24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 OCAK 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr 1971’den 2003’e kadar 3 bin 200 marka ve patent alınan Gaziantep’te 2006 sonunda alınan patent sayısı 9 bini aştı 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Antep’in yolları markadan geçti ? Yüzde 48’i Avrupa Birliği ülkelerine olmak üzere geçen yıl 2.5 milyar dolalık ihracat yaptıklarını söyleyen Koçer, bu yılki dışsatım hedefinin 3 milyar dolar olduğunu dile getirdi. OLCAY BÜYÜKTAŞ Konuşsaydım TBMM’de, Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine “gündem dışı” söz istedim; verilmedi. Olanak bulsaydım şunları söyleyecektim: Toplumun, ülkeyi yöneten siyasetçilerden, yıllardır, yediği ekmek kadar, içtiği su kadar yaşamsal, bir büyük beklentisi var. O beklenti şudur: Hiçbir düşünce cinanayeti “faili meçhul” kalmasın; gerçek katiller yakalansın! Oysa dördü bu hükümet döneminde olmak üzere, yüzlerce cinayetin “faili meçhul”dür. Ülke, faili meçhul cinayetler ülkesine dönüşüyor; demokrasi işlemiyor; sorunlara çözüm üretilemiyor. Oysa demokrasi bizim “varlık nedenimizdir”. Bu yaşamsal sorunu çözmek bizim ilk işimiz olmalıdır. Bu noktada Meclis’e çok büyük bir görev düşüyor. Hiç zaman yitirmeden, faili meçhul cinayetlerin “tam olarak” aydınlanmasını sağlayacak bir çalışma yapılmalıdır. Hükümet, bu amaçla, bir “özel savcı” ya da savcılar görevlendirmeli, onları tam yetkili kılmalı ve devletin elindeki tüm belge ve bilgilerin, dosyaların bu savcılar tarafından incelenmesi; tanıkların, korunacakları güvencesiyle, dinlenmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla, anayasanın, 12 Eylül askeri darbesi döneminin işlemlerini kovuşturma dışı tutan ünlü geçici 15. maddesi kaldırılmalıdır. Atılması gereken ikinci önemli adım, düşünce özgürlüğünü güvence altına alacak ve koruyacak yasal düzenlemeleri yapmaktır. Bu kapsamda, TCK 301’i de içine alan, özgürlükleri genişleten yasal düzenleme süreci işletilmeli ve sonuçlandırılmalıdır. Kişileri, düşünceleri nedeniyle “hedef gösterme”, yine gerekli yasal düzenlemeler yapılarak, engellenmelidir. Eleştiri sınırlarını aşan hedef gösterme, suç sayılmalıdır. Basınyayın, baro gibi meslek örgütleri de üyelerinin hedef göstermesini engelleyecek denetim süreçlerini işletmelidir. Kamu görevlilerinin “sanıkları koruma ve kollaması” engellenmelidir. Siyasetçi, vali ve savcı gibi kamu görevlilerinin, olaydan hemen sonra, daha soruşturma başlar başlamaz, “olayın örgüt bağlantısı yoktur” diye açıklama yapmaları yasaklanmalı; bu davranışları gösterenler görevlerinden uzaklaştırılmalıdır. Biçimi ne olursa olsun, cinayet, cinayettir. Ve cinayeti işleyenin özellikleri, sonut kanıtlar ve bilimsel yöntemlerle saptanır, siyasetçinin ağzıyla değil. Yargının, bağımsızlığı; etkin ve hızlı çalışması; özellikle de aynı suça aynı cezanın verilmesinde “eşitlik” sağlanması, büyük önem taşımaktadır. Siyasetçilerin, basınyayının, üniversitelerin ve diğer kamuoyu oluşturan kurumların, çocuklarımızı ve gençlerimizi “düşüncesizleştiren” ortamlara karşı çıkması, uğraş vermesi gerekir. Bağnazlığı ve hoşgörüsüzlüğü; ırkçı ve dinci kini besleyen görüşlerin etkisini azaltacak etkin bir söylem ve eylem geliştirilmeli; bu amaçla ülke çapında bir kampanya açılmalıdır. Farklı düşünce, etnik köken, din, mezhep sahiplerini düşman sayan anlayışların; öğretilerin; tutumların, eğitim, din ve kültür ortamlarından tamamıyla çıkarılması amacıyla, kapsamlı bir çalışma yapılmalıdır. Gençlerin geleceğe umutla bakması; eğitim olanaklarının tam olarak sağlanmasına ve işsizliğe çözüm bulunmasına bağlıdır. Siyasetçinin bu noktada da büyük sorumluğu vardır. Düşünce cinayetlerini, yalnızca “cenaze törenleri” ve anma günlerinde anımsamak yerine, ülke gündeminin “ilk” maddesi yapmak; araştırılmasını ve tartışılmasını sağlamak ve çözüm üretmek Meclis’in öncelikli sorumluluğudur. Geceligündüzlü çalışarak bu büyük sorumluluğumuzu yerine getirmekle yükümlüyüz. Eğer faili meçhullerin aydınlanmasını, hemen ve şimdi sağlamazsak, bu ülkede ne demokrasi işlerlik kazanır ne de diğer sorunlara çözüm bulunabilir. Sorumluluğumuz bu kadar ağırdır. ??? Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün değerli siyasetçi ve düşün insanı İsmail Cem’i yitirdik. Başta eşi Elçin ve çocukları İpek ve Kerim olmak üzere tüm yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. yakupkepenek06@hotmail.com erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com Nejat Koçer, ‘Yenilenin yenilmeyin’ sloganıyla başlattıkları marka şehir projesinin 2005’te Dünya Odalar Kongresi’nde ödül aldığını da sözlerine ekledi. Üretilen sanayi ürünlerinin markalaşması için çıktıkları yolda, bir kent olarak Gaziantep’in çoktan markalaştığını fark eden sanayiciler, “Fark yaratın, farkı kâra dönüştürün, yenilmemek için yenilenin” sözleriyle özetlenen projeyle çok değil, birkaç yıl içinde ulusal düzeyde markalara, birkaç katına ulaşan ihracat rakamlarına ulaştılar. Markalaşma süreci ve ‘innovasyon vadisi’ ile ilgili Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, kolektif bir markalaşma bilinci yaratmak üzere yapılan çalışmaları ve gelinen noktayı, “Alınan marka ve patent sayısı durumu ortaya koyuyor” sözleriyle özetledi. Koçer, 2003 yılı başında, sanayide belli bir yere geldikle rini ve artık üretimde katma değer yaratan, farklı ürünlere yönelmenin gerektiği noktasından hareket ettiklerini söyledi. “Yol boyunca gördük ki Gaziantep zaten pek çok açıdan kendisini ön plana çıkarmış, tanınan, bilinen bir il pozisyonunda. Bir kere Milli Mücadele’den gelen bir yön var, gazilik unvanı var... İkincisi bir damak kültürü, kazan yemeği, kebap kültürü, tatlısı ve sanayisiyle öne çıkmış bir kent” diyen Koçer, yola çıkılmadığı sürece bir şey yapılamayacağının altını çizerek, “Kentte kolektif bir markalaşma bilinci yoksa hiçbir şey olmaz. Biz de sanayi odası olarak kolektif bir bilinç yaratmak üzere yola çıktık” dedi. Yapılan çalışmaların sonuçlarından büyük mutluluk duyduklarını anlatan Koçer, Ga ziantep’te ilk marka tescilinin 1971 yılında alındığını hatırlaratak o günden 2003’e kadar 3 bin 200 marka ve patent alındığını, projenin başladığı 2003’ten 2006 sonuna kadar tescil edilen marka ve patent sayısının 9 bini aştığını dile getirdi. Sanayi vizyonunu yönetmek için yola koyulduklarını belirten Koçer şöyle konuştu: “Yattık kalktık, farklılaşın, markalaşın dedik. Bugün ulusal düzeyde tanınan, ulusal basında reklama yönelin onlarca markamız var. Şölen çiloklata, Erpen, Merinos, Padişah Halı, Kaşmir Halı, Royal Halı, Enderpen, Günerpen, Tekno plas ve tabii ki Sanko ilk akla gelenler.” Bir yıl önce de 6 Ocak’ta “İnnovasyon Vadisi Gaziantep Projesi”ni başlattıklarını anlatan Nejat Koçer, burada da amacın önelikli olarak fark yatarmanın yanı sıra ArGe’yi ön plana çıkarmak, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde yenilikçi ürünlerin geliştirilmesine katkı sağlamak olduğunu söyledi. Kurtlara inat, innovasyon Bir zamanlar Kurtlar Vadisi’nin çok revaçta olduğunu, bunun topluma kötü örnek oluşturduğuna inandıkları için ona inat projenin adında vadi sözcüğünün yer aldığını anlatan Koçer, projelerin uygulamaya konulmasının ardından ihraçatta yedinci kent olarak yedinci sıraya yükseldiklerini, geçen yıl 2.5 milyar dolarlık ihracat yaptıklarını ve bu yıl dışsatım hedefinin 3 milyar dolar olduğunu belirtti. Yapılan ihracatın yüzde 48’ini Avrupa Birliği ülkelerine yapılan dışsatım oluşturuyor. 250 milyon dolarlık marka değerine sahip Sarar, ev tekstiline de el attı Sarar evleri de giydirecek ? Kökleri 1940’lara kadar giden, 5 kıtada 22 ülkede 50’nin üzerinde, Türkiye’de ise 90 civarında mağazası bulunan Sarar, ev tekstiline de girdi. ‘Turizm, kadının bakış açısıyla büyür’ GÖKÇE IŞIK ŞEHRİBAN KIRAÇ / CAN HACIOĞLU ANTALYA Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Ahmet Barut, kadın yaratıcılığı ve bakış açısının turizm sektörüne önemli ivme kazandırdığını belirterek, “Turizm sektörü, kadının bir vitrin imajı olmanın çok daha ötesinde işler başardığını tüm Türkiye’ye anlatacaktır’’ dedi. Antalya İş Kadınları Derneği (ANTİKAD) ile AvrupaTürkiye Turizm İş Konseyi’nce düzenlenen 1. Uluslararası Platformda Kadın Bakış Açısıyla Turizm Forumu, Antalya Kundu’da yapıldı. Toplantıda konuşan Barut, kadınların üretkenliği, yaratıcılığı ve şekillendiriciliğinin turizm sektörünün tanıtımında etkin rol oynadığını belirterek “Bu yıl biraz geç kalınmış ol masına rağmen tanıtım yılıdır. 120 milyon dolarlık bütçemizin kuruşuna kadar verimli değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu önemli fırsatı değerlendirirken kadınların bakış açılarından en üst düzeyde yararlanmamız gerekmektedir’’ dedi. ANTİKAD Başkanı Sevinç Eyilik de Türkiye’nin, potansiyeliyle dünya çapında turizm markası olmaya aday olduğunu belirterek, sektörde daha fazla kadın varlığı ve bakış açısının ortaya konulması gerektiğini söyledi. Kadınların sektördeki çalışma alanlarının oldukça geniş olduğuna değinen Eyilik, “Turizmde kadın yönetici ve çalışan sayısı istenilenin altındadır. Sektörde çalışan kadın sayısının AB ile eşit oranlara getirilmesini istiyoruz’’ diye konuştu. ESKİŞEHİR Türkiye’de erkek giyimin önde gelen markalarından Sarar, şimdi de ev tekstilinde adında söz ettirmeyi amaçlıyor. Kökleri 1940’lara kadar giden, 5 kıtada 22 ülkede 50’nin üzerinde, Türkiye’de ise 90 civarında mağazası bulunan Sarar, ev tekstilinde de adından söz ettirmeye başlıyor. Sarar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Cemalettin Sarar, Eskişehir’de düzenlenen basın toplantısında Sarev markasını tanıttı. Sarar, Sarev ile insanların evlerini güzelleştirmeye başladıklarını kaydederek “Daha çok çalışıp ürünlerimizde yer alan Made in Turkey etiketiyle Türkiye’nin adını dünyaya duyuracağız. Eskişehir’de kurulu fabrikalarımdaki çalışanlarımın diktiği elbiseler dünyanın birçok ülkesine ihraç ediliyor. Artık, Sarar çalışanlarımızın diktiği nevresimleri de dünyaya ihraç edeceğiz” dedi. Eskişehir’deki Sümerbank Basma Fabrikası’nı 1996’da 10 milyon dolara satın aldıklarını belirten Sarar, 30 milyon dolarlık ilave yatırımla tesisi ev tekstili üretimi konusunda yeterli hale getirdiklerini söyledi. Sümerbank zamanında 250 kişinin çalıştığı fabrikada şu anda 1500 kişinin istihdam edildiğini ifade eden Sarar, Sarev’in 2008 ihracat hedefinin 15 milyon dolar olduğunu açıkladı. Sarev koleksiyonunda nevresim, yatak örtüsü, battaniye gibi pek çok ürünün yer aldığını anlatan Sarar, Sarev’e bir perakendeci kimliği de kazandırmak amacıyla mağazalar açacaklarını ve önümüzdeki dö arar’ın S Eskişehir’deki fabrikasında günde 5 bin gömlek, 5 bin pantolon, 5 bin ceket, yılda 100 bin palto, 1 milyon adet nevresim takımı ve ayda 750 bin metrekare kumaş üretimi yapılıyor. asın mensupları ile fabrikayı gezen B Cemalettin Sarar, CCS, Sarar Mağazacılık ve Sarev ile grubun 2007 cirosunun 200 milyon doları bulacağını kaydederek bunun yüzde 30’unun ihracattan sağlanacağına dikkat çekti. Sarar, cirodaki ihracat payını yüzde 70’e çıkarmayı amaçladıklarını da söyledi. nemde Sarar Home markasını da hayata geçireceklerini aktardı. Sarar, önümüzdeki dönemde İnegöl’de mobilya yatırımına başlayacaklarını da açıkladı. Sarar, özelleştirme kapsamında aldıkları Eskişehir’deki eski otogar bölgesine birer alışverişle termal merkezi yapacaklarını dile getirerek İstanbul Beylikdü zü’nde TÜYAP’ın karşısında bulunan 9 bin metrekarelik bir arazide 5 yıldızlı otel yatırımı planladıklarını söyledi. Markaları için çok sayıda talip olduğunu, pek çok ortaklık ve satınalma teklifiyle karşılaştıklarını belirten Sarar, “Teklifleri olumlu karşılarım. Ama markamı hayatta satmam” dedi. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA İran’a yönelik bir ABD/İsrail saldırısı bekleyenlerin sayısı artıyor. Gerçekten de geçen hafta yaşanan gelişmeler bu inancı destekliyordu. Ama, ABD Beyaz Saray sözcüsü Tony Snow’a göre, “bu söylentiler bir kent efsanesi”. Başkan Bush da “İran’a yönelik bir saldırı hazırlığı içinde” değiliz, diyor (New York Times 28/01). Diğer taraftan, BM Güvenlik Konseyi’nin, İran’a uranyum zenginleştirme programını durdurması için tanıdığı 60 günlük süre 21 Şubat’ta sona eriyor. Ondan sonrası daha da belirsiz! deon Rachman, blog, Financial Times, 22/01) Bu sırada İran da boş durmuyordu. Bir taraftan savaş oyunlarında kısa menzilli füzelerini dünya âleme sergiliyor, uzaya casus uydu atmaya hazır olduğunu (Haaretz 26/01), diğer taraftan, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetçilerini ülkeden çıkararak, 3000 yeni santrifüjü devreye sokarak uranyum zenginleştirme işlemlerini hızlandıracağını açıklıyor (AP, 27/01), sonra yalanlıyor (Jarusalem Post 28/01) böylece, adeta bir taraftan ABD ve İsrail’e meydan okuyor, diğer taraftan suları bulandırıyordu. Nihayet, ABD’nin bölgede inşa etmeye başladığı SünniŞii saflaşması, Irak’tan sonra, Lübnan’da çatışmalara yol açarak İran’a yönelik bir saldırı sonrasında, Hizbullah’ı, tepki veremeyecek biçimde meşgul edecek bir iç savaşı gündeme getirdi. Bir Savaş Olasılığının Alacakaranlığında… Tehlikeli gelişmeler Hafta başında Başkan Bush’un, yıllık Birliğin Durumu konuşması vardı. Bush konuşmasında İran’a beş kez değindi, bunlardan yalnızca bir tanesi nükleer sorunla ilgiliydi. Irak’ta isyancıların İran tarafından desteklendiği iddiası, Bush yönetiminin söyleminde İran’ın, El Kaide’nin yerini almaya başlaması, İran’a, nükleer kriz bağlamını çok aşan, bir proje kapsamında yaklaşıldığını, bir kez daha gösteriyordu. Geçen hafta, Bush, Irak’taki ABD güçlerine, İranlı ajanları öldürme yetkisi verdi. Bu, Bush’un Kongre’den Iran için ek yetki istemek yerine, kendisine Irak’a ilişkin verilen savaş yetkisini, İran’la bir çatışmayı Irak’ta başlatma yolunda kullanacağını düşündürüyordu Hafta başında, İsrail’de yılın en önemli güvenlik tartışmalarının yapıldığı Herzilya Konferansı toplanmıştı (www.herzliyaconference.org) . Toplantı bir taraftan İsrail güvenlik çevrelerinin giderek telaşlanmakta olduğunu göstermenin yanı sıra, ABD’den gelen katılımcılarla da dikkati çekiyordu. Demokrat Parti’den, “savaş karşıtı” John Edwards da dahil, hemen tüm müstakbel devlet başkanı adayları, Burns, England gibi en üst düzey dış politika görevlileri, neoconların Perle, Woolsey, Gingrich gibi, dış politika ideologları Herzilya’daydılar; İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına asla izin verilemeyeceğini hep birlikte ve defalarca vurguladılar (Gi Patlayıcı karışımın bileşenleri İran’a yönelik bir saldırı için gerekli karışımın, kinetik yanına ilişkin altyapı neredeyse tümüyle yerli yerine oturdu. Körfezdeki uçak gemisi sayısı yakında üçe çıkacak. Ajanslar olası bir saldırıda kullanılabilecek ABD uçaklarının, komşu ülkelerdeki yakın üslerde yerlerini aldığını aktarıyorlar. ABD bu savaşta destek almayı planladığı Arap ülkelerine (petrol kuyularına) füze savunma sistemleri yerleştireceğini açıkladı, hatta belki de yerleştirmeye başladı. Bu sırada sürmekte olan tartışmalar, Bush yönetiminin, kendi dış politika doktrini içinde, İran’a, hem de çok büyük çaplı saldırmaktan başka bir seçeneğinin kalmadığını gösteriyor. Bu tartışmaların üç boyutu var. Birincisi, Council on Foreign Relations direktörü Haas’ın geçen yıl dile getirdiği, geçen hafta da Financial Times’dan Philip Stephens’in de vurguladığı Ortadoğu’da ABD etkisi giderek zayıflıyor, Arap ülkeleri de bunu biliyor, ABD’yi eskisi kadar ciddiye almıyorlar, buna karşılık, Irak savaşı stratejik açıdan İran’ı güçlendirdi, bölge sel hegemonyacı düzeyine yükseltti” savı. Bu sav o kadar yaygınlaştı ki, aktarıldığına göre, Nicholas Burns, Herzilya Konferansı’ndaki konuşmasının büyük bir bölümünü, ABD’nin küresel askeri gücünü ve Ortadoğu’dan çıkmayacağını vurgulamaya ayırmış. Dinleyicilerin bunu bir zaaf gösterisi olarak algıladığı da aktarılıyordu (Stephens, FT, 25/01). Bu madalyonun öbür yüzünde, İran’ın bu savların doğruluğuna güvenerek bir ABDİsrail saldırısı olasılığını azımsama, silahlarını sergileyerek retoriğinin şiddetini artırma, özetle blöf yapma eğilimi var. Bu madalyonun iki yüzünü birden değerlendirince de ABD’nin, Ortadoğu’dan çıkmayı göze alamayacağı(AP) nı varsayarak gücünü kanıtlamak için İran’a saldırma, bu arada da İran’ın gücünü abartarak gerekenden çok daha büyük çaplı bir yıkıma yol açma olasılığının arttırdığını söyleyebiliriz. İkincisi, İran karşıtı bir Sünni cephenin oluşması tamamlanmış görünüyor. Ürdün kralının 2004 sonunda gündeme getirdiği “Şii çemberi” savından, İran’ın nükleer silah yapma iddialarından hareketle, Mısır ve Suudi Arabistan, İran karşıtı söylemlerini bir ABD saldırısını meşrulaştıracak yönde yoğunlaştırdılar. Bu arada en az altı Arap ülkesinde nükleer teknoloji edinmek eğiliminin gelişmeye başladığı bildiriliyor (Al Ahram Weekly, 25/01). Bu cepheleşme İsrail açısından olumlu bir gelişme ise de bu ülkele rin nükleer enerjiye sahip olma olasılığı tam anlamıyla bir kâbus. Üçüncüsü, İsrail’deki tartışmalar, ortamın savaş olasılığını artıracak yönde şekillendiği gösteriyor. Örneğin, yönetici sınıfın, Lübnan fiyaskosundan sonra, tam anlamıyla bir güvenlik ve yönetim krizi içinde olduğunu düşündüren işaretler artıyor. Devlet Başkanı onur kırıcı bir soruşturma sonucunda görevini terk ediyor. Başbakan Olmert yolsuzluk soruşturması altında, Savunma Bakanı Peretz’in istifası isteniyor. Genelkurmay Başkanı istifa etti. Bu ortamda İran’ın nükleer programının hızlanması ve Tahran’da düzenlenen Soykırım İnkârı Konferansı, yalnızca İsrail halkında değil, iş çevrelerinde de bir güven krizi yarattı. Kamuoyu yoklamaları, İran nükleer silahlara sahip olursa halkın yüzde 27’sinin başka ülkelere göç etmeyi, yabancı sermayeli şirketlerin İsrail’i terk etmeyi düşündüğünü, İsrail halkının yüzde 66’sının İran’ın, İsrail’e nükleer bomba atabileceğine, nükleer bir İran’ın Siyonist rüyayı olanaksız kılacağına inandığını gösteriyor (Yossi Klein & Michael Oren, The New Republic, 26/01/07). İsrail halkı, İran’ın, II. Dünya Savaşı sonrasının iki tabusunu (“Soykırım ve Hiroşima bir daha asla olmayacak”) yıktığına, buna karşılık Batı’nın gereken duyarlılığı göstermediğine, İran’la görüşmeye hazırlandığına inanıyor. İsrail yönetici sınıfının da “İran tehlikesine” karşı savaştan başka seçeneği yok gibi görünüyor. Üstelik bunu, geniş çapta sivil ölümlerine, bir çevre kirlenmesi felaketine yol açmamak için, tesisler radyoaktif hale gelmeden önce yapmak zorunda. Suudi istihbaratının önceki başkanı, geçenlerde istifa eden Washington Büyükelçisi, Prens Turki el Faysal, “Riyad için iki karanlık olasılık var” diyormuş; “biri İran’ın bomba sahibi olması, ikincisi ABD’nin İran’a saldırısı. Her iki durumda da sonuç Suudi Arabistan için trajik olacak”mış. Sanırım, Türkiye de benzer bir durumda. Peki, bu çıkmazın sorumluları kim? CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear