse sansür bile koyarlar. Ülkemizin en özgün şenliklerinden biridir, Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri. Belirli bir temaya yoğunlaşması onu öteki şenliklerden ayırır. Bu yıl, Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği ile Akşehir Belediyesi’nin el ele vererek düzenlediği 48. Şenlik, dernek başkanı Taner Serin’in çabaları sonucu yoğun bir programla karşımıza çıktı. Ne var ki, programda gerekli, gereksiz çok sayıda etkinlik var. (Bunların bir bölümü, kasaba panayırlarında bile karşımıza çıkan türden şeyler. Uluslararası bir sanat şenliği profiline ulaşması için programlama konusunda daha titiz olunması gerekiyor.) Tabii, bunun için de, öncelikle devletin daha seçici olması, etkinliklere verdiği katkıyı, siyasal tercihler yerine sanatsal ölçütlere oturtması gerekiyor. Akşehir’de bir söyleşisine tanık olduğum Levent Kırca, “Nasreddin Hoca, bugün yaşasaydı devlet yardımı alır mıydı?” diye kışkırtıcı bir soru sorduktan sonra, devletin bu alandaki tutarsız politikasından yakındı. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın Özel Tiyatrolara Destek Kurulu, kendi üyelerine destek vermekten kaçınmazken, Levent Kırca’ya destek vermemiş. Mahir Günşıray, Işıl Kasapoğlu ve Nesrin Kazankaya’nın sanat yönetmenliklerini üstlendikleri ‘Tiyatro Oyunevi’, ‘Semaver Kumpanya’ ve ‘Tiyatro Pera’nın başına gelenler de aynı. Bu durumda, gülmecedeki siyasetten mi konuşmak gerekir, siyasetteki gülmeceden mi, ne dersiniz? Seçime bir hafta kala, siyasilerimizin her alandaki demeçlerini, seçim bildirgelerini izliyoruz. Sanat alanına ilişkin tek bir sözcük bile duymadık liderlerden. Geçen akşam, Başbakan Tayyip Erdoğan, Santral İstanbul’un açılışında, sanatın önemine ilişkin güzel sözler söyledi. CHP adayı Berhan Şimşek, “devletin sanatı desteklemesi ama müdahale etmeden desteklemesi gerektiğini” söylüyordu bir televizyon programında. Çok güzel, ama siyasetçilerden biraz daha fazlasını, yani somut programlarını beklemek hakkımız değil mi? Seçim bildirgelerinde kültür ve sanata yer veren bir parti gördünüz mü? Belki var da, ben görmedim. Haftaya, seçimlere iki gün kala, bu konuya devam etmek ve siyasal partilerimizin sözcüleri ile bağımsız adaylardan gelecek ‘somut’ açıklamalara köşemizin sınırları ölçüsünde yer vermek istiyorum… ki seçiminizi ona göre yapın. * Kitabın Adı Budur “Tan Oral Kitabı”, Aydın Engin, Türkiye İş Bankası Yayınları. A eni kitabı “Kuş Uçsa Gölge Kalır”, sanki tüm Gülten Akın şiirinin doruğu... Her kitabında kendini aşan şairin ne kadar az sözcükle ne çok şey anlattığının mükemmel bir örneği. Y di özgün dilini oluşturmuştu. Gülten Akın’ın kendisini 80 sonrasında tanıdım. 12 Eylül darbesi sonrasında hepimizin insanlığından bir şeyler yitirdiği o baskı ve ihanet yıllarında onun şiiri artık bir başkaldırı şiiriydi. Ama bu isyan ve başkaldırı şiirinde, umut her daim taptazedir. “Seyran Destanı”, “İlahiler” ve “42 Gün” kitaplarındaki şiir ve düz yazılar, bireysel olanla toplumsal olanın iç içe geçtiği, her sözcüğün, her dizenin taşıdığı anlamı çok daha ötelere, çok daha derinlere taşıdığı anlardı. Belge niteliğiyle bir uyarı, elden hiç mi hiç bırakmadığı “inceliklerle” ilaç niteliğinde... “Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir / Ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi / Çünkü acıların, çığlıkların, kargışların sesi / İğne deliğinden geçeğen olur / Dokuna dokuna kıyıcıya cellada / Varır, sebebin kapısında durur.” UŞ UÇAR GÖLGE KALIR’ Gülten Akın’ın 90’lardaki şiir kitapları “Sevda Kalıcıdır”, “Sonra İşte Yaşlandım”, “Sessiz Arka Bahçeler” sanki bir hesaplaşmadır. Kendiyle, toplumla, ülkey ‘K le, dünyayla bir hesaplaşma... Hem de “Onardım kendimi geri çekmelerle / Yaşamı da seni de seviyorum” diyecek kadar... “Bir roman kadar uzun bu tümce, / Sonra işte yaşlandım” diyecek kadar yürekli bir hesaplaşma... “Seni sevdim, seni birdenbire değil, usul usul sevdim / ‘uyandım bir sabah’ gibi değil, öyle değil” diye başlayıp “Seni Sevdim. Artık tek mümkünüm sensin” diye biten “Seni Sevdim” şiiriyle taçlanan bir dönem... “Sevda Kalıcıdır” kitabında içime yerleştirdiği çocukları eşit sevmemiz gerektiğini, ne çok ne çok sevmemiz gerektiğini (yalnız kendimizinkileri değil, herkesinkini) ve her mültecinin içinde bir gül ağacının boylandığını, bir kez okudum ya artık unutmam mümkün mü hiç... 2000’li yıllarda “Uzak Bir Kıyıda”... Bütün bu şiirlerde ve hatta tüm sevgi sözcüklerinin gerisinde bize sürekli sorumluluğumuzu anımsatması... Yanlış mı anımsıyorum, “İnsan sorumluluktur” diyen de o değil miydi... Gülten Akın’ın yeni kitabı “Kuş Uçsa Gölge Kalır”, sanki tüm Gülten Akın şiirinin doruğu... Her kitabında kendini aşan şairin ne kadar az sözcükle ne çok şey an lattığının mükemmel bir örneği. Yarattığı her imge, düşüncelerimizde, yüreğimizde, büyüdükçe büyüyor. Her dizede söylediğinin ötesinde söylemediğini de, susuşlarını da okuyoruz, kavrıyoruz, anlıyoruz. Zaten kitabın açılış dizesi de buna işaret ediyor: “Ötekini oku, derinde dipte duranı.” “Leke” adlı şiiri, sessiz bir çığlık: “Çağın en karmaşık yerinde durduk / biri bizi yazsın, kendimiz değilse / kim yazacak / sustukça köreldi / kaba günü yonttuğumuz ince bıçak / (...)utanılacak bir şeymiş, öyle diyor Camus / tek başına mutlu olmak / sesler ve öteki sesler, nerede dünyanın sesleri/ Leke dokuya işledi / susarak susarak” Alıştığımız vahşete ya da hoyratlığa, kanıksadığımız korkularımıza, yok saydığımız inceliklere (Ah hep o incelikler, incelikler) körleşmeye, haykırmamız gerektiği yerdeki suskunluklarımıza bir yandan meydan okurken, bir yandan da sevgiyi aşkı, insanı insan yapan değerleri ve ilişkileri yüceltiyor Gülten Akın. “Utanç” adlı şiirinde “Gerçek acıyı tanıdım / yaraya değdim/ bir cehennem taşıdım / omuzlarımda sanırdım / açtım gözümü ki dünya / cehennemden öte cehennem / utandım.” derken .... “Savaşı bir oyun diye sürdürüyorsunuz / Sizin sonsuza dek yaşamak gibi / tuhaf huyunuz mu var” diye sorarken... “Taş adlı şiirinde, “Dar günlerde usulca seslenişe / usul bir yankı arayan / umutsuz susarsa / taş kesilir dünya da” diye uyarırken... Ve daha nice şiirinde çok özelden çok genele, dünya tarihinde ve coğrafyasında bizleri çıkarttığı bu yolculukta her birimizin belleğine ve ruhuna seslenerek şiir aracılığıyla hesaplaşmamızı sağlıyor. Usul usul, insanın içine işleyen, gücünü yaşamdan, yaşanmışlardan, düşünceden, dünya görüşünden, sevgiden alan bir şiir. Dünyanın taş kesilmesini önleyen bir şiir... Bu yaz sıcaklarında, içiniz hâlâ üşüyorsa, ilk fırsatta “Kuş Uçsa Gölge Kalır”ı okuyun. İyi ki varsınız Gülten Akın! zeynep@zeyneporal.com Faks: 0212 257 16 50 vecdisayar@yahoo.com TUNCELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN KAMULAŞTIRMA İLANI ESAS NO: 2007/161 Esas KAMULAŞTIRILAN TAŞINMAZIN BULUNDUĞU YER: TUNCELİ MERKEZ CUMHURİYET MAHALLESİ ADA NO: 3 PARSEL NO: 231 VASFI: K.EV VE BAHÇE YÜZÖLÇÜMÜ: 465,97 MALİKİN ADI VE SOYADI: MEHMET TURMUŞ KAMULAŞTIRMAYI YAPAN İDARENİN ADI: DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ANKARA KAMULAŞTIRMANIN VE BELGELERİN ÖZETİ: Kamulaştırmayı yapan davacı idare, malikleriyle cinsi ve niteliği yukarıda yazılı taşınmazın, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili için, davacı idare tarafından mahkememizin 2007/161 Esas sayısında dava açılmıştır. 2942 Sayılı Kamulaştırma Yasasının 10. maddesinin 4. bendi uyarınca ilan olunur. 12/06/2007 (Basın: 36837) İngilizce’yi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster Univesity ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, konuşma, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık. İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview) hazırlık. Acıbadem/İstanbul 0536 225 07 80 CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear