26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 MAYIS 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Borusan Holding’in kurucu üyesi işadamı Kocabıyık, AKP’nin icraatlarının tümüne karşı olduğunu söyledi 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘AKP ekonomide yol alamadı’ ÖZLEM YÜZAK Siyasetin Sakatı Son siyasal gelişmeler, 12 Eylül Anayasası’nın nasıl bir “demokrasi kapanı” olduğunu kanıtladı. Anayasanın Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin her tümcesinin değişik bir anlam taşıdığı, anlı şanlı hukukçular tarafından anlatılıyor. Ancak hiçbir biçimde bir görüş birliği oluşamıyor; hukukçuların şaşkınlığı toplumsal şaşkınlığa dönüşüyor. Tam da bu şaşkınlık sırasında Başbakan, siyasal yapıyı kökten değiştirecek çok önemli bir öneri getiriyor: Cumhurbaşkanını halk seçsin! Hiçbir demokrat bu öneriye karşı çıkmaz. Yalnız bu öneriyle demokrasi perisine bir büyük tecavüz tuzağı kuruluyor. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin gerçek demokrasi anlamına gelmesi için önemli önkoşulların yerine getirilmesi gerekiyor. Başka ülkelerin deneyimlerinin ve bilimsel araştırmaların kanıtladığı gibi başkanlık sistemi; yasama, yürütme ve yargı organlarının tamamıyla birbirinden bağımsız ve eşit siyasal güce sahip olmalarıyla olanaklıdır. Öncelikle, yargı bağımsızlığı; yani, yargının siyasal ve diğer baskılardan uzak, kurumlaşmış, hak ve adalet dağıtan bir özellik taşıması büyük önem taşıyor. Oysa 12 Eylül Anayasası yargıyı siyasete bağımlı kılıyor. Sonra, cumhurbaşkanını halkın seçtiği ülkelerde, parlamento iki meclisten oluşur, temsilciler meclisi ve senato. Temsilciler meclisinin üyelerini dar bölge sistemi ve tek dereceli olarak halk seçiyor. “Parti içi demokrasi” işletiliyor; milletvekili adayları ya bölge halkının ya da bağımsız parti üyelerinin oylarıyla yani tümüyle demokratik yoldan saptanıyor. Senato da ya illerin eşit ağırlıklı olarak temsilini esas alan seçimlerle ve/veya kurum temsilcilerinden oluşuyor. Türkiye’de bunların hiçbiri yoktur. AKP’nin getirdiği anayasa değişikliği yarı başkanlık sistemini andırıyor; çünkü hükümetle ve cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili konularda yeni bir düzenlemeye gidilmiyor. Örneğin halkoyu ile seçilen cumhurbaşkanı, başbakanı görevden uzaklaştırabilecek midir? Halkın seçtiği cumhurbaşkanı ile başbakan arasında yürütmenin gücünün paylaşımının nasıl olacağı açık değildir. Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle, Cumhuriyetin esası olan ulusal egemenliğin halkın seçtiği Meclis’te toplanması ilkesi yok olacaktır. Çünkü, halkın seçtiği cumhurbaşkanı da, Meclis gibi ve de haklı olarak ulusal egemenliği kendisinin temsil ettiğini öne sürecektir. Bu olgu bir taraftan da yasamayürütme çatışmasına, giderek savaşına neden olabilecek, diğer taraftan da, esasen hükümetin emrinde olan yasamayı iyice etkisiz kılabilecektir. Türkiye bunlara hazır değildir. Kaldı ki azgelişmiş/gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinde başkanlık ya da yarı başkanlık sisteminin demokrasiyi geliştirdiği ve güçlendirdiği görülemiyor. Bu ülkelerde başkanlık sistemleri, çok kolay bir biçimde, sivil ya da asker dikta rejimlerine geçilmesine neden oluyor. AKP yıllar süren koalisyon hükümetlerinden sonra 2002’de tek başına iktidara geldiğinde, “siyasal istikrar” vurgusu aşırı sayılabilecek ölçüde yapılmıştı. Bu nedenle yüzde 10 seçim barajı korunuyor. Son önerileriyle hükümet, siyasal istikrarsızlığı bizzat kendisi yaratıyor. Eğer siyasal istikrar, cumhurbaşkanını halkın seçmesine bağlıysa, o zaman seçim barajı neden azaltılmıyor? Hemen her tümcesi değişik yorumlanabilen 12 Eylül Anayasası, hiç kuşkusuz değiştirilmelidir. Ancak, değişikliğin başlaması gereken yer, milletvekili dokunulmazlığı; yargı bağımsızlığı; seçim ve siyasal partilerle ilgili düzenlemeler; temel hak ve özgürlüklerle ekonomik ve sosyal haklarla ilgili hükümlerdir. Siyasal istikrar sözünü vererek işbaşına gelen hükümet, aradan 4.5 yıl geçtikten sonra ve tam da seçimlere gidilirken devletin tepesini “halkın” seçmesini istiyor. Bunu yaparken çok daha büyük siyasal istikrarsızlıkların, bunalımların ve çatışmaların kapılarını açıyor. Başbakan’ın kendi deyişiyle “Demokrasinin beynine kurşun sıkıyor”! ??? Belli bir aşamaya gelen solda birlik süreçlerinin olumlu biçimde sonuçlandırılması için yoğun bir çaba harcanması gerekiyor. yakupkepenek06@hotmail.com erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com leşme süreci bu “orta sınıfı”, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla, derin bir biçimde etkilemiş, beklentilerini iyice yükselmiş, uluslararası kapitalizmin imajlarıyla arzularını kışkırtmış, ama bunları karşılayamadığı için, aynı zamanda derin bir düş kırıklığı yaratmıştır. Bu toplumsal kesim, yüksek kültürel farkındalığıyla şimdi, kendisinin ve çocuklarının, toplumun, nihayet gezegenin geleceğinden kuşku duymaya, hatta korkmaya başlamıştır. Tüm bu özeliklerinden dolayı bu kesimin geleneksel orta sınıftan daha çok işçi sınıfına yakın olduğu, hatta 19. ve 20. yüzyılın sanayi proletaryası, gibi zamanın en ileri teknolojinin üzerinde var olduğu görülüyor. Kabaca bir bakış bile, nisan eylemlerinde sokağa çıkan kalabalığın, 1 Mayıs günü Kadıköy’de toplananların geleneksel işçi sınıfı dışındaki (gençlik olarak tanımlanan) kesiminin tüm bu yukarıda değindiğimiz özellikleri, estetiği (giyim kuşam müzik vb.) taşıdığı söylenebilir. Bu yeni proletaryanın ya da “orta sınıfın” bu yeni hallerinin, bir özelliği de toplumun geri kalan kesimleriyle karşılaştırıldığında benzersiz bir yatay, demokratik, kendiliğinden örgütlenme kapasitesinin, kişisel inisiyatif gösterme eğiliminin yüksek, ataerkil değerler ve “büyük söylemlere” ilgili ama esnek, daha çok somut siyasi hedeflere odaklanmış, bu nedenlerle, geleneksel “orta sınıftan” farklı olarak otoriter siyasi hareketlerin etkisi altına girme eğiliminin zayıf olduğu söylenebilir. CHP gibi, lider merkezli sosyal demokrat partilerin, hızlı bir söylem değişikliğine gitmeden, bu kesimleri kendilerine çekmesi, oldukça zor görünüyor. Bu “orta sınıfın”, toplumun en çok küreselleşmiş, uluslararası kapitalist kültürün etkisi altına en çok girmiş kesimi olmasına karşın, bunu geri almaya kalkanlara olduğu kadar, aynı zamanda, emperyalizme, kültür emperyalizmine, mali sermayenin odaklarına da karşı olmasıysa bir paradoks değil, tarihte, işçi sınıfının yalnızca siyasi öznellik kazanarak, proletarya olarak topumun karşısına çıkan kesiminde görülen diyalektik bir çelişkidir… 83 yaşında bir işadamı Asım Kocabıyık. Borusan Holding’in kurucu başkanı. Uzunca bir süreden beri işlerini oğlu Ahmet Kocabıyık’a devretmiş olmasına karşın hem Borusan Holding’in gelişimini hem de Türkiye’nin geldiği noktayı yakından izliyor. Birkaç gaze ? Cumhuriyet mitingleriyle toplumun kendine geldiğine dikkat çeken Asım Kocabıyık, hükümetin politikalarını, “Ekonomi konusunda AKP kendisi ne yaptı? Yaptığı IMF ve Derviş’in getirdiği reformları sadakatle tatbik etmek, bozmamak oldu” sözleriyle eleştirdi. tecinin katıldığı küçük sohbet toplantısının ana konusu, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın (AKKEV) Uludağ Üniversitesi’nde inşa ettireceği hukuk fakültesi ve vakfın eğitime diğer katkıları olmasına karşın Kocabıyık’ın ilk sözleri, “Çağlayan mitingi ne kadar coşkulu oldu” cümlesi oldu. AKP’nin icraatlarını hiçbir şekilde desteklemediğini ifade eden Kocabıyık, son günlerde kamuoyuna sunulan anketlerde AKP’nin oylarını artıracağı söylemlerine de asla katılmadığını belirtti. “Dibe vurmuş durumdayız. Ahlak, idealler, dürüstlük bakımından. Bu çöküş çoğunluğu teşkil etmese bile etkileri büyük oluyor. Ama ben artık umutluyum” diyen Kocabıyık, Cumhuriyet mitinglerini toplumun kendine gelmesi olarak tanımladığını vurguladı. Genelkurmay’ın internet sitesindeki açıklamaları hakkında ne düşündüğü sorusuna da işadamının verdiği yanıt; “Bazı şeyleri kurtarmak için yarı doğru olanları kabul etmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti’ni asker kurmuştur ve koruma ve Asım Kocabıyık kollama görevini de üstlenmiştir. Askerimiz AB ortaya çıkınca, onun kriterlerine de uyum göstermiştir” oldu. AKP’nin iş dünyasının büyük bir kısmı tarafından da onaylanan ekonomi politikalarını ‘o kadar da’ göklere çıkarmayan Kocabıyık, şu ifadeleri kullandı: “Ekonomi konusunda AKP kendisi ne yaptı? Yaptığı IMF ve Kemal Derviş’in getirdiği reformları sadakatle tatbik etmek, bozmamak oldu. Alınan tedbirleri tersine çevirmedi. Onlar da neticede isabetli kararlardı. Müspet bir sonuç çıktı. AKP şanslıydı bu açıdan. Ama Türkiye’nin hâlâ nazik problemleri var. İthalat ihracatın çok üzerinde ve bu Türkiye’nin kaldırabileceği bir fark değil. Ben bunu üyesi olduğum TÜSİAD’da da, bana hayat boyu meclis üyeliği ödülünü veren İSO’da da dile getireceğim.” Hukuk fakültesi kuruyor KKEV ve Uludağ Üniversitesi arasında üniversitenin açacağı hukuk fakültesinin tesislerinin yapımı konusunda hazırlanan protokol, 2 Mayıs 2007’de Uludağ Üniversitesi Gemlik Sunipek Yerleşkesi’nde düzenlenen törenle imzalandı. Hazırlanan protokole göre AKKEV biri eğitim, diğeri idari amaçlı iki binanın inşaat çalışmalarını tamamlayarak 2008 yılında Uludağ Üniversitesi’ne teslim edecek. Fakültenin eğitim ve öğretime açılması ile gerekli donanımı ise üniversite sağlayacak. Hukuk fakültesinde bir yılı zorunlu yabancı dil hazırlık sınıfı olmak üzere toplam 6 yıl eğitim verilecek. Sınıfların 80’er kişi olması planlanan fakülteye başlangıçta 30 öğrenci alınacak. “Neden hukuk fakültesi” sorumuza Kocabıyık’ın verdiği yanıt, “Çünkü yargı bu ülkede çok sorunlu. Mahkemelerde davaların bu kadar uzun sürmesi hem hâkimlere olan güvensizlikten hem de hâkimlerin kendilerine olan güvensizliğinden kaynaklanıyor. Hâkim hemen bilirkişi tayin edip sorunun çözümünü uzatıyor. Daha deneyimli hukukçuların yetişmesi lazım” oldu. A TALEPTOPLAMA 1011 MAYIS’TA Casio, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne toplu kol saati (F91) satmayı hedefliyor İş Yatırım, halka açılıyor Ekonomi Servisi İş Yatırım Menkul Değerler, 1011 Mayıs 2007 tarihleri arasında talep toplama yöntemiyle halka açılacak. İş Yatırım Menkul Değerler’den yapılan açıklamaya göre, talep toplamada hisse fiyatı 2.403.00 YTL aralığında olacak. Talepler tavan fiyat olan 3.00 YTL ’den toplanacak, nihai fiyat daha sonra belirlenecek. İş Yatırım Menkul Değerler’in halka arzında, sermaye artırımı ve ortak satışı yöntemleri birlikte kullanılacak. Arz sonrası halka açıklık oranı yüzde 25.85 olacak. Ek satış hakkının kullanılması halinde ise bu oran yüzde 29.73’e çıkacak. Ek satış hakkı dahil halka arzın toplam büyüklüğü 85106.5 milyon YTL aralığında olacak. Halka arz edilecek hisselerin yüzde 48’i yurtdışı kurumsal yatırımcılara ayrılırken yüzde 52’lik bölümü yurtiçi yatırımcılara tahsis edildi. Toplam arzın yüzde 47’si yurtiçi bireysel yatırımcılara, yüzde 2’si yurtiçi kurumsal yatırımcılara, yüzde 3’ü ise İş Bankası Grubu çalışanlarına yapılacak. Askerin vazgeçemediği saat ? Casio Türkiye Distribütörü Hülya Çakmak, askere gitmeye hazırlanan her gencin mutlaka Casio F91 kol saati aldığını belirterek “Bu bizim için çok duygusal bir ürün” dedi. ŞEHRİBAN KIRAÇ Hem ucuz hem kullanışlı olan Casio F91 kol saati adeta Mehmetçikle özdeşleşen bir model haline geldi. Casio ve Pierre Cardin marka saatlerin Türkiye Distribütörü Ersa İthalat ve Ticaret AŞ’nin genel müdür yardımcısı Hülya Çakmak, Türk ordusunun yıllardır F91 modelini kullandığını belirterek bu modeli Türkiye’ye getirmenin kendileri için bir görev olduğunu söyledi. Çakmak, “F91’i ABD ordusu da çok fazla kullanıyor. Özellikle askerler tarafından çok tercih edilen bir model. Hem fiyatı çok uygun, hem kullanışlı, hem de herkeste aynı model olduğu için tercih ediliyor. Bu ürün Casio için çok duygusaldır. Asker saati bizim için de çok duy gusal bir ürün” dedi. Geçmiş yıllarda Casio hesap makinelerinin satışı konusunda Türk ordusu ile ortak bir çalışmalarının bulunduğunu kaydeden Çakmak, F91 kol saati için de böyle bir çalışmayı yapmayı arzuladıklarını ifade etti. Türkiye’de saat pazarı ve modası konusunda da bilgi veren Çakmak, Türkiye’deki kol saati üretiminin söz konusu olmadığnı kaydederek yapılan hesaplamalara göre yıllık yaklaşık 12.5 milyon adet saatin ithal edildiğini açıkladı. Türkiye’de hem kadın ve hem de erkeklerin ortak kullandığı (unisex) büyük saat modellerinin çok sattığına işaret eden Çakmak, perakendeciye giden her 10 kadından 7 tanesinin erkek saati aldığını ve kullandığını söyledi. Casio’nun şu anda yaklaşık 4 bin 500 modelinin bulunduğunu ve Türkiye’de 1500 noktada satış gerçekleştirdiklerini aktaran Çakmak, satış noktası için Teknosa ile görüştüklerini, gelecek haftadan itibaren de çeşitli alışveriş merkezlerinde Casio Kiosk’larla tüketicilerin karşısında olacaklarını açıkladı. Çakmak, ayda 2530 bin adet Casio kol saati sattıklarını kaydederek bu yıl satışlarda yüzde 1520 büyüme hedeflediklerini sözlerine ekledi. Hülya Çakmak, Türkiye’de saat sektöründe yöneticilik yapan ilk kadın çalışanlardan. Londra’da eğitim almış, babasının sahibi olduğu Vatan Kablo’nun fabrikasında çalışmak yerine kendi kariyerini kendisi belirlemiş. Ö Z E L L E Ş T İ R M E Ö N C E S İ YAT I R I M DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Nisan mitingleri üzerine yapılan gözlemler, meydanlardaki kitlenin, toplumun meydanlara çıkmaya pek alışık olmayan, hatta ilk kez çıkan bir kesimini oluşturduğunu saptıyor, özellikle kültürel açıdan, “orta sınıf” özelliklerine dikkat çekiyorlardı. Bunlar, üzerinde düşünülmesi gereken önemli saptamalar. Dahası, sanırım, salt bize özgün olmayan, küresel bir olguyla karşı karşıyayız: Küreselleşmeye, savaşa karşı hareketlerde, Kore’de, sonra Tayland’da, hatta çeşitli “renkli devrimlerde” hızla harekete geçebilen, genelde “orta sınıf” özellikleri gösteren bir toplumsal kesim söz konusu. TEKEL ’den üç yeni sigara ANKARA (AA) Tekel, özelleştirme öncesi pazar payını biraz daha arttırmak için 3 yeni sigara çıkarmaya hazırlanıyor. Bu amaçla ilk aşamada, Türkiye’nin değişik yerlerinde üretilen Virjinya ve Berkley tipi tütünlerin farklı bir harmanlamaya tabi tutulması sonucu elde edilen özel harmanlanmış tütüne sahip Cool Black önümüzdeki aylarda piyasaya sunulacak. Daha çok genç tiryakilere hitap etmesi amaçlanan yeni sigaranın fiyatının 3 YTL civarında olması bekleniyor. “Soğukkanlı, delikanlı’’ anlamına gelen Cool, Tekel’in yabancı isimle piyasaya sürdüğü ilk sigara olacak. Tekel, işletmelerin modernizasyonu çerçevesinde Tokat Sigara Fabrikası’nı da yeniden yapılandırdı. Bu fabrikada, yeni bir sigara üretilmesi kararı da alındı. Eylül ayında tiryakilerin beğenisine sunulması planlanan yeni ürün, üst segment bir sigara olacak. Adı henüz belirlenmeyen bu sigara 4 YTL dolayında bir fiyattan satılacak. Yılın son döneminde de Tekel’in üçüncü yeni ürünü raflardaki yerini alacak. 3 YTL dolayında bir fiyatla satışı düşünülen bu sigara ile de orta sınıf hedef alınacak. Nisan Eylemleri ve “Orta Sınıfın” Yeni Halleri yansımasına bağlı olarak, sekülerizm ve materyalizm daha da güçlenecek” (sf 12, abç) diyor. Raporun yazarları, “kültürlerin karışmasının, değişim hızının, modern düşüncelerle geleneksel düşüncelerin çatışmasının toplumda ahlaki rölativizmi, pragmatizmi güçlendirmesini” bekliyor, “geleneksel toplulukların, toplumsal ağırlığı olan azınlıkların köktendincilik de olmak üzere, daha katı inanç sistemlerine sarılma eğiliminin, popülizm ve Marksizm gibi doktrinler siyasi ideolojilere ilginin artacağını” düşünüyorlar. Rapor, kent yoksullarının büyük kesiminin türedi işlerde, bu nedenle de istikrarsız, yasadışı sömürülere açık koşullarda çalışıyor olacağını söylüyor. Orta sınıflara gelince, rapor, “gelişmekte olan ülkelerde bunların sayıları artmakla birlikte, bu kesimde yoksullaşma, toplumsal statü kaybı risklerinin artacağına” işaret ediyor, “bu kesimlerin kendi yaşam düzeylerinin küresel zenginlik düzeyinin gerisinde kaldığını düşüneceklerini” (sf 34) huzursuzluklarının artmasını bekliyor. Bu saptamalardan hareketle rapor çok çarpıcı sonuçlara ulaşıyor. Raporun “Orta Sınıf Proletarya” başlıklı bölümünde (sf 80) “Orta sınıflar Marx’ın proletaryaya atfettiği rolü üstelenerek devrimci bir sınıf konumuna yükselebilir” saptaması yapılıyor. Bu çarpıcı saptamanın gerekçelerini rapor şöyle sıralıyor: “Emek piyasalarının küreselleşmesi, ulusal refah devleti hizmetlerinin, iş olanaklarının azalması insanların belli devletlere bağlılıklarını artırabilir, kendileriyle, sayıları çok az, ancak profili çok yüksek süper zenginler arasındaki, gittikçe artan gelir farkları, meritokrasiye (kendi yeteneğine dayanarak yükselme şansıE.Y.) yönelik düş kırıklığını körüklerken, alt sınıfların (toplumdan koparak lümpenleşen kesimlerinE.Y.) sayıları, toplumsal düzene ve istikrara yönelik tehdidi arttıkça ve gittikçe ağırlaşan borç yükü, emeklilik sistemlerinin gittikçe artan yetersizliği” bu sınıfların hoşnutsuzluğunu güçlendirerek “dünya orta sınıflarının, bilgiye, kaynaklara erişme becerilerini kullanarak birleşmelerine, uluslarüstü süreçleri kendi sınıf çıkarları doğrultusunda belirlemeye başlamalarına yol açabilir” (sf 80, abç) diyor. “Orta sınıf proletarya” MOD uzmanlarının, Marksist teorinin, işçi sınıfı, proletarya, “yeni işçi sınıfı”, “çelişkili sınıf pozisyonları” gibi kavramlara ilişkin inceliklerini, işçi sınıfının küresel çapta yaşadığı dönüşümün özelliklerini kavramasını beklemek doğru olmaz; ama önemli bir noktaya parmak bastıkları kesin. Genelde “orta sınıf” olarak nitelenen bir kesim, tam da yukarıda aktarılan nedenlerden dolayı küresel çapta, ilginç hareketlilikler ve siyasi etkinlikler sergiliyor. Özellikle, küreselleşme karşıtlığı, savaş karşıtlığı ve küresel ısınma gibi üç stratejik alanda bu “orta sınıfın”, internet, uluslararası medya aracılığıyla sık sık, küresel çapta, kalıcı ilişki ağları oluşturdukları, birlikte davranma becerisi (örgütlenme, ortak öznellikler ve temalar bağlamında adeta bir sınıf şekillenmesi) sergilediği görülüyor. Bu “orta sınıf”, dükkân sahiplerinden, zanaatkârlardan, küçük ölçekli kapitalistlerden daha çok, işgücünü satarak, yeteneğine, bilgisine dayanarak var olan bir sınıf. Bu özellikleriyle, geleneksel işçi sınıfına çok yakın. Ancak, iyi eğitim görmüş olmak, çoğu zaman ikinci bir dili kullanabilmek, yeni iletişim teknolojilerine adapte olabilmek gibi özellikleri de var. Dahası, gelişmekte olan ülkelerdeki sanayi proletaryasından farkı olarak bu kesimin kırsal, geleneksel ilişkilerle bağları kopmuş, duyarlılıkları tümüye kapitalist meta ilişkilerinin, küresel çapta “estetik yöneticiliğin” etkisi altında şekillenmiştir. Küresel Küresel Stratejik Trendler 20072036 Bu konuya, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan saldırının ertesindeki geniş katılımlı cenaze merasimi, Tayland’da Thaksin Shinatwar’ı deviren kitle eylemleri bağlamında değinmiştim. Geçen ay İngiltere Savunma Bakanlığı (MOD) bünyesindeki Gelişme, Doktrin ve Kavramlar Merkezi (DCDC) tarafından yayımlanan Küresel Stratejik Trendler 20072036 başlıklı raporda da bu konuya çok özel bir vurgu yapılıyor. Önümüzdeki 30 yılın ekonomik, teknolojik, ekolojik jeopolitik, toplumsal trendlerini, olası risklerini irdeleyen rapora göre, küresel çapta “çoğu insanın maddi yaşam koşullarının iyileşme olasılığına karşılık, zengin yoksul arasındaki uçurum daha da derinleşecek. Mutlak yoksulluk küresel bir sorun olmaya devam edecek… Mutlak yoksulluğun var olmaya devam etmesi, gelir dağılımının göreli olarak bozulması, beklentileri karşılanamayanlar arasında adaletsizlik algısını güçlendirecek” (sf 3, abç). Bu trendler aynı zamanda “yalnızca, kapitalizm karşıtı dinci, anarşist ve nihilist hareketlerin değil, halkçılığın ve Marksizm’in de yeniden canlanmasına yol açabilecek” (age, abç). Rapor, “daha çok bütünleştirici, rekabetçi ve gelişmiş ülkelerde egemen eğilimlerin, gelişmekte olan ülkelerde de CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear