Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 2006 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr KKTC’nin eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan uluslararası topluma ve Türkiye’ye önemli uyarılar: Kıbrıslı Türkler dik dursun SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Lefkoşa’nın kalburüstü semtlerinden Köşklü Çiftlik’teyim. Cephesi sarı, Kıbrıs taşlarıyla kaplı tek katlı bina, KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın bugünkü çalışma mekânı. Kapıdan içeri adımımı attığımda yan odadan sesleniyor: ‘‘Bunca zaman nerelerdeydin? Gel bakalım.’’ Çok iyi, sağlıklı görünüyor. Neşesi yerinde. Artık lacivert, ince çizgili kostümleri ve kravatını bir yana bırakmış. İnce pamukludan safari giysileri içinde. Emektar Durmuş Bey portakal suyumu, Denktaş Bey’in de sade kahvesini getiriyor. Teybi açıyorum. Konuşmaya başlıyoruz. Kıbrıs’ta iki yıldan fazladır tam bir çıkmaz durumu sürüyor. Yakın gelecek için önünüzü görebiliyor musunuz? DENKTAŞ Kıbrıs meselesi nedir sorusuna biz bütün geçirdiğimiz safhalar ve tecrübelerden sonra hâlâ, ‘‘RumYunan ikilisinin megali idea çerçevesinde Kıbrıs’ın tümüne sahip olma meselesidir’’ demezsek, Türk tarafı buna razı mı değil mi sorusuna da ‘‘Razı değildir’’ dersek, o halde bunu önlemiş olan KKTC’nin varlığı ve Türkiye’nin garantörlüğü devam etmelidir cevabını vermezsek bu iş, ‘‘Biz müzakereye hazırız. Biz uzlaşmadan yanayız, iyi çocuklarız’’ edebiyatıyla sürekli elimiz havada Rum’u bekleriz. Sayın Matt Bryza’nın basında çıkan sözlerini okudum. ‘‘Taleplerinizi Rumların kabul edebileceği şekle sokun’’ sözlerini okudum. Yani bunu göz önünde tutarsak bizim Rumların kabul edebileceği bir çerçeveye girmemiz gerekmektedir. Herkes ‘‘O çerçevenin adını Papadopulos koymuştur’’ der. Benim Makarios’tan başlamak üzere Papadopulos’a gelinceye kadar bütün temaslarımda adı konmuş olan Rum Cumhuriyeti’nde korunmaya alınmış azınlık statüsüdür. Umarım Erdoğan beni anladı Yani Kıbrıs Türk’ünü kelaynak kuşları gibi mi görüyorlar? Bu model Makarios’un sözleriyle Girit modelidir. Netice de Girit’tir. Dolayısıyla Sayın Korutürk’ün, ‘‘Kıbrıs’tan çekilirsek Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar’’ sözü yerine gelir. BakuTiflisCeyhan boru hattıyla İskenderun’a petrol akmasının bir anlamı kalmaz. Çünkü o petrolün taşıyıcıları tamamıyla Rumlar, koruyucusu da Kıbrıs’ta konuşlanmış olan RumYunan kuvvetleri olacaktır. Türkiye’nin denizlere açık bir ülke olması, İskenderun’un önem kazanmasıyla daha da önem kazanmıştır. Bu görevi Türkiye’nin rahatlık ve huzur içinde yapabilmesi için Kıbrıs’ta da bir ayağının bulunması lazımdır. 1960 anlaşmasındaki garantörlük Türkiye’ye bu hakkı kalıcı surette vermiştir. Annan Planı’ndaki 650 kişilik alayı geçici şekle sokarak bu haktan da vazgeçilmiş olunmaktadır. Dolayısıyla ‘‘Annan Planı’ndan vazgeçtik. Annan Planı ölmüştür’’ demezsek sonuçta Girit misali buradan çekileceğiz, ama 2030 yıl sonra. Kıbrıs’ın Girit olmaması için mi kendinizi emekliye ayırmadınız? Bunları gördüğüm için emekliliğimi yaşayacağıma konuşmaya, yazmaya, konferanslara gitmeye devam ediyorum. Ben bugüne kadar Türk milletinin seçtiği hükümetlerle uyum içinde çalışmış bir insanım. Tek bir hükümetle kavga etmedim. Bir görüş ayrılığım olmuşsa bunu her zaman kapalı kapılar arkasında hallettik. Daima Türkiye’nin dediği olmuştur. Bu hükümetle de aynı şekilde yürütmeyi yeğlerim ve yeğledim. Ümit ederim ki Sayın Erdoğan’la bu son yaptığım görüşmede beni anlamıştır. Ben particilik yapmıyorum. Ama bir milletin bize ve Türkiye’ye inanarak hayatını dahi feda edercesine 50 yıldır savunduğu milli ‘ ABD’ye göre Rumların kabul edebileceği bir çerçeveye girmemiz gerekmektedir. Herkes o çerçevenin adını Papadopulos koymuştur der. ’ bir davanın heba edilmekte olduğunu görünce susmam mümkün değildir. Bize ve Türkiye’ye inanarak şehit olan insanların hakkını kullanıyorum. Onların sesi ben oldum. Belki bazılarının aşırı bulacağı bir his içindeyim. Ama şehit olanların bir kısmı benim kucağımda şehit olmuştur. Onlar ‘‘Vatan sağ olsun’’ diyerek şehit olmuşlardır. Dr. Küçük o hasta haliyle, ‘‘Mademki bu devletin ilanını gördüm, gözlerim açık gitmeyecek’’ demiştir. Bizim bunlara karşı borcumuz vardır. Kıbrıs’ın Türkiye açısından vazgeçilmez bir jeostratejik önemi olduğuna inanmaya devam ediyoruz. Peki, Annan Planı bu jeostratejik ilişkiyi bozacak nitelikte miydi sizce? Annan Planı’na evet oyu çıktığı gün biz büyük bir üzüntüye kapıldık. Bunun neden yapıldığını anlayamadık. Sonradan Sayın Erdoğan neden yapıldığını anlattı. ‘‘AB rica etti. Sakıncalarını bildiğimiz halde kabul ettik ve kabul ettirdik. Ama AB sözünde durmadı’’ demiştir. İyi de uluslararası müzakerelerde uzlaşmaya, sözlü anlaşmalarla varılabilir mi? Karşı tarafın verdiği sözün kâğıt üzerinde, yazılı olarak güvencesinin alınması gerekmez mi? ‘‘Sen mademki bana ucu açık bir yol gösteriyorsun, ben de milli davalarda ucu açık bırakıyorum. Üye olursam son sözü söylerim’’ demesi gerekir. AB, Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık öneriyor... Ne imtiyazlısı? Bu imtiyazsız ortaklıktır. Olacak iş mi bu? Baroların, hukukçuların harekete geçmeleri lazım. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan haklarına rağmen ‘‘Sen bu idareyi tanıyacaksın’’ deme hakkı var mı? 1960 anlaşmalarına göre meşru Kıbrıs hükümeti iki halktan oluşan, fonksiyonel, federatif bir ortaklık hükümetidir. Bunu yıkan ve üniter bir Rum hükümetini Türk halkına empoze eden, Türkiye’ye de empoze etmeye çalışan bir tarafı AB’nin Türkiye’ye, ‘‘Ben tanıdığım için sen de bunu tanıyacaksın’’ baskısını yapması akıl alır gibi değil. AB şimdi onu tanımanın hata olduğunu kabul ediyor. Böyle olduğu halde kendi hatasına beni kurban etmeye hakkı var mı? İnsan siyasetçi, avukat, insan olarak çıldırıyor. Bu ne biçim bir dünya? AB hangi ülkeye, önce milli davanı hallet de öyle gel, dayatması yaptı? Biz bunu soruyoruz. Bu hukuki bir meydan okumadır. Bundan kaçmamak lazım. Mahkemeye talimatımızı aldık. Aleyhte oy kullanacağız’’ dedi. Pakistan benden daha güzel bir konuşma yaptı. Kol kola dışarı çıktık. Güvenlik Konseyi mahkemeymiş gibi, ‘‘Bu devletin tanınmaması lazım’’ diye karar çıkardı. İnal Batu bize agremanını verdi ve Türkiye bizi tanıdı. On gün sonra Güvenlik Konseyi’ne bizi tekrar çağırdılar. Bu sefer Türkiye’den talimat, ‘‘Aman yumuşak gidelim. Lütfen federasyon. ABD ambargosu tehlikesi var’’ biçimindeydi. Bu sefer orada kuzu gibi meledik. Toplantıdan sonra Pakistan büyükelçisi koluma girdi. ‘‘Denktaş Bey, sen devlet kurdun. Devlet kuran adam tanınmadan karşı tarafla konuşmaz’’ dedi. Ama ne yazık ki biz federasyon demek zorunda kaldık. Tanınma yoluna çıkamadık, Rum’u ‘tanınabiliriz’ diye korkutamadık. Orada, ‘‘Biz 1960 dengesini kuruyoruz’’ dedik. Yani adada TürkRum, dışta da TürkYunan dengesini... Adam, ‘‘Kıbrıs benim’’ diyor. Biz de buna karşı devleti kurduk. Şimdi bütün mücadele bunu ortadan kaldırmak için veriliyor. AB’yle koordinasyon adı altında bir şeyler yapılıyor. Buna ‘‘Hayır’’ diyemedik. Bizi meşru hükümet coğrafyadır. Bu kavramı Rumlar çıkarmıştır. Bunun hikâyesini de size anlatayım. Ama sanki bu kavram burada çok benimsendi... Hayır efendim. Şimdi iktidar olan eski muhalefetin gençlere kabul ettirdiği bir safsatadır. Bunun cevabını da zamanında Makarios vermiştir. Sonra da bunu bana mal ettiler. Bir İtalyan kadın gazeteci o sırada buraya geldi ve Makarios’a, ‘‘ENOSİS’ten sana ne? Sen Kıbrıslıların cumhurbaşkanısın’’ dedi. Makarios’un cevabı da şöyle oldu: ‘‘Kıbrıs’ta saf Kıbrıslıyım diyebilecek sadece Kıbrıs eşekleri vardır. Biz Kıbrıslı Elenleriz. ‘’ CTP zamanında, ‘‘Biz Kıbrıslıyız. Türkiye bize karışmasın’’ diye sloganlar üretmişti. Ben de Makarios’un bu söylediklerini hatırlattım. Bir gazetede yayımlandı. Onların propagandistleri akıllarınca ‘‘Denktaş Kıbrıslılar’a eşek dedi’’ diye laf ürettiler. Derken biz Lefke’ye seçim propagandası için gittik. Bunlardan bir tanesi kalktı, ‘‘Sen bize eşek dedin’’ diye bağırdı. Ben de hemen karşılık verdim: ‘‘Ben size eşek demedim. Bu eşek lafını Makarios söyledi. Ben size eşek dersem buradaki uğraşım eşek başı olmak olur. Ayıp değil mi size?’’ Bir kıyamet koptu ki sormayın. P O R T R E RAUF DENKTAŞ 1924, Baf doğumlu. Ortaöğrenimini İstanbul’da ve Kıbrıs’ta, yüksek öğreminin İngiltere’de tamamladı. Avukatlık, ardından da savcılık yaptı. 1955’te Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için terör hareketlerine girişen EOKA örgütüyle mücadeleye başladı. 1958’de arkadaşlarıyla Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurdu. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi ve İcra Komitesi Başkanlığı’na seçildi. 1964 Londra Konferansı’ndan sonra Makarios tarafından istenmeyen adam ilan edildi ve adaya girişi yasaklandı. 1967’de adaya gizlice girerken Rumlar tarafından yakalandı. Ancak yoğun girişimler sonucu Türkiye’ye geri verildi. 1968’de yasağı kalkınca Kıbrıs’a geri döndü. 1973’e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetimi Başkanı seçildi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanıyla Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı oldu. 1983’te KKTC’nin ilanından sonra yine Cumhurbaşkanı seçildi. 17 Nisan 2005’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymadı ve 24 Nisan’da görevi Mehmet Ali Talat’a devretti. Demek ki Türkiye bunun iyi olacağına inandırılmıştır. Türkiye de iyi niyet göstermiştir. Şimdi kandırıldığımıza göre kandırılarak girdiğimiz yolun yolcusu olmaya devam etmek mecburiyeti yoktur. Geçenlerde yabancı bir dergide, ‘‘AB de sözünü tutmalıdır’’ çerçevesinde bir yazı çıktı. Şimdi bu yaklaşımı güçlendirecek lobi ve propaganda faaliyetleri gerekmektedir. En önemlisi de ‘‘Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Kıbrıs olarak kabul etmekle hata ettik’’ diyen AB üyesi ülkeler vardır. Artık Kıbrıs’la ilgili bir beyaz kitabın yayımlanması gerekmektedir. Ayrıca AB’ye, ‘‘Bu eli kanlı terörist yönetimi, toplu mezarlar mimarlarını, Miloseviç’in parasını aklayanları, anayasaya rağmen kendini meşru Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edenleri hangi ilkenize, yasanıza uydurdunuz da üye yaptınız? Bundan vazgeçmeniz lazımdır. Üye yaptığınız tarafın Güney Kıbrıs olduğunu kabul edin. Kuzey’le de eşit şartlar altında temas edin’’ dememiz ve büyük bir mücadele vermemiz lazımdır. AB’nin Türkiye’yi tam üye yapma niyeti olmadığı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin, gitmeyeceksek bile gidecekmişiz gibi bunun dosyası hazırlanıp dünyanın gözlerinin önüne serilmelidir. Devleti ortadan kaldırma mücadelesi Rum tarafı Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretini de eleştirmedi mi? Yediği halta bak. İzin almadan geldi, diyor. Üstelik biz bunu sineye çekiyoruz. Efendim, sen Talat’la konuş. Ne konuşacakmış? Sen kimseyle konuşamazsın kardeşim. Sen Güney’in ve Rum’un cumhurbaşkanı olduğunu ikrar etmeden kimseyle konuşamazsın, benim seninle konuşmaya niyetim yok, dediği anda dünya onun ne istediği ve ne olduğunu anlayacaktır. Ben bunu biliyorum, çünkü acısını yaşadım. Nasıl? 1983’te devleti (KKTC) kurduk. Bizi hemen BM Güvenlik Konseyi’ne götürdüler. BM Güvenlik Konseyi’nde yumruğumuzu vurarak o herkesin beğendiği savunmayı yaptık. Fransız geldi, ‘‘Bunu keşke Paris’te yapmış olsaydınız. Çok etkilendik, ama addettikleri Rum’a yamalama eylemini yürütmektedirler. Peki, bugün bu koşullar altında KKTC’nin dünyada tanınması olasılığı var mı? Tekrar söylüyorum. Beyaz kitabı çıkaracaksın, ‘‘Durum budur’’ diyeceksin. 1960 anlaşmalarının oluşturduğu bir statü vardır. İçte ortaklık, dışta ortaklık. Ben yine içte ortaklıktan yanayım, ama kalıcı ortaklıktan... Ben barışın, uzlaşmanın kalıcı olmasını istediğim içindir ki sınırın uluslararası sınır haline gelmesini istiyorum. BM’nin eski Genel Sekreteri Perez de Cuellar ve onun buradaki temsilcisi Gobi kitaplarında yazdılar. ‘‘Karşımızda 400 yıl bir arada yaşamış, ama bütünleşmemiş olan iki halk vardır. Bu iki halkın birleşme yönünde herhangi bir istemleri ve gereksinimleri yoktur. Gerçekleri kabul ederek iki ayrı birim üzerinde bir anlaşma öngörülmelidir’’ diyorlar. İyi de birkaç yıldır bir söylem ortaya çıktı. O da Kıbrıslılık kavramı. Sizce Kıbrıslılık olabilir mi? Kıbrıslılık, Erzurumlu olmak gibi Siz Kıbrıs Türk toplumu kavramını sevmiyorsunuz. Kıbrıs Türk halkı denmesini telkin ediyorsunuz. Neden? Referandum öncesi son toplantımızda da Klerides’e (Eski Rum lider) iki halktan söz edilmesi gerektiğini söylemiştim. Ama kabul etmedi. Bütün ısrarı ‘‘Yüzde 80’i Rum, yüzde 20’si Türk toplumlarından oluşan Kıbrıslılık’’ kavramı üzerineydi. Yani bizi azınlık statüsüne indiriyordu. Meselenin esası budur. O nedenle ben, ‘‘Türk toplumu yok, Türk halkı var’’ demeye devam ediyorum. Rum’un bütün uğraşı, ‘‘Bizim muhatabımız Türkiye’dir. Adada eşit muhatabımız yoktur’’ şeklindedir. Ben hep diyorum ki: ‘‘Masaya oturmak şart. Günün birinde oturacaksınız. Ama masaya oturmadan önce ne maksatla, hangi statüde oturacağınızı artık kabul ettirin. Masada eşitsiniz. Dışarı çıkınca o hükümet, sen cemaat olmaz. O günler artık geçti. Özellikle de referandumdan sonra. Referandum senin statünü, kullanamamış olmana rağmen, teyit etmiştir. Dolayısıyla dik durun.’’ ‘ ‘‘Annan Planı’ndan vazgeçtik. Annan Planı ölmüştür’’ demezsek sonuçta Girit misali buradan çekileceğiz, ama 2030 yıl sonra. ’ ‘ Ben barışın, uzlaşmanın kalıcı olmasını istediğim içindir ki sınırın uluslararası sınır haline gelmesini istiyorum. ’ CTP yeminine sadık kalmalı Papadopulos, Talat’la konuşmayı hep reddetti. Ama BM Genel Sekreteri’nin Temsilcisi Gambari gelince konuştu. Bu nasıl iş? Adam zafiyetinden konuşmaya razı olmadı. Konuşmam dediği süre içinde hep pazarlık yaptı. Talat Almanya’ya davet edilir edilmez ABD araya girdi ve ‘‘Biz KKTC’yi tanımıyoruz. Adada tek devlet tanıyoruz’’ açıklamasını yaptı. Bu açıklama Papadopulos’un pazarlığının cevabıydı. Siz ise bu süre içinde, ‘‘Biz uslu çocuğuz. Vallahi görüşmeye hazırız’’ diyorsunuz. Demeyin bunu. Bir de Papadopulos’un, zamanında ‘‘Türkleri 75 dakikada temizleriz’’ dediği ortaya çıktı. O hikâye de doğru. Makarios’un yıllar sonra bu konuda açıklaması var. ‘‘Bana geldiler. Bir gecede Türkleri imha edelim, dediler. Ama ben reddettim’’ diyor. Makarios’un Kooperatifler Müdürü Azinas’ın, Grivas’ın anılarında var. Buraya Yunanistan’dan en öldürücü zehirleri getirdiler. Amaçları Türk tarafının sularını zehirleyip bir gecede hepimizi yok etmekti. O nedenle 20 Temmuz’da çıkarma olduğunda muhtemelen istihbarat almışlardı ki Türk askerine kesinlikle su içmeme talimatı verilmişti. Türk askeri o sıcakta karpuz kesip yiyerek susuzluğunu gideriyordu. Rum dağdan bu durumu görünce, ‘‘Bunlar galiba insan değil. Karpuz yiyerek savaşıyorlar’’ demişti. Tayyip Erdoğan’ın KKTC’yi ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz? 20 Temmuz nedeniyle törenlere katıldı ve anladığım kadarıyla da radikal bir söylem değişikliği yaptı. Sayın Erdoğan ilk defa olarak Kıbrıs Türklerinin azınlık olmadıklarını ve olamayacaklarını söyledi. Egemenlikten söz etti. Bu sözleri Rum tarafını ayağa kaldırdı. Dolayısıyla sözleri gereken yere vurdu ki ses çıkarttı. Bu sözleri çok eskiden söylemiş olsaydı Rumlar bu kadar mesafe almazlardı. İnşallah bu hizada dururlar ve Sayın Talat ve Sayın Soyer’e, ‘‘Milli dava bu çizgidedir. Bu çizgide duracaksınız, duracağız’’ derler. Sayın Cumhurbaşkanı Sezer’in Talat’ı kabulünde dünyaya duyurduğu milli formülü dilerim benimsemiş olurlar. Kıbrıs’ta dini, dili ayrı iki halk vardır. Bunların devletleri vardır. Kıbrıs üzerinde TürkYunan dengesi bulunmaktadır. Kıbrıs üzerindeki TürkYunan dengesini de 1960 anlaşmaları kurmuştur. Bunun esası da Kıbrıs’ın, Türkiye’nin üye olmadığı uluslararası bir kuruluşa giremeyeceğidir. Annan Planı, Türkiye’nin üye olmadığı ve gelecekte de üye olup olmayacağı belli olmayan AB’ye Kıbrıs Rum tarafının üyelik kapısını açmıştır. Türkiye de buna ‘‘evet’’ demiştir. Türkiye bu dengeden vazgeçtiyse o zaman Kıbrıs gitti demektir. Dolayısıyla biz bunlar üzerinde duruyoruz; bunları anlatmaya çalışıyoruz. Büyük basın ve medya bunları kamuoyuna duyursaydı ben gecemi gündüzümü yollarda heba edip her yerde konferans vermeye gitmezdim. Emekliliğimi yaşar, devletime bakar ve memnun olurdum. Gurur duyardım. Çünkü bu cumhuriyet gurur duyulacak durumdadır. Kıbrıs Türkü ömründe bu kadar güven ve refah içinde yaşamadı. Geçmişi bilen bizler bunu böyle değerlendiriyoruz. Bu ortamın içine doğmuş olan gençler eksikleri görüyor. Kendilerine Rum’la birleşildiği takdirde bu eksiklerin giderileceği telkini yapıldığı için buna inanmışlardır. Sanki yavaş yavaş Rum’la birleşme fikri Kıbrıs Türkleri arasında eski popülaritesini kaybetti gibi görünüyor... Büyük ölçüde. Gelip bana, ‘‘Haklıymışsın’’ diyenler çok. Rum tarafına geçenlerin arabaları boyanıyor, içeri alınıyor. Adamlar bizi istemiyor. En son da bir mimarı tutuklamadılar mı? Biz hâlâ uzlaşmadan yanayız. Elimiz havadadır. Elin havadaysa demek ki hava topluyorsun. Sen elini geri çek ve ülkene sahip çık. Bunu söylerken, CTP liderliğinin hangi çizgiden nereye geldiğine bakarsak memnun olmamız lazım. Ama bir adım daha atmaları gerekiyor. Yeminlerine sadık kalarak ‘‘Devlet temel olacaktır’’ demeleri, yani konfederasyonda ısrar etmeleri gerekir. ‘ Sayın Erdoğan ilk defa olarak Kıbrıs Türklerinin azınlık olmadıklarını ve olamayacaklarını söyledi. Egemenlikten söz etti. ’ CUMHURİYET 12 K