26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 EKİM 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA SÖYLEV’İN 80. YILI Gazi Mustafa Kemal Büyük Nutuk’u bağımsızlık ve Cumhuriyeti gençlere emanet eden sözlerle tamamladı 9 Söylev: Tarihten çıkan gelecek “Sayın Baylar, sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım…” YOĞUN TEMPO KALBİNİ VURDU Nutuk nerede, nasıl yazıldı? N utuk’un yazım süreciyse çok yorucu olmuştur. Epey süredir notlar tutmaktadır. Konuşmasını yaklaşan parti kongresinde yapmaya karar verince, kalan üç aylık sürede Nutuk’un tamamını yetiştirebilmek için olağanüstü bir tempoda çalışmak zorunda kalmıştır. Kalp spazmı onu bu tempoda yakalar. Sigara ve içkiye ara verilir, üç gün sırtüstü yatarak zar zor atlatır. Nutuk’u Çankaya Köşkü’nde yazmaktaydı. Ankara Belediyesi’nin bir Ermeni yurttaştan satın alıp Gazi’ye hediye ettiği köşk, üç oda bir salondan ibaret eski bir bağ eviydi. Yağmur yağdıkça tavanı akardı. Akan yerlere leğenler konmuştu. Akmayan bir köşeye konan bir koltuğa oturmuş, yanı başında su dolu bir leğen, elindeki pamuğu suya batırıp gözüne örtüyor, böylece rahatlamaya çalışarak Nutuk’u dikte etmeye devam ediyordu. Yorgunluktan gözlerini açamaz hale gelmişti. Nutuk’u dikte ettiği yaverler her sekiz saatte bir değişiyor, o ise yerinden kımıldamıyordu. Aralıksız 32 saat çalıştığı olmuştu. Falih Rıfkı Atay’ın anlatımıyla; “…Çalışma odasında yarı ayaküstü, yarı oturarak ve yüzlercesi arasından vesikalar ayırarak Nutuk’unu dikte ederdi. Yorulan değişirdi. Bir defasında pek genç bir arkadaşı baygınlık geçirmişti. Akşama doğru bir banyo aldıktan sonra, hiç dinlenmeden sofraya iner, o gün yazdıklarını bize okur veya okutur, hadiseler üzerinde terütaze bir muhakemeyle tartışmalar yapardı.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya–Atatürk Devri Hatıraları, Dünya Yayınları 5 Cilt II, s. 460) Büyük Nutuk üç açıdan benzersizdir: “Söyleniş süresi”, “kapsamı” ve “yaptığı etki” açılarından eşsizdir. Sunum TBMM toplantı salonunda yapılmıştır. Gazi, sabahleyin üç saat ve öğleden sonra üç saat olmak üzere her gün iki toplantıda konuşmuştur. G azi Mustafa Kemal 80 yıl önce, 15 Ekim 1927 Cuma günü toplanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2. Büyük Kongresi’nde, Büyük Nutuk’unu okumaya başlamıştı. Gazi CHP’yi 9 Eylül 1923 tarihinde kurmuştu. Kuruluştan sonraki ilk büyük kongre yapılıyordu ama Sıvas Kongresi’nde alınan bir kararla “Anadolu” ile “Rumeli” Müdafaai Hukuk Dernekleri birleştirilmiş, böylece verilecek mücadelede bir bütünlük sağlanmıştı. İşte ortaya çıkan bu “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Derneği”, ileri yıllarda siyasal bir hareket olarak CHP’nin 1. Büyük Kongresi kabul edilmişti. O nedenle şimdikine “2. Büyük Kongre” denmişti. 20 Ekim Çarşamba gününe kadar, tam 36 saat 33 dakika süren Gazi’nin bu sunumu, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada beklendiği gibi çok büyük yankılar uyandırmıştı. Cumhuriyet henüz dört yaşındaydı ama öylesine olağanüstü dönemlerden geçilmişti, öyle darboğazlar aşılmıştı ki, bunu birinci ağızdan yazıp söylemekte gelecek kuşaklar açısından büyük yarar görmüştü. O nedenle de, uzun zamandan beri hazırlamakta olduğu bu Nutuk’u okumak için, Gazi, parti genel kurulunun daha uygun bir ortam olacağına karar vermişti. Böylece orada sadece milletvekillerine ve hükümet üyesi bakanlara hitaben değil, aynı zamanda tüm illerden gelecek CHP delegelerine, parti ileri gelenlerine, bürokraside yer alan üst düzey yöneticilere, komutanlara, kordiplomasiye mensup tüm büyükelçilere hitaben bu uzun konuşmasını yapabilecekti. Öyle de oldu. TBMM Genel Kurul Salonu sonuna kadar doluydu ve insanlar adeta nefeslerini tutarak al Atatürk TBMM Genel Kurul kürsüsünde okuduğu Söylev’ine ‘1919 yılı Mayısı’nın 19’uncu günü Samsun’a çıktım. ..’ sözleriyle başlıyordu. tı gün boyunca Gaziyi dinlemişlerdi. Kürsüde son derecede şık ve yakışıklı, yaptıklarından müthiş gururlandığı her halinden belli, kimi zaman sesini yükselterek kimi zaman alçaltarak, dost düşman tüm dünyaya sesleniyordu: “…1919 yılı Mayısı’nın 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:” Ülkenin o günlerde içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığıyla anlatıyor, Milli Mücadele günlerinin zor koşullarına değinirken sesi titremeye başlıyor, hele sonlara doğru, bütün bu mücadelenin muzaffer sonucu olan Cumhuriyeti Türk Gençliği’ne armağan ettiği bölüme geldiğinde, “Ey Türk Gençliği… “ derken artık daha fazla dayanamıyordu. Ertesi gün İngiliz gazeteleri “Gazi gözyaşlarını tutamadı…” diye manşet attılar. Doğruydu. UTUK NEDEN ve KİME HİTABEN YAZILDI? N Gazi, Nutuk’ta Milli Mücadele’yi anlattığı bölümden hemen sonra bu soruyu soruyor ve gene kendisi yanıtlıyordu: “…Maksadım, inkılabımızın incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamaktır. Bütün bu olguların ve olay ların cereyanında TBMM ve hükümeti başkanı, Başkomutan ve Cumhurbaşkanı olmaktan çok, teşkilatımızın Genel Başkanı olarak bu görevi yapmaya kendimi mecbur sayarım.” Parti teşkilatı mensuplarının ve ülkenin dört bir yanından gelmiş delegelerin önünde konuşmasındaki maksat, anlattıklarını onların da ülkenin dört bir yanına anlatmaları, böylece olan biteni tüm yurttaşların kaynağından, yani birinci elden, Gazi’den öğrenmeleriydi. 19181927 arası son dokuz yılda olup bitenlerin hesabını soruyor, hesabını veriyordu. Konuşma tümüyle belgelere dayanıyordu. Metinden birkaç cümle okuyor, yan masadaki kâtibe bir belge uzatıyordu. Bu nedenle, Osmanlıca olan ilk baskı iki cilttir. Birinci cilt Nutkun metnini, ikinci cilt ise belgeleri içerir. Daha sonraki baskılarda da benzer yöntem uygulanacaktır. Metin kısmında 192 bin 240 sözcük vardır. Her sayfasında ortalama 360 sözcük bulunan bir baskıda Nutuk 534 sayfa, belgeleri ise 344 sayfa tutmaktadır. Böylece Nutuk iki cilt bir arada 878 sayfalık dev bir eserdir. Nutuk’ta bulunan toplam belge sayısı ise 308’dir. Büyük Nutuk, Gazi’nin eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin eseridir. Her sayfasında, Cumhuriyete giden o “uzun ince yol” Gazi’nin ağzından tüm ayrıntısıyla ve bütün dünyaya hitaben anlatılmaktadır. İşgalciler, Saray, İstanbul Hükümeti, Kuvvacılar, işbirlikçiler, komutanlar, yakın arkadaşları, sonradan yolları ayrılan arkadaşları, dost – düşman herkes bu anlatılanlardan kendilerine bir pay çıkarabilmektedir. O nedenle, özellikle İngiliz Büyükelçisi ve sefaret mensupları büyük bir merak ve dikkatle dinliyorlardı. Sultan Vahdettin’in İngilizlerle olan gizli temaslarını, Sadrazam Damat Ferit’in aşağılık ilişkilerini ve onursuz politikalarını, İngiliz Severler Derneği’ni, Anadolu’daki kutsal isyanı bastırmak için Vahdettin’in İngilizlerden aldığı para ve silahla donatıp, Ankara’yı ezmek üzere sevk ettiği Hilafet Ordusu’nu, şimşek bakışlarını kordiplomasinin oturduğu locaya dikmiş, gürül gürül anlatıyordu. Anlattıkça da yan masaya bir belge veriyordu. Oturum sona erdiğinde tüm diplomatların en büyük merakı, “Acaba yarın ne anlatacak?” sorusuydu. Özellikle İtalyan diktatörü Mussolini Nutuk’un İtalyanca’ya çevrilip çevrilmeyeceğini merak ediyor, büyükelçisinden sık sık bilgi istiyordu. Gazi Nutuk’ta kurtuluşu gerçeğine uygun sırada, kronolojik bir akışla anlatıyordu. Buna göre, önce Birin ci Dünya Savaşı’na son veren Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hangi koşullarda ve nasıl imzalandığını, buna nasıl karşı çıktığını, Saray’ın ve İstanbul hükümetlerinin içine düştükleri aciz durumları, ardından gelen işgalleri, işgalcileri, işbirlikçileri, azınlıkların hain faaliyetlerini sayıp döküyordu. TARİHİ BİR BELGE Daha sonra direniş için ilk hazırlıklar ve örgütlenmeleri, buna tepki olarak da Yunan ordusunun Ege’ye çıkarılmasını; işgali göğüslemek adına Kuvayı Milliye’nin kuruluşunu, ardından ordunun teşkilatlanmasını; kongreler ve Heyeti Temsiliye dönemini; bu direnişi kırmak için Vahdettin’in yayımlattığı fetvaları ve buna bağlı olarak Anadolu’nun on dört yerinde çıkarılan iç isyanları; kardeşin kardeşi boğazlayışını, kimi zaman öfkeli, kimi zaman sakin, anlattı, anlattı, anlattı. Sonunda hesabın görülmesi gereken bölüme, İnönü Savaşları’na, Sakarya’ya, Büyük Taarruz’a gelince, kürsüdeki duruşu bile değişmişti. Lozan’ı anlatırken ise artık kürsüye sığmıyordu. Ardından barış dönemi… ardından Cumhuriyet… ardından devrimler… Mutluydu. Gazi, en yakın silah arkadaşlarının kendisini TBMM dışında bırakma girişimlerini asla unutmadı En yalnız kaldığı anlarda direndi utuk’u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü. Lozan günleriydi. İsmet Paşa ve Türk Heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan’a hareket etmişti. İlahi adalet… Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu. Aradan birkaç gün geçmişti. Lozan’da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu. Bir gün, Vekiller Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf Bey, Gazi’nin TBMM’deki başkanlık odasına gelerek O’nu, Refet (Bele) Paşa’nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet etti. Rauf Bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara’da bulunan müşterek arkadaşları Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi’nin onayını aldı. Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler. Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi’ye döndü; “Kemal” dedi, “davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz.” Hisleri onu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. “Buyurun, konuşalım!” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı: “Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor…” Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı, “Neyimden korkuyorlarmış?” deyiverdi. Rauf Bey konuya doğrudan girdi: “Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!..” Gazi donup kalmıştı. Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye başladı: Atatürk, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey çalışırlarken. N EN YAKIN ARKADAŞI FUAT PAŞA BİLE SUSTU azi, masadaki Fuat Paşa’ya, “Senin görüşün Fuat?” diye sordu. Fuat Paşa Gazi’nin Harbiye’den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi. St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil sivil liseden Harbiye’ye biraz da geç katılmıştı. Okul komutanı Mustafa Kemal’i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı: “Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat…” G Ali Fuat Paşa. Ve Fuat’ı sınıfının çavuşu Mustafa Kemal’e emanet etmişti. Fuat’ın Fransızcası çok iyiydi, Mustafa Kemal’e bu derste çok yardımı oldu. Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı ve Mustafa Kemal, Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat’ın Salacak’taki köşküne “evci” çıktı. O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi. Fuat; “Paşam”, dedi, “biliyorsunuz uzun süredir Moskova’dayım, duruma muttali de ğilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm!..” Yani o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!..” diyemedi. Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu. Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu’ya çıkan ilk beş komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu. Kazım Karabekir. “Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre ‘emaneti sahibine’ iade etmenin zamanı geldi.” DAVET BİR BAHANEYDİ Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı. “Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye sordu. Rauf Bey’i dinleyelim: “Kemal, benim babam padişahın başmabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik, madem sordun, söyleyeyim. Padişah bir İslam halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakiyet yönetimidir, cumhuriyet değil.” Gazi’nin yüz hatları gerilmişti. Ev sahibi Refet Paşa’ya döndü; “Sen ne düşünüyorsun Refet?” diye sordu. “Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Pa şam!..” deyip kestirip attı Refet Paşa. “Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi. “Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey. “Bana bir kâğıt verin…” Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı: “Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir.” Yüksek sesle okudu ve sordu: “Bu sizi ve Meclis’i tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?” “Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!..”, dedi Rauf Bey. O Meclis’ten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar. Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırlarken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu. Meclis’le ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı. 1921 Anayasası’na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920’de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis’ten kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!” Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal’i Meclis’e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası’nı değiştirmeye karar verdiler. Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar. SELANİK MİSAKI MİLLİ’NİN DIŞINDA Buna göre: “1. … Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misakı Millî sınırları içinde olsun!..” Selanik dışında kalmıştı. 2. … Milletvekili adayı adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!” Mustafa Kemal o cephe, bu cephe hayatı boyu koşturmaktan ötürü değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay oturamamıştı ki. Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmak taydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz: “Doğum yerim Selanik Misakı Milli sınırları dışında kalırken, devlet Selanik’i tek kurşun atmadan Yunana verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne’de savaşıyordum… Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım, o zaman Bingazi’de, Derne’de, Sina’da, Filistin’de olamazdım. Çanakkale’de, Kafkaslar’da, Sakarya’da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misakı Milli sınırları dışında kalırdı… Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?..” Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Mustafa Kemal Ankara’nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. Cumhuriyeti de kurdu. Gazi bu olayı hiç unutmadı. NUTUK’ta da tüm ayrıntısıyla yazdı. SÜRECEK CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear