24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 OCAK 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Enflasyon hedefi tutmamış... “Tut ki ölem!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Hicap Macide Tanır: “Konuşma üslubunu duyanlar, onu hiç eğitim görmemiş cahil biri zannedecekler diye üzülüyorum!” Ya ğ m u r E k i m Diş tedavi ücretine zam gelmiş. Dişin kovuğu deyip geçmeyin! Gazcı Anıl Öçal: “İran gazı kesmiş. Tayyip’in halka verdiği gaz yeter diye düşünmüşlerdir!” İSTANBUL Müftülüğü’nün camilerde okutacağı “selamlaşma” hutbesini biliyorsunuz: “Dinimizde selam verme kısaca ‘Esselamü Aleyküm’ veya ‘Selamün Aleyküm’ şeklindedir. Kendisine selam verilen kişi de ‘Ve aleykümüsselam’ şeklinde karşılık verir. Bunun anlamı ‘Allah’ın emniyet ve güveni sizinle olsun’ demektir. Müminlerin birbirleriyle karşılaştıklarında selamlaşmaları dinimize göre sünnettir... Kültürümüzde mevcut olan iyi günler, merhaba, günaydın gibi cümlelerle de insanlar birbirleriyle ilgi kurmaktadırlar. Ancak kişinin esenlik ve mutluluk temennisini ‘Esselamü Aleyküm’ veya ‘Selamün Aleyküm’ şeklinde ifade etmesi en güzel ve sünnete en uygun olanıdır...” Bazı münafıklar diyor ki; yakında sokakta insanların selamlaşmasına bakılarak dine uygun davranıp davranmadıkları anlaşılacak. Hangi yakında? Hangi sokakta? Bir polis merkezine gidin; kapıdan girerken “iyi günler” deyin nasıl muamele görüyorsunuz bir bakın; bir de “selamünaleyküm” deyin nasıl muamele görüyorsunuz ona da bakın. Devlet hastanesine gidin. Devletin okuluna gidin. Vergi dairesine gidin. Postaneye gidin. Elektrik idaresine gidin. Kütüphaneye gidin. Vilayete gidin. Kaymakamlığa gidin. Parola Belediyeye gidin. Gidilebildiğiniz kadar gidin; Başbakanlık’a gidin! Kapıcısından müdürüne, müsteşarından başbakanına kadar kime giderseniz gidin “parola” belli: “Selamünaleyküm.” Hele bir de sağ elinizi sol göğsünüze doğru götürüp başınızı da hafifçe öne eğerseniz; bundan böyle tokalaşmaya da gerek kalmaz. Karşınızdakinden “aleykümselam” yanıtını aldınız mı “parola” doğrulandı demektir. Bu bakımdan münafıklığın âlemi yok; İstanbul Müftülüğü, ulustan ümmete dönüşüm sürecine biraz olsun katkı sağlamaya çalışıyor; hepsi bu. Ama yakında “selamünaleyküm” demek de yetmeyecek. Bir sonraki parolayı şimdiden öğrenmeye başlayın: “Esselamüaleyküm ve rahmetullah.” Kar Yağmalı Artık Dün televizyonlarda iyice bastıran kışın Doğu Anadolu’da yarattığı görüntüler vardı. Van’da ısı 22 dereceye kadar düşmüş, gölün kıyıya yakın bölümleri buz tutmuştu. Üzerinde insan taşıyacak kadar kalındı buz. Erzincan’da da göl buz tutmuştu, balıkçılar 3040 cm. kalınlıktaki buzu testere ile kanal biçiminde keserek buradan ağ sarkıtıyorlardı göle. Kayakçılar akın ediyorlardı Doğu Anadolu dağlarına. İstanbul’a ise kış gelmiyordu. Dört mevsimin dört ayrı güzellikte yaşandığı eski yıllara ait kış fotoğraflarına baktım kentin; tarihi yarımadanın karlı silueti müthişti. Boğaz kıyılarının havada uçuşan martıların rengiyle yarışan o bembeyaz örtüsü. Zeyrek’in, Arnavutköyü’nün, Üsküdar’ın iki katlı, cumbalı, sobalı ahşap evlerinden yükselen isli dumanlar. Sonra kendi çektiğim kar fotoğraflarını indirip aldım belleğimin raflarından. Kıyıda, herhangi bir yerde durup lapa lapa yağan karın altında süzülürcesine giden ve üzerlerinde aç martıların uçuştuğu şehir hatları vapurlarını izlemek ne güzeldi. Ya da karlı bir günde KadıköyFenerbahçe tramvayında iki son durak arasında gidip gelmek, dışarıda bir an önce sıcak evlerine kavuşmak için koşuşturan insanları seyretmek… ??? İlk çocukluğumun geçtiği Tolunay Apartmanı, Cihangir’de, Sormagir Sokak’la Tavukuçmaz Yokuşu’nun birleştiği köşedeydi. Üçüncü katta otururduk. Yapının, yokuşa bakan arka cephesindeki balkonları yürek biçimindeydi. Ne kadar şanslıymışım, diyorum, böyle balkonu olan bir evde dünyaya geldiğim için. Karlı günlerde kısa süreli de olsa balkon sefaları sürerdik. Alabildiğine Boğaz, Üsküdar, Haydarpaşa ve adaların silueti tablolaşırlardı gözlerimizin önünde. En kalın giysilerimi giyip sokağa çıkardım. Haşarılıkta hiçbiri benden geri kalmayan arkadaşlarımla buluşurdum. Bir yerlerden kızak niyetine tahta bir merdiven bulurduk. O zamanlar Tavukuçmaz Yokuşu’nun bir yanı boştu, daha hiç yapılaşmamıştı, bildiğimiz bayırdı. Dört beş arkadaş hemen bizim evin önünden merdivenkızağımıza biner, Fındıklı’ya kadar kayardık. Tepesi, yokuşu, bayırı bol ve özgürlüğe açık olan İstanbul’un keyfini biz, o zamanın çocukları sürmüşüzdür. Her şey ne kadar büyük bir hızla değişti. O güzel apartmanımızın yanında ne zaman yapıldığını bilmediğim ucube bir yapı yükselmiş. Artık bir “köşe” apartmanı değil Tolunay, hoş artık bu adı da taşımıyor. Sokakların adlarını da değiştirmiş bir İstanbul düşmanı. Sormagir, “Başkurt”, Tavukuçmaz da “Akyol” olmuş. Kışları kızak kaydığımız, yağmursuz, karsız günlerde ise çantalarımıza “binip” okulumuzun önüne kadar kaydığımız bayır, tıkış tıkış betonla dolu şimdi. ??? Tüm İstanbul böyle değil mi aslında? Tepeler, yokuşlar, bayırlar çocukların değil artık, bu kentin talihsiz çocukları bırakın tahta bir merdiveni kızağa dönüştürmeyi, kızağa binmesini bile bilmiyorlar. Karı da bizim kadar sevmemeleri belki de bu nedenle. Ama gene de özlüyorlar karı, kulakları radyoda, gözleri televizyon ekranında, “kar müjdesi” bekliyorlar, çünkü biliyorlar ki kar demek, okulların kapanması demek. Evde kalacaklar, bilgisayar oyunları oynayacaklar, müzik indirecekler mp3 aygıtlarına, cep telefonlarından mesajlaşacaklar arkadaşlarıyla. Karda oynamayı, yuvarlanmayı, kardan adam yapmasını bilmeyecekler. Bunları bilmedikleri için de ileride, karın lapa lapa yağdığı soğuk bir günde sevgilileriyle deniz kıyısında dolaşmayı, insansız bir balıkçı barınağında, bir kulübenin saçağının altında öpüşmeyi, bunun bedenlerine konyak içmişçesine tatlı bir sıcaklık yayacağını, öpüştükçe soğuğu hiç, ama hiç hissetmeyeceklerini de bilemeyecekler. ??? Artık kar yağmalı İstanbul’a… Ertesi gün sokaklar çamur deryasına dönüşecek olsa da yağmalı. Yaşanmış eski, güzel günlerin hatırına, bir de yüreklerde yaşanacak yeni günlerin beyaz umutlarını filizlendirmek adına… (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) YÖK’ün biricik İstanbul Üniversitesi YÖK’ÜN yakın ilgisine mahzar olan İstanbul Üniversitesi’nin İktisat Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Bölümü’nde yaşanan irticai olaylar üzerine Sıtkı Ergüney, “Benim için şaşırtıcı olmadı” diyor: “Dua ile açılan bilimsel toplantılar, dini toplantılara katılan, üniversitedeki odalarında namaz kılınan öğretim üyeleri derken Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi. 40 yıl önceki öğrencilik günlerimi hatırladım. İktisat Fakültesi’nin Çalışma Ekonomisi Bölümü’nde bugün görevde olmayan, ders saatlerini cuma namazına göre düzenleyen dönemin öğretim üyeleri Sabahattin Zaim, Nevzat Yalçıntaş ‘hoca’lar gözünüz aydın. Ektiğiniz tohumlar tutmuş! Hükümet irtica için kanıt araya dursun 3 Kasım depreminin oluşturduğu tsunami dalgaları giderek büyüyor. Olanlara karşı zamanında önlem alınmaz, yeterli tepki verilmez, daha da tehlikelisi ‘ordu irticaya izin vermez’ türünden kolaycılık seçilir, ahkam kesilirse sonuç başka nasıl olabilir ki?” Şöyle olur; mızrak çuvala sığmadığı an YÖK devreye girer ve hem inceler hem de inceletir. İncelemenin sonunda gerekirse İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak da güzel bir tören düzenleyip şükran duygularının nişanesi olarak Emine Erdoğan hanımefendiye bir plaket daha takdim eder. Kaşarlı Gülhan Elmas: “Önceki dönemlerde yapılan kadrolaşma kaşarlıysa, son dönemlerde yapılan çifte kaşarlı!” Buş Hakan Karayavuzoğlu: “700 bin Iraklıyı öldüren, ne zaman asılacak?” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Varoş Demokrasisi Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Cumhuriyet’te yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı seçimi makalesi”, “demokrasi kültürü”müzün de açığa çıkmasına yaradı… Anayasa, TBMM’deki bu önemli seçim oturumu için “nitelikli çoğunluk” (2/3) olan 367 üyeyi öngörüyor. Bunun anımsatılmasına “tepki” gösterenler diyorlar ki: “Hayır, her oturum gibi 550’nin 1/3’ü (184) yeterlidir…” Oysa, koca koca adamların, koca koca hocalara “hukuk cahili” bile diyebildikleri bu “söz dalaşı” yerine, şunları dinleyebilirdik: “Bu görüşe katılmasak bile, sıradan bir oyçokluğuyla değil, belki de 550 oyla ulusu ve devleti en geniş güvenle temsil edecek bir adayı birlikte belirleyebiliriz…” Ne var ki böylesi bir “olgunluk” için umutlarımızı yine erteliyoruz. 2007 yılına da “bilgelik”lere hasretle başlıyoruz... sayılmaz. “Başkentimizin başkenti” denebilecek Çankaya ilçesinde seçilen siyaset başka, aynı bölgeyi “sadece otomobile bağlı ulaşım”ın tahribatıyla yok eden büyükşehir siyaseti başka… Çünkü Ankara’yı da kenti plansız kuşatan varoşların oyları yönetiyor. Başta Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve TBMM binası olmak üzere, hemen tüm “Ankara’yı başkent yapan mekânlar”ın kentle bütünleştiği merkez ilçede yaşayanlar, büyükşehir yönetimini belirlemeye yetmiyor. Buna karşın “imar aflarına dayalı apartmanlaşma süreci”nin plansız kentleşme sakinleriyse, sayısal üstünlükleriyle Çankaya’yı bile yönetebiliyorlar. İşte böylesi bir “yerel” demokrasi, öyle görünüyor ki artık “genel” demokrasimizin de “esin” kaynağı; hatta “belirleyicisi”… TBMM Başkanı Bülent Arınç, onca anayasa profesörünü bilgisiz ilan edercesine diyebiliyor ki: “184’ü buldum mu, oturumu açarım.” Tıpkı büyükşehirlerdeki “yağma projeleri”nin, hukuka aykırı bile olsalar, varoşlardan gelen oylarla “onay”lanması gibi.. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Varoştan merkeze kazık Peki, bu neden böyle? “Demokrasi”miz neden hep “sayısal dayatmalar”a bağlı; “nitelik” ise daha da “erişilmez”e öteleniyor? Sorunun yanıtı için en gerçekçi gözlemleri kentlerde yapabiliriz; özellikle “sözde demokratik yönetimler”e sahip “büyükşehir”(!)lerde… Örneğin İstanbul’da, kentin merkezine “Dubai kazıkları”nı dikmeye “önderlik eden siyaset”in oy tabanı orada değil, kenti kuşatan kaçak yapılaşma bölgelerinde… Çünkü aynı bölgelerin “kente saygılı” sakinleri “azınlık”talar; siyasal tercihleri yağmacı yapılaşmaya “güvence veren”lerden yana olanlar ise hep “çoğunluk”ta… İşte bu oylar merkezinkini de aşınca, “talandan beslenen siyaset” tüm kente egemen oluyor. Yasadışı yerleşimlerdeki nüfus yığılmalarıyla büyükşehir yönetimlerine seçilenler, merkeze göz koyan Dubai kazıklarının da “militan”ı kesiliyorlar… Çünkü bu gibi kazıklar da “tıpkı varoşlar gibi” ancak plansız kentte dikilebiliyor. “Plan” ise geleceği akıl ve bilimle belirlemek olduğundan, “yazgının esiri beyinler”ce kolay kavranamıyor… Yeşili, suyu, toprağı “yok edenlerin oyları”yla kent uygarlığının içine eden bir yönetimin “merkezde yarattığı mağduriyet” nasıl önlenebilir? Böyle bir demokrasi, toplum ve ülke yararına olamaz. Ankara’daki durum da farklı BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Azınlıktaki çoğunluk “Varoş demokrasisi”, yani “çıkar ortağı çoğunluk”un, azınlıkta kalan “toplum bilinci” üzerinde “demokratik (!) egemenlik” kurduğu bu “kutsal matematik sistemi” yıllardır sorgulanmadı. Hemen her parti, varoşlardaki “sayısal oy zenginliği”ni ele geçireceğini sanarak, yağmanın kent kültürüne baskın çıkmasına ortak oldu; göz yumdu, hatta teşvik etti. Gecekondu yoksulluğunu kaçak yapı zenginliğine dönüştüren; emekçinin yine süründüğü; imar talancısının ise hem yatırımcı hem de “parti delegesi” ve hatta “milletvekili” bile olabildiği; bol camili; cüppeli belediyeli; sokaklarını tarikatların, çarşılarını cemaatlerin parselledikleri “muhafazakâr rant bölgeleri” yaratıldı. Aynı bölgelerin, asla hukuktan ve çağdaşlıktan yana olamayacak tercihlere beşiklik etmesi sonucunda da “türbanlı varoş” ile “başı açık merkez” siyasi kamplaşmanın tarafları oldular… İşte şimdi Cumhurbaşkanlığı seçiminde de “184 yeter” diyen varoş çoğunlukta; “Hayır, 367 gerek” diyen merkez ise ne yazık ki azınlıkta… HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 7 Ocak www.mumtazarikan.com ekinci?cumhuriyet.com.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Tropikal 1 Amerika’da yetişen ve 4 2 kg. ağırlığın 3 da yenebilen meyveler ve 4 ren bir ağaç. 5 2/ Kuş tut 6 makta kulla7 nılan, üzeri yapışkan bir 8 macunla kap 9 lanmış değ1 2 3 4 5 6 7 8 9 nek... Bartın’ın bir 1 K A P U Ç İ NO ilçesi. 3/ Saniyede 2 İ T E Ü N İ K A bir jullük iş yapan K Ü Ş ÜM bir motorun güç bi 3 M A L L İ rimi... Tekke edebi 4 M O K E Y yatı şiir türlerinden 5 E R T E L E M E K S E E R biri. 4/ Yabancı... 6 L U B R E Z İ L İ Vücudun üst bölü 7 müne giyilen bir ka 8 İ L A N D E A N dın giysisi. 5/ Güzel 9 L E L E M E N D İ çiçekli bir süs bitkisi... Çanakkale Boğazı’nda, pek çok deniz kazasının meydana geldiği bir burun. 6/ Bir yerde biriken sıvıları dışarıya akıtmakta kullanılan boru ya da oluk... İran’ın plaka imi. 7/ Tunceli, Erzincan, Bingöl gibi illerin dağlık kesimlerinde üretilen bir cins tulum peyniri... Bir hayvan. 8/ Telli balıkçıl... Alev. 9/ Hindistan’da yetişen, tadı mandalina ve kiviye benzeyen bir meyve. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Cevizin yeşil kabuğu... Birdenbire ortaya çıkan ruhsal darbe. 2/ Bilgiçlik taslayan kimse... Bazı Türk lehçelerinde “ağa” yerine kullanılan sözcük. 3/ Rütbe ya da kıdemce küçük olan asker... Havaalanlarında bulunan ve çevredeki uçuşları denetlemeye yarayan sistem. 4/ Bir soru sözü... Kuran’da bir sure. 5/ Vilayet... Bir renk. 6/ Vicdan... Eski dilde su. 7/ Dökülen tohumlarla ertesi yıl çıkan tahıl... Telefon sözü. 8/ Bir peygamber... Suudi Arabistan’ın para birimi. 9/ Hatay ilinde bir ırmak... Aksaklık, bozukluk. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear