26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 OCAK 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Bocelli’yi canlı dinlemek Son yıllarda dünyanın en pahalı şarkıcılarından biri sayılan tenor Andrea Bocelli’yi İstanbul’da yanıbaşımızda dinledik nceki akşam Yapı Kredi ve Koçbank’ın Ö birleşmesini kutlamak amacıyla İstanbul Lütfi Kırdar Salonu’nda görkemli bir resepsiyon ve konser vardı. Son yıllarda dünya sahnelerinin en pahalı şarkıcılarından biri sayılan İtalyan tenor Andrea Bocelli, şef Marcello Rota yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’nın eşliğinde aryalar ve düetler söyledi. Yapı Kredi’ye böyle bir fırsat yarattığı ve bu ünlü tenoru ilk kez yanı başımıza getirdiği için teşekkür ederiz. Gözleri görmediği için halkın özel bir sempatisini kazanan sanatçı, müzik yeteneğini değerlendirerek yaşama dört elle sarılmanın güçlü bir örneğiydi. Sesi kolayca detone olsa da, derin bir tınıya sahip değilse de, Tosti’nin “Sogno” ve “La Serenata” gibi popüler şarkılarında dinleyiciye dokunabiliyordu. Keşke baştan sona popüler şarkılardan oluşan bir program getirseydi! Opera aryalarındaki kesik kesik cümleleri onun operacılık biçeminde bir şancı olmadığını vurguluyordu. Düetlerde ise birlikte sahneyi paylaştığı iki genç şancı, onun sesini rahatlıkla bastırıyordu. Sahne arkadaşları Dağıstanlı soprano Elmira Veda ve harika bir bariton olan İtalyan sanatçı Alberto Gazale idi. Herhalde Gazale’nin adını yarınlarda opera dünyasında çok duyacağız. Şef Marcello Rota’nın ayrıcalıklı bir karizma yarattığını söylemek zor. Belli ki Bocelli ile uyum sağlamış ve onunla dünyanın her köşesinde konser turneleri yapıyor. Ama gecenin en başarılı birimi Bilkent Senfoni Orkestrası’ydı diyebiliriz. Gerçekten de böylesi uluslararası düzeye sahip bir topluluğumuz olduğu için övünmeliyiz. İŞSanat’ın bu ayki klasik müzik konserleri arasında yer alan Festival Strings Lucerne, 1956’da Wolfgang Schneiderhan ve Rudolf Baumgartner gibi çağın önemli müzikçileri tarafından kurulmuş, şu andaki gencecik kadrosuna karşın gelenek sahibi olduğunu belli eden bir topluluk. Benjamin Britten’ın Simple Senfonisi’ni ve Frank Bridge Teması Üstüne Çeşitlemeleri’ni seslendirdiler. Doğrusu aynı program içinde iki kez Britten dinlemek izleyici açısından çok kolay değildi. Bach’ın Re Minör Keman Konçertosu’nda ve Sarasate’nin Carmen Fantezisi’nde son zamanların dığını, neden bütün çağların sarsılmaz bestecisi olabildiğini bir kez daha düşündürdü bizlere! Carmen Fantezisi, Gringolts’un karakterine daha yakışan bir yapıt olsa gerek ki parlak kemancılığını sergileme fırsatı buldu. AĞ ERÇAĞ VE ŞİŞLİ SENFONİ ORKESTRASI Şişli Senfoni Orkestrası’nı ilk kez dinleme fırsatı buldum. Pazar akşamı Cumhuriyet Vakfı’nın Nadir Nadi’yi anma gecesinde, kurucu şefi Serâ Tokay yönetiminde Beethoven’in Coriolan Uvertür’ünü ve Mozart’ın 40. Senfoni’sini seslendirdi, SaintSaens’ın çello konçertosunda Çağ Erçağ’a eşlik etti. Şişli Belediyesi’nin bir klasik müzik topluluğu kurması ve devam ettirip ona sürekli destek vermesi sevindirici. Konserlerin ücretsiz ve halka açık olması da çok yararlı. İstanbul’un çeşitli topluluklarından seçilmiş orkestracılar burada yeni bir çatı altında toplanmış, yeni bir aile oluşturmuşlar. Serâ Tokay’ın kesin vuruşlarıyla topluluğu düzenli çalıştırdığı belli oluyor. Ancak müziğin ayrıntıdaki güzelliğini duyabilmemiz için yerçekiminin daha hafiflemesi, gerek SaintSaens’ın eşliğinde, gerekse Mozart’ın o dantel işlemeli ayrıntılarında sabun köpüğü gibi uçabilmesi gerekiyor. Çellist Çağ Erçağ, kadife tonuyla, yuvarlak çizgileriyle yumuşacık ve karakterli bir yorum getirdi SaintSaens’ın konçertosuna. Bu genç solistimiz teknik gerginlikleri aşmış, güzel müzik yapmanın sırlarını yakalamış, dünyanın pek çok sahnesinde alkışlanmaya değer bir sanatçı. Kendi bestesi olan bir parçası da dinletiye ayrı bir renk kattı. www.evinilyasoglu.com ‘Gizlenen Atatürk’ Ulusal Kanal 11 hafta, pazar akşamı, çok önemli bir belgesel gösterdi: “Gizlenen Atatürk.” Mustafa Kemal, Anadolu’daki ulusal güçleri bir araya getirmek üzere düzenlediği Erzurum ve Sıvas kurultaylarının ardından Ankara’ya gelir gelmez, giderini cebinden karşılayarak, bir gazete çıkarmaya başlar: Hâkimiyeti Milliye (Ulusal Egemenlik). Onun yönetimindeki Türk ordusu Çanakkale’de İngilizleri bozguna uğratmış olsa da, 1. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Almanlara ayak uydurarak yurdumuzun parçalanması anlaşmasını hem de Çanakkale Boğazı’nı çarpışarak geçemeyen Agamemnon gemisinde imzalayan Padişah’ın buyur etmesiyle İzmir’den başlayıp yurdumuzu yakıp yıkan Yunan ordularına karşı düşünsel hazırlık için elbette vazgeçilmezdir bu gazete. Hadiye Bolluk’un eski yazıdan Türkçeye aktardığı, Kurtuluş Güran’ın da yalınlaştırdığı yazıları Kaynak Yayınları “Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi: Hâkimiyeti Milliye Yazıları” adıyla basmış. Belgesel bunlara dayanıyordu. Bütün büyük devrimciler gibi, ülkesinin, dünyanın o gün içinde bulunduğu durum ve koşulları eksiksiz bilen Mustafa Kemal, 20 Temmuz 1920 tarihli başyazısında, önce düşmanı saptıyor: “En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan ulustur; o, bütün dünyaya egemen olan ‘anamalcılık’ yıkımı ve onun çocuğu ‘buyuruculuk’tur.” ??? Bu saptamayı yaparken, yine çok sağlam bir küresel değerlendirmede bulunuyor: “Başta İngilizler, bütün Batı, yüzyıllardır Doğu uluslarını, Asya’yı, Afrika’yı, Güney Amerika’yı amansızca sömürmüştür; ama artık buralarda yaşayan halklar uyanıp ayaklanmaya başlamıştır; anamalcı Batı bu uyanış karşısında tiril tiril titremekte; onu önleyebilmek için, kilit noktada bulunan Anadolu’yu öncelikle ve kesinlikle ele geçirmek istemektedir. Yunan, onların maşasıdır yalnızca.” Bu oyunu bozmanın yolu, hemen hemen aynı zamanda başlayan ve varlığını onun Çanakkale savunmasına borçlu yeni Rus yönetimiyle, Lenin önderliğindeki Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmaktır. Gereken yapılıyor, Türk ordusu güneyden, Rus ordusu kuzeyden, İngiliz oyunlarını Azerbaycan’da bozuyor. Böylece iki ulus arasında sıkı bir dayanışma başlıyor. Bu dayanışma yeni toplumsal yapının kuruluşunda ortak adımların atılıp atılamayacağının araştırılmasını da kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor elbet; ama Büyük Önder, şaşmaz gerçekçiliğiyle, Rusya’daki denemenin burada tıpatıp uygulanamayacağını görüyor ve 12 Ekim 1920 tarihli “İki Ortaklaşmacılık” başlıklı yazısında tanıyı koyuyor: “Türkiye’de, devlet ortaklaşmacılığı uygulanacak; çünkü Anadolu’da ne gerçek anlamda anamalcı var, ne de işçi.” Dolayısıyla, Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak bütün yurtta bir atılım, yapım başlıyor; üretimlikler, demiryolları, aklınıza gelen bütün altyapı. Bunlara da Sovyetler’in büyük yardımları var elbet. Dostluk ve işbirliği o kadar yakın ki, belgeselde gösterildi, zamanın büyükelçisi Aralof da, adı verilmeyen kimi Rus subayları da, 26 Ağustos Büyük Saldırısı’ndan önce, Afyon’da, Mustafa Kemal’in yanında, hatta Kocatepe’deler. Bu işbirliğinin doğal sonucu olarak, 1933’te, Cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarına Voroşilov yönetimindeki bir kurul çağrılıyor; gelenler arasında bir de sinemacı var, Sergey Yutkeviç. Belgeselin 11. son bölümü, çok yerinde olarak, onun çektiği, 1969’da TRT’de bir kerecik gösterilip yasaklanan Türkiye’nin Kalbi Ankara’ya ayrılmış. ??? Sovyet konukların Karadeniz’den Boğaz’a girişleri, Dolmabahçe önlerine gelişleri görülmeye değer: Bindikleri geminin dört bir yanı, bütün kıyılar çığlık çığlığa haykıran, ellerindeki Türk ve Sovyet bayraklarını sallayan teknelerle, insanlarla dolu. Valinin Pera Palas’ta verdiği öğle yemeğinden sonra, aynı gün trenle Ankara’ya doğru yola çıkılıyor; trenin geçtiği her yerde halkımız yine Voroşilov’la yanındakileri büyük coşkuyla selamlıyor. En sonunda, Ankara’da, Cumhuriyet Bayramı için yapılan büyük geçit; henüz çırılçıplak Anadolu bozkırında, derme çatma tahta tribünde mutluluğu her yanına yansımış Büyük Önder. Ulusal Kanal, Serkan Koç yönetiminde çekilen bu çok önemli belgeseli yakında yeniden gösterecek; ama bütün hukuk kuralları, yargıç kararları çiğnenerek Ulusal Kanal kablolu yayından atıldığı için çanağı olmayanlar göremez elbet; ama onlar için de bulunmaz bir çözüm var: Kaynak Yayınları, 11 bölümlük belgeselin CD’sini basmış, yazılarla birlikte bütün büyük kitapçılarda satıyor. Nereden nereye getirildiğimizi, kendimize gelebilirsek nereye gitmemiz gerektiğini görmek istiyorsanız, hemen alın. sbonaran@hotmail.com Ç FESTİVAL STRINGS LUCERNE parlayan kemancısı İlya Gringolts’a eşlik ettiler. Şef Achim Fiedler yönetimindeki seslendiride bütün çalgı gruplarının tek soluk halinde olması, pianissimoların en küçük seslerdeki temizliği ve çalgıların birlikteliği, bu grubun belli bir geleneğin çocukları olduğunu kanıtlıyordu. Kemancı İlya Gringolts ise hayatımda dinlediğim en romantik Bach yorumunu sundu. Kendine özgü süslemeler de eklemişti konçertoya, üstelik pek de temiz çalmıyordu. Paganini yarışması birincisi olan, Deutsche Gramofon gibi bir etiketle çıkan CD’leri büyük övgüler kazanan, dünyanın en büyük orkestraları ve şefleriyle çalan bir sanatçı için şaşırtıcı bir yorumdu. Ve Johann Sebastian Bach’ın ne denli mutlak müzik yaz S on yıllarda dünya sahnelerinin en pahalı şarkıcılarından biri sayılan İtalyan tenor Andrea Bocelli, şef Marcello Rota yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’nın eşliğinde aryalar ve düetler söyledi. Demokrasi şehidi UĞUR MUMCU’yu Saygıyla anıyoruz... Unutmadık... Unutturmayacağız... TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ Tuluğ Tırpan ve Sandra Pires Akbank Sanat’ta Kültür Servisi Akbank Sanat, ‘Tuluğ Tırpan ve Sandra Pires Tasarısı’nı yarın akşam saat 20.00’de müzikseverlerle buluşturacak. Şarkıcı Sandra Pires’e piyanoda Tuluğ Tırpan, davulda Benny Greb, basta Juan Garcia Herreros eşlik edecek. Ayrıca, bugün 13.00’te Benny Greb, yarın 13.00’te ise Juan Garcia Herreros, katılımcılarla söyleşerek sorularını yanıtlayacak. Doğu Timor doğumlu Sandra Pires, 15 yaşında Avustralya Ulusal Şarkı Yarışması’nda birinci oldu. Frank Sinatra, Billie Holiday ve Nat King Cole’un saksofoncusu Eroll Budell’in topluluğunda söyledi. 1998’de Eros Ramazzotti, Sandra’ya ünlü “Adesso Tu” adlı parçasını İngilizce söylemesi için izin verdi. Sandra’nın yorumuyla “Here I am” listelerde ilk sıraya oturdu ve Altın Plak aldı. 2001’de ilk sinema filmini “She, Me and Her”ü çeviren Pires, kısa bir aradan sonra “Sound of Music” müzikalindeki Maria von Trapp rolüyle Viyana “Volksoper”da büyük başarı kazandı. 2006’da da Portekizli köklerinden esinlenerek yazdığı şarkılardan oluşan “Destino” albümünü çıkardı. Uzun yıllardır çalışmalarını Viyana’da sürdüren ve klasik müzikle cazı harmanlayarak kendine özgü bir sentez yaratan Tırpan Avrupa’da “crossoverstillerin buluşması” tarzını uygulayan önde gelen müzisyenlerden biri. Sanatçı özellikle Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü” operasının caz yorumuyla uluslararası alanda dikkat çekti. Bestelediği “Hearts” müzikali Musical Cocktail dergisince son zamanlarda Almanca konuşulan ülkelerde bestelenmiş en iyi müzik olarak değerlendirildi. Brezilyalı vurmalı çalgılar ustası ve besteci Fernando Paiva ve İvan Ruiz Machado ile birlikte çıkardıkları “Santos De Casa” adlı albüm “Jazz Magazine” dergisince ayın CD’si seçildi. Sandra Pires Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminister University ve Premier College sertifikalarına sahip, Londra’da Master Yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı olmak, sınavlara hazırlık. Acıbadem/İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear