24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Sıra demiryollarında “Babalar gibi satma” düdüğüne tam bir yıl önce, 15 Şubat 2006’da asılmışlardı. İlana çıkmışlar, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’na ait arsa, bina, artık ellerine ne gelirse tam 199 taşınmazın satılacağını duyurmuşlardı. CHP’li Abdulkadir Ateş, konuyu TBMM’ye taşıyıp “Bu 199 parça arsa ya da binanın isteklileri arasında Körfezli şeyhler, Oferler, Kutmanlar var mı?” diye sorunca, ihale “çok acele” kayıtlı bir yazı ile ertelenmişti. Olayın üzerinden bir yıl geçti. Abdulkadir Ateş, AKP’nin bu kez “demiryollarına gelir sağlama” bahanesiyle TCDD’nin milyonlarca YTL değerindeki taşınmazını satma ya da devretme hazırlığı içinde olduğunu duyururken kendi seçim çevresinden, Gaziantep’ten örnek veriyor: “Gaziantep’te imar değişikliği yapılmak istenen yer, şehrin tam ortasında yaklaşık 450 bin metrekare dolayında bir alan, 2006 Mayısı’nda imar değişiklikleriyle, bu bölgenin dışında, komşu yerlere ‘sınırsız’ yükseklik verildi. Şimdi o emsal alınırsa, buraya nasıl binalar dikilebileceğini, nasıl bir rant yaratılabileceğini düşünebiliyor musunuz?” Talan sırası, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde uygarlığın lokomotifini oflaya puflaya, ama büyük coşkuyla Anadolu’ya taşıyan demiryollarında... Ulusal kalkınma tutkusu çoktan geride kaldı, gözü dönmüşler çağındayız artık. SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Tarihimizi geri istiyoruz Liselerde okutulan “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” kitabındaki devrim tarihine yönelik saptırma ve çarpıtmalar konusunda Milli Eğitim Bakanlığı kadroları suskunluğunu sürdürürken tepkiler giderek yükseliyor. Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Zeki Sarıhan, işbirlikçi halifesultan Vahdettin’i neredeyse vatansever ilan eden kitabı değerlendirirken Türkiye’nin bağımsızlığına saldırmak için tarihsel bir dayanışmanın, “emperyalizm ve gericilik ittifakı”nın yeniden kurulduğunun özenle altını çiziyor: “Bunlar Cumhuriyet devriminden hesap sorma hevesiyle yanıp tutuşuyor. Kitaplarda Atatürk’ü, Cumhuriyet devrimlerini birden silip atmaları mümkün değil. Amaçlarına adım adım, alıştıra alıştıra ulaşmak için sinsi yollardan gidiyorlar. Cümleleri yeniden kurarak bazı gerçekleri eliyorlar, yeni bazı düşünceleri araya sokuşturuyorlar. Bu ittifakın gelip dayanacağı nokta, kaçınılmaz olarak Vahdettin savunuculuğudur. Çünkü o, hem çürümüş bir feodal hanedanın temsilcisi, hem de İngilizlerin elinde bir oyuncak idi. Bu işbirliği, Batı’yı bir uygarlık projesi olarak görmekte devam eden bütün Türklere Batı’nın gerici ve emperyalist yüzünü de gösterir umarız. İki yönden yürütülen bu sinsi faaliyete karşı öncelikle yapılacak iş, durumu ulusa bütün araçlarla açıklamaktır.” Bıkmadan, usanmadan açıklıyoruz: Liselerde okutulan “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” kitabındaki devrim tarihine yönelik saptırma ve çarpıtmalar kabul edilemez! Kefaletin bedeli Danıştay Genel Kurulu, Recep Tayyip Erdoğan’ın “kendine inandığı kadar” inandığı, “parası kadar” kefil olduğu Yasin el Kadı’nın terörü finanse edenler listesinde kalmasına karar verdi. Kefil olanlar, El Kadı’yı soruşturan Maliye Başmüfettişi Hamza Kaçar’ı memuriyetten çıkartıp görevini yapan insanlara “Yeşil sermaye ile uğraşmayın, başınız belaya girer” mesajını verdiklerini sanıyorlardı. Oysa, gidiş başka. Kefalet, kefarete dönüyor... Sicilya Usulü 301 “Hiçbir şey değiştirmemek için, her şeyi değiştirmek!..” Sicilyalı yazar Tommasi di Lampedusa’ya ait bu sözler, İtalya’da muhafazakârlığın tanımıdır. “Leopar” filmini hatırlarsınız... Visconti’nin ünlü filmini Alain Delon, Claudia Cardinale, Burt Lancaster çevirmişti. İtalya’da “olgunluk sınavı” öğrencilerine bugün hâlâ “Lampedusa ne demek istemişti?” bağlamında sorulan bu sözler; Lampedusa’nın aynı isimdeki romanından alınmıştır. 19. yüzyıl sonu Sicilya’sının kırılamayan feodal yapısını anlatan bir romandır “Leopar”: “Değişim” adına adada yapılan tek şey, öteye beriye kondurulan rötuşlar ve ciladan ibarettir... Lampedusa işte bir “muhafazakârlık stratejisi” olarak bu “yalancı değişikliklerin” adını yüzyıl öncesinde koymuş. Yazarın büyüklüğü buradan geliyor... ‘Hiçbir şey değiştirmemek için...’ Şimdi 301’de düşünülen değişiklikler bana, Lampedusa’yı hatırlatıyor. Neymiş? “Türklük” yerine, “Türk milleti” denebilirmiş... “Aşağılama” yerine de “tahkir ve tezyif”... Hukuk danışmanımız Akın Atalay, geçen hafta (1920 Şubat) Cumhuriyet’te 301’e ilişkin iki sayfalık bir dizi yayımladı. Atalay, tam da Lampedusa’nın söylediğini söylüyor: “ ‘Aşağılamaya’ ‘tahkir, tezyif’; ‘Türklüğe’ ‘Türk milleti’ derseniz, hiçbir şey değiştirmiş olmazsınız. Pratik zaten bu yönde!..” Tartışılan bir diğer konu, dava açma yetkisinin 159’daki gibi “Adalet Bakanı’na” devredilmesi... Bu da gene “ileriye” değil; “geriye doğru” yapılan bir değişiklik önerisi... “Güçler ayrılığı prensibi” hiçe sayılmış oluyor. Montesqiueu’nün ruhu şad olsun! “Değişiklik önerileri”, “öze” yani “devlete karşı işlenen suçlara” dokunmuyor... Devlete karşı işlendiği varsayılan suçlar çünkü bu ülkede “siyasi suç” bağlamında değerlendiriliyor... Türkiye’de hiç değişmeyen bir şey bu “siyasi suç kavramı”. Meselenin özü bu. “Siyasi suç” kavramına dokunmak ise, doğrudan doğruya “rejimi” tartışmaya açıyor. “Kelime oyunları” üzerinden tartışmak oysa ki... bir yandan kafa karıştırıyor, bir yandan da yaratılan bu puslu ortam sayesinde “rejimin niteliği” üzerindeki esasa dair tartışmaya set çekiyor. Biz 301’i tartışırmış gibi görünürken, aslında hiçbir şeyi tartışmıyor, boşa konuşuyoruz… Kalkınma ajanslarının durumu Bölge kalkınma ajansları bir AB dayatmasıydı...Türkiye, 26 bölgeye ayrılıyor, ülkenin planlama ve kalkınma işleri bir anlamda yerel çıkar odaklarına, cemaatlere bırakılırken özelleştiriliyordu. AKP’nin tüm uyarılara karşın çıkardığı kalkınma ajansları ile ilgili yasaya CHP iptal davası açmıştı. Ardından Danıştay 10. Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı geldi: “Yasa, anayasaya aykırılık oluşturuyor.” Danıştay’ın bu kararı vermesine neden olan davayı açarak önemli bir işlev üstlenen TMMOB’nin Başkanı Mehmet Soğancı, mücadeleyi sürdürmede kararlı: “Kalkınma ajansları, anayasanın çizmiş olduğu yönetsel yapı tablosuna uygun olmayan farklı bir model olarak gündeme gelmiştir. Kalkınma Ajansları Kanunu; Türkiye’nin yatırım ve kalkınma stratejisini temelden değiştirmeye yönelik girişimleri içeren ve çokuluslu şirketlerin, gelişmiş ülkelerin çıkarını gözeten bir yapıya sahiptir. Yasayla kurulan kalkınma ajansları, ulusal kalkınma planına atıfta bulunulmadan ve ulusal kalkınma planı ile bağlantı zorunluluğu getirilmeden bölge plan ve programlarının uygulanması konusunda yetkili ve görevli kılınmıştır. Kamu yararı yerine bölgelerarası rekabet ön plana çıkarılmıştır. TMMOB, sermaye çevrelerinin değil halkın, toplumun çıkarı ve kamu yararı için yasa çıkarılması talebini sahiplenmek amacıyla, ulusal düzeyde planlı kalkınma yöntemini benimseme yerine, ülkesel, bölgesel, yerel yatırım kararlarını verme ve öncelikleri belirleme hakkının sermayeye devredilmesine karşı çıkmış ve bu amaçla konuyu yargıya taşımıştır. TMMOB, toplumun çıkarları için bu alandaki hukuksal mücadelesini sürdürecek, yargı kararlarının takipçisi olacaktır.” Mücadeleki yeni ve güncel aşama şimdiden belli: Danıştay’ın son kararı sonrası, kuruldukları açıklanan İzmir ve Adana Mersin kalkınma ajanslarının “hukuksal dayanakları” boşlukta kalmıyor mu? Bu iki yapının her aldığı karar ya da yürürlüğe soktuğu her uygulama bir hukuksal tartışma konusu değil midir? ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Gerçek maniple ediliyor... 301’i muhafaza konusunda gösterilen bir başka dayanak; Avrupa’da benzer yasaların geçerli olduğuna dair ileri sürülen rivayetler... Bunlar rivayetten ibaret. Çünkü gerçek değil. 301’e baş dayanak gösterilen İtalyan Ceza Yasası’nın 290, 291, 342. maddelerinden şimdiye dek örneğin yargılanan tek yazar ya da gazeteci görülmedi! Mussolini faşizminden devralınan İtalyan yasasındaki bu kadük maddelerin, hapis cezası getirmediği ve 10006 bin Avro arasında değişen para cezaları öngördüğünü de kimse söylemiyor... Bir de şu var: Türkiye’nin meramı nedir? Baskıyı meşrulaştırmak adına, Avrupa’nın kıyısında köşesinde kalmış köhne maddeleri cımbızla ayıklamak mı; “demokratikleşmek” mi? Bu bir siyasi irade meselesidir... Franco’nun ölümüyle demokratikleşmeyi seçen İspanya, bu tür çağ dışı mazeretlere hiç sığınmadı. O dönemi İspanya’da yaşadım. Faşizmle bağlarını kopartmak isteyen İspanya’nın tutumu, Türkiye’den 360 derece farklıydı. Demokratik anayasasını 78’de yapan İspanya; Avrupa’nın gerici değil, en ilerici yasalarını örnek aldı. İspanyol yasaları, dönemin “öncü” yasalarıydı. İspanya’yı AB adayı olarak en makbul kılan özelliği tam da bu; ortaçağdan, avangartlığa yaptığı muazzam sıçramaydı... “Avrupa’nın en genç demokrasisi İspanya”nın cazibesi, Eski Kıta’ya “yeni kan” getirmesi oldu... Avrupa’nın 301’lerinden mahkum olan (!) “suçluların kafa hesabını” tutan Çiçek, bunun tam tersini yapıyor: Hollanda Ceza Yasası’ndaki 92, 111 ve 131’den 130 kişi; Alman Ceza Yasası’nın 90. maddesinden 72 kişi hüküm giymiş de vs... AB büyükelçileri şaşkın... Bu garip rakamların nereden bulunup çıkarıldığını anlayabilmiş değiller. Kim, hangi şartta, ne zaman hüküm giymiş meçhul. Ama varsayalım ki böyle... “Demokratikleşmek isteyen bir ülkenin”(!) işi, başka ülkelerdeki “baskıcı uygulamaların çetelesini” tutmak olabilir mi? Bunun ne aşağılayıcı ve zavallı bir konum olduğunu hiç düşündünüz mü? Avrupa’da bu yöntemlerle 301’i savunanlar; bizi böyle bir konuma sokuyor. Utanç verici! Sosyal Güvenlik Reformu ve Anayasa Mahkemesi (2) Değişik kural ve koşullar içeren beş ayrı sosyal güvenlik yasasının tek bir yasa ve aynı kural ve koşullara bağlanmasını öngören 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel sağlık Sigortası Yasası aldığı yoğun eleştiri üzerine yürürlük tarihi 1 Ocak 2007’den 1 Temmuz 2007 tarihine ertelenmiştir. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer ve (“Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Haluk Koç ve Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte 116 milletvekili”, yasanın birçok maddesini anayasaya aykırı bulmuş ve Anayasa Mahkemesi’nde iptali için dava açmıştır. Dava karara bağlanmış ve karar da 30 Aralık 2006 günlü Resmi Gazete’nin “Mükerrer” sayısında yayımlanmıştır. 16.6.2006 günlü dava dilekçesi, örnek oluşturacak bir dille yazılmıştır. Dilekçeden aldığımız alıntılar da yasaların dili ve sosyal devlet kavramı üzerine dersler de verilmektedir. “5510 sayılı yasanın kimi maddelerinin ya da bu maddelerin kimi kurallarının anayasanın ‘sosyal devlet’ ve ‘eşitlik’ ilkeleri ile ‘sosyal güvenlik hakkı’ yönünden incelenmesi gerekmektedir.(…) Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, toplumun huzuru, ulusal dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş; (sosyal devlet) niteliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında sayılmıştır. (…) Sosyal devlet, çalışan, ancak, çalışması karşılığı elde ettiği ürün ile mutlu olabilmek için tasarladığı maddi ve manevi değerlere ulaşamayan kişilere yardımcı olmayı ilke edinen devlettir. Sosyal devlet, bireyin huzur ve gönencini gerçekleştiren ve güvenceye alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali önlemleri alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve ulusal gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı önlemleri alan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı devlettir. Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin tüm kararlarına egemen olan görüşe göre de sosyal devletin görevi, kişinin doğuştan sahip olduğu onurlu bir yaşam sürdürmesini, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirmesi için gerekli koşulları, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti, sosyal gönenci, sosyal güvenliği ve toplumsal dengeyi sağlamaktır. Nitekim anayasanın 5. maddesinde, kişilerin ve toplumun gönenç, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. (…) Devletin (sosyal) niteliği, aktüeryal denge ile sosyal devlet ilkesi arasında uyum sağlanmasını; sosyal güvenlik sisteminden kaynaklanan açıkların, başka bir deyişle sosyal güvenlik yükünün gerektiğinde devletçe karşılanmasını zorunlu kılar. Ayrıca, hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması da, toplumda sosyal güvenliğin, sosyal gönencin ve sosyal adaletin sağlanmasıyla gerçekleştirilebilmektedir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verilen sosyal hukuk devleti ilkesi uyarınca, toplumda yoksul ve gereksinim duyan insanlara devletçe yardım yapılarak, onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyinin sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleşmesine elverişli ortam yaratılması gerekmektedir. Sosyal devletin görevleri arasında yer alan insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyinin sağlanması, herkese çalışma olanağı yaratılması, çalışanlara adaletli ve dengeli ücret verilmesi ve çalışamayacak durumda olanların sosyal güvenlik önlemleri ile korunması anlamını taşımaktadır. Sosyal güvenliğin de içinde bulunduğu sosyal hakların devletçe tanınmış olması yeterli değildir. Bu hakların gerçekleşmesi için devletin olumlu edimde bulunması, sosyal güvenlik alanında oluşturulacak kural ve kurumların da, Anayasa’nın sözüne ve özüne, bu bağlamda sosyal hukuk devleti ilkesine uygun olması zorunludur. Uluslararası hukuk belgelerinde ve çağdaş anayasalarda olduğu gibi, Anayasamızda da sosyal güvenlik hakkına, (Temel Haklar ve Ödevler bölümünde) sosyal ve ekonomik haklar arasında yer verilmiştir. Anayasanın 60. maddesinde, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu; Devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli önlemleri alıp örgütü kuracağı belirtilmiştir. Maddede, sosyal güvenlik, bireyler yönünden ‘hak’, devlet yönünden ‘ödev’ olarak öngörülmüştür. Anayasa koyucu, devleti yalnızca sosyal güvenliği sağlayacak önlemleri almak ve gerekli örgütü kurmakla görevlendirmemiş, aynı zamanda bunu devletin yükümlülüğü olarak görmüştür. Sosyal güvenlik hakkının, yurttaşlarının sosyal durumu ve gönenciyle ilgilenen, onlara insanlık onuruna yaraşır asgari yaşama düzeyi sağlayan ‘sosyal devlet’in gereği ve zorunlu sonucu olduğu tartışmasızdır. (…) Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa önünde eşitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik ilkesiyle eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin zedelenmesi önlenmiştir.” Bu karardan alınacak birçok ders olduğu görüşündeyiz. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 26 Şubat www.mumtazarikan.com 1/ Karşı cinsin 1 kullandığı kimi 2 eşyalarla cinsel 3 doyum sağlama. 2/ Mek 4 ke’nin doğu 5 sunda, hacıla 6 rın arife günü toplandıkları 7 tepe... Bir za 8 man birimi. 3/ 9 Avrupa’da bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 başkent... İskambilde koz. 4/ Satrançta bir 1 K Ü N D E K A R İ taş... İkisi dikili, üçün 2 E N İ R E L İ T cüsü de bunların üze 3 F İ L UMAM İ rine kapak gibi yatırıl 4 İ T K R E Ş mış üç büyük taştan 5 R E V Ü R A M İ oluşan tarihöncesi me 6 A N N E E L zarı. 5/ Donmuş lav 7 P A R E O E D E akıntılarıyla kaplı 8 A R İ F A L A T alan... Din bilginlerinin 9 H A T E M K A R İ bir konuda birlik olmaları. 6/ Kinaye... En küçük izci kuruluşu. 7/ Kuzey Amerika ve Sibirya’da yaşayan rengeyiği türü. 8/ Bir yanardağ patlaması sonucunda ortaya çıkan küçük krater... AleviBektaşi ozanlarının tarikatlarıyla ilgili şiirlerine verilen ad. 9/ Türkiye’nin plaka imi... Vadi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kadercilik. 2/ Tıp dilinde derinin kızarmasına verilen ad... “Yiğit yiğidin yoldaşı / yiğidin öz kardaşı” (Karacaoğlan). 3/ Azerbaycan ve Kars yöresine özgü telli bir çalgı... Küçük deniz feneri. 4/ Anlatım... Yüz metrekare tutarında yüzey ölçüsü birimi. 5/ Tiyatroda sahne... Siper, hendek. 6/ Köpek... Cinsel dürtünün enerjisi. 7/ Cemal Nadir’in yarattığı bir tipin ve yayımladığı mizah dergisinin adı. 8/ Yas... Artvin yöresine özgü, yağı çıkarılmış ayranın kaynatılmasıyla yapılan peynir. 9/ Yıkanılan yer, hamam... İlave. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear