25 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Cumhurbaşkanının Yetkileri Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine karşı yürütülen bilinçli ve planlı tehdit ve zorlamalara karşı her dönemde direnen ve bunları göğüsleyenlerin en önünde yargı durmaktadır. Yargının belini kırar veya eğerseniz, kuvvetler ayrılığı ilkesi sadece lafta kalır ve otoriter bir devlet yönetimi ortaya çıkar. Bunlar bir felaket senaryosu değildir. PENCERE Argoca... Yılın üçüncü ayındayız... Ülkemiz bu sene sessiz, sakin, dengeli, güvenli bir süreç mi yaşayacak?.. Yoksa maraza, çıngar, hır, kavga, gürültü toplum yaşamında ve siyasette ağır mı basacak?.. Suat Taşer’in 1955’te yazdığı “Abuzettin Bey” şiiri argonun çarpıcı örneklerindendir: “Toriğini çalıştır kaşalot Gır geçme Çaparize gelirsin sonra zıngadak... ........................ Her gün ağzın dört köşe Ama çıngırağı çektiğinin resmidir Kim dedi sana rüzgâra karşı işe Asma sakal takma bıyık Behey ıspanakzâde Bu gidişin sonu karanlık Tenhalarda bocurgat yaparsın İşin gücün haminto Bilirim her taşın altında varsın Fazla viraj alıyorsun ağır ol Eşekten düşmüş karpuza dönersin sonra Aheste çek kürekleri kendine gel” ? Ne var ki kimsenin laf maf dinleyeceği, kürekleri aheste çekeceği, büyük sözüne kulak vereceği, toplumda dengeyi koruyacağı, ülkeyi sakinleştirecek çözüm yolları arayacağı yok... Yüzde 25’le Meclis’in yüzde 65’ini ele geçiren, bir başka deyişle “sivil darbe” yapanlar diyorlar ki: Bu fırsat bir daha ele geçmez!.. Birinci sivil darbeyle “Hükümet”i ele geçirenler, ikinci sivil darbeyle “Devlet”i de kafakola almayı kafalarına koymuşlar... Sonra ne olacak?.. Hayal perdesinde önce Hacivat görünüp çığırmaya başlar: Yâr bana bir eğlence!.. Karagöz bir süre sonra seslenir: Geliyorum patlama!.. ? 2007 anlaşılıyor ki kıyak geçecek... Yüzde 25’le yüzde 65’i ele geçiren takıyyeci takımı anlaşılıyor ki kafaya takmış, hükümet mükümet, devlet mevlet, fırsat mırsat, bu ortam bir daha ele geçmez; laik Türkiye Cumhuriyeti’nin icabına bakmak için tarihsel an gelmiş çatmıştır... “Meze koydum tepsiye Taze pişti hepsi, ye Bizi dünyada var mı Bastıran mandepsiye” Koskoca bir milletin ve halkın çok partili devletini ve de laik Cumhuriyetini fırsat bu fırsat diye mandepsiye bastırmak isteyen takıyye harekâtının eni boyu, sağı solu, içi dışı bir süreden beri apaçık sergileniyor... Türkiye mandepsiye basacak mı?.. Yâr bana bir eğlence medet... Geliyorum patlama!.. Devlet hayatımız yine ramazan eğlencesine mi dönecek?.. Çatlağın Giderilmesi DEMOKRASİNİN cumhuriyeti öldürmemesi için alınacak önlemleri gerçekleştirmek köklü ve uzun soluklu bir çabayı gerektirse de, hiç değilse iki ay sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini tartışmalı olmaktan çıkarıp şimdiki huzursuz havayı dağıtmak için hemen yapılabilecek şeyler vardır. Evet, seçilişin tarzı ve seçilmesi olası kişinin niteliği açısından huzursuzluk yaratan tartışmalı bir devlet başkanı seçimine doğru gitmekteyiz. Ama, huzursuzluğu gidermek için her iki konuda da yapılabilecek olanlar, birazcık sağduyu ve birazcık oydaşmayla başarılamayacak işler değildir. er şeyden önce, Cumhurbaşkanlığı seçimine basit bir anayasa ve Meclis İçtüzüğü değişikliğiyle açıklık getirmek zorunluluğu var. Bu konuda yanlış adım atıp çıkacak anlaşmazlığın çözümünü, son aylardaki tutumu ve kararlarıyla zaten hayli tartışmalı olmaya başlamış olan Anayasa Mahkemesi’ne bırakmak ve o kurumu daha da yıpratmak herhalde doğru olmaz. Yapılacak değişiklik, anayasada “Cumhurbaşkanı Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla... seçilir” diyen 102. maddenin üçte iki çoğunluk koşulunu bütün turlar için, toplantının açılış yetersayısı olarak değil de seçim işlemi sırasında, oy kullansın ya da kullanmasın, hazır bulunması gerekli üye sayısı olarak almak, hem bugünkü anlaşmazlığı giderecektir, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi törensel bir “mehabet” yani “ululuk” isteyen bir işlemin niteliğine uygun bir çözüm olacaktır. Bunun, seçiliş için üye tamsayısı salt çoğunluğunun oyunu yeterli sayan dördüncü turu tıkamak isteyenlere olanak sağlayacağı düşünülse de, bu sakıncayı giderme çaresi yetersayı koşulu dışında başka önlemlerde aranmalıdır. öyle bir önlem, Özal ve Demirel’in seçimlerinde tartışma yaratan ve Sayın Erdoğan’ın adaylığı söz konusu olursa da yaratacak olan bir koşulun değiştirilmesiyle bulunabilir. Anayasa, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisiyle ilişiği kesilir” diyor. İlişiğin kesilmesi bakımından niçin “seçilme” beklensin? Adayın, Meclis içinde ya da dışında da olsa, söz konusu seçim tarihinden en az iki yıl önce partisinden ve Meclis’teki herhangi bir yönetim görevinden ayrılmış olması gibi, tarafsızlığı sağlayıcı bir koşul getirilemez mi? Etkin siyasetçilikten hemen devlet başkanlığının tarafsızlığına geçişi önleyen ve dolayısıyla partizanlık tartışmasını en aza indiren bu çeşit çözümler, böyle bir makam için asıl aranması gereken “partiler üstü” bir aday üzerinde oydaşma yaratmayı da kolaylaştırabilir. mumtazsoysal@gmail.com Nuri ALAN H C B umhurbaşkanı seçimi ile ilgili tartışmaların temelinde cumhurbaşkanına anayasa ile tanınan yetkiler yatmaktadır. Daha doğrusu cumhurbaşkanına tanınan yetkilerin genişliği ve etki alanı cumhurbaşkanı seçimini çok önemli hale getirmektedir. 1982 Anayasası, askeri nitelikte bir yönetim döneminde, 1961 Anayasası’na tepki anlayışı içinde hazırlanmış ve geçici 1’inci maddesi halk oylaması tarihindeki Milli Güvenlik Konseyi Başkanı’nın, anayasanın kabulünden sonra yedi yıl süreyle cumhurbaşkanı unvanıyla görevini sürdüreceğini öngörmüş olduğundan cumhurbaşkanına parlamenter rejimlerde tanınan mutat yetkileri aşan yetkiler tanımıştır. Cumhurbaşkanına tanınan bu görev ve yetkiler 104’üncü maddede yasama, yürütme ve yargı ile ilgili olanlar başlığı altında çok uzun bir liste halinde gösterilmiştir. 104’üncü maddeye göre Anayasa Mahkemesi, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerinin tamamı; Danıştay üyelerinin dörtte biri; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yargıç olan asıl ve yedek üyelerinin tamamı; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Başsavcı Vekili özel maddelerinde gösterilen usuller çerçevesinde, cumhurbaşkanı tarafindan doğrudan veya gösterilen adaylar arasından seçilirler. Görüldüğü üzere cumhurbaşkanı, yüksek mahkemelerin oluşumuna doğrudan veya dolaylı olarak ama etkili bir biçimde katılmaktadır. Cumhurbaşkanının yargı ile ilgili yetkilerinin, kendisine yürütme organının başı sıfatı ile değil, tarafsız devlet başkanı kimliği ile verildiğini kabul etmek gerekir. Gerçekten cumhurbaşkanının statüsü, varsa partisi ile ilişkisini kesmesini; tüm siyasi partilere eşit mesafede durmasını ve tarafsız olmasını gerektirmektedir. Cumhurbaşkanının anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk devrimlerine ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalması ve bunlardan yana tavır alması onun tarafsızlığını etkilemez; aksine bunlar anayasanın 103’üncü maddesinin emri olduğu için mutlaka yerine getirilmesi gereken görevleridir. Statüsünün gerektirdiği tarafsızlığı sergileyebilen bir cumhurbaşkanının yargı ile ilgili bu yetkileri kullanmasının yargı bağımsızlığı yönünden herhangi bir sakınca taşımadığı, aksine bu yetkiler çerçevesinde yapılan seçimlerin muhataplarını onurlandırdığı, yargının bağımsızlığı ve yansızlığına uygun düştüğü ve yargıyı güçlendirdiği düşünülebilir. Ancak bir hukuksal kurumun tüm boyutları ile tüm durumlar için değerlendirilmesi zorunludur. Cumhurbaşkanlığı makamına parlamenter sistemin işleyişine ve doğasına uygun olarak, Meclis’te çoğunluğu bulunan bir siyasi partinin mensupları arasından birinin ve büyük olasılıkla bu partinin genel başkanının seçilmesi halinde, yargının oluşturulmasında cumhurbaşkanına tanınan yetkiler amacına ulaşabilecek midir? Milletve Cumhurbaşkanının statüsü killeri arasından seçilecek bir cumhurbaşkanının, siyasal yaşamı boyunca belli bir siyasi parti veya partilerle olan bağlantısı nedeniyle belli siyasal görüşlere ve değer yargılarına sahip olması doğaldır. Siyaset kökenli bir cumhurbaşkanının bu yetkileri veriliş amacının dışında kullanarak tam tersi bir sonuca neden olması ve böylece yargının siyasallaşması uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir. Cumhurbaşkanının bağlı olduğu siyasal görüşleri ve ideolojilerini yüksek mahkeme üyelerinin seçimi ile ilgili tasarruflara yansıtması, belli bir süre sonra mahkemelerin bağımsızlığı ilkesini önemli ölçüde sarsabilir. Bağımsızlığını yitirmiş bir yargı gücünün yasama yürütme birlikteliğine katılması ile üçgen tamamlanır ve anayasanın öngördüğü kuvvetler ayrılığı ilkesi sözde kalır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için cumhurbaşkanının yargı ile ilgili yetkilerini kullanırken tarafsız davranmaması halinde ortaya çıkacak durumu somutlaştırmak istiyorum. Bunun için cumhurbaşkanına tanınan yetkiler çerçevesinde yüksek mahkemelere yapılacak atamaların ve üye seçimlerinin işleyiş biçimine bakmak gerekiyor: TBMM’nin kendi üyeleri arasından seçtiği cumhurbaşkanı, kendi değer yargıları içinde (Bu kaçınılmazdır; çoğu kez cumhurbaşkanı benimsediği değerlerin tarafsızlığını sağladığına da inanır) yüksek mahkeme üyelerini belirliyor. Yargıtay Genel Kurulu ve cumhurbaşkanının yüzde yirmi beşini seçtiği Danıştay Genel Kurulu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na boş yer sayısının üç katı kadar aday gösteriyor; bunlar arasından kurulda görev yapacak olan asıl ve yedek üyeleri cumhurbaşkanı görevlendiriyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının tüm özlük işlerinde karar verme yetkisine sahip olduğu gibi Yargıtay üyelerinin tamamını, Danıştay üyelerinin dörtte üçünü seçiyor. şi ile karar verebiliyor; üstelik verdiği kararlara karşı yargı yoluna başvurulamıyor. Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve içtüzüğün anayasaya; Danıştay da tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici veya bireysel idari işlem ve eylemlerin yasalara uygunluğunu denetliyor. Başsavcının siyasi partilerle ilgili çok önemli görev ve yetkileri var. Adli ve idari yargı hâkimlerinin asıl görevlerini, adli yargı hâkimlerinin seçim kurullarındaki görevlerini ayrıca açıklamaya gerek yok. İç içe bir işleyiş bu yetkilerin belli ideolojilere saplanmış, yanlı bir cumhurbaşkanı tarafından kullanılması halinde yargının zamanla işlevini yitirmesini ve yürütme ile bütünleşmesini sağlayacak bir mekanizma. Tüm bu mahkemelerin ve Cumhuriyet Başsavcısı’nın yapılan atama ve seçimlerle zaman içinde tarafsızlığını yitirdiğini ve siyasallaştığını düşünün: Meclis’te çoğunluğu elinde tutan partinin, kendi ideolojisini gerçekleştirmesi için önünde demokratik hiçbir güç kalmayacak; yasama, yürütme ve yargıdan oluşan üçgen engelleri ortadan kaldırıp yolları açacak; anayasanın ikinci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri rafa kaldırılacaktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine karşı yürütülen bilinçli ve planlı tehdit ve zorlamalara karşı her dönemde direnen ve bunları göğüsleyenlerin en önünde yargı durmaktadır. Yargının belini kırar veya eğerseniz, kuvvetler ayrılığı ilkesi sadece lafta kalır ve otoriter bir devlet yönetimi ortaya çıkar. Bunlar bir felaket senaryosu değildir. Anayasanın kabul ettiği ilkelerle ve çağdaş yaşamla bağdaşmayan bir ideolojiyi benimseyen bir siyasi partinin iktidara gelmesi ve kendi içinden birisini cumhurbaşkanı seçmesi halinde, belli bir süre içinde gerçekleşmesi mümkün olan olgulardır. Böylesine olumsuz düşüncelere meydan vermemek için ilk önlem olarak cumhurbaşkanının yargı ile ilgili yetkileri tümüyle kaldırılmalı veya büyük ölçüde sınırlandırılmalıdır. Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtilenlerden yargıç kökenli olanlar ilgili yüksek mahkemelerin genel kurulları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve vekili Yargıtay Genel Kurulu tarafından tek dereceli seçimlerle belirlenmelidir. Anayasa Mahkemesi’nde yargıç kökenli üye sayısı artırılmalı ve Danıştay’da geleneksel yapıyı sürdürmek için belli sayıda, örneğin altı veya sekiz üye, yüksek memurlar arasından Danıştay Genel Kurulu’nca atanmalıdır. Bu görüş ve öneri, bugünün koşulları içinde oluşturulmuş ve ortaya konulmuş yeni bir öneri değildir. Senelerden bu yana savunduğum ve muhtelif vesilelerle açıkladığım görüşlerimi yansıtmaktadır. Bunları en son, 10 Mayıs 2003 tarihinde Danıştay ve İdari Yargı gününde Sayın Cumhurbaşkanı’nın, TBMM Başkanı’nın, Başbakan’ın, ana muhalefet partisi genel başkanının, yüksek mahkeme başkanlarının ve çok sayıda bakanın katıldığı toplantıda yaptığım açış konuşmasında dile getirmiş, önerimi gerekçeleri ile ve ayrıntılı olarak sunmuştum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşmaya, böyle bir anayasa değişikliği ile başlanırsa iktidar partisi ile ana muhalefet partisi arasında dozu giderek artan tartışmanın yumuşayacağına ve uzlaşmada daha ileri adımlar atılabileceğine inanıyorum. Mekanizma çok açık Cumhurbaşkanı ayrıca Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay Genel Kurullarının ve Yüksek Öğretim Kurulu’nun, kendilerine tanınan kontenjan dahilinde olmak üzere, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden Anayasa Mahkemesi’nin asil ve yedek üyelerini atıyor. Üç asil ve bir yedek üyeyi de anayasanın 146. maddesinin üçüncü fıkrasında gösterilen nesnel nitelikleri taşımak kaydıyla, tamamen kendi takdiri içinde, üst kademe yöneticileri ve avukatlar arasından seçiyor. Mekanizma çok açık: TBMM cumhurbaşkanını, cumhurbaşkanı bazı yüksek mahkemelerin üyelerinin tamamını veya bir kısmını, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun hâkim üyelerini; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da Yargıtay üyelerinin tamamını, Danıştay üyelerinin de (Cumhurbaşkanının seçtikleri dışında kalan) dörtte üç üyesini seçiyor. Kaldı ki bu kurul yedi kişiden oluşuyor; Adalet Bakanı ve Müsteşarı kurulun asil üyesi ve dört ki ESAS NO: 2007/22 Davacı Bolu Belediye Başkanlığı tarafından davalılar ismet Mühürcüoğlu ve arkadaşları aleyhlerine açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın Bolu Belediye Başkanlığı adına tescili davası nedeniyle , a) Kamulaştırılacak alan; Bolu merkez İnsaniye Mah. 487 ada, 33 parselin tapuda cinsi arsa vasfında olup, bu taşınmazların tamamının kamulaştırılacağı, b) Gayrimenkullerin tapuda davalılar Fatma Şener, Hikmet Şener, Fikret Şener, İsmet Mühürcüoğlu, İffet Sak, Mürvet Arcak ve Nimet Kırgöz adlarına kayıtlı bulunduğu, c) Kamulaştırmayı yapacak olan idarenin Bolu Belediye Başkanlığı olduğu, d) Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen süre olan 30 gün içersinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açılabileceği, e) Açılacak olan davalarda husumet Bolu Belediye Başkanlığı’na yöneltileceği, f) Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen süre olan 30 gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açması halinde, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelemedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemeye tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare olan Bolu Belediye Başkanlığı adına tescil edileceği, g) Mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedelinin hak sahipleri adına açılacak hesapta T.C. Bolu Ziraat Bankası Şubesi’ne yatırılacağı, h) Konuya ve taşınmaz malın değerine ilişkin tüm ve savunma ve delilleri, tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içinde mahkemeye yazılı olarak bildirmeleri gerekeceği, Hususları 2942 sayılı kanunun 4650 sayılı kanunla değişik 10. maddesi 4. bendi gereğince ilanen tebliğ olunur. (Basın: 11107) BOLU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN KAMULAŞTIRMA İLANI Darwin, İlkeler ve Yorumlar Bugünün Türkiye’sinin karşısındaki tek sorun irtica değil, modern görünüp antidemokratik uygulamalarla ortalığı kasıp kavuran, ‘gizli irtica odakları’dır. Mesele bunları seçip ayırt edebilmektedir. Sadece genç insanları suçlamak, aynaya bakmamakla eşdeğerlidir. Doç. Dr. Benan DİNÇTÜRK İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi onumum gereği sık sık ‘zehir gibi’ akıllı öğrencilerle karşılaşıyorum. En eski bilimlerden biri olan biyolojinin, göreli olarak genç bir alanında, her yıl yeni bilgiler sunmaya çalışırken, bir yandan da bunların temel aldığı deneyleri ve çalışmaları anlatmak, tartışmak ve öğrencileri ikna etmek gibi bir konumum var. Ne denli, bilimin ideolojiden farklı olduğunu belirtmeye çalışsak da, günlük iletişim araçları ve kamuoyunun bir kesimi tarafından bilimsel olmayan yöntemlerle yanlışlanmaya çalışılan evrim kuramından çekinen öğrencilerle karşılaşıyoruz. Dünyada ve 1983 yılından bu yana Türkiye’de bir ideolojinin parçası olarak pompalanan bu kabuller, pek çok öğrenciyi son derece özel bir alan olan inançla bağlantısından dolayı zorluyor, çelişkilere sürüklüyor. Bu öğrencilerimize bilimsel düşünceyle ilahi düşüncenin aynı düzlemde incelenemeyeceğini açıklamaya çalışıyoruz. Sonuçta soru, yanlışlama ve ikna bilimsel düşüncenin, eğitimin ve tartışmanın doğasında var. Bu nedenle sorular ve tartışmalar her zaman sağlıklı. Bir de Darwin’in evrim ku K 2006/168 ESAS Davacı Ayşe Çatak vekili tarafından davalı Osman Çatak aleyhine açılan boşanma davasında; Davacı vekili 18.04.2006 tarihli dava dilekçesinde evliliklerinin ilk yıllarında davalının eşine karşı kötü muamelede bulunduğunu, her akşam müşterek haneye alkollü gelerek davacıyı dövdüğünü, evin giderlerini karşılamadığını, hatta eve davalının borçlarından dolayı haciz geldiğini, davalının yaklaşık olarak 2001 yılından itibaren müşterek haneye uğramadığını, davacıyı aramadığını, davacının sara hastası olduğunu, herhangi bir geliri olmadığını, eşinden tazminat ve nafaka talebi bulunmadığını, tarafların evliliklerinin fiilen sona erdiğini, tarafların boşanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Osmaniye ili, Düziçi ilçesi, Farsak köyü nüfusuna Kayıtlı Halil ve Fatma’dan olma Bahçe 1962 d.lu Osman Çatak’ın tüm aramalara rağmen adresi tespit edilemeyip tebligat yapılamadığından ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. İşbu boşanma davasının davalısı olan Osmaniye ili, Düziçi ilçesi, Farsak köyü nüfusuna kayıtlı Halil ve Fatma’dan olma Bahçe 1962 d.lu Osman Çatak’ın duruşma günü olan 18.04.2007 günü saat 09.05’te mahkememizde hazır bulunması veya kendini bir vekille temsil ettirmesi, tüm delil ve tanıklarını bildirmesi, aksi takdirde yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar verileceği, ayrıca ilan tarihinden itibaren en geç 15 gün sonra tebligatın yapılmış sayılacağı hususu İLANEN tebliğ olunur. (Basın: 11373) BOLU AİLE MAHKEMESİ ramını anladığını düşündüğümüz öğrencilerimiz var. Kuramı tartışma düzlemleri ön kabulleri içermiyor. Deneylere ve verilere bakarak konuya yaklaşıyorlar. Onlara Darwinizm adı altında bir akımın olamayacağını, Darwin’in tıpkı Wallace gibi bu kuram üzerinde çalışan, topladığı örneklerle ve verileriyle çıkarımlarda bulunan bir bilim insanı olduğunu anlatıyor, bilimsel düşünce içinde Darwincilik, Einsteincılık gibi doktrinler olamayacağını vurguluyoruz. Bilimin toplumsal gerçeklerle bağlantılandırılması, doğal popülasyonların toplumlarla karşılaştırılması ve benzerlikler kurulması bazı konuların açıklanabilmesi açısından pek çok yazar tarafından uygulanan bir yöntemdir, yararlı olabilir ancak aralarında doğrudan benzerlikler bulmaya çalışmak kişiyi yanıltabilir. İşte bu noktada ‘zehir gibi’ akıllı öğrencilerin, yani bağlantı kurabilen, deneylerle ikna olup, değerlendirme yapabilen bu öğrencilerin kafaları karışıveriyor: Evrim kuramının temel prensibini özetleyen Darwin’in aşağıdaki sözünün öğrenciler tarafından bir yaşam felsefesine dö nüşüverdiğini üzülerek gözlüyorum: “Ayakta kalanlar türlerinin en güçlü ya da en akıllı olanları değil, değişime en kolay uyum sağlayanlarıdır.’’ Burada, ilke ile beslenmeyen aklın yeterli olmadığı ve yol açabileceği dejenerasyon net olarak karşımıza çıkıyor. 1985 sonrası Türk gençliği, kısa yoldan ‘köşeyi dönme’ye çalışan, fırsatları buna göre çok iyi değerlendiren, ayakta kalmak için uyum sağlamaktan ve duruma göre değişmekten başka çare düşünemeyen, bu nedenle inandığını savunmamayı seçen, toplumsal tecride uğramamak için baskın güce boyun eğen bir konumu kolaylıkla benimseyebiliyor. Çünkü önündeki pek çok örnekte bunu görüyor, öğreniyor. Darwin’i anlamak İşte bu noktada ‘zehir gibi’ öğrencilerin Darwin’in evrim kuramını anlamalarına karşın, Darwin’i bilim insanı ve birey olarak hiç anlayamadıklarını görüyoruz. Darwin, eğer bu görüşün insan için de geçerli olduğunu düşünseydi, yaşadığı dönemin toplumsal ve dinsel baskı ortamında ezilmemek için kuramından söz etmekten korkup ayakta kalabilmek için or tama uyum sağlayıp susmayı seçerdi. Darwin kendi dönemindeki statükoya karşın, bilimsel olarak kanıtlarını gösterebildiği bir kuramı, her şeye karşın, savunmayı seçti. Demek ki, ‘zehir gibi’ akıllı gençlerin bazı konuları yorumlayabilmeleri için önlerinde gördükleri örneklerde bir sorun var. Demek ki ‘zehir gibi’ akıllı bu gençlerden Türkiye’nin geleceği için bir şey bekleyemeyeceğiz; çünkü var olan ortama uyum sağlayamadıklarında eleneceklerinden çok korkuyorlar. ‘Zehir gibi’ bu gençlerin ‘ilkeli olmak’ gibi, maalesef, geçmişte kalmış gibi görünen bir özelliği tanımaya gereksinimleri var. Bu da ancak önlerindeki ilkeli olan örnekleri görerek gerçekleşebilir. Ancak o zaman Darwin’in bu söylediklerinin doğal popülasyonlardaki bireylerin mutasyon hızlarıyla ilgili olduğunu görebilirler. Ancak o zaman bu sözün boyun eğip uyum sağlamakla ilgili değil, tam tersine, mutasyonlarla gelen çeşitliliğin ve farklılığın doğanın temel prensibi olduğu, ‘tektipleşen’ toplumların hep birlikte elenebileceklerini anlatmaya çalıştığını kavrayabilirler. Bugünün Türkiye’sinin karşısındaki tek sorun irtica değil, modern görünüp antidemokratik uygulamalarla ortalığı kasıp kavuran, ‘gizli irtica odakları’dır. Mesele bunları seçip ayırt edebilmektedir. Sadece genç insanları suçlamak, aynaya bakmamakla eşdeğerlidir. Şişli Belediyesi Senfoni Orkestrası Şef: Sera Tokay Konser programı J. Brahms: Macar Dansları 1 ve 5 M. Bruch: Keman Konçertosu Op. 26 J. Brahms: Senfoni No.4 Keman: Ayşen Ulucan 11 Mart 2007 Pazar Saat: 20.00 Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI 2425 Mart 2007’de Çanakkale’deyiz “Çanakkale’yi geçilmez kılan, özgürlük ve bağımsızlık ruhudur” KATILMAK İSTEYEN CUMOKLAR, LÜTFEN AŞAĞIDAKİ TELEFON NUMARALARINA YERİNİZİ AYIRTINIZ. Program: 23 Mart Cuma gece hareket edilecek, Turgut Reis Tabyası, Hasan Mevsuf Şehitliği, Çanakkale’de konferansa katılım, Askeri Deniz Müzesi, rehber eşliğinde Abide ve Şehitlikler ziyaret edilecek, 25 Mart Pazar gecesi İstanbul’da olunacaktır. Yer Ayırma Bilgi: 0536 396 12 79 0532 275 21 42 0505 815 10 17 www.cumok.org CUMHURİYET 02 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear