14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 AĞUSTOS 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA İNCELEME 9 1971 yılında Nadi’nin siyasal tutumu yüzünden gazetenin çöküntüye sürüklendiği gerekçesiyle yönetim kurulu değiştirildi Uğraştılar ama yıkamadılar Bu Gidişle NADİR NADİ Bir insan ‘‘Ben Batılıyım’’ demekle Batılı olmaz. Batılı olmanın, çağdaş uygarlıktan yana olmanın koşulları vardır. Bunların da başında, yıllardır yazıyoruz, vicdan ve düşünce özgürlüğü gelir. Bu kavramların özünü benimsemeyen ya da bunları dar sınırlar içinde kalıplaştırmaya kalkışan bir kimse ne denli ‘‘Ben çağdaş uygarlıktan yanayım’’ diye dirense de Batılı olamaz. Vicdan ve düşünce özgürlüğüne içtenlikle inanmak da çağdaş uygarlıktan yana sayılmaya yeterli bir koşul sayılamaz. Ayrıca vicdan ve düşünce özgürlüğünü savunmak, o özgürlükler uğruna sırası geldiğinde canımızı feda edercesine savaşmayı göze almamız da gerektir. Medeni cesaret dediğimiz erdemli davranış, insanlığın adım adım çağdaş uygarlığa varmasını hazırlayan, bugün de insanlığı kendi kendini aşmaya doğru yürüten başlıca güçlerden biri, belki de birincisidir. Öyle tılsımlı bir güçtür ki bu, bir kişinin yüreğinde pekiştiği zaman binlere, on binlere ışık tutar, elektrik akımı hızıyla milyonları hayran bırakır, onların gücüne güç katar. Örnek mi istiyorsunuz? Gerilere, hatta yabancı ülkelere uzanmaya ne hacet? İşte Atatürk! Gençliğinden başlayarak ölümüne değin O’nun yaşamını incelerken medeni cesaretin en göz alıcı belirtileriyle gözlerimiz her an kamaşmıyor mu? Hacısıyla hocasıyla, ilericisiyle gericisiyle bugün hemen herkes Atatürkçü. Ama nerede Atatürk’ün yurdumuzu çağdaş uygarlığa bir an önce kavuşturmak üzere yürürlüğe koyduğu devrim ilkeleri? Nerede O’nun bize ‘‘hayatta en gerçek yol gösterici’’ olarak salık verdiği bilim saygısı? İçimizde Batı kafasına, çağdaş uygarlığa açıkça sırt çevirenler var. Batılı olmak Gâvurluktur. Biz Müslümanız ve şarklıyız. Devlet düzenimizi kitabımıza göre ayarlayalım! diyorlar. Oy avcılığı demokrasisinin ürünü olan bu tipleri Atatürk devrimlerinden kırk yıl sonra her ne denli yadırgasak da biz, sahte Atatürkçülere kıyasla daha az zararlı buluruz. Onları yetiştiren çıkar güçlerine engel olamamanın üzüntüsü, hatta utancı içindeyiz. Bu oluşumda üzerimize düşen suç payını da inkâr etmiyoruz. Ama ne de olsa, çoğu Cumhuriyetten sonra dünyaya gelmiş bu adamlarla düşün planında açıkça çarpışmak, laik devlet yönetiminin ne demek olduğunu geniş halk yığınlarına akıl yoluyla benimsetmek olanağı daima elimizdedir. Ya, Atatürkçülüğü kimseye bırakmadıkları halde devlet yönetimine seçim yolundan egemen olmuş çevrelerle niçin gereği gibi savaşmayı göze alamıyoruz? Birkaçımızda olsun medeni cesaretin zerresi yoksa Batılı olmak, çağdaş uygarlıktan yana olmak iddiasını hangi hakla ileri sürebiliriz? Ramazan ayının sonuna vardık. Milyonlarca yurttaş, vicdanının buyruğunu yerine getirerek orucunu tuttu, namazını kıldı, duasını etti. Ama pek çok yurttaş da yine vicdanının sesine kulak vererek ya da vermeyerek oruç tutmanın gereğine uymadı. Bunlar bu mübarek ayda dileklerince günlük yaşantılarını sürdürebildiler mi? Ne gezer! Yurdumuzun en küçük kasabasından en büyük kentlerine kadar her yerde, tıpkı padişahlar döneminde görüldüğü üzere, ama gayriresmi olarak bir yasak sistemi uygulandı. Kimi yerlerde yobazların baskısı ile lokantalar zorla kapatıldı. Birçok yerde oruçsuz vatandaşlar sokakta sigara içemez oldular. Dalgınlıkla elini paketine atanlar, hışımlı gözlerin üzerlerine çevrildiğini görünce korkudan derhal ellerini çektiler. Aramızdan bir kişi çıkıp da: Yurdumuzda vicdan özgürlüğü var, diyebildi mi, kuşkuluyuz. Demiş olsa bile acaba laik devletimizin görevli kişileri bu yurttaşı kaba kuvvetin saldırısına karşı koruma gereğini duydular mı? Aslında hoşgörüye dayanan Müslümanlıkta zorla oruç tutmak diye bir yasa yoktur. Ama biz medeni cesaretten yoksun kaldığımız sürece gericiliğin kalın perdesinin hiçbir zaman kırılamayacağını iyi bilmeliyiz. Yalnız vicdan özgürlüğü konusunda değil, aynı zamanda düşünce özgürlüğü konusunda da. 3 Kasım 1972 Cumhuriyet’in cezalandırılması faşist ve gerici çevrelerde memnuniyetle karşılanmıştı. Artık Cumhuriyet okumak büyük bir cesaret gerektiriyordu. Vapurlarda, kahvelerde ve okullarda Cumhuriyet okurları faşistlerin saldırısına uğruyordu. Sağ basın ise Cumhuriyet’e ‘‘Babıâli’nin Pravdası’’ ismini takmıştı. Bu arada sağcıların hedefi haline gelen Cumhuriyet, yine içten çökertilmek isteniyordu. 1971 Temmuzu’nda Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik TAŞ Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağrıldı. Nadi’nin siyasal tutumu yüzünden gazetenin çöküntüye sürüklendiği gerekçesiyle yönetim kurulu değiştirildi. Yunus Nadi’nin ölümünden beri kurul başkanlığında bulunan eşi Nazime Nadi de yaşlılığı öne sürülerek yönetim dışında bırakılıyordu. Doğan Nadi’nin ölümüyle Amerikalı eşinin de gazete içindeki ‘‘milliyetçilere’’ katılmasıyla Nadi azınlıkta kalmıştı. Nadi, ikinci kez tasfiye ediliş öyküsünü kendisi şöyle anlatıyor: ‘‘Gazete yönetmek şöyle dursun, ömründe doğru dürüst gazete bile okumayan bir kişiye Cumhuriyet’i yönetme görevini vereceklerdi. Hakkımda uygulanan işlem çok ağırdı. Toplantı salonunda kısaca kendimi savunduktan sonra ayrıldım. Gazetenin parasal durumu gerçi hiç parlak değildi. Okunması yasadışı yöntemlerle engellenmek isteniyor, buna karşın tiraj bakımından Türkiye’nin dördüncü büyük gazetesi olmak durumunu koruyordu. En yapılmaması gereken, sıkıntıdan kurtulmak amacıyle gazetenin düşünsel tutumunu yüz geri edip tutucuların, gar NadirNadir Cumhuriyet gazetesinin Cağaloğlu’ndaki binasında yönetici katında bulunan terasta görülüyor. dıropçu, şerbetçi Atatürkçülerin dü le ‘Okurlarımıza’ başlıklı bir yazı ya Nadi geri çağrılır. Nadi ise bu çağrımen suyuna girmekti. Bir düşün ga yımlanarak, gazetenin aşırı uç fikir ya ‘‘Bir şartla, arkadaşlarımla birlikzetesi, savunduğu düşünceler uğru lere kaydığı vurgulanıyor ve bundan te gelirim’’ yanıtını verir ve gazeteye na gerekirse batmayı, yok olmayı gö böyle ‘Anayasanın ışığı altında, Ata dönerek arkadaşları ile gazeteyi ‘‘esze alabilirdi. Ama yaşamak uğruna türkçü, milliyetçi ve aşırı uçlara eği ki çizgisi’’ ile çıkarmaya devam eder. savunduğu düşüncelerden dönmek, limsiz bir yol izleyeceğiz’ deniliyorBu arada ‘‘Madanoğlu Davası’’ndan o gazete için ölümden de beter bir son, du.’’ 13 Temmuz 1971 günü tutuklanıp 18 bir yok oluş demekti. Bunu göze alaNadi, yönetimin ‘‘Okurlarımıza’’ Aralık 1971’de salıverilen İlhan Selcaklarından kuşkum yoktu. Benim başlığı altında yayımladığı yazıyı oku çuk da gazetedeki görevine dönmüşiçin çok acı olmakla birlikte onca yıl duktan sonra istifa mektubunu vere tür. Ancak 12 Mart cuntasının sol keemek verdiğim Cumhuriyet’ten bü rek gazeteden ikinci kez ayrılmak zo simle hesaplaşması henüz bitmemiştün bütün çekilmeyi düşündüm. Ni runda kalır. Nadi’nin yazarlarının da tir. Selçuk ‘‘Pencere’’ köşesindeki yahayet annem ve arkadaşlarımın sü gazeteden ayrılması için baskı yapıl zılarına başlamasının üzerinden birrekli ısrarları üzerine birkaç ay bek ması sonucu birçok yazar gazeteden kaç gün geçmeden Maçka’daki evinlemeye razı oldum. Gazetede yıllık iz ayrılır. Ancak, yönetim kurulu gerek den alınıp kontrgerillanın ünlü işkennimi kullanacağımı bildiren küçük bir li yanıtı, yine bilinçli Cumhuriyet cehanesi Ziverbey Köşkü’nde sorguilan yayımladım. Köşeme çekildim. okurundan alır. Okurların Cumhuri lanmaya başlanır. Bir dileğim vardı: Ben yokken Cum yet’i boykot edip almamaya başlaİstanbul Sıkıyönetim Komutanlıhuriyet’te kimsenin işine son verilme masıyla satışlar hızla düşer. ğı’nca 19 Ekim 1972’de yeniden gömeliydi. Bu isteğim dinlenmek bir Aradan bir yıl geçince Cumhuriyet zaltına alınan Selçuk’un nerede olduyana, 4 Ağustos günü gazetenin bi Matbaacılık ve Gazetecilik TAŞ Ge ğuna ilişkin yapılan tüm başvurularinci sayfasında iri puntolu harfler nel Kurulu’nda oy dengesi değişir ve ra ‘‘Tahkikatın seyri icabı, bulundu ğu yerin açıklanması sakıncalıdır’’ yanıtı verilir. Nadi, Selçuk’un eski yazılarını yayımlanması kararı vererek hem Selçuk’a sahip çıkar, hem de İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ü uyarır. Selçuk, Nadi’nin tutumunu, kendisini sorgulayan bir subayın ağzından kaçırmasıyla öğrenmiş ve o anki duygularını daha sonra kaleme aldığı ‘‘Ziverbey Köşkü’’ kitabında şu satırlarla anlatır: ‘‘Birden içimde tarif edilemez bir sevinç büyüdü; Ziverbey Köşkü’nün duvarlarını aşıverdim, Nadi’yi kucakladım sevgiyle... Dışarıdaki dengelerin değişmemiş olduğunu anladım. Bu, benim için paha biçilmez değerde bir haberdi.’’ 12 Mart, toplumsal uyanışı durdurma adına sola karşı yapılan bir darbe olmasına karşın sol hareket darbeden güçlenerek çıkar, 1972 kurultayında İsmet İnönü’ ye karşı büyük bir zafer kazanan Bülent Ecevit CHP Genel Başkanlığı’na seçilir. 1973 seçimleri sonucu kurulan, CHPMSP koalisyonunun bozulmasından sonra MC’li günler başlar. Terör hızla tırmanırken ekonomik bunalım daha da ağırlaşır. Gazetenin okurları da saldırılara uğrar, kamu görevlisi olanlar görevden uzaklaştırılır. Nadi önderliğindeki gazete yönetimi bu buhran döneminde tehditlere karşın yayın çizgisinden en ufak bir sapma göstermez. 2 EYLÜL DARBESİ Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve dört kuvvet komutanı tarafından gerçekleştirilen 12 Eylül darbesinin, 12 Mart darbesinin bir devamı olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Parlamento, siyasi partiler, sendikalar ve STK’ler kapatıldı. ABD destekli cunta yönetiminin başlıca hedeflerinden birisi de Cumhuriyet gazetesi oldu. Barış Derneği Davası nedeniyle gazetenin yazarlarından Ali Sirmen ile Erdal Atabek tutuklanırken İlhan Selçuk’un ‘‘Atatürkçülük Muz mudur?’’ yazısı yüzünden gazete yine on gün süreyle kapatıldı. Cunta yönetimi, Atatürkçülük adına Atatürk’ün mirasını tahrip eden icraatları birbiri ardınca sıralıyordu. Bu uygulamalara sessiz kalmayan Nadi, 1982 yılında yayımlanan ve Uğur Mumcu’nun deyişiyle ‘‘12 Eyül generallerinin suratında boş bir eldiven gibi şaklayan’’ ‘‘Ben Atatürkçü Değilim’’ kitabında tepkisini dile getiriyordu: ‘‘Atatürk’ün yüce adını maskara olmaktan kurtarmak için bari biz bu adamlara karşı durmasını bilelim ve göğsümüzü gere gere onlara seslenelim. Çağdaş uygarlığa sırt çevirmek Atatürkçülük ise biz Atatürkçü değiliz. Hayatta en hakiki mürşid ilim değilse, biz Atatürkçü değiliz. Vicdan ve fikir özgürlüğü, doğruyu aramak, inandığımızı savunmak hakkını bize vermiyorsa biz Atatürkçü değiliz. Ulusal bağımsızlık başkalarının uydusu halinde yaşamak anlamına geliyor ve halkçılık ilkesi mutlu bir azınlık elinde cennet vaatleri ile ömrü billah sömürülmesi sayılıyorsa biz Atatürkçü değiliz. Onlara bunları söyleyelim. Atatürk’le ve Atatürkçülükle de hiçbir ilişkileri olmadığını ispat edene dek söyleyelim.’’ Nadi, Türk Dil Kurumu’nu savunan ve 1961 yılında yayımlanan ‘‘Tuhaf Bir Tasarı’’ adlı yazısını 23 Ocak 1983’te yeniden yayımlayınca 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce yargılandı ve 2 ay 20 gün hapse mahkum oldu. Milli Savunma Bakanı’nın son anda temyiz hakkını kullanmasıyla Yargıtay, kararı bozdu ve aklanmasına karar verdi. Yargılandığı dönemde hasta olan ve mide ameliyatı geçiren Nadi, 75 yaşına karşın verilen cezaya aldırmadı. Mahkumiyet kararı kendisine iletildiğinde ‘‘Ne olacak şimdi Nadir?’’ diye soran eşi Berin Nadi’ye, ‘‘Ne olacak, herkes nasıl yatıyorsa ben de gidip yatacağım’’ yanıtını verdi. 12 Eylül koşullarında bir yandan tutuklu bulunan yazarlarının davalarını izleyen, öte yandan gazetesinde darbecilere karşı mücadele veren Nadi’nin sağlığı da giderek bozuluyordu. Yazılarını kesen ve gazeteye artık haftada birkaç kez uğrayan Nadi, gazetede kurduğu yayın kurulu ile gazetenin yayın çizgisini kendisinden sonra da korumayı amaçlıyordu. Hastalığının ilerlediği günlerde, ‘‘Nasılsınız’’ diye soranlara, ‘‘Azar azar vefat ediyorum’’ yanıtını veriyordu. Nadi, tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde 20 Ağustos 1991 tarihinde yaşamını yitirdi. 1 Nadir Nadi bir dinlenme arasında her zaman sahip çıktığı gazeteci dostları İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ile birlikte. Bu da Bir Tür Faşizm NADİR NADİ Amerikan Hava Kuvvetleri’nin Hanoi’de sivil halk üzerine yaptıkları şiddetli saldırıları eleştiren İsveç Başbakanı Olof Palme, bunları İspanya iç savaşı sırasında faşistlerin Guernica katliamına benzettiğini söylemişti. Aynı konuya değinen Profesör Maurice Duverger, iki gün önce Cumhuriyet’e aktardığımız bir yazısında İsveç Başbakanı’na bak vermekte, hatta daha da ileri giderek şöyle demektedir: ‘‘Hanoi’nin ABD tarafından sistematik biçimde imha edilmesi ile Guernica katliamı arasında bir fark vardır ve bu fark da Washington’un aleyhinedir. Faşist bir rejimde halk, hükümetin politikasına muhalefet edemez. Almanlar Guernica katliamına karşı çıksalardı, kendilerini ya toplama kamplarında, ya zindanlarda, ya da idam mangalarının karşısında bulacaklardı. Oysa, içte demokratik olan bir rejimde halk, hükümetinin dışa dönük faşist politikasına karşı çıkmak özgürlüğüne sahiptir. Eğer halk bu özgürlüğünü kullanmaz da susarsa, insanlığa karşı işlenmiş suça katılmış ve sorumluluğu paylaşmış olur. Bu bakımdan Amerikan halkının Vietnam katliamındaki sorumluluk payı, Alman halkının Guernica katliamındaki sorumluluk payından daha büyüktür.’’ Amerika Birleşik Devletleri, fikir özgürlüğüne ve kişi haklarına değer veren bir ülkedir, çağımızın en güçlü bir devletidir. Ne var ki, bu güçlü devlet, halkına sağladığı bugünkü refah düzeyini, büyük ölçüde, az gelişmiş ülkeler üzerine kurup sürdürdüğü alışveriş yöntemine borçludur. Bu da ‘‘yeni emperyalizm’’ dediğimiz sömürü politikasına dayanmaktadır. Amerika, kendi sınırları içinde tüm özgürlüklere saygılı olacak, yeryüzünde de demokrasinin baş koruyucusu olarak tanınacak. Ama aslına bakarsanız, Amerika’nın koruduğu, kendi halkının özgürlüğünden de, yeryüzünde demokrasi ilkelerinin uygulanmasından da önce tekelci büyük Amerikan sermayesinin çıkarlarıdır. Duver ger’nin ‘‘dışa dönük faşizm’’ diye adlandırdığı yöntemin tabanında işte bu gerçek yatmaktadır. Amerikan ve dünya basınının tepkisi ulusal bağımsızlıklara saygı bakımından gerçi umut vericidir. Ama Profesör Duverger’nin dediği gibi ‘‘Washington’un dışa dönük faşizmini durdurabilecek başlıca kudret, herhalde Vietnam halkının kahramanlığı’’ olacaktır. 14 Ocak 1973 Uluslar Uyanırken NADİR NADİ Sömürülen halk arasında birileri donmuş, kalıplaşmış inançlara başkaldırmaya görsün. Ulusal bağımsızlık uğruna kendi yurttaşlarını dürtükleyen, onlara özgürlük türküleri söyleyen düşün öncüleri, halk liderleri her zaman emperyalist baskı güçlerini tedirgin etmiş, onların hışmına uğrayarak tutuklanmış, zindana atılmışlardır. Kendi ülkelerinde hoşgörüyü baş tacı edenlerin geri bıraktıkları sömürge ve yarı sömürgelere uyguladıkları bu katı davranış İkinci Cihan Savaşı’ndan bu yana gözle görülürcesine değişmektedir. Afrika’da, Asya’da, Orta ve Uzakdoğu’da toplumlar uyanmışlar, hızlı bir toparlanma, bağımsızlaşma sürecinin içine girmişlerdir. Emperyalist güçler, asker sivil yerli işbirlikçilerin yardımı ile çıkarlarını koruma çabasını şimdilik bir derece yürütebiliyorlarsa da bunun sonsuza dek böyle sürüp gitmeyeceği artık besbellidir. 7 Kasım 1973 CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear