26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 MAYIS 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Yumurta İsa Kargın: “Başimama kızmayın, tecrübesiyle konuşuyor çünkü 40 değil 350 küsur çürük yumurtadan sağlam bir yumurta çıkaramadı.” Ya ğ m u r E k i m AKP kafası mayo reklamına sansür uyguluyormuş... “Bikini var da ondan!” ABD’NİN önde gelen gazetelerinden New York Times, Atatürk’ün Batı uygarlığı hedefi yolunda çok somut adımlar atan AKP’ye karşı son haftalarda düzenlenen laiklik mitinglerinin “tarihi bir ironi” olduğunu yazmış. Sabrina Tavernise imzası ve “Atatürk’ün Mezarında Bir Gürültü Duyuluyor” başlığı ile yayımlanan haberde, TürkiyeAvrupa Birliği Komisyonu Karma Parlamento Eşbaşkanı Joost Lagendijk de konuşmuş ve “Türkiye’de laik partiler iktidarda kalsaydı AB müzakereleri başlamazdı” demiş. Türkiye’deki işbirlikçilerinden aldıkları “tüyo”larla Türkiye üzerine yorum yapan salaklara önce şunu söylemek gerek; Atatürk, Türk halkına hedef olarak hiçbir zaman “Batı”yı göstermedi; çağdaş uygarlığı gösterdi! Kendilerini uygar sanan dangalaklar önce Irak’ta başlattıkları ilkel savaşın ve Ortadoğu’daki kanlı petrol planlarının hesabını GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Susuz kentlere öneri: Kentinize GS taraftarlarını çağırın! Tavşan Saadettin Öztürk: “İçeride halka karşı yırtıcı kaplan; dışarıda ürkek tavşan; istemiyoruz böyle başbakan!” versinler ondan sonra uygarlık üzerine konuşsunlar! “Tarihi ironi” konusuna gelince... Ortada herhangi bir ironi ve bu ironi sonunda ortaya çıkan çelişki nedeniyle gülünecek herhangi bir durum yok; “Türkiye laiktir, laik kalacak” ve “Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye” diyen Türk halkı meydanları bir düğünbayram havasında güle oynaya dolduruyor hepsi bu. Son beş yıldır Türkiye üzerine masa başında inceden inceye hesaplar yapanlar, Türk halkını hesaba katmadıkları için hâlâ ne olup bittiğinin farkına varamıyor. Bir Türk kızıyla evlenip “enişte”miz olan bu Joost Lagendijk adındaki Hollandalı parlamenter Sürpriz de bir şeylerin farkına varamıyor, “Türkiye’de laik partiler iktidarda kalsaydı AB müzakereleri başlamazdı” diyor. Adam tam bir lale! Hem de katmerli Hollanda lalesi! Başlayan tam üyelik müzakereleri neymiş, bir anlatsın da “ampul” vazifesi görüp bizi aydınlatsın, öğrenelim! Sabrina’dan Joost’a, Hasan Cemal’den Taha Akyol’a dünya âlem şunu bilsin ki, hesaba katılmayan Türk halkı bütün hesapları bozmuştur ve 22 Temmuz’da bunu sandıkta kanıtlayacaktır. Unutmayın ki dandik seçim anketlerinde yüzde 40’larda gösterilen AKP’ye Amerikalılar, Avrupalılar, Kıbrıslı Rumlar, Kuzey Iraklı Kürtler değil, Türk halkı oy verecektir ve AKP’nin Meclis dışında kalması bu gidişle hiç de sürpriz olmayacaktır. Şimdi ‘Kararlı Seçmen’ Olma Zamanı Yıllardır Türk soluna gönül vermiş insanlar, umutsuzluğun gölgesi altında ya “ehvenişer” buldukları partiye zoraki oy verdiler, ya kızıp sandığa gitmediler ya da dışarıdan bir şeylere inanmış görünseler bile, içlerinde yaşadıkları büyük çelişkilerle uğraşmak zorunda kaldılar. Halbuki bugün farklı bir durum var. Seçim 60 gün sonra ve Cumhuriyet Mitinglerinin rüzgârı değil Türkiye’yi, dünyayı sarstı. Birinci hedef antilaik Cumhurbaşkanı’nı durdurmaktı, başarıldı. İkincisi sosyal demokrat partileri birleştirmekti. Bu doğrultuda da önemli yol kat edildi ve CHPDSP güç birliği sağlandı. Belki en az bu birliktelik kadar önemlisi, halk ve Baykal arasında yıllardır süregelen gerginlik, birden önemli ölçüde azaldı. Deniz Bey, farklı bir kimliğe geçiş yaptı. Yani uzlaşmacı, bilge, sorumlu ve özverili bir insan olarak algılanmaya başlandı. “Baykal o partinin başında durduğu müddetçe ben CHP’ye oy vermem” nakaratı, böylece ciddi bir şekilde zayıfladı, bu ezber bozuldu. En azından, en sert Baykal muhaliflerinde bile, bir yumuşama görüldü. Bir de bu birleşme için boğazını yırtmış insanlar var. Onların tabii şimdi üzerlerinden bir yük kalkmış durumda. Ama yetmez! Hani şu tuttuğunuz futbol takımının kazanması için “medenice” bağırıp çağıran gerçek uygar taraftar modeli var ya? İşte bugün artık seçime giden yolda, en az onlar kadar fanatikçe tuttuğu, partiyi canı gönülden desteklemeli kararlı seçmen. Yani o yıllardır tadını unuttuğu veya hiç keyfini bilmediği kıvama geçiş yapmalı. “Ben bu partiyi seviyorum, karanlıktan kurtuluşumun anahtarı olarak görüyorum ve kazanması için sonuna kadar çalışacağım.” Ancak bu özveriyle, çevremizdeki tüm tereddütleri yok edersek uygar demokratik yöntemlerle bu ortaçağ darbesini ters çevirmiş oluruz. Artık siyasetle aramıza mesafe koymayacağımızı anlayalım. ??? Çok önemli bir nokta daha: AKP boyunduruğundan kurtulmak için isteyenler, her konuda yüzde 100 anlaşmaya çalışmadan, geniş ortak paydada hem fikir olup yola çıksınlar, yeter. Yoksa AB, ABD, ekonomi, enflasyon, fonlar, Diyarbakır, Kıbrıs, Ermeni sorunu gibi, “voltaj farkıyla” bile olsa farklı görüşleri olanlar, bunu AKP’ye karşı aynı saflarda mücadele etmemek için bir gerekçe olarak görürlerse, bundan yine yalnız yobazlar kârlı çıkar. Detaylardaki ayrılıklarımız demokrasi ve siyasetin doğal akışıdır. Öncelikli olan, “bu dünyanın” siyasetini, “öbür dünya” vaat ve ütopyalarına rağmen, bu dünyada egemen kılabilmektir! Farklı sonuç yolları için, birbirimizi sonra nasıl olsa pişirir yeriz! Buna karşın geçen hafta bu sütunda minimum ideolojik birlikteliğe özellikle dikkat etmek lazım geldiğini anlattım. Cumartesi akşam da Skytürk’te 10 Aralık Hareketi’nden Burhan Şenatalar’la uygarca tartışmalarımız oldu. Şenatalar benim gündeme getirdiğim bazı eleştirileri nereden çıkardığımı sordu. Bir de sanki Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen gruplardan yalnız ÇYDD ile aynı çizgideymiş gibi bir hava yarattı. Skytürk beni aradığında atölyemde resim yaptığım için kaynakçam yanımda yoktu. Şu anda somut hatırlatmaları yapabilirim: Örneğin 13 Ocak 2007 tarihli Milliyet, 10 Aralık kitapçığından özet derlemelerle dolu. Kitapçıkta, “AKP hükümeti döneminde yapılan yasal değişiklikler olumlu karşılandı. Eksikliklerine rağmen yasal düzenlemeler, katılım ve yerel ekonomik ve sosyal gelişme potansiyellerini arttırmak bakımından yeni olanaklar sağlıyor” deniyor(!!) Bu da yetmemiş, aynı gazetenin haber manşeti zaten “sol ittifak türbana özgürlük istedi”. Şenatalar zaten işin bu kısmına itiraz etmedi. “AKP şu gerginliği kaldırıp artık türban üzerinden siyaset yapmasa bu işler çözülür” diyor. Benim de buna verdiğim cevabın özü şu: Bunu daha çoook beklersiniz. Saf demokratik ütopyalarla zamanımızı fazlasıyla harcadık. 12 Ocak tarihli Milliyet’te ise Şenatalar, “Müslüman Sol”a sıcak baktıklarını ve hareketin güç birliğine katılmasından memnuniyet duyacaklarını söylüyor! Hangi Müslüman sol biliyorsunuz değil mi? Hani Ertuğrul Günay ve eski Fazilet Partili Bekaroğlu’nun ortaya attıları o ucube hilkat garibesi teori. Bütün hafta gazeteler AKP’nin Günay’a sunduğu vekillik teklifini yazdılar. Günay, kabul etse de, reddetse de, bunu gündemde bırakarak bir tek şey kanıtladı: İyi ki kendisi CHP Genel Başkanlığı’na aday olduğu zaman en sert şekilde itiraz etmişim, “Ilımlı İslamcı bir anlayış, CHP’ye hâkim olamaz” diye net tavrımı koymuşum. Günay’a destek vermiş arkadaşlar, acaba bugün bir iç muhasebe yapıyorlar mı? Bunları niye mi yazıyorum? İşte “fanatikçe kazanmasını isteyeceğimiz” sol oy sepetinin kavram karmaşalarına mağlup olmaması için. Örneğin bu ittifaka dahil olup meydanlarda “türbana özgürlük” diye nutuk atanları görsek, zaten şizofreni kokan siyasi ortamımız nerelere varır, hiç düşündünüz mü? Lütfen herkes yerini bilsin, farklı düşünmekte herkes özgürdür, ama CHP merkezli ittifak, bir kavram çorbasına dönemez. Not: Sn. Şenal Sarıhan beni aradı ve bir düzelti yaptı: Sohbetimizde kürsü konusunda bana hak verirken “dernek ırkçılığı” değil, “dernek milliyetçiliği” deyimini kullandığını hatırlattı. SESSİZ SEDASIZ (!) Virüsün panzehiri bulunmuştur “VİRÜS deyip geçmeyin; tehlikelidir, ölümlere yol açabilir” diyor Atakan Atak: “Virüs çeşitleri saymakla bitmez. Bunlardan biri de ‘ılımlı virüs’tür. Bunu yakından ve iyi tanımak gerek: Türkiye’de bu virüse ‘işbirlikçi virüs’ de denir. Diğer virüslerden en önemli farkı, var olacağı canlı organizmaya yani emperyalist organizmaya izin alarak yerleşmesidir. Emperyalist organizma içinde ‘yararlı’ mantarlar gibidirler! Güdümlüdürler. Emirlerle vücuda yani kendi ülkesine yayılırlar. Diğer yerli(!) güdümlü virüsleri kontrol etme gücünü ‘güdüm merkezi’nden yani ABD ve AB’den alırlar. Beslenmek Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Mehmet Ali Kılınç: “Vitrine konacak güzel bayan arayan partileri görünce, vitrinine saat koyan sünnetçi fıkrasına artık gülemiyorum!” Vitrin Gençler Akif Kökçe: “Gençlerin derdi seçilme yaşının değil, iş bulma yaşının 25’e indirilmesi!” için en sevdikleri gıda; laiklik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimciliktir. ‘Emir eri virüs’, güdüm manyaklığı yaparak ulusun onurunu, namusunu, bağımsızlığını ve geleceğini ipotek altına almak için ‘emperyalizmin oligarşisi’ olur. Bu virüse panzehir aranıyordu, bulundu. Tandoğan’da, Çağlayan’da Gündoğdu’da, Manisa’da Çanakkale’de Samsun’da... Biliyoruz ki virüsler canlı organizma dışında canlılık özelliği gösteremezler. O zaman bu ılımlı virüsü deliğe süpürelim, ait olduğu yere, karanlığa gönderelim...” Bana bir seçim ittifakı verin barajı yerinden oynatayım! Niçin Altıok? YAVUZ TOP Sanatçı Her devletin kuruluşunun vazgeçmesi mümkün olmayan temel prensipleri vardır. Bu prensipleri o ülkenin sosyoekonomik ve coğrafi koşulları belirler. Örneğin Almanlar Bismark’tan imparator Wilhem’e, oradan Hitler’e ve bugünkü Almanya’ya kadar kendilerini var eden politikalarından asla vazgeçmemişlerdir. Diğer bir taraftan Ruslar büyük Petro’dan, (Deli Petro) Çar Alexandır’a Lenin’e ve bugünkü Rusya’ya kadar enerjiye ve açık denizlere ulaşabilmek için temel kuruluş politikalarından asla vazgeçmemişlerdir. Bu prensipleri uğruna savaşlar yapmayı bile göze almışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş ideolojisi ise Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Altıok ilkeleridir. Bu ilkeler bir siyasi partinin ilkelerinden ziyade, devletin değiştirilmesi mümkün olmayan temel ilkeleri olması gerekirken, 1950 seçimleriyle birlikte kurulan ve iktidar olan siyasi partilerin sloganları Altıok ilkelerini hedefine en çabuk ben ulaştırırım, diğer siyasi parti, senin bu ilkeleri hedefine ulaştıracak kadroların yok, ancak bu ilkeleri hedefine ben ulaştırırım diyen siyasi partilerin yarışı olması gerekirken, devletin temel kuruluş prensipleri olan Altıok ilkelerini en çabuk ben kırarım, sen kıramazsın diyen siyasi partilerin yarıştığı bir ortam oluşmuştur. ??? Altıok ilkelerini anlamakta bırakın işbirlikçi gerici anlayışları, Türkiye’nin aydın geçinen, solcu geçinen insanları bile güçlük çekmişlerdir. Oysa bu ilkeler masa başında değil, yılların birikimi olan halkın sosyoekonomik yaşamının ideolojik planda yansımasının sonucu oluşturulmuş tespitlerdir. Ülke insanımızın yüzde doksan beşinin koşulları sosyal demokratlara oy vermeyi gerektirirken, acaba niçin oylar sağ partilere kaydı? Biraz gerilere gittiğimizde ilginç örneklerle karşılaşırız. Örneğin 1900’lü yılların başlarında Hakkı Behiç ve Osman Nevres beylerin önderliğiyle Sosyalist Fırka’nın çıkarmış olduğu dergide büyük puntolarla “Amelelerimizin anlının teri kurumadan emeklerinin karşılığını veriniz” der ve altına ahir zaman peygamberi Muhammet Mustafa Aleyhisselam’ın ibaresini yazar. Diğer bir dergide ise “Dicle kıyısındaki bir koyunun vebalini omuzlarımda hissediyorum” (Ömer bin Hattap Raduhallahu And) der. Halkımızın solcu olmayı inançsızlık saymadığını, halkın inançlarına ve din önderlerine saygılı davranıldığının önemli bir örneğidir. Ancak 1940’lı yıllardan sonra birileri ülke insanına solculuğun dinsizlik, inançsızlık olduğunu telkin ederken, solcu ve aydın geçinenler de halkımızın inançlarına ve inanç önderlerine hakaret etmeyi ilericilik olarak görmeye başladılar ve böylece büyük toprak sahiplerinin, kompradorların çıkarlarını savunmak için var olan sağ partiler, dinin ve inançların avukatlığına soyundular. Halkımız aç olayım, yoksul olayım ama imansız, salavatsız ölmeyeyim diyerek sağ partilere yöneldi. Bugün bile Şeyh Edebali’den, Hacı Bektaşı Veli’den, Mevlana’dan, Hacı Bayram Veli’den alıntılar yapmanın gericiliğe taviz vermek olduğunu sananlar, şunu iyi bilmeliler ki biz kendi kültürümüzle, kendi dinamiklerimizle ayakta durabiliriz. İnsanlar felsefeden uzaklaştıkça maddiyata yaklaşır, maddiyata yaklaştıkça da giderek tüm ahlaki ve insani değerlerini kaybederek ahlaksızlaşır, doyumsuzlaşırlar. Milattan önce Anadolu’da veya Ege sahillerindeki küçücük kasabalarda çağdaş en az beş filozof yaşamakta ve bunlar sohbetleriyle halka ışık saçmaktaydılar. Muhtemeldir ki şöyle söylüyorlardı: Beş milyar yıldır bu gezegen var; bu tarlalar, bu çayırlar, bu hanlar, bu hamamlar, ne senden öncekilerin malı olmuş ne senin olacak ne de senden sonrakilerin. Kalıcı olan tek şey, kullanıp eskitebildiklerin ve onurunla sürdürdüğün yaşamındır. Günümüzden yedi yüzyıl önce Anadolu’da yaşayan Hacı Bektaşı Veli, Mevlana Celalettin, Hacı Bayram Veli, Taptuk ve Yunus Emre’ler de halka ışık saçıyor birlikte yaşamanın gereği olan insani hasletleri köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halka ulaştırıyorlardı. Felsefeden uzaklaştıkça doyumsuzluğa ulaşmışlığın tipik örneklerine her gün gazetelerde üzülerek tanık olmaktayız. Hanları, hamamları, yatları, katları, uçakları olanların bile hırsları akıllarının önlerine geçtiği ve doyumsuzlaştıkları için elleri kelepçeli polis otolarına bindirildiklerine tanık olmaktayız. Mustafa Kemal’in devrimlerini dikkatle incelediğimizde örneğin Arap Elif Ba’sından Latin ABC’sine geçiş İslam ve Osmanlı’yla bağları koparmak olduğunu sananların aksine tebaadan, ümmet toplumundan, ulus toplumuna geçebilmek için okuryazar ve okuranlar düzeyine yükseltmek, aklını kullanabilen, erdemli, ahlaklı, özgür düşünebilen bireylerin oluşturduğu toplumu yaratabilmek için öğrenilmesi en kolay olan Latin ABC’sine geçilmiştir. ??? Eğitmen okullarından Köy Enstitülerine, dünya ve İslam klasiklerinin dilimize çevrilmesine, kitle iletişim ve ulaşım araçlarına, endüstrinin ülke sathına yayılmasına devlet üretme çiftliklerinden şeker, dokuma, iplik, fabrikalarına kadar oluşan bu kurumların ancak sosyalist devletlerin kurumları olduğunu göremeyen sözde aydınımız ve solcumuz Kemalizmi yıkacağız sloganlarıyla sağın ivme kazanmasına farkına varmadan yardımcı olmuştur. Sonuç: Bugün Türkiye’nin geleceğini ve kalkınmasını Avrupa Birliği’ne girmekte gören anlayış şunu iyi bilmelidir ki, devletimizin vazgeçilmez prensipleri olan Altıok ilkelerine ve Kuvayı Milliye ruhuna yeniden sıkı sıkıya sarılarak kendi ayaklarımızın üzerine durabildiğimiz takdirde bugün ve ileride oluşacak ekonomik ve siyasal birlikler bize kucaklarını açacak, onurlu ve haysiyetlilik ilkesine bağlı pazarlık yapma gücü olan bir Türkiye olmamız bu koşullarla gerçekleştirecektir. Aksi takdirde Fener Patrikhanesi’ne ekümenikliğin tanınması, Kıbrıs meselesi, Güneydoğu sorunu, Ermeni ve insan hakları bahanesiyle ülkemizin parçalanması için Sevr’in gündeme getirilmesinden öte bir şey olmayacaktır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22 Mayıs www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Bızbız” da denilen ve da 1 vula sol elle 2 vurulan ince değnek. 2/ 3 Avuç içi... Bir 4 yayın etkisi al 5 tında bulunan ve bir akışka 6 nın akışını dü 7 zenlemek için 8 kullanılan kapama elemanı. 9 3/ Basketbolda çembe1 2 3 4 5 6 7 8 9 ri tutan çarpma tahta 1 D E R EME T T sı... İnce talaş. 4/ Pla2 İ V E T N Ü V E ket. 5/ Sık gözlü ağ... S E N E K Kadın erkek birlikte 3 M İ T 4 İ Y İ L İ K S İ oynanan bir halkoyuT İ N nu. 6/ Notada durak 5 T E N İ S A D AMA K işareti... Asya’da bir ır 6 R A L AMA N mak... İskambilde bir 7 İ P kâğıt. 7/ Ege yöresine 8 L Ö K L U L U özgü bir halkoyunu. 8/ 9 G İ R İ D A I R Bir kadeh içki... “Aptal, sersem” anlamında argo sözcük. 9/ Bitkisel kökenli bir yiyecek ya da içeceğin damakta algılanan hoş kokusu... Çanakkale’nin bir ilçesi. SARIYER l. SULH HUKUK HAKİMLİĞİ’NDEN ESAS NO: 2006/1164 Mahkememizin 2006/1164 ESAS 2007/10 KARAR sayılı ilamı ile Nevşehir, Ürgüp, Şahin Efendi köyü, cilt 32, hane 196’da nüfusa kayıtlı Mehmet Emin ile Emine’den olma 1925 doğumlu MUHİTTİN İNAN’ın haklarının korunması yönünden, İstanbul Barosu Avukatlarından Av. İbrahim Bülbül, T.M.K’nin 407. maddesi gereğince vasi olarak 31.1.2007 tarihinde atanmıştır. Hüküm özeti yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 16.5.2007 Basın: 27267 YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Vatanı Orta Amerika olan bir meyve ağacı... Uzaklık işareti. 2/ Atmosferin, yeryüzünden 80 km. yükseklikte başlayan son tabakası. 3/ Yiğit, kahraman... Yankı. 4/ Güzel sanat... Siper, hendek. 5/ Duman lekesi... “Efelek” de denilen ve yaprakları sebze olarak kullanılan bitki. 6/ Sıvas kentinde, Anadolu Selçukluları’ndan kalma ünlü medrese. 7/ “Altınkökü” de denilen kusturucu bir kök... İngiliz uzunluk ölçüsü birimi. 8/ Ender, seyrek... Eski Mısır’da güneş tanrısı... Şaşma belirten bir ünlem. 9/ Elde edilecek sonuç için alınan önlem ve yürütülen işlemlerin tümü. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear