01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 OCAK 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Bir ‘yabancı’ gözüyle Noel... A vrupa’da heyecanla beklenen ve en çok hazırlık yapılan dini bayram Noel olmalı. Sokakların ışığa boyandığı, caddelerin çam ağaçlarıyla kaplandığı, lunaparkların ve pazarların kurulduğu, yürürken müziğin kulağınızdan eksik olmadığı, kısaca kentin bir kutlama furyasına kapıldığı zamandır Noel. Yıl sonuna gelirken yaşanan bu rahatlama kişinin kendini başka bir zamanda duyumsamasından kaynaklanıyor olmalı. Birkaç gün de olsa sürekli çikolata, şekerleme, pasta ve içki düşünmenin yanı sıra kendini yakınlarına hediye almaya adayan bir insanın rahatlması...Örnek bir tüketici. Düşünemeden, tartmadan satın alan, yalnızca kafasının bir köşesinde “Tüm bunları Noel için yapıyorum” diyen sese uyan “mutlu” insan. Avrupa’da yaşayan “bir yabancı” olarak ben bu dönemi biraz hayret, biraz küskünlük, biraz da kızgınlıkla izliyorum. Avrupa’nın göbeğinde yaşayan dünya zenginleri sınıfına giren bu insanların bu dönemde çılgınca alışverişlerine bakınca iyi kurulmuş bir tüketim tuzağından Geçen Noel öncesi benim böyle başka bir şey göremiyorum. Öte civcivli bir günde alışverişe çıkmam yandan bu döneme verilen önem, gerekti. Alışverişten planlı, kentin ışıltılı güzelliği ve genel bir programlı bir biçimde kaçmaya mutluluk havası ise ister istemez çalışan bir insan olarak işin henüz merak uyandırıyor. Dindar onuncu dakikasında sıkılmıştım. olmayanları, hatta tanrısızları da Satın almak istediğim bir çeşit Noeli kutlarken görmek ise işin en oyundu ve küçük dükkânda dönecek şaşkınlık veren yönü. “Neden” diye yer kalmamıştı. Amacıma ilk soruyorum. “Tüm aileyle bir araya seferde ulaşamayacağımı anlayınca gelebildiğimiz tek dönem” “sonra şeklinde yanıtlıyorlar. İşte o an gelirim” diye burada ailesi olmayan BRÜKSEL düşünerek “yabancının” küskünlüğünü insanlara çarpa yaşıyorum. çarpa çıktım Aralık ayının 24 ve 25’inde kentin mağazadan. sokaklarında hayalet bir kediye Temiz hava iyi bile rastlayamazsınız. Oysa bu gelmişti. Yavaş tarihlere kadar sokaklardan insan ELÇİN POYRAZLAR adımlarla bu seli akar. Mağaza sahiplerinin ışık sokağında yüzünü görmelisiniz. Eline yürüdüm. Biraz ileride küçük bir kocaman bir elma şekeri kafe dikkatimi çekti. “İyi fikir” tutuşturulmuş mutlu bir çocuk gibi dedim ve daldım kafeye. Köşede gülümseyerek karşılar müşterilerini. alışverişlerini bitirmiş sohbet eden Kasaların önünde oluşan yarım iki genç kadından başka kimse saaatlik kuyrukları, elinizden bir yoktu. Bir masa seçtim, yerleştim. O malı çekmeye çalışan kartal ana kadar fark etmediğim genç bir teyzeleri, mağazaya girebilmek ve kadın duruyordu kafenin ortasında. çıkabilmek için yapılan itişme Garson kız ona doğru seğirtti. Kadın kakışmayı saymıyorum. Eğer böyle İngilizce konuşuyordu. “Bir bir günde satın almanız gereken bir yabancı” daha dedim içimden. şey varsa vay halinize. Kadından istediği yanıtı alamamış olmalı garson kız, bana dönerek “Beraber misiniz” diye sordu. Ben olmadığımızı söyledim. Genç kadın iki masa arasında uzunca bir süre tereddüt ettikten sonra iki masanın ortasında bir yere ilişti. Garson bana servisi çoktan yapmış bu garip davranışlı kadının yerleşmesini bekliyordu. Kadın o kadar yavaş o kadar düşünerek hareket ediyordu ki, insan gözünü alamıyordu ondan. Sonunda garson kız kadına doğru ilerledi. Kafe sessiz olduğu için söylenenleri duyabiliyordum. “Dekafeine” sözü çalındı kulağıma. Ancak garson kız hemen dönüp gitmedi. Kadın ona sessizce bir sır veriyormuş gibi fısıldıyordu. Birkaç dakika sonra garson kahveyi getirmek için uzaklaştı. Kadın bende büyük bir merak uyandırmasına karşın sürekli bakmaktan kendimi alıkoymaya çalışıyordum. Bir de masama gelip benimle konuşmaya başlarsa “Ne derim” diye tartıyordum kafamda. Sonunda kadının kafeinsiz kahvesi geldi. Kadın büyük bir dikkatle baktı fincana. Yavaşça kaşığa uzandı, eline aldı ve garson kıza dönerek “Bu bir kaşık” dedi büyük bir buluş yapmışçasına. Garson kızın arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremedim ama ben gözümü kırpmadan bu sahneyi izliyordum. Garson, kadından kahvenin parasını ödemesini istedi. Artık ona güvenmiyordu. Tek bir cümleyle kadın ondaki sıradan bir müşteri izlenimini yıkmıştı. Kadın bir avuç demir para attı masaya. Garson bazılarını aldı ve döndü gitti. Kadın elinde tuttuğu kaşığa şefkatle ve gülümseyerek bakıyordu. Ben elimde olmadan garson kıza baktım, o da bana doğru yaklaştı. “Sanırım ilaç almış” dedi bana. Ben başımla onayladım. Kadın bize bakmıyordu bile. Birkaç dakika sonra ağır hareketlerle masadan kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Uzunca bir süre çıkıp çıkmama arasında tereddüt etti ve sonunda kafeyi terk etti. Ben kadının sokakta dalgalanan bu ışık denizinde nasıl kolaylıkla kaybolabileceğini düşündüm. Kim bilir belki o da bulduğu kaşığa tutunur... Almanlar yeni yılda karamsar K oca bir yıl da geçip gitti işte. Beklentilerle, hüzünlerle ve bazen sevinçli, bazen de dertlerle geçip gitmiş yılın son gününde insanlar ister istemez uçup giden senenin muhasebesini yaparlar. Ve bütün dünyada istatistikçiler boş durmadıklarını bugünlerde gösterirler. Bu çetele tutma işi bu yıl da sektirilmedi! 60 ülkede yapılan bir kamuoyu yoklaması, Alman halkının yüzde 37’sinin 2007 yılından hiç de umutlu olmadığını ortaya koydu. Evet, şimdi sıkı durun... Dünya karamsar halklar listesinde Almanlar 9. sırada haberiniz olsun. En baştakileri sorarsanız onları da sıralayalım: Iraklılar, Yunanlar ve İtalyanlar. Ancak Almanlar huzursuz ve mutsuz. Çünkü yeni yılla birlikte başlayan zamlar Almanları kızdırdı. Acı reçete çoktan hazır. Sinirler gergin. KDV oranlarının yükseltilmesi, sigorta vergisi, akaryakıt ve toplu taşıma ücretlerine bindirilen zamlar zaten yüzü gülmeyen orta direği daha da düşündürüyor. Evet, Noel tatilinin yarattığı kasvet ve sessizliğin ardından Münih çılgın bir yılbaşı gecesi yaşadı. Almanlar, buz gibi hava yüzünden yılın son saatlerini evlerinin bir köşesinde günlerdir ışıldayan Noel ağaçlarının pırıltısında demlenerek geçirip 24.00’ten sonra da sokaklara fırladılar. Bu formatlanmış bir sarhoşluk gösterisinden başka bir şey değil aslında. Küçücük sırt çantalarına yerleştirilen havai fişek demetleriyle bir şişe köpüklü şarap ve iki kadeh ile Odeon Meydanı’nın ayazında sarmaş dolaş olmak bir yılbaşı klasiğidir. Özellikle Münih’in seçkinler semti Gisela Strasse’deki her zaman ışık içindeki Birsel Lemke’nin evinde sanatçı, gazeteci ve gazetemizi seven tanıdık yüzlerle o antika masanın çevresinde şarap MÜNİH kadehlerini tokuşturmak ise başka türlü bir yılbaşı sevinciydi. Cep EROL ÖZKAN telefonlarının cızırdayıp maytapların patlamaya başladığı dakikalarda ise sokağa çıkılır. Oradan da iki adım ötedeki Odeon’a. Keyiften dört köşe insanların Odeon Meydanı’nda buluşması da Münih için bir başka alışkanlıktır oldum olası. İşte 848 yıllık bu kentin anlı şanlı Odeon Meydanı’nda havai fişek gösterisi izlemek de anlatılmaz güzellikte bir olay. Bütün dertleri, yeni zamları unutmuş görünüp yılbaşını çılgınca kutlama sevdalısı yüzlerce insanın gökyüzündeki ışık patlayışlarını ve ışık huzmelerini kadeh tokuşturarak izlemeleri ise aslında 166 yıllık bir gelenekten başka bir şey değil. Evet, yeni yıla maytap ve patlangaçlarla girme geleneği ta 1840 yılında Londra’da şekercilik yapan uyanık bir İngilizin, Tom Smith amcanın buluşu imiş meğer. Yılbaşı alışkanlıklarının başında gelen bu çocukça keyiflere Almanlar avuç dolusu para vermekten kaçınmıyorlar. İşte 72 milletten insanın buluşup kaynaştığı ve ayaküstü flörtlerin yaşandığı bu yılbaşı sarhoşluklarında bizimkiler çifte bayram kutladılar. Sabah kimileri kurban kesip akşama çaktırmadan rakı sofrası kurdu ve “Türk Geceleri”nde göbek attılar. Öyle ya da böyle insanlar yılbaşı gecelerinde mutlu olmak istiyorlar, önceden programlanmış monoton yılbaşı kutlamalarının aksine değişik mekânları arka arkaya dolaşmak başka bir merak. Öyle ya, bir gece içinde 35 Türk lokantasını teftiş edip bir Rum tavernasında 2 tek uzo atmak ve sabaha kadar kentin seçkin barlarını kolaçan edip ünlü bir İtalyan sinemacının yarattığı Ustaların Evi adlı garip dekorlu barda yılbaşı kokteylleri ile soluklanmak bu geceye özgü mutlulukların en güzelidir. Evet, Almanlar karamsarlık içinde yeni bir yıla girdiler. Gazeteler ise sözüm ona 2007’nin iyi geçeceğini anlatan yıldız fallarıyla dolu. Alman hatunların en büyük meraklarından biri de yıldız falları bugünlerde. 2007 inşallan herkese mutluluk getirir... Genç bir kadın; evli, güzel ve entelektüel nun uğruna her şeyini feda etmeye hazır; kariyerini, dostlarını, anne babasını, hatta evliliğini. Kendinden çok daha yaşlı bir erkekle inanılmaz, coşku dolu bir maceraya atılıyor. Tutkulu, şehvetli ve yaralayıcı bir macera... Genç kadın oltanın ucunda bir balık, tüm yaşamını kadınlarla geçirmiş adam ise boğazına kadar tok, üstelik annesinin de eski âşığı... Oturuyor kocaman bir koltukta. Rahatsız bir hali var. Tedirgin gibi. Bakışları yerde. Arada sırada başını kaldırıp, salonda oturanlara bakıyor. Gözlerinde çekingenlik. Bakışlarında melankoli. Saçları omuzlarına dökülüyor. Uzun boylu, ince yapılı güzel bir kadın. Anlatıyor kısaca yaşamından, romanlarından uzun uzun söz ediyor. Kimi zaman gülümserken gözlerinde yaramaz bir kızın cilvesi. Sonra en son kitabından bölümler okuyor. İbranice. Canlanıyor. İri gözlerine ateş geliyor. Yanındaki koltukta oturan, kitabının Almancasını okumaya başlayan genç kadına bakıyor. “Aşk Hayatım” ve “Kadın ve Kocası” romanlarının yaratıcısı Zeruya Şalev İsrail’in genç nesil yazarlarından. Son yıllarda ülkesinin en çok satan yazarı. Şu güne kadar yazmış olduğu her üç roman da sadece İsrail’de değil, çevrildiği bütün ülkelerde bestseller oldu. Türkiye’de de sayısız baskı yaptı Şalev kitapları. Birbirinin devamı gibi okunan bu romanlarının konusu hep İsrail’de geçiyor. Toplum yaşamının daha çok tutucu olduğu ülkesinde aşk ve aile, erkek ve kadın ilişkilerini çok modern bir görüş açısıyla ele alıyor. Her üç romanında da akıcı ve çekici bir anlatımla okuru kendisine bağlamasını biliyor. Okuma akşamından önce kaldığı otelin lobisinde sohbet ederken, “Üçlü dizi S T U T T G A R T artık sona erdi” diyor. “Şu sıralar yazmakta olduğum yeni romanımla yeni denizlere açılıyorum. Konular değişiyor, AHMET ARPAD stilim, anlatımım ise kalacak, onları değiştiremem.” Konusu nedir bu yeni romanın? Hafif gülümsüyor. “Korkmayın, bilimkurgu değil. Toplumsal da değil, savaştan da söz etmiyorum. Yaşadığım ülkede ölüm yaşamdan hep daha güçlü oldu. Biz yeni nesil edebiyatçılar artık savaşlardan bıktık. İnsanlar arası ilişkiler daha önemli bizler için.” Sonra birden susuyor. Bakışlarına yine hüzün geliyor. Kadın ve Kocası’ndan söz açıyorum. Bu romanı ülkesinin edebiyatında birkaç yıl içinde klasikler listesine girmiş. Yine gülümsüyor, gözlerinde şikâyet var. “Biliyor musunuz” diyor, “on binlerce korsan baskısını yaptılar...” Okurları daha çok kadınlar. Onların iş, aile ve toplum sorunları Şalev’in romanları! Kitabının Türkçesini imzalatıyorum. Sonra birlikte okuma yapacağı ve otelin hemen yanı başındaki Stuttgart Edebiyat Evi’ne geçiyoruz. Salon ağzına kadar dolu. Rahat üç yüz izleyici var. Çok azı erkek... Zeruya Şalev romanlarında başından geçenleri anlatıyor çoğunlukla, yaşanmış gerçekleri. Doğrudan ve romantik. Düşler dünyasının kadını. Duygu dolu cümleler arasına espri dolu komik cümleler yerleştirmesini çok iyi başarıyor. Okuru gülümsetiyor. İster aile içi sorunlardan, ister kötü antisemitist birinden söz etsin, yerine göre alaycı anlatımını başarıyla kullanıyor. Tam bir Yahudi mizahı yapıyor. Zeruya Şalev’de hüzünlenirken gülümsüyorsunuz. Romanlarının kahramanı kadınlar gibi karmakarışık duygulara kapılıyorsunuz. www.ahmetarpad.de O Brezilya’da toprak kayması Brezilya’nın güneydoğusunda şiddetli yağışların yol açtığı toprak kaymalarında geçen hafta 24 kişi öldü. Ölümlerin en çok, eğimli bölgelere kaçak inşa edilen yapıların bulunduğu Rio de Janeiro eyaletinde olduğu belirtildi. 8 bin 300’den fazla kişinin de evsiz kaldığı felakette, arama çalışmaları boyunca ölü sayısının artabileceği belirtildi. Toprak altından ceset çıkarma çalışmaları ise hâlâ sürüyor. (Fotoğraf: AP) Amerika adamı hasta eder... “Hastalık hastalığınız” yoksa, hastalık icat etmek için Amerika’ya gelin... ABD’de, kısa sürede hasta olmanız işten bile değildir! Klimalar “kurander” yapıp üşüteceğinizden olmaz bu... Amerikan gazetelerini okuyup TV’lerini izlemekle, hatta ciddi sayılan NPR gibi radyolara kulak kabartmakla hastalık sahibi olacaksınız. Siz hastalığı kendinizde bulamasanız bile, Amerikan sağlık kaptializmi ne yapar eder, sizde bir tane, hatta birden çok hastalığı bulur çıkarır; onların işi bu... Sonra, dert verip derman aratmasın, diye Tanrı’ya duacı olmaktan başka çareniz kalmaz. Zira, Amerika hasta insanların ülkesidir. Siz de bu furyaya, Amerika’ya gelmekle, kısa sürede katılırsınız. Yeni yılın bu ilk yazısında, sağlıkhastalık gibi kulağa rahatsızlık veren lakırdılardan uzak durmak doğru olacağından, işi sayılara fazlasıyla dökmekten kaçınıp, yine de bildirmem gerekir ki, 300 milyonluk Amerika’nın yüzde 67’si sürekli, bir şikâyetten dolayı hap kullanıyor. Ara sıra ilaca başvuranların bu sayıya eklenmesiyle, istatistik bir anda yükseliyor, hastalık terazisinin ibresi yüzde 83’lerde duruyor. Bu verilere, kolayca, ABD Tıp Birliği (AMA) sayfalarından ulaşılabiliyor. Kısa bir göz atmakla anlaşılıyor ki, 2005 verilerine göre, sağlık giderlerinin kişi başına ortalaması 5 bin doların biraz üzerindedir. Doktorlar yılda 200 haberden en az ikisi, bazen daha milyon civarında hastanın ahını fazlası sağlık üzerine olunca, ofunu dinliyor... Acil servislere dikkatiniz önce bunlarda yelyepelek koşturanların sayısı 130 yoğunlaşıyor: Kanser, ülser, kalp milyon! Amerikan doktorları her krizi, beyin kanaması vs... zaman, steteskopları doğru tutup, Haberlerin destekleyicisisponsor düzgün ateş alıp yerinde tansiyon firmalar birkaç kez arada ölçmüyorlar: Yanlış teşhis, tekrarlanıyor. Radyodan sıkıldınız, tedavinin sayısı yüzde 20’lere TV’ye geçtiniz. Gece yarısıysa yaklaşıyor ve Amerikan reklam kuşağında uykusu ekonomisine maliyeti yılda 1 kaçanlara uyku hapı, beylere milyar doları geçiyor. Meraklısına, Viagra, hanımlara doğum buna benzer bolca sayı verilebilir. Mesleğim bu olmadığından, sayılar kontrolünde bir devrim olarak sunulan bandaj reklamı sizi üzerinde yanlış değerlendirme bekliyor. Bunlar bir şey değil; daha yapmaktan kaçınarak, o sayfaları sabahı var bunun... Günün her kapatıyorum. Ancak, son anda gözüme takılan bir veriyi de buraya saatinde insanın durumuna uygun bir ilaç reklamı, iki iliştiriyorum: Amerikan I N D I A N A P O L I S dakikalık aralarla bilinçaltınıza doktorlarından 18 körükleniyor: Mide bini, aynı zamanda, ekşimeniz mi var, uçak pilotu brövesine şunu alın; başınız de sahipmiş! Neden ağrıdı, bunu deneyin; acaba, diye düşünüp kalp krizi geçirmemek taşınıyor, bir ilinti MAHMUT ŞENOL için şuna müracaat; kuramıyorum... felç olmak Sağlıksız bir istemeyenler, bu tarafa... Hayat kapitalist topluma adım atmakla, boyu düşünseniz aklınıza kendinizi bir anda bu çarkın içinde gelmeyecek hastalıkları da buluyorsunuz. Edip Cansever’in anımsatıyorlar; ben, burada dizesiyle, durum kısaca şöyle: gördüm: Ayak tırnaklarının altında “İnsan yaşadığı yere benzer / O oluşan bir tür hastalık varmış, ona yerin suyuna, o yerin toprağına çizgi filmli bir ilaç reklamı benzer!” İşte, siz de eğer yolu hazırlanmış. Amerika’ya düşmüşlerdenseniz, Tırnak içinde şeytan kılıklı kısa sürede Moliére’in “Hastalık mikroplar dolaşırken, süpermen Hastası”ndaki Mösyö Argan’ı giysisinde bir ilaç geliyor, durumu sahnede Tatarağası gibi yaya bırakırsınız. Ben, ayıptır söylemesi, hallediyor... Gazeteleri ise sormayın, onlar başka bir âlem! bıraktım! Belirtileri nasıl mı? İşte Çarşaf çarşaf ilanlar, ölümcül bunlar! TRT benzeri kaliteli yayın haberler hep orda. Sözleşmiş gibi yapan NPR Radyosu’nun 1 saatlik hepsinin aynı gün, perşembeleri haber akışında, yaklaşık 15 kadar sağlık eki çıkarması, cabası... Bu sağlık paranoyası yağmurunda şemsiyesiz kalınca, son bir yıldır, ben de kimi şikâyetlerle doktor kapısı aşındırır olmuştum; ne yalan söylemeli... Bir şey bulsalar, adeta mutlu olacağım. Aksine turp gibi sağlam çıkıyorum testlerinden, ama gelin görün ki ilaç sanayiisağlık kapitalizmi yakamı rahat bırakmıyor. Siz aklınızdan silmeye kalkışsanız da, o kapıdan kovulup bacadan girenlerden oluyor. Bir süre evvel kimi hayali belirtilerle, acil servise, sabahın köründe yatıya gider gibi hazırlanıp pijamalarımı bile unutmadan gittiğimde, sağlık adına her şeyin tam teşekküllü yapıldığı 3 saatlik bir seanstan sonra, acilin doktoru, “Sizde bir şey yok, haydi evinize!” dedi. İnanmak istemiyordum ona, bende illa bir şey olmalıydı. Sevineceğim yerde, adeta üzüldüm! Teşhis ise panik atak olarak belirlendi; ani adrenalin yükselmesi... Ivır zıvır! Bana kalırsa, Amerika adamı hasta eder de, ben ondan mikrobu kaptım... Sağlığı ülkemde özelleştirmeye çalışanların yaratmak istedikleri toplum bundan farklı olmayacaktır. Örneği burda! Merak eden, gelsin görsün... Öyle, doktorları da, aman aman bir şey sanılmasın. Atatürk’ün vecizesiyle, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” diyeceğiniz gelir... Biz yine de, bir yiyelim, oturup halimize bin şükredelim... [email protected] CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear