26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 12 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ 16 Yargı kararları uygulanmazsa Başımızdakiler kadrolaşmakla kalmıyorlar, kadrolaşırken yarattıkları hukuk dışılığı belirleyen yargı kararlarını ısrarla uygulamamakta kararlılar. Yargı kararlarının uygulanmaması karşısında yargı organlarının takındıkları tutuma gelince... Avukat İsmail Sami Çakmak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda görevli müvekkilleri hakkında verilen yargı kararının zamanında uygulanmaması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Savcılığı ise soruşturma yapılmasına gerek olmadığına karar verdi. Bunun üzerine İsmail Sami Çakmak, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na itiraz başvurusu yaptı. Ve dilekçesinde bakın neler dedi: ‘‘Çok yakın bir gelecekte yargılama makamı olarak sizlerin verdiğiniz kararların da; itiraza konu işbu karardaki gibi göz yummalarla, gözden kaçırmaya çalışmalarla, bunu başarabilmeleri halinde uygulanamaz hale getirilebileceği endişemizi öncelikle belirtiyoruz. Böyle bir duruma izin verilmeyeceği düşünce ve temennisindeyiz. Bu itiraz dilekçesi, sadece müvekkillerimizin hakkını aramak ve korumak görevimizin gereği olarak değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün, yargının bağımsızlığının, yargılama makamlarının kişiliğinin ve bu kişiliğin onurunu yansıtan yargı kararlarının ciddiyetinin korunması ve yaşama geçirilmesi konusunda biz avukatlara düşen bir görevin de yerine getirilmesi ve bu cümleden olarak yargı kararlarına sahip çıkılması düşüncesi ve amacıyla da verilmektedir.’’ Fındıkkurdu GÖRÜŞ Dr. OKAN TOYGAR Adana Tabip Odası Kapanmak Kapanmak. Hayır, hayır herhangi bir anlamda ‘‘kapanmak’’ değil bu. Bir yoğun bakım terimi olarak ‘‘kapanmak’’tan söz ediyoruz... ‘‘Hastanız kapandı’’ dediler mi, bileceksiniz ki, o hasta çevresine en ufak bir tepki vermemektedir. Bas bas bağırarak adıyla çağırdığınızda bile iç ferahlatıcı bir kıpırdanma ya da karşılık göremeyeceksinizdir ondan. Benliğe anlamını veren gözler açılıp soluk ve titrek uzaklıklardan da bakmayacaktır size. Bilinç denen şey ürkek tavşan olmuş, tetikte ceylan olmuş, beynin sık ormanlarına kaçmıştır sanki. Yoklukla varlık birbirine karışmış, hatta yokluk varlığa dikenli teller örmüştür... Kapanan hangi andadır, nerededir? Acıyı duyumsamakta mıdır, en yakınını tanımakta, ona yeniden ulaşmak için çaba harcamakta mıdır?.. Issız belirsizliktir bilinmeyen, gelir tıkanır boğaza. Kapanmak, karanlığa düşmekse eğer, olup biteni açık, hem de apaçık izlemek boğum boğum hüzündür. İnsanlık beyin kanaması geçiriyor, yürek vurgununa uğruyor. Solunum yetmezliğinde boğuluyor, bedeni inmeli... İnsanlık yoğun bakımda, kapanıyor. İnsanlık masum, bunu hiç hak etmiyor... Kral Abdullah’ın Türkiye ziyareti sırasında Suudilerin Sevda Tepesi tutkusu durup dururken mi depreşmişti? Hiç de değil. Konuyu, geçen aylarda İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş gündeme getirmiş, ‘‘Kral Abdullah, ziyaret ettiği ülkelere maiyetiyle birlikte 17 uçakla gider ve her açıdan gittiği bölgeye canlılık getirir. Kanlıca Sevda Tepesi’nde büyük bir arsası var, ancak oraya ev yapamıyor. Eğer bu ziyaret öncesi burada ev yapabilmesi için bir jest yapılabilirse Türkiye açısından önemli bir fırsat yakalanabilir’’ demişti. Murat Yalçıntaş, bilindiği üzere AKP Milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu Ayrı bir muhabbet dur. Babaoğul Yalçıntaşlar’ın bir özellikleri de Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki İslam Kalkınma Bankası ile yakın ilişkileri olmasıdır. Baba Yalçıntaş bu bankada danışmanlık, oğlu da uzmanlık yapmıştır. Murat Yalçıntaş, AKP iktidarı göreve gelir gelmez tartışmalı bir süreçle İTO başkanlığı’na seçilmiştir. Murat Yalçıntaş, Dubai Veliaht Prensi Şeyh Raşit el Makdum’un İstanbul ziyareti sırasında, Arapların ‘‘sağlık zincirleri ve kimi arsalar’’ ile yakından ilgilendiğini kamuoyuna ilk duyuran kişidir aynı zamanda. Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası eski Başkanı Hüseyin Ülkü, tüm bu ilişkiler ağının gelip dayandığı noktanın aslında bir çırpıda anlatılabileceği kanısında: ‘‘Bir ekonomik krizin atlatılma kaynağı olarak Arap sermayesinin şart olduğu, sermaye çevrelerine de empoze edilerek kendi sistemlerini Türkiye’ye dayatmaya çalışıyorlar. Bunun kalıcı olabilmesi için de ekonominin her alanında; tarım alanında, turizm alanında, sağlık alanında ortak yatırımlar yapmayı planladıkları dönemin bittiğini, artık uygulama döneminin başladığını düşünüyorum.’’ Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, hükümetin fındıkta Toprak Mahsulleri Ofisi’ni yetkilendirmesinin, tek gerekçesi olduğunu söylüyor: ‘‘Plan bellidir: Hükümet, 12 Eylül’de genel kurula zorlandığı FİSKOBİRLİK’te kendine yakın bir yönetimi başa geçirirse, FİSKOBİRLİK yeniden devreye sokulacak, suçlu olarak birliğin bugünkü yönetimi ilan edilecek ve üreticiyle barışma yolu seçilecek. Yok, FİSKOBİRLİK yönetimini ele geçirilemezse, bu kez TMO aracılığıyla tepkileri azaltmaya yönelik bir küçük alım yapılacak, ama sıkıntılar devam edecek.’’ Fındık Üreticileri Sendikası Başkanı Kutsi Yaşar da, perdenin öteki tarafını açıyor ve fındık fiyatında oynanmakta olan oyunu gösteriyor: ‘‘Fındığın 20 Ağustos’tan sonra pazara ineceği bilindiği halde neden 25 gün sonra müdahale alımlarına başlanacak? Küçük işletmelerin yoğun oldugu fındıkta eylül ayının 15’ine kadar üreticilerin fındığı elden çıkaracağını iktidarın bilmemesi mümkün değil. Yoksa AKP hükümeti bir yandan fındık üreticisini oyalarken diğer yandan büyük tüccara zaman mı kazandırmak istiyor?’’ Yalnız zaman kazandırsa iyi. Para kazandıracak, para... Öyle değil mi fındıkçı danışman? Sağlık Neye Dönüşüyor? Yıllardan beri Özal ve ardılları sağlıkta özelleştirmeyi teşvik ederek sosyal devleti ortadan kaldırdılar. AKP iktidarı da çıkardığı yasalarla bunu daha da ileri boyuta taşıdı. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) ve sağlık sendikalarının tüm uyarılarına kulaklarını tıkayarak sorunların artmasına neden oldu. Bunu yapmalarının iki nedeni var. Birincisi halktan ve kamudan yana tavır koyan TTB ile temel görüş farklılıkları. AKP hükümeti sağlığı bir hak olarak görmüyor. Bir tür kişisel tüketim olarak görüyor ve bu tüketimi piyasa koşullarına açarak sağlığı ticarileştirmek istiyor. İkinci neden ise Uluslararası Para Fonu’na (IMF) bütçede açığa neden olduğu ileri sürülen sağlık harcamalarının kesileceği sözünün verilmiş olması. İşte bu birbiriyle bağlantılı iki nedenden dolayı AKP hükümeti sağlıkta dönüşüm adıyla halkın sağlığından tasarruf ederek sağlıkta çöküşe neden oluyor. 1/7/2006 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan “tedavi yardımına ilişkin uygulama tebliği” artık bu kadar da olmaz dedirtecek son örnek. Bu yasaya göre sağlık ocakları, devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde ayakta tedavi gören hastalar için sadece vaka başına ödeme yapılacak ve vaka başı ödeme tutarına; muayene, konsültasyon, tüm tetkik, tahlil, müdahale, girişimsel işlemler ve radyolojik görüntüleme işlemleri dahil olacak. Bu uygulama hem resmi hem de özel sağlık kurum ve kuruluşları için geçerli olacak. Vaka başı tutar, sağlık ocakları için 11 YTL, devlet hastaneleri ve üniversite hastaneleri için 2574 YTL olarak belirlenmiş. Yani en üst ücretten örnek verecek olursak üniversite hastanesinin kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran bir hastanın yapılacak olan muayenesi, tüm tetkikleri ve 10 gün içerisindeki takipleri için devlet sağlık kurumuna sadece 74 YTL ödeme yapacak. Bu miktar çocuk hastalıkları polikliniğine başvuracak bir hasta için 53 YTL, göz hastalıkları polikliniğine başvuracak bir hasta için ise 44 = YTL. Devlet hastanelerine yapılacak ödemeler bu miktarın yaklaşık yüzde 6066’sı arasında değişiyor. Sağlık ocaklarında ise yukarıda sayılan işlemler için vaka başına sadece 11 YTL ödeme yapılacak. Bu uygulama ile hastaların nitelikli ve güvenilir sağlık hizmeti almalarında büyük sorunlar yaşanacak. Tanı koymakta güçlükler ve gecikmeler, konsültasyon ve sevk zincirinde aksamalar, doğrudan hasta sağlığını etkileyecek. Bu rakamlarla hizmet vermesi olanaksız olan sağlık kurumları zorunlu olarak hastalardan fark ücreti alma yoluna gidecekler. SSK, BağKur, Emekli Sandığı ve Yeşil Kart sahibi olan yaklaşık 55 milyon kişi bu farkı vermekte zorlanacak. Asgari ücretin 380 YTL olduğu ve nüfusun yaklaşık yüzde 26’sının yoksulluk sınırının altında olduğu bir ülkede sağlık alanında yapılan bu yanlış tercihler, sosyal devletin tasfiyesi anlamına gelmektedir ve halkı çaresizliğe itmesi kaçınılmazdır. Hekimler açısından en önemli sorun ise mesleğini uygulamada karşılaşacağı güçlüklerdir. Sağlığı ticarileştirmenin bir uzantısı olan bu tebliğ zaten hekimlik mesleğinin özüne aykırıdır. Tanı yöntemlerine başvururken konsültasyon isterken veya hastayı sevk ederken hekime getirilecek olan sınırlamalar hem hekime hem de hastaya zarar verecektir. Kendisi de bir hekim olan Sağlık Bakanı da bilir ki “tıpta hastalık yoktur, hasta vardır”. Yani hastalıklar her hastada farklı şekillerde kendini gösterebilir. Bu nedenle tanı koymak, özellikle bazı hastalıklar için, bırakın tetkik olanaklarının kısıtlandığı bu şartlarda, normal şartlarda dahi sanıldığı kadar kolay değildir. Bir branşın, tanısı basit yöntemlerle konulan hastalıkları olduğu gibi, tanısı için birçok tetkik gerektiren hastalıkları da vardır. Bu durumda her iki hastalığın tanısının konulması için kuruma aynı miktarda ve kısıtlı bir ödemenin yapılması bilimsellikle bağdaşmayan bir uygulamadır. Bir başka konu da yeni çıkarılan Türk Ceza Kanunu (TCK). Bilindiği gibi bu kanun ile hekimlere verilen ceza kapsamı genişletildi ve ceza miktarları arttırıldı. Yani “tedavi yardımına ilişkin uygulama tebliği” ile bir yandan hekimin tanı koyup, doğru tedaviyi yapması için kullandığı yöntemlere kısıtlama gelecek, bir yandan da “yeni TCK” gereği tanının yanlış konulması veya gecikmesi durumunda hastanın sağlığıyla ilgili oluşacak olan olumsuzluklardan hekimler sorumlu tutulacak ve cezalandırılacak. Bu birbiriyle çelişen, akıl almaz bir uygulamadır. Özetle hasta ve hekim haklarına aykırı olan bu uygulama, hekimi tezgâhtar, hastayı müşteri ve devleti müşterisini ve çalışanını kandırmak isteyen kurnaz patron durumuna indirgemektedir. Hekim özerkliğini yok eden, hasta sağlığını hiçe sayan ve sosyal devlet ilkelerine karşı olan bu uygulamadan bir an önce vazgeçilmesi gerekmektedir. Bağlaşma... SÖNMEZ TARGAN Yüzyıllık yakın tarihimizin emperyalizme en çok bağımlı hükümetleri içinde Adalet ve Kalkınma Partis (AKP) hükümeti birinci sırada göstermek bir haksızlık olmasa gerek. Yine bu tarihsel süreçte ideolojisini açıkça dinsel inançlara dayandırarak politika yapıp siyasal erkin başına geçmiş tek parti de AKP’dir. Görünen o ki, ister erken genel seçim olsun, ister zamanında yapılacak genel seçimlerde, kimi oransal ayrımlılıklar olsa bile AKP’nin yine siyasal erki elinde tutacağı kesin görünüyor. Ama hemen belirtmek gerekirse, bu somut gerçek AKP’nin seçmen tabanının güçlü olması ve sayısal üstünlüğünden kaynaklanmıyor. Bunu yaratan nedenlerin başında, itiraf etmek gerekirse, var olan diğer siyasal partilerden daha güçlü bir örgütsel yapıya sahip olmaları geliyor. Diğer ikinci ve çok daha önemli neden, gerek merkez sağda, gerekse merkez sol ile bugün için marjinal bir konumda olan diğer sol kesimde ciddi bir dağınıklık yaşanıyor olmasıdır. O zaman bu hükümetin karşısında olan güçlerin yapması gereken, hatta zorunlu olan iki temel görevin kaçınılmazlığı ortaya çıkıyor. Birincisi, çok daha güçlü ve inandırıcı bir örgüt yapısıyla toplum karşısına çıkmak. İkincisi, bu siyasal yapılanmayı tarih sahnesinden silmek için AKP’ye dolayısıyla emperyalizme karşı olan tüm siyasal yapılanmaları belirli bir program çerçevesinde güç ve eylem birliği temelinde bir araya getirmek... Siyasal yazında bağlaşma (ittifak) olarak da bilinen bu ikinci tutum üzerinde biraz durmamız gerekecek. Bağlaşmayı, bir başka yanıyla, aynı hedefe yönelmiş değişik siyasal yapılanmaların ya da onların tabanını oluşturan sınıf ve katmanların en geniş ve köklü toplumsal uzlaşmaları olarak da tanımlayabiliriz. Bir başka anlatımla, siyasete bağlaşma sanatıdır da diyebiliriz ve böylesi ortamlarda başarının olmazsa olmaz koşullarının başında bu gerçeğin yadsınmaz bir biçimde uygulanmasının gerekliliğini söyleyebiliriz. ??? Tarih, bağlaşma sanatını ustalıkla uygulamış önderlere tanıklık etmiştir. Bunların başında, emperyalist işgal döneminde Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırmış Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği Anadolu Bağlaşması’nı gösterebiliriz. Yine Lenin’in ve Mao’nun kapitalist düzene karşı kurduğu işçiköylü bağlaşması, Tito’nun Yugoslavya’da yaşama geçirdiği ve yaşam süresince başarıyla sürdürdüğü Yugoslavya Sosyalist Birliği, George Dimitrov’un Bulgaristan’da Alman işgaline ve yerli işbirlikçilerine karşı kurduğu Vatan Cephesi bu konuda kanıtlanmış canlı örneklerdir. Hemen belirtmek gerekirse, siyasal bağlaşmalar öznel niyetlerden kaynaklanmış bir talepler zinciri değildir; tersine nesnel koşulların dayattığı sınıflar arası bir birlikteliktir. Çünkü ortak hedefler doğrultusunda bir araya gelmek gereksinmesini duymuş sınıfların, kendi özgül izlencelerini ileri bir tarihe öteleyerek aralarında oluşturdukları yeni bir izlence temelinde bir araya gelmeleridir. (Dikkat edilirse birleşmeleri değil, bir araya gelmeleridir diyoruz.) Bugün Türkiye’nin içinde yaşadığı iç ve dış koşullar, gerek taktik anlamda, gerekse stratejik anlamda bir bağlaşmalar projesinin hazırlanmasını ve hızla yaşama geçirilmesini dayatmaktadır. Bu bağlaşma, salt cumhuriyet kazanımlarının yitirilmesi tehlikesine karşı koymakla da sınırlı değildir. Özellikle çevremizde ve Ortadoğu’da yaşanan korkulu gelişmeler, Türkiye üzerine oynanmak istenen oyunların içsel olduğu denli dışsal boyutunu da göstermesi açısından son derece öğreticidir. Türkiye’deki siyasal erk sorununa salt laikantilaik ekseninde yaklaşmak ve sorunu böylesi bir bakış açısıyla sonlandırabileceğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Başta ABD olmak üzere emperyalizmin ülkemizdeki ve bölgemizdeki egemenliğine son vermeyi amaçlamadan, salt hükümet değişiklikleriyle yetinip avunmak fotoğrafın çerçevesini değiştirir ama aynı fotoğrafı yine görüyor olmanız gerçeğini değiştirmez. ??? Emperyalizmin varlığı, gezegenimizde olduğu sürece, buna karşı savaşımın zorunlu bir gereği olan bağlaşma konusu da hep gündemimizde olacaktır. Bağlaşma, bir ülkede bir arada ve kardeşçe yaşamanın da bir çimentosudur ve taktik olmaktan çok stratejik bir önem taşımaktadır. Ayrıca bağlaşmayı salt içsel savaşımın bir ürünü olarak görmek de konunun kavranmasına yetmez. Türkiye, emperyalist Batı evreniyle yaptığı başta NATO olmak üzere bütün uluslararası bağlaşmaları masaya yatırıp yeniden sorgulamalıdır. Hatta gerekirse, bağımsızlık ve egemenlik haklarına gölge düşürmeyecek biçimde başta Asya olmak üzere diğer dünya halklarıyla yeni bağlaşma olanaklarını zorlamalıdır. Böylesi uluslararası bir bağlaşma, halklar arasındaki dayanışma ve güç birliği olanaklarını da zenginleştirmekle kalmayacak emperyalizme karşı savaşa da evrensel bir nitelik kazandıracaktır. Bu sağlanmadığı sürece, bugün Irak, Lübnan ve Afganistan’da yaşananların yarın gezegenimizin bir başka ülkesinde yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bugün Türkiye’nin temel sorunu bağlaşma konusudur ve bu da stratejik bir temele oturmak zorundadır. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Ağustos www.mumtazarikan.com TC. ANTALYA 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN SAYI 2003/339 Esas 2005/445 Karar Davacı Maliye Hazinesi vekili. Av. Hüseyin YÜZBAŞI tarafından davalılar Coşkun YILDIZAhmet GÜZELAbdullah Erdal KONYA ve Cavit ESEN aleyhine mahkememize açılan Tapu İptal ve Tescil davasında yapıp bitirilen dava sonunda; Verilen karar uyarınca ; Davalılar Coşkun YILDIZ Ahmet GÜZEL Abdullah Erdal KONYA ve Cavit ESEN’in adresi meçhul olduğundan ilanen tebligat yapılmasına karar verilmekle, mahkememizde görülen davanın 24.11.2005 tarihinde karara çıktığı ve mahkememizce verilen karara göre; Davanın Kabulü ile, dava konusu edilen Antalya ili, Merkez ilçesi, Varsak mahallesi, 3173 Ada, 11 parselin Hazine adına ormandan 2/b maddesi uyarınca çıkartılan yerlerden olduğu belirtilerek davacı adına Tapuya kayıt ve Tesciline karar verildiği, karar tebliği yerine kaim olmak üzere ilan olunur. 25. 07.2006 Basın: 39942 bizimcumhuriyet?yahoo.com.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Arşiv. 2/ Kaz Dağı’nın 1 antik dönem 2 lerdeki adı... 3 Fıkıh bilgini. 4 3/ Kapı ve pencerelerin 5 üst eşiği... 6 Arapçada 7 ‘‘ben’’. 4/ Yüreğin atışı, vu 8 ruşu. 5/ Bir ya 9 da daha çok elektron 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kazanan ya da yitiren 1 K O L O F A N S atom ya da atom gru2 E M İ N R İ Y A bu... Yetkili satıcı. 6/ Tanrı bağışlamasın 3 R E N M A V A L dan yoksun kalma... 4 A G O R A F O B İ H A A S Bir soru sözü. 7/ Vi 5 T A L 6 İ Y O R T U İ layet... Eldiven ve giysi yapımında kul 7 N A U R U Ş A L SM T E A L İ lanılan bir tür yumu 8 B İ Ş K E K şak deri. 8/ Şama 9 T A nizm’in din adamlarına verilen ad... Romanya’nın plaka imi... ‘‘’ları silkeledikçe / Deniz gelecek eline pul pul’’ (Orhan Veli). 9/ Düz kenarlı şapka. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ansiklopedi. 2/ Büyük erkek kardeş... Hayvanların su içtikleri taş ya da ağaçtan oyma kap. 3/ Dört tekerlekli bir at arabası... Eski dilde su. 4/ Sepicilikte ve hekimlikte kullanılan, tadı buruk bitkisel bir madde. 5/ Güç, emek, çaba... Tropikal bölgelerde yetişen ve yumruları besin olarak kullanılan bir bitki. 6/ Bir nota... Evrensel alıcı olan kan grubu... Kötü dikiş nedeniyle kumaşta oluşan büzülme ya da kıvrım. 7/ Japonlara özgü çiçek düzenleme sanatı. 8/ Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlama gelecek biçimde kullanma sanatı... ‘‘ doğmadan şavkı düşmez ovaya’’ (Karacaoğlan). 9/ Sindirimi kolay, sağlığa uygun... Madenleri yontmada kullanılan çelik araç. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear