24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2006 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr İşiniz okumaksa okumadan mı dinlenirsiniz? YAZI ODASI SELİM İLERİ Okuma keyfini yakalamak ? O kuma ediminden aldığımız keyfin bir parçası da yazarlarla ve yazma türleriyle didişmektir. Tuttuğumuz yazarlar ve türler zaman zaman değişse de arayışımız ‘kendini okutan’, ‘zenginleştirici’ metinlere ulaşma yönündedir. ontenjanları yıllar boyunca düşürülmediği için, akıl fikir almaz, zamana ve mekâna sığmaz bir öğrenci sayısına ulaşan büyük üniversitelerin büyük bölümlerinde çalışan öğretim üyeleri için ‘okuma’ ediminin farklı bir anlamı vardır. Çünkü ‘keyif’ kavramıyla olan ilintisini bütünüyle yitirmiş, bütünüyle ‘faydacı’ bir işlem niteliği taşımaktadır. ‘İş’in bir parçasıdır... Birbirini döngüsel bir hız içinde izleyerek kısa zamanda kapınıza dayanan sınav dönemlerinin her birinde, her biri dört sayfa olsa, yaklaşık 2000 sayfa uzunluğuna ulaşan sınav kâğıtlarını elde kırmızı kalem düzeltmek ve değerlendirmek amacıyla okuduğunuzda aldığınız keyif (arada bir başarılı bir kâğıda rastlarsınız ya!) ‘keçi boynuzu çiğnemek’ten aldığınıza benzer. Güzelim öğretmenlik mesleğinin, gecenizi gündüzünüzü birbirine katan, sizi yaşam boyu ‘el yazısı’ okuma köleliğine yazgılayan en berbat yanı... Bir de tezler var: Yüksek lisans, doktora tezleri... Çalıştığım alanlardaki eskimişliğim gereği, her biri ortalama 150 sayfa uzunluğundaki bu tür çalışmaların da yılda en az yirmisini kırmızı kalem yine elde okuyup değerlendirmek durumundayım. Ardından da üniversitelerin dergilerine yollanan makaleleri okumak geliyor. Kol gücümün en az dört beş katı ağırlıktaki doçentlik/profesörlük dosyaları da yıl Boğaziçi’nde Eylül İstanbul’da ağustos bunalttıkça, bir an önce eylüle kavuşma özlemiyle, geçmiş zamanın eylülden söz açmış yapıtlarını bir kez daha okuyor, bu yapıtların sayfaları arasında geziniyorum. Abdülhak Şinasi Hisar, kırlangıçların gittiğini söylüyor. Eylül sessizce ortalayacak. Her şey sanki dilsiz. Hatta bazan musiki bile. Boğaziçi Mehtapları, bazan Boğaziçi’nde saz seslerinin gönlü tutuştururken; ‘‘kimsesiz mabetlerde yalnız eriyen mumlar gibi’’ söndüklerini dile getiriyor... Eylül, ‘‘yazın altınları ve ateşleri eridikten ve söndükten sonra’’ çıkagelmiş. Abdülhak Şinasi sonbahardan daima hoşnuttur. Ağaçlarda inanılmaz zenginlikte çöküş, düşüş, kayboluş sarartıları, kızartıları görür. Son yeşertiler adeta kalp ağrısıdır. ??? O, Mehmed Rauf gibi, unutulmaz Eylul gibi, gününden konuşmadığı ve nice zamanlar sonra geçmişi diriltmeye çalıştığı için, sonbahara handiyse tapınır. Çünkü eylülle başlayan sonbahar, hatıralar mevsimidir. Yazdığı her şey ancak bu mevsimle anlam kazanabilecektir. Her yer sonbahar yapraklarıyla donandıkça, yaprak dökümü alıp başını gitmişken, yazıda çizide geçmiş zamana kavuşmalar başlar. Kanlıca kıyısında, çıkıntıdaki yalı kim bilir hangi yalıydı bir türbeye bitişiktir. Türbeden geceleri kandil yakılıp denize sarkıtılır. Kandilin titrek ışığı uzayıp gitmek ister. Abdülhak Şinasi geçmiş zamana kavuştuğunu düşlerken, gerçeklikte, veda edişler, ayrılışlar yazar. Zaten ‘‘eylülün on beşinden sonra ise rutubet çoğalır. Gelenlerin bir kısmı dağılır. Artık deniz âlemi kalmaz. Soğuklar başlar. Boğaziçi’ni balıkçılar kaplar.’’ Boğaziçi, bu asrın ilk yıllarında, diyor Abdülhak Şinasi, bizi bırakıp gitmiş yirminci yüzyıldan söz açarak; eski Venedik’i hatıra getirirmiş... ??? Yalılar birdenbire Venedik çağrışımlarıyla donanır. Yalı mimarisinin ışığa ve loşluğa bir arada açılışı özellikle vurgulanır. Yalının, denizi, Boğaziçi peyzajını, yelkovankuşlarını seyretmeye ayrılmış ön odalarında ışıklar içeriye sıçrar, yansılarıyla aydınlık ve gölge oyunları meydana getirir. Bu aydınlatışlar, bu gölgelendirişler, kimileyin, duvarlarda, döşemede, tavanda bir ırmak gibi akar. Kimileyin, rüzgârla ürpermiş tenin çağrışımlarını akla getirir... Fakat hangi günlerde, ne zaman? Boğaziçi Mehtapları’nın kaleme alındığı dönemde, yalıların birçoğu harap olmuş; sözgelimi Şair Nigâr Hanım bir akşamüstü, hotozu ve yaşmağıyla geçip gitmişken, o rıhtımlar bozulmuş, bahçelerin süslü parmaklıkları kaldırılmış, büyük taş saksılar kırılmış, çiçekler yeni mevsimlerde artık ekilmemiş, koruların ağaçları, mezarlıkların selvileri kesilmeye başlanmış, yüksek duvarlar da göçmeye koyulmuştur. Anılar incittikçe, Abdülhak Şinasi maziyi diriltmeye çabalar. İşte ilkyaz gelince, baharlar açınca, erguvanlar eflatun ateşten renkleriyle fışkırınca, çocuklukta kalmış görüntüler belleğe yine üşüşür. Sözgelimi büyük bir zafer doğar gibi sabah olur. Akşamleyin mor salkımların kokusu, sardıkları balkonlardan içeriye taşar, hatta yollara bile taşar. ‘‘Rumeli kıyısından bakılınca da Anadolu sahilinde, güneş aksiyle, ötede beride öbek öbek birçok camlar altın kesilir, altınlar gibi parıldar.’’ Fakat bu ilkyaz rüyası uzun sürmeyecektir. Abdülhak Şinasi, yazabilmek için sonbaharı gereksinir. Hem yazısında anlattığı zaman için, hem de yazmaya koyulduğu zamanda. Boğaziçi yaz dolunaylarıyla dolup taşmışken, eylülün ikinci yarısında, donuklaşır, ölgünleşir, içlilikler kuşanır... Bugünkü Boğaziçi’nde eylülün ikinci yarısı yine içlilikler kuşanacak mı?.. Öneriler: Kitap/Kalpaklılar, Samim Kocagöz, Dünya Kitapları, 2006. (Kurtuluş Savaşı romanlarının en güzelleri arasında yer alan bir yapıt...) K söz gelimi, dil ustalığına hayran olduğum Elif Şafak’ınkilerdeki hikmeti çözmeyi kafaya takmışımdır. İşte bu aşamalardan birinde öykü yazarlığının erdemlerini roman yazarlığına üstün gören bir tutum içine girdiğimi ve bir dönem yalnızca zaman zaman da düş kırıklığına uğrayarak öykü kitapları okuduğumu anımsıyorum. Bu dönemi deneme okurluğu izlemişti. Öykü ve deneme yazarlığının gerektirdiği ekonomik anlatımın ürettiği vuruculuğun, müthiş bir zekâ ve ustalık gerektirdiğini bir kez daha anımsamam gerekmişti demek ki... Şiir her zaman baş köşede Son zamanlarda ‘kurmaca’ dünyadan epeyce uzaklaşıp ‘somut gerçekler’ dünyasına geçmişim farkına varmadan: Belgelere dayandırılmış öyküler, toplumda iz bırakmış kişilerin yaşantıları, yakın tarihimize ilişkin gerçekleri ve yorumlarını içeren yapıtlar, anı kitapları ile haşır neşir oluvermişim. Bir bölümünü polisiye roman okurcasına hatmetmişim, bir bölümünü ise zaman ve enerji kaybı saymışım. Şiire gelince, çoğumuz için olduğu gibi her zaman başköşededir. Benim vazgeçilmezlerimin başında Attilâ İlhan gelir. Aslında, türler arasında bir okuma tercihi yapmak safdillik olur. Okuma keyfi sürmeniz ve yenilenmeniz için bir yapıtta aranacak iki koşul vardır yalnızca: İçeriğin sizin için ‘aydınlatıcı’ bir nitelik taşıması, biçemin de ‘tür’ün gerektirdiği düzeyde tat verecek bir dil ve anlatım ustalığıyla oluşturulmuş olması. ‘Kendini okutan’, okuyanı zenginleştirerek keyiflendiren bir metin, içerik ile biçemin mutlu buluşmasının ürünü değilse nedir? 1 Murathan Mungan, 2 Orhan Pamuk, 3 Yaşar Kemal, 4 Attilâ İlhan, 5 Elif Şafak. lık ‘okuma’ mesaisinin vazgeçilmezleri... Bir de ders hazırlama/bilimsel araştırma gereği okuduklarımız var. Bu pek zor zaman ayırabildiğimiz tür okuma edimi, ‘iş’ gereği yapılanların en keyifli olanı kuşkusuz. Ancak, şu ya da bu biçimde, hep aynı ya da birbirine akraba alanlarda okumanın zaman zaman çok heyecan verici olsa da yeterince kafa dinlendirici ve insanı yenileyici olduğu söylenemez. Bu nedenle, yalnızca ‘keyif’ için okuduğumda, tiyatro oyunlarına ya da tiyatro/edebiyat tarihieleştiri kuramları ile ilintili yapıtlara pek yaklaşmam. Onlar işimin bir parçasıdır. Çocukluğumdan bu yana okuması en çok keyif veren türün ‘roman’ olduğunu düşünmüş olmalıyım. Geriye dönüp bakıyorum: Dünya klasiklerinin çevirileriyle başlayıp, Türk yazınının Cumhuriyet dönemindeki ilk popüler örneklerini aştıktan sonra, yazıldığı dilde okuyabildiğim İngiliz/Amerikan romanlarına, ardından da Türk romanının Yaşar Kemal ve sonrası dönemine geçmişim. Zaman zaman, kimi yazarları okumaktan artık vazgeçmem gerektiğini düşünmüş, kimi zaman yazma ya da Türkçeyi kullanış biçimi nedeniyle yazara söz gelimi Orhan Pamuk’a kızmış, yazarın söz gelimi, Murathan Mungan’ın başka türlerdeki yazarlığını roman yazarlığına yeğlemiş, kimi zaman da romanlardaki İngiliz Flüt Kongresi’nde ilk Türk Kültür Servisi İngiliz Flütçüler Birliği (The British Flute Society) tarafından her yıl düzenlenmekte olan İngiliz Uluslararası Flüt Kongresi’ne bu yıl ilk kez Türkiye’den flüt sanatçısı Bülent Evcil davet edildi. Manchester kentinde Royal Northern Collage of Music binasında verdiği resitalde Evcil, Türk yapıtlarını da seslendirdi ve büyük alkış aldı. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası 1. Flütçüsü Bülent Evcil, son derece üst düzey flüt sanatçılarının yer aldığı bu çok seçkin etkinliğe bugüne kadar davet edilen ilk Türk. 1720 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen kongrede Evcil, Ekrem Zeki Ün’ün Yunus Emre için bestelediği ‘Yunus’un Türbesinde’ ve Hasan Tura’nın ‘Bir Türk Halk Müziği Üzerine’ adlı çeşitlemelerini seslendirdi. Sanatçı ayrıca Ginlio Briccialdi’nin ‘Venedik Karnavalı’, Eldin Burton’ın ‘Sonatina’ ve Sergei Prokofiev’in Sonat’ını seslendirdi. Sanatçıya resitalde ünlü piyanist Lior Kretzer eşlik etti. Bülent Evcil, 13 Haziran’da İstanbul Uluslararası Müzik Festivali’nde de piyanist Lior Kretzer ile birlikte Darphanei Amire’de unutulmaz bir resital vermişti. Geçen Mayıs ayında İtalya’da düzenlenen Uluslararası Falaut Festivali’ne de davet edilen ve çok başarılı bir resital veren sanatçımız, ülkemizi uluslararası arenada başarıyla temsil ediyor. (www.bulentevcil.com) MERİH AKOĞUL ’UN FOTOĞRAF SERGİSİ SANAL MÜZE’DE Nazenin imge avcısı... nin imge avcısı’ için itiKültür Servisi Eczadal, gerçekte söz konusu cıbaşı Sanal Müzesi, nihai amaca saygı duru‘Fotoğraf’ bölümünde şudur, hiç şüphesiz.’’ Merih Akoğul’u konuk Ali Selen ise Akoğul’u ediyor. ‘Grup 9’un kuşöyle tanımlıyor: ‘‘Merucularından olan Akorih Akoğul’un geçmişte ğul’un yurtiçinde ve pastoral bir duyarlılık tayurtdışında çektiği, şıyan ‘izleyen’ tavrı zarenkli ve siyahbeyaz man içinde evrilerek mifotoğraflarından oluşan nimalist halini korumuş 90 yapıtlık sergisi ve çok odaklı postmodern www.sanalmuze.org inöğelerle bezenmiştir. Her ternet adresinde görüne kadar postmodern, lebilir. çağdaş öğeleri içerse bile, Mehmet Ergüven, Akoğul’u şu sözlerle an Merih Akoğul’un 90 yapıtlık sergisi www.sanalmuze.org onun duyguyu ve insaniliği esas alan romantik latıyor: ‘‘Boş fotoğraf internet adresinde görülebilir. tarafı hiç değişmemiştir. karesi, görülmeyi bekBu da güzel olandır. Postleyen şey ile koşullandıçalışır. Buna göre ürkek ve yer yer rılmış beklentilerimiz arasındaki sıkılgan tavır nihai amacı belirle modernizm, gelenekle yakın geçsürtüşme alanıdır. Akoğul, bu ge miş olmanın sonucudur burada; mişin eklektik bir karışımıysa eğer, rilim hattında kesin bir tercih yap görüntüler ile kurduğu ilişkide flört bu fotoğraflar da aynı tavrı sıkı bir maksızın hep arabulucu olmaya etmekten öteye geçmeyen ‘naze şekilde iletmektedirler bize.’’ İngiliz Uluslararası Flüt Kongresi’ne ilk kez bu yıl Türkiye’den flüt sanatçısı Bülent Evcil davet edildi. Ankara’da plastik sanatlar buluşması Kültür Servisi Başkent Ankara’nın plastik sanatlar alanındaki en kapsamlı etkinliği olan ‘Ankara Sanat Fuarı Ankart 2007’nin 915 Nisan 2007’de Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenleneceği açıklandı. Çankaya Belediyesi’nin ev sahipliğinde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ÇAĞSAV tarafından düzenlenen, 40’ı aşkın galeride yüzü aşkın sanatçının binin üzerinde yapıtla yer alacağı bu sanat buluşmasını Ankaralı sanatseverler ücretsiz izleyebilecekler. ANKART2007 etkinliği boyunca plastik sanatlara ilişkin panel, söyleşi ve konferansların yanı sıra bir oda müziği konseri de verilecek. Çağdaş Sanatlar Vakfı ÇAĞSAV tarafından plastik sanatlar alanında her yıl olağanüstü başarıları, çalışmaları ve destekleri nedeniyle öne çıkan birer gerçek ve tüzel kişiye verilen ‘ÇAĞSAV Onur Ödülleri’ni bu yıl alanlarsa 2007 Ocak ayında açıklanacak. C C CUMHURİYET 14 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear