28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2007 PAZAR 2 “İyi, zeki ve eğitimli öğretmenlere köylerde ne büyük gereksinim duyulduğunu bir bilsen! Öğretmenler için kimseye sağlanmayan olanakları yaratmak zorundayız. Bunu da bir an önce yapmalıyız; çünkü halk, her yönden yeterli bir eğitim görmezse, devlet, yeterince pişirilmemiş tuğlalardan örülmüş bir ev gibi çöküverir. Öğretmen, bir sanatçı gibi, işine büyük bir tutkuyla âşık olmalıdır. Ve bizim öğretmenlerimiz, sürgüne gidercesine isteksiz, köylere gidip çocukları eğiten yarı eğitimli kişiler, acemi işçilerdir. Açlık içinde öğretmenlerimiz, yokluk içinde... Mağdur durumda... Canlılıklarını, verimliliklerini yitirme korkusu içinde yaşıyorlar. Oysa öğretmen, köyün en önde gelen kişisi olmak zorundadır. Köylülerin sorduğu bütün sorulara cevap verebilmek, kendisini saydırmak, bu saygıyı da etkinliğiyle kazanmak zorundadır. Bir öğretmenin karşısında kimse sesini yükseltmeye kalkışmamalıdır. Saygınlığını bozacak en küçük bir davranışta bulunmamalıdır. Bizde herkes öğretmene saldırır, köy polisi, cebi dolu bakkal, din adamı... İnsanları eğitmekle görevlendirilmiş birine üç kuruş aylık vermek yakışır mı! Halkı eğitecek bu öğretmen ha! Az iş değil! Böyle birinin pılı pırtı içinde dolaşması, rutubetli, yıkıntı okullarda titremesi, durmadan tüten sobaların dumanıyla zehirlenmesi, ömrünü aksırık öksürükle geçirip, otuzuna varmadan larenjit, romatizma, verem gibi bir yığın hastalıkla bir çöküntü haline gelmesi yakışık alır mı! Bu, bir yüzkarasıdır bizim için! Düpedüz yüzkarası.” ??? Yüzyılın ilk yıllarında Anton Çehov dostu Maksim Gorki’ye böyle söylüyordu işte!.. Yüz yıl geçmiş aradan! Bugün OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anton Çehov’a Göre Öğretmenler... aynı sözleri kendi ülkemiz için, kendi öğretmenlerimiz için yüreğimiz sızlayarak biz de sözcüğü sözcüğüne söylemiyor muyuz? Bir gün Gorki, arkadaşı Çehov’un evinde bir öğretmen görür. Şöyle anlatır o öğretmeni: “Genellikle kendi yakışıksız görünüşünün bilinciyle yüzü kızarmış, iskemlenin ucuna ilişik, terleye terleye ve sözcüklerini, beceriksizliğini gizleyemeyen bir özenle seçe seçe, elinden geldiğince ‘eğitimli’ ve düzgün konuşmaya çabalayan, hastalık derecesinde utangaç, bir yazarın gözünde aptal görünmemek için var gücünü harcadığını saklayamayan, oysa, belki de o anda aklına düşüvermiş bir yığın sorularla Anton Pavloviç’i soru yağmuruna tutan bir kişidir” bu öğretmen... Kalın sesiyle önemli sözler söylemeye çalışır: “Pedagojik mevsim süresince yaşam koşullarından edinilen bu tür izlenimler, çevredeki dünyaya karşı nesnel tavır almak konusunda en küçük bir olasılık sağlama olanağını tümüyle ortadan kaldıran somut bir konglomera oluşturmaktadır.” Böyle “derin mi derin” “felsefe”ler yapmaya ça lışır yazar önünde bilgiçliğini göstermek istercesine!.. ??? Oysa yazar, o tatlı, doğal inceliğini elden bırakmadan çok ama çok basit bir şey sorar: “Sizin bölgede çocuklara dayak atan öğretmen var mı?” Öğretmen şaşırır, o öğretmenin kendisi olmadığını söyler, çocukları döven öğretmeni de şöyle anlatır: “Karısı hasta, evi deseniz bodrumdan farksız. Tek oda” diye başlar kendi gerçeklerini belirtmeye. O ince, o sıcak, o dost, o gerçek insan, o doğal yazar, karşısında az önceki bilgiççe konuşmasından utanmıştır. “Az önce, süslü, büyük ve gülünç sözcüklerle Çehov’u etkilemeye çabalayan bu adam, birden sarkık burnunu sallandıra sallandıra, ağzından çakıl taşları dökülüyormuş gibi konuşmaya başlamıştı. Sözleri sade ve ağırdı. Rus köylerinde süregiden lanetli, kötü yaşamın gerçeklerine ışık tutuyorlardı” diye yazar Gorki... Öğretmen giderken Çehov’un kemikli elini uzun uzun sıkar: “Buraya gelirken okul müdürüne gider gibiydim. Bacaklarım titriyordu. Ama hindi gibi kabarmaya zorladım kendimi, size ne mal olduğumu, nice bilgili olduğumu göstermeye kararlıydım. Şimdi, kırk yıllık dostumun evinden gider gibiyim. İyi ve değerli bir düşünceyi de beraber götürüyorum. Büyük insanlar daha sade, daha çok şey anlıyorlar ve biz yoksul insanlara, aralarında yaşadığımız beş para etmezlerden daha yakınlar. Hoşça kalın, sizi hiçbir zaman unutmayacağım” der. Arkasından Çehov, Gorki’ye şu sözleri söyler: “İyi bir adam. Ama öğretmenliği uzun sürmez. Tutmazlar. Kendini ele verir yakında...” İşte gerçek bir yazar... PENCERE Cecilia Özgür ve Eşit... Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile eşi Cecilia boşandılar... Olay dünya medyasında çarpıcı fotoğraflarıyla birlikte verildi, sıradan insanların dedikodu merakı giderildi; ama, bizde unutulan bir şey var... Fransız Devrimi’nden önce olsaydı, Sarkozy ile eşi Cecilia boşanamazlardı; çünkü ülkede dinci rejim vardı, Kilise hukuku geçerliydi... Medeni Kanun (Code Civil) 1801’de çıkmış; aile hukuku laikleştirilmiştir. ? İslamda kadının hükmü yoktur; imam nikâhıyla evlenen erkeğin tepesi atarsa, ne der: Boş ol!.. O anda kadıncağızın işi tamamdır; bohçasını eline alır, evin kapısının önüne oturur, yazgısına kına yakar... Eskiden Hıristiyan coğrafyasında bunun tersi bir düzen geçerliydi... Kilise nikâhıyla bir kez evlenen çift, artık boşanamazdı... İngiltere Kralı 8’inci Henry’nin hayatı bu yüzden evlere ve de tarihe şenliktir. ? Avupa’da ‘Reform’ dönemi Luther’le uç vermişti; ama, İngiltere bu evrimden uzak yaşıyordu... 8’inci Henry yakışıklı ve atak bir kraldı; 1509 yılında tahta oturunca, ağabeyinin dul eşi Aragonlu Catherine ile evlenmişti; erkek çocuğu olmuyordu... Henry boşanıp büyük bir aşkla tutulduğu Anne Boleyn ile evlenmek istiyordu; ama Papa’dan izin alamıyordu... Vay sen misin 8’inci Henry’ye izin vermeyen Papa... İngiltere, Roma’dan ayrılıp Anglikan Kilisesi’ni kurarak ‘Reform’a katıldı... Tarihin cilvesi, Kral Henry’yi boşanma tutkusunda reformcu yaptı... ? 8’inci Henry, Roma’daki Papa’dan kurtulunca, hızını alamadı; boşanmanın tadını almıştı, 6 kez evlendi... Üstelik bir dizi idamın da günahkârıdır Henry; bunların arasında Utopia yazarı ünlü Thomas More da vardır. ? İslam hukukunda çok evlilik geçerlidir... Dörde kadar cevaz vardır... Boşanma yetkisi ve kararı erkeğin iki dudağı arasındadır.. Hıristiyan hukukunda tersine bir durum geçerlidir.. Katolik evliliği ise dünya ahret süregelen bir başa beladır... Sarkozy ile Cecilia’nın boşanmaları Hıristiyan işi değildir; laik kişilerin marifetidir... Özgür bir kadın olduğu anlaşılan Cecilia’ya Cumhurbaşkanlığı filan vız geliyor... Dünya değişiyor... 21’inci yüzyılın dünyası kadın ile erkeği eşitleştiriyor... Türkiye’ye gelince: Zavallı kadınlarımız!.. Dinci erkeğin diktasında yaşıyorlar; tesettüre mahkum ediliyorlar... ? Cecilia ile Sarkozy’nin Katolik evlilik yerine laik boşanmayı yeğlemelerinde Türkiye’ye dönük bir ders var... Dinci iktidarımızın siyasetinde türbantesettür birincildir; baştacı ediliyor... Peki, İslamcılarımız, bu kadar dinciyseler, neden Müslümanlığın aile hukukunu es geçiyorlar?.. Türban takan kadın şeriatın “Boş ol” kuralına başkaldırmadıktan sonra istediği kadar örtünsün, türban takacağına çarşaf giysin, ne yazar... ? Türkiye’de kadın ikinci sınıf insan ve yurttaş, erkekten aşağı... Kanıt ne?.. Tesettür!.. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear