26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1 TEMMUZ 2007 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Büyükelçi Bölükbaşı, K. Irak’a girmeme karşılığında 1 milyar dolarlık anlaşmayı belgesiyle doğruladı: Başbakan’ın terör sicili karanlık SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünlerde durumu zor. Deniz Baykal’ın Ali Babacan tarafından ABD tarafıyla Dubai’de imzalanan bir anlaşmayla Kuzey Irak’a askeri operasyon yapılmaması karşılığında Türkiye’ye 1 milyar dolar ödenmesinin öngörüldüğü açıklaması gündeme bomba gibi düşüyor. Erdoğan hemen çıkıp bunu yalanlıyor ve Baykal’ı ispata davet ediyor. Oysa anlaşmanın belgesi hem arşivlerde hem de MHP milletvekili adayı Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nda var. ABD Kongresi’nden geçtiği tarih bile belli. 16 Nisan 2003. Bir başka sıkıntısı da Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın açıkladığı Erdoğan imzalı 1991 yılında hazırlanan Güneydoğu raporu. Bu raporda Erdoğan, o dönemde İstanbul il başkanlığı’nı yaptığı RP yönetimine “dayatmacı Kemalist devletle yakın görünmemek gerektiğini” telkin ediyor. Bakalım bunu da yalanlayabilecek mi? Öbür taraftan seçim kampanyasında gittikleri yerlerde AKP’lilerin “Bize dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler” diye ağlaştıkları haberleri alınıyor. MHP Ankara 1. Bölge 1. sıra adayı Bölükbaşı’yla konuşuyoruz. Sizin bir televizyon konuşmanızda dikkat çeken bir açıklamanız oldu. Tayyip Erdoğan’ın 1991’de RP İstanbul İl Başkanı iken hazırladığı bir Güneydoğu raporundan ayrıntılı söz ettiniz. Bu raporda Erdoğan’ın RP’ye Güneydoğu politikasını oluştururken dayatmacı Kemalist devletten yana görünmemek gerektiğini telkin ettiğini söylediniz. Bu rapordan biraz ayrıntı verir misiniz? BÖLÜKBAŞI Ben bu raporu şu nedenle gündeme getirdim: Bugün Türkiye’nin karşısındaki en önemli sorun kanlı terörün getirdiği etnik bölücülüktür. Türkiye’de terör AKP hükümeti döneminde korkutucu boyutlara tırmandı. Güvenlik güçlerinin meşru zeminlerde terörle mücadelesi AKP hükümeti tarafından bilinçli olarak zaafa uğratıldı. Sayın Başbakan’ın terör sicili çok karanlıktır. Ama bu terör sicili 3 Kasım 2002’de başlamadı. Bunun bir de geri planı var. 1991’de Tayyip Erdoğan RP MKYK üyesi ve İstanbul il başkanı’ydı. Aynı yıl 18 Aralık’ta bir Güneydoğu raporu hazırladı. Raporun başlığı “Başka Açıdan Kürt Sorunu”ydu. Doğrudan Erbakan’a sunduğu raporda yer alan hususlar bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın etnik bölücülüğe cesaret veren söylemleriyle bire bir örtüşüyor. Başbakan’ın bu raporu milli kimlik ve Kürt sorununa ilişkin gerçek niyet ve amaçlarına ışık tutuyor. ABD ve AB, AKP’den çok memnun ‘ Ağır iç ve dış tehditler altında olduğumuz bir dönemde Türkiye’nin en büyük talihsizliği böyle bir başbakan tarafından yönetiliyor olmasıdır. ’ Devletin PKK’ye bölücü, terörist demesini kastediyor. RP’nin bu sıfatları kullanmaması gerektiğini raporda öğütlüyor. Raporda şu sözler de var: “Kemalist devletin zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir. Yeni dönemde RP olarak gelişmelerin gerisinde kalmak istemiyorsak artık Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeliyiz. 75 yıldan beri resmi Kemalist ideolojinin inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söyleyelim. Resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayalım. Kürt kimliğinin tanınması lazımdır. Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerekir. Kürtçe okullarda eğitim dili olmalıdır. Bütün bu haklar Türkiye’de yaşayan diğer halklara da tanınmalıdır.” Bu ibareler AB İlerleme Raporu’nda yer alan koşullarla sanki bire bir örtüşmüyor mu? Tabii. AB’nin Kopenhag siyasi kriterleri diye önümüze getirdiği dayatmalarla aynı. AB’nin bu alandaki tüm dayatmalarını Sayın Başbakan 1991’de dile getirmiş. Daha önemli bir husus daha var. PKK’nin internet sitesine girin. Orada lanmıştır. Onlar da bunun karşılığında Erdoğan’ı hükümet yaparak ödüllendirmişlerdir. Bugün ortadaki durum AB ve ABD’nin kendisinden ziyadesiyle memnun olduklarını gösteriyor. Sayın Başbakanımızda medyunu şükran olmanın da ötesinde bu iki mihraka zarar gelecek diye korkuları olduğunu düşünüyorum. Dış politika ABD’nin emrinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal 2003 yılında Ali Babacan’ın Dubai’de Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon yapılmaması karşılığında ABD’den 1 milyar dolar almak için imzaladığı bir anlaşmadan söz etti. Tayyip Erdoğan da bunu kesin bir dille yalanladı. Hatta yanılmıyorsam, bunu ispat edemeyen şerefsiz olur, gibi bir de ifade kullandı. Sizin böyle bir anlaşmadan haberiniz var mı? Bu, Irak harekâtı başladıktan sonraki bir gelişme. Dolayısıyla 1 Mart tezkeresiyle ilgili değil. TBMM’de 1 Mart tezkeresi reddedildikten sonra Türkiye, ABD’ye yine de çok önemli kolaylıklar sağlamıştır. Irak operasyonunun ilk haftası sırasında Irak’a bombardımanın çok önemli bir kısmı Türk hava sahası üzerin bir milyar dolar karşılığında Türkiye’nin hayati çıkarlarının söz konusu olduğu, Türkiye’nin milli birlik ve güvenliğini tehdit eden en büyük saldırı kaynağı olan bir bölgeye hiçbir şey yapmayacağını taahhüt edebilmiş olmasıdır. 1 Mart tezkeresinin müzakereleri sırasında ABD tarafı sizin neden Türk heyeti başkanlığından alınmanızı istedi? Önümüze bir belge getirdiler. Biz bunun olamayacağını kendilerine söyledik. 1 Mart’a inanıp inanmamak ayrı konu. Ama Türkiye siyasi tarihinde hiç görülmemiş bir savaşın tarafı olacak. Amerikan askerlerinin gelmesi kabul edilmiş. Benim yapmaya çalıştığım bu denklem içinde Türkiye’nin çıkarlarını azami ölçüde koruyabilecek çerçeveyi bulabilmek olmuştur. Amerikalılarla bu nedenle uyuşmazlığın ötesinde bir ihtilafımız olmuştur. Görevden alınmam için Başkan Bush ve dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell girişimde bulunmuşlardır. O zaman Başbakan Sayın Abdullah Gül’dü. Erdoğan sadece partinin genel başkanıydı. Ben görevden alınmadım. Ama Sayın Cumhurbaşkanımız, Genelkurmay Başkanı vardı. Biz işi 1 Mart’a kadar getirdik. Ama 1 Mart’ta boyunca Türkiye’nin iç politikasından ellerini çekmediklerini gösteriyor. Hatta bu belgelerde Kıbrıs Barış Harekâtı’nın Henry Kissinger’in baskılarıyla yapıldığı yazılıydı… Doğrudur. Türkiye’den ellerini çekmemişlerdir. Ama AKP döneminin öbür dönemlerden farklı bir özelliği var. ABD hep Türkiye’deki iç gelişmeleri ve dış politikayı etkilemeye çalışmıştır. Belli ölçülerde bunda başarı da kazanmış olabilir. Ama son dört buçuk yılda olduğu gibi hiçbir dönemde Türkiye’nin dış politikası iç politikanın istismar, siyasi rant aracı haline getirilmemiştir. Hiçbir dönemde Başbakan Erdoğan ve hükümetinin yaptığı gibi iç siyasi hesaplarla dış politika ABD’nin bu ölçüde emrine verilmemiştir. Böyle bir teslimiyetçilik hiçbir dönemde yaşanmamıştır. Zaten Erdoğan sadece AKP Genel Başkanı olduğu dönemde Washington’da devlet protokolüyle ağırlanmadı mı? Evet. Biz de o dönem kendisinin Beyaz Saray’da Oval Ofis’te kabul edilme şerefine mahzar oluşunu izledik. Ama o görüşmenin Dışişleri Bakanlığı’nda zaptı yoktur. O görüşmede hazır bulunanlar da P O R T R E DENİZ BÖLÜKBAŞI 1949 Ankara doğumlu. Ortaöğrenimini Ankara Koleji’nde (TED), yükseköğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde yaptı. 1973’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Mayıs ayında MHP’den milletvekilliği adaylığını koyduğu için devlet memuriyetinden istifa etti. Dışişleri Bakanlığı’nın yurtdışı temsilciliklerinde ve merkezde çeşitli görevlerde bulundu. Dışişleri Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği yaptı. 2003 yılı başında ABD’yle askeri mutabakat belgesi (ünlü 1 Mart tezkeresi) müzakerelerinde Türk heyeti başkanlığı yaptı. Son olarak Dünya Ticaret Örgütü (WTO) nezdinde Türkiye daimi temsilciliğini yürüttü. PKK’nin siyasallaşma platformu ve taleplerini okuyabilirsiniz. Başbakan’ın raporunu da internette bulabilirsiniz. İkisini yan yana koyun. Yüzde 95 örtüşüyorlar. Türkiye’nin en büyük talihsizliği yakın siyasi hayatımızın en ağır iç ve dış güvenlik tehditleriyle karşı karşıya kaldığımız bir dönemde böyle bir başbakanın Türkiye’yi yönetiyor olmasıdır. 1996’da söyleşi yaptığım bir kişi o zaman bana ABD’nin günün birinde Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin başına başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı olarak oturtacağını söylemişti. Siz Türkiye’nin şanssızlığından söz ettiniz. Acaba bu şanssızlığı Türkiye’nin başına saran başkaları mı? Çok ilginç bir saptama. Mülakat yaptığınız kişide medyumluk yoksa çok ciddi biçimde uzağı görme yetisine sahip olduğu anlaşılıyor. Başkaları o şanssızlığı Türkiye’nin başına sarmış olabilir. Kesin olarak bilmediğim bir konuda yorum yapmak istemem. Ama ABD ve AB’nin Erdoğan ve AKP’den fazlasıyla memnun oldukları ortadadır. Şu dört buçuk yıl içinde yaşanan gelişmeler bunun somut kanıtıdır. Erdoğan, Türkiye içindeki siyasi meşruiyet açığı ve özrünü kapatmak için bu dış destekleri koltuk değneği olarak kulden yapılmıştır. O günden başlayarak İncirlik Üssü Amerikan kuvvetlerinin lojistik destek merkezi olarak kullanıldı. O zaman Irak savaşının Türkiye’ye olumsuz etkilerini nispeten giderebilmek için Sayın Babacan’ın ABD tarafıyla yürüttüğü müzakerelerden sonra bir anlaşma imzalanmıştır. Sayın Baykal’ın söyledikleri doğrudur. O kadar doğrudur ki 16 Nisan 2003’te Kongre’den geçen ve Başkan Bush’un imzaladığı Ek Tahsisat Yasası’nda Türkiye’ye koşullu olarak bir milyar dolara kadar hibe verilmesi öngörülüyor. Tepkilerden çekindikleri için TBMM’ye getirmediler ‘ Başbakan ve Abdullah Gül’ün, bize dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler diye bir ağlamadıkları kaldı. ’ ‘ Bu hükümet, 1 milyar dolar karşılığında Türkiye’nin hayati çıkarlarının söz konusu olduğu ve en büyük saldırı kaynağı olan bir bölgeye saldırı yapmayacağını taahhüt etmiştir. ’ Ama Erdoğan sıklıkla, “Ben değiştim, geliştim” diyor. Değiştiyse bu raporda yazdıklarından da vazgeçmiş olamaz mı? BÖLÜKBAŞI Başbakan her sıkıştığında, “Ben değiştim, geliştim” diyerek takıyye sanatının son yıllarda en mümtaz temsilcilerinden birisi haline geldi. Bir bünye düşünün ki Türkiye’nin milli kimliği ve toprak bütünlüğü konusunda içine böyle bir virüsü kabul etsin. O bünyenin takıyye, gelişme ve değişme yoluyla salaha kavuşması mümkün değildir. Başbakan’ın bünyesi bu mikrobu 1991 yılında içine kabul etmiştir. Bugün yaşananlar onun tezahürleridir. Raporda yer alan görüşlere bakar mısınız? “PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamalıyız.” Yani devlet güçlerinin terörle mücadelesini terör olarak nitelendiriyor. “DevletPKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemeliyiz. Devletin eleştiri üslubunu benimsememeliyiz.” Yani burada devletin eleştiri üslubundan ne kastediliyor? Birinci koşul Irak harekâtında ABD’yle Türkiye’nin işbirliğini sürdürmesi, ikinci koşul da Kuzey Irak’a Türkiye’nin tek taraflı olarak askeri birlik konuşlandırmamasıdır. Sayın Babacan o anlaşmayı imzalamıştır. Ama ondan sonra Türk kamuoyunda haklı olarak doğacak tepkilerden çekindiklerinden o anlaşmayı onay için TBMM’ye getirememişlerdir. Dolayısıyla da o anlaşma yürürlüğe girmemiştir. Ama bu anlaşmanın hukuken yürürlüğe girip girmemesi önemli değil. Bunun önemli tarafı bir hükümetin TBMM bunu reddetti. Sizce 1 Mart tezkeresi geçmeli miydi? Bu konuda bugün hüküm vermek biraz kolaycılık olur. 1 Mart’ın bilinmeyen çok yönü var. Ama orada bazı gerçeklerin doğru ve tam olarak ortaya konulması lazım. Sayın Baykal o dönem Türkiye’ye gelecek ABD askerlerinin sayısının 7080 bin dolayında olduğunu söylüyor. Şunu söyleyeyim: Kara Kuvvetleri sayısı 15 bindi. Üç bin asker de Özel Kuvvet’ten gelecekti. Yan unsurlarıyla bilemediniz 30 bin asker olacaktı. Ayrıca bunların çekilme takvimi de kayıt altına alınmıştı. Bunlar işgal gücü filan değildi. “Bunlar ya Türkiye’den çıkmazlarsa” sorusu biraz hayali geliyor. Mardin’de dağ başındaki 700 kişi çıkmayıp da ne yapacaktı? 1 Mart lehinde, aleyhinde çok şey söylenebilir. Bugün Türkiye Kuzey Irak’tan kaynaklanan fiili bir terör saldırısıyla karşı karşıya. O bölgede hiçbir önlem alamamakta, sınır ötesi operasyon bile Türkiye’nin Başbakanı tarafından önlenmekte. Beş yıl önce 30 bin kişiyle orada olsaydı bugün PKK Türkiye için bu ölçüde tehdit olur muydu? 1 Mart’ın o yönünü bu sorunun cevabının bulunmasında gündeme getirdim. Yakında açıklanan ABD gizli belgeleri ABD’nin de İngiltere’nin de tarih bugün Başbakan’ın çevresinde bulunan yakın danışmanlarıdır. Zaten her taşın altından da o danışmanlar çıkmaktadır. Türk dış politikasının o danışmanlar tarafından şekillendirildiği duyumları var. Bu ne kadar doğru? Belki şekillendirdiklerini sanıyorlar. Ama Türk dış polikasının yürütülmesinde çok ciddi ihtilat, sorun kaynağı olagelmişlerdir. Washington’da neocon’lara yakın İstanbul doğumlu, Yahudi kökenli Prof. Henri Barkey yakınlarda verdiği bir demeçte Türkiye’nin Kürt Federe Devleti gerçeğini kabul etmemesi halinde bunun faturasının çok ağır olacağı gibi ifadeler kullanmıştı. Sizce bu ne demek? ABD hür dünyanın özgürlüklerinin çok ileri düzeyde yaşandığı bir ülke. O bakımdan o sözünü ettiğiniz şahsın da saçmalama ve hayâsızlık yapma konusunda sınır tanımayan yönünü belki de o alışkın olduğu demokrasi ortamına bağlayabiliriz. Fakat Barkey yalnız değil. Türkiye’de de bu sözleri dillendiren, Türkiye’nin parçalanması ve bölünmesini demokratikleşme adına savunan benzer sözde aydınlar da maalesef bulunmaktadır. Saçmalamanın, hayâsızlığın ve densizliğin sınır tanımadığı bir dönem yaşıyoruz. ‘Erdoğan için para şehit kanlarından daha önemli’ Hudson Enstitüsü’nde yapılan ve neyin konuşulup neyin konuşulmadığı hâlâ açıklığa kavuşmayan o ünlü toplantının iki figürü Hudson’ın Türkiye Program Sorumlusu Zeyno Baran ve toplantıda bulunmamasına rağmen haberi veren Milliyet Washington temsilcisi Yasemin Çongar. O toplantının içeriğini aktaranın Henri Barkey olduğu da ortaya çıktı. Sizce bu insanlar ne yapmaya çalıştı? Bazı olaylar vardır ki komplo teorisi kurallarının da izahta zorlandığı bir karmaşıklık içindedir. Bu olay da onlardan birisi. Türkiye bir hafta o toplantıyı tartıştı. Terör almış başını gitmiş. Şehit cenazeleri her gün Anadolu’ya taşınıyor. Hepimiz işi gücü bıraktık. Yasemin Çongar’ın bir haberine istinaden Hudson Enstitüsü’nde olanları tartıştık. O haberin çıkmasının hemen ertesi günü TBMM Başkanı, Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Türkiye’de yeni bir sektör olarak ortaya çıkan Başbakan’ın ABD patentli danışman milletvekilleri mal bulmuş mağribi gibi olayın üzerine atıldılar. Bundan kendimize yeni bir mağduriyet çıkarabilir miyiz, hevesine kapıldılar. Seçim kampanyasının son 20 gününe girdik. Başbakan’ın ve Abdullah Gül’ün bir ağlamadıkları kalıyor. “Bize dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler. Mağdur olduk” deyip duruyorlar. Bundan da bir mağduriyet malzemesi çıkarmak için seferber oldular. O haberi yapan gazeteci bundan 78 ay önce ABD’nin her şeye rağmen Erdoğan’ın iktidarda kalmasını istediğine dair bir haber yapmıştı. Şimdi bu iki haber birleştirilince ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Yani gündemin değiştirilip saptırılması kimin işine yaradı sizce? BÖLÜKBAŞI AKP’nin işine yaradı. Yasemin Çongar da bilerek ya da bilmeyerek AKP’nin bu konuda taşeronluğunu da yapmış olabilir. Kendisi halen görevde olan ABD’li bir diplomatla evlidir. Kürtlerin Erbil’de çok büyük bir havaalanı inşa ettikleri, ayrıca kendi ordularını kurmakta oldukları haberleri geliyor... Türkiye’nin bir dönem milli çıkarları ve stratejik hedeflerini, milli güvenliği ve milli birliğini dikte ettirdiği kırmızı çizgileri vardı. Bunlar Erdoğan ve arkadaşları sayesinde ayaklar altına alındı. Bu yetmedi. Türkiye’ye karşı Kuzey Irak kaynaklı yeni kırmızı çizgiler geliştirildi. Kuzey Irak’ta bağımsız devletleşme sürecinde son aşamaya gelindi. Ne hazindir ki onların altyapılarını yapmak için Türkiye’nin resmi kuruluşları dahi birbiriyle yarış halindedir. Türkiye’de satın alınan elektriğin yarı fiyatına Kuzey Irak’a verildiği doğrudur. Habur Barzani’nin emrindedir. Bütün ihtiyaçları Habur Sınır Kapısı üzerinden karşılanmaktadır. Sayın Devlet Bahçeli Türkiye’nin elinde Kuzey Irak’a karşı bir askeri harekât öncesi bazı siyasi ve ekonomik yaptırımlar olduğunu söylemişti. Bunlardan birisi de Habur’un kapatılmasıydı. Ama Başbakan, “Bu o kadar kolay değil. Gidin müteahhitlere sorun. Parayı onlar kazanıyor” demedi mi? Dedi. Yani Sayın Başbakan’a yakışacak şekilde bir denklem kurdu. Denklemin bir tarafında Türkiye’nin milli güvenliği, milli onuru, öbür tarafında da Sayın Başbakan için çok önemli olduğu anlaşılan müteahhitlik hizmetlerinden gelen bir gelir var. Bu denklemi kurabilen bir Başbakan şehit kanlarının parasal bir karşılığı olduğunu da itiraf ve ikrar etti. Allah sonumuzu hayretsin. Böyle bir Başbakan’la Türkiye yakın tarihinin en kritik dönemecini dönmek üzere. Ama AKP’den kurtulmak için fazla bir süre kalmadı. 20 gün sonra Türkiye AKP’den kurtulacak. Ondan sonra da bir hesap verme dönemi başlayacak. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, “Habur’u kapatmayın. ABD kuvvetlerinin lojistik desteği Habur üzerinden gidiyor” dedi. Habur, hem Irak’taki ABD varlığının hem de Barzani ve peşmergelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir işlev görmektedir. Kuzey Irak’a bir askeri operasyona ABD nasıl ikna edilmelidir. Ama AKP’den bunu bekleyemezsiniz. ‘ Saçmalamanın, hayâsızlığın ve densizliğin sınır tanımadığı bir dönem yaşıyoruz. ’ CUMHURİYET 12 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear