24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 NİSAN 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Köy Enstitüleri ve İlkeleri Köy Enstitülerine alınacak öğrencileri, ilköğretim müdürleri, gezici başöğretmenler, ilköğretim müfettişleri, il ulusal eğitim müdürleri bölgelerindeki köyleri tarayarak saptıyorlardı. Köy Enstitülerinin açıldığı ilk yıllarda öğretmen adayı kız öğrencileri bulmak oldukça zordu. Üç sınıflı eğitmenli köy okulunu bitiren öğrencilerin dördüncü ve beşinci sınıfı Köy Enstitüsünde tamamlamaları için ayrıca enstitüye dayalı hazırlık sınıfları bulunuyordu. ği gidermeyi hedef edinmiştir. Geleneksel okulculuk anlayışımızda sekiz ay eğitim, öğretim, dört ay dinlence vardır. Köy Enstitüleri bu anlayışı da yıkmıştır. Binalardan, bağ, bahçe, tarla ve hayvanlardan yıl boyu yararlanma yolunu seçmiştir. Bu yüzden de kümeler yılda ancak kırk beş gün köyüne inceleme, okuma yapması için gönderilmiştir. Öğrencilerin yarısı izindeyken yarısı da enstitüde kalmış, işlerin sürüp gitmesini sağlamıştır. Köy Enstitülerinin başka bir özelliği de herkesi kazanma ilkesine bağlı olmasıydı. Kuramsal bilgisi yetersiz diyerek hiçbir öğrenci kıyıma uğratılmaz, okuldan atılmazdı. Öğretmen olamayacaklar sanata yönlendirilirdi. Üçüncü sınıfa dek gelenler, isterlerse sağlık koluna ayrılır, köy sağlık memuru eğitimi görürlerdi. Köy Enstitüleri hem kurulduğu çevrede bulunan köylere örnek olacağı, hem de yetiştirdiği elemanlarla köylülere rehberlik edecek durumda bulunduğu için geniş katılımı gerektiren büyük bir imeceye girmeleri söz konusuydu. Öğrenciler, öğretmenler, yöneticiler hem kendi gereksinimleri için çalışıyor, hem de başka enstitülere, çevre köylere yardıma gidiyordu. Okul ve bina yapımlarını gerçekleştiriyorlardı. Köylüler kendi okullarını, öğretmenlerinin oturacağı evi kendileri yapıyordu. Ne var ki, köylük yerinde çocuklar bir iş, bir üretim aracı olarak görülüyordu. Okula gitmesi, hele bunun üç yıl, beş yıl gibi sürekli ve zorunlu olması çok yadırganıyordu. Bereket köy çocuğu doğa koşullarına alışıktı. Köy Enstitüleri onların dayanıklı gücü sayesinde yoklukları, zorlukları yenerek kuruluyordu. Öğrencilerin, usta öğreticilerin, öğretmen ve yöneticilerin anlayışlı, demokratik işbirliği yapmaları sonucu başlanan işler yarım bırakılmadan bitiriliyordu. Herkes birbirinden, alet ve eşyalarından destek görüyordu. Dostluk, arkadaşlık bağları ile toplu yaşama kucak açılıyor, ilerici atılımları köstekleyen engeller sevgi ile, güvenle aşılıyordu. Toplumsal çıkarlar bireyselliğin önündeydi. Bencilliğin yerini özveri dolduruyordu. Eğitim, metot dendiğinde çevreye görelik başta gelirdi. Günlük yaşam, köyle bağlantılıydı. Örnekler, çözüm yöntemleri doğal ortamdan alınırdı. Öğrencilere ruhsal ve bedensel güçlerinin üzerinde görev verilmezdi. Yılgınlık yaratacak, ağır işçiliği gerektirecek işlere öğrenciler sokulmazdı. Zevkle çalışılacak planlamalara öncelik tanınırdı. Öğrenciler çalışma alanlarında, başkanlık, nöbetçilik gibi kendilerinin işçisi, yöneticisiydi. Çalışmalarda gözlem ve deney vardı. İş içinde kendine görelik esastı. Tümdengelim ve tümevarım metotları, neden ve niçinlere indirgenerek iş içinde sorgulanır, uygulanırdı. Köy Enstitüleri Atatürk’ün şu sözlerine denk düşen köylü yaratma özlemiyle çalışıyordu. ‘‘Türk köylüsünün silah kadar makine tutmaya yakışan güçlü eli, ulusal olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda tarihin akışını değiştiren yüksek, sosyal duygusudur. ’’ CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Danışman Döngüsü ALLAH’IN şu işine bakın: İktidara gelir gelmez taa Kıbrıs’lara seslenip ‘‘Denktaş danışmanını değiştirmelidir!’’ diyen Sayın Başbakan’ın kendisi danışman konusunda öyle durumlara düştü ki, feleğin böylesine ağır bir ceza vermesine üzülmeden edemiyor insan. Anadili gibi İngilizce bildiği ve Amerikalıların ciğerini okuduğu söylenen danışman, parti liderinin büyük müttefike karşı işlediği kusurların etkisini onarmak üzere çıktığı seferde ettiği sözler yüzünden uzak diyardaki Karagöz oyununu yüzüne gözüne bulaştırdığı gibi, ülkesinde de yıktı perdeyi eyledi viran. Çünkü, her şey basının gözü önünde ve kulağı dibinde olmuş, kötü niyetliler tez elden buralara duyurmuşlar. Aslında toplantı basına kapalıymış fakat danışman, gazetecilerin de alınmasını kendisi istemiş. ‘‘Saklayacak bir şeyim yoktu’’ diyor. O da çok üzgün. Amerikalı muhatapları ne demek istediğini gayet iyi anlamışlar ama, Türk basınına anlatamamışmış. Anlatamadığı şuradan belli ki, herkes olayın özüne bakmayıp aklını sözcüklere taktı. ‘‘Ne demek efendim, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanını kullandırmak, ondan yararlanılabileceğini söylemek, hatta hakkında lağıma süpürmek gibi deyimlerle konuşmak?’’ diye söylenenler, nutuk çekenler, bu ‘‘infial’’lerini yazıya dökenler çok mu çok. Öze inen pek olmadı. ereket, danışman bir başka kişiye danıştı da konu aydınlandı. Danışmanın danışmanı, Amerikan filmlerinde çetelerce işlenen cinayetlerin ‘‘kanıt temizleyicileri’’ varmış; bunlar polis gelmeden ‘‘vak’a mahalli’’ne koşar ve cinayetin bütün izlerini silerlermiş. Amerika’ya gidip dönen danışman da onlara benzetiliyor. Kendisine verilen öğüt şu: ‘‘Derdini anlatmak ve başka şeylerle uğraşmak yerine, birtakım diplomatik cinayetleri işleyen seri katil veya katillerle konuşmak.’’ Kimler acaba bunlar? Danışmanın danışmanına göre, birtakım ipuçları eksik değildir: Son zamanlarda ‘‘Kaddafivari’’ diplomatik show’lar ve ağır yaygın uygulamalar varmış. Bunlara ‘‘merkez’’ görüşleri savunan yazarlarla dinsel duyarlılığı yansıtan köşe yazarlarını, AKP’nin ‘‘Milli Görüş kanadı’’ ile İslami kesimin yazarlarını da eklemek gerekiyor. erhalde bir başka kategori de unutulmamalı: Sayın Erdoğan iktidara gelir gelmez, ‘‘Kesinlikle değişmiş; Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açılmakta; şimdiye kadar izlenen ve yerinde sayan uyuz diplomasi yerine yaratıcılık, karşıdakilerden bir adım önde olmak türünden cesur çıkışlar olacak’’ türünden harika yazılar yazan, övgüler döşeyen, sevinçten el çırpan ve her zamanki marifetlerini bu iktidar döneminde yineleyenleri de bu cinayet çetelerinden saymaz mısınız? Tehlikenin Farkında mısınız? İrtica siyasete, eğitime ve devlete sızıyor... Laiklik ve milliyetçilik gibi Cumhuriyetin temel nitelikleri yıpratılıyor... Gericiliğe karşı mücadele, halkın dinsel inançlarına karşı çıkmak gibi gösterilerek din sömürüsü yapılıyor... Türk ordusu hak etmediği bir tartışmanın içine sokuluyor... ??? Yukarıda yer alan cümleler, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son konuşmasının en can alıcı bölümleriydi. Geçen perşembe günü ‘‘Tehlike büyük’’ manşetiyle duyurduğumuz bu haber üzerine dinci basında saldırı içeren yorumlar yapıldı. Dinci basının, Cumhurbaşkanı Sezer’i hedef alan manşetlerine Başbakan Erdoğan da katılarak, ‘‘Cumhurbaşkanı ortalığı bulandırıyor’’ suçlaması yaptı. ??? Bir süre önce başladığımız reklamlarımızda ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ sorusunu sorduk. Dinci gazetelerin bazı yazarları gazetemizin reklamı ile paralellik kurarak Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarına Cumhuriyet’in zemin hazırladığını yazdılar... İrtica ve bölücü gelişmeler sürdükçe, biz ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ sorusunu gündemde tutacağız. Atatürk’ün adını verdiği Cumhuriyet gazetesinin 82 yıllık mücadelesinde, dün olduğu gibi bugün de Cumhuriyetin temel niteliklerini savunmak var... ??? Haftanın bir başka 11 NİSAN 2006 SALI önemli gelişmesi Başbakan Erdoğan’ın İran Büyükelçisi Devletabadi ile bir araya gelmesiydi. Kamuoyundan gizlenen bu görüşmede İran’ın nükleer programı, 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA Irak’taki hükümet pazarlıkları ve PKK’nin sınırdan Türkiye’ye yaptığı sızma hareketlerinin konuşulduğu öğrenildi. Arkadaşımız Fırat Kozok tarafından ortaya çıkarılan bu gö13 NİSAN 2006 PERŞEMBE rüşmenin, büyükelçinin Tahran’dan dönüşünden sonra yapılması ise, ‘Erdoğan’a mesaj mı geldi’ sorusunu gündeme getirdi. ??? Ankara’da bu sıcak 15 NİSAN 2006 CUMARTESİ gelişmeler yaşanadursun, İstanbul’un büyük bir çevre felaketi ile karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Tuzla’ya bağlı Konaşlı mevkiinde bir dere yatağına gömülen onlarca varil zehirli atık, belki de etkisi yıllarca sürecek bir kirliliğe yol açacak. Çevre ve yaşam bilincinden uzak kişilerce toprak altına gömülen bu varillerin, seracılık yapılan bölgenin yanında ortaya çıkması ise kanser endişesini de beraberinde getirdi. Tüm dünya elindeki doğal kaynakları, temiz suyu, tarım alanlarını korurken, Türkiye’nin bu konudaki duyarsızlığı gerçekten düşündürücü. Ancak, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, çevre katliamı konusunda yaptığı açıklama ile kafaları karıştırdı. Pepe’nin, zehirli varillerin hangi fabrikaya ait olduğunu bildiğini söyleyip ardından bilmiyorum demesi derin bir çelişkiydi. Mevzuat ve cezaların yetersizliğini savunan Pepe’nin çevre suçlarına yönelik yasa tasarısının 10 yıldır TBMM’de beklediğini bilmemesi düşünülemez... ??? Spor dünyasında ise yine futbol ön plandaydı. Diğer gazeteler, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ta yaşanan gelişmeleri sütunlarına taşırlarken, Cumhuriyet, yeni spor yasa tasarısını gündeme getirdi. Arkadaşımız Arif Kızılyalın ’ın haberinde, spor yönetiminin GSGM’den alınıp belediyelere verilmesinin yaratacağı sorunlar gözler önüne serildi. CHP Milletvekili ve eski Bakan Fikret Ünlü’nün de yeni yasayı irdeleyen yazıları dikkat çekiciydi. İyi haftalar. Mevlüt KAPLAN ‘Köylü milletinin kültür yaratabilmesi, kaynağından esin ve güç alabilmesine bağlıdır’ İ. Hakkı Tonguç duğu için de öğretmen, sağlık memuru, ebe gibi yetiştireceği adayları köyden almıştır. Köy Enstitülerinde kafanın etkinliği kadar yüreğin, bedenin etkinliği de gerekliydi. Kültürde, tarımda, teknikte bilgi, beceri donanımı isteniyordu. Öyleyse oraya alınacak çocukların önce sağlıklı olmaları, köyde doğmuş, 3 sınıflı eğitmenli, 5 sınıflı köy okullarını bitirmiş olmaları öngörülüyordu. Köy Enstitülerine alınacak öğrencileri, ilköğretim müdürleri, gezici başöğretmenler, ilköğretim müfettişleri, il ulusal eğitim müdürleri bölgelerindeki köyleri tarayarak saptıyorlardı. Köy Enstitülerinin açıldığı ilk yıllarda öğretmen adayı kız öğrencileri bulmak oldukça zordu. Üç sınıflı eğitmenli köy okulunu bitiren öğrencilerin dördüncü ve beşinci sınıfı Köy Enstitüsünde tamamlamaları için ayrıca enstitüye dayalı hazırlık sınıfları bulunuyordu. Köylerden enstitüye doğru yola çıkan her öğrenci askere gider gibi sırtında ak torbası, eski giysileri ile geliyordu. Sağlık kontrolünden geçirilerek uygun olmayanların yerine yedekleri alınıyordu. Yeni gelen öğretmen adaylarının eski giysileri, ayakkabıları, şapkaları alınır, yerine yenileri verilirdi. Kendi sınıf düzeyindeki dizgeye katılan, enstitünün havasına uyan öğrenci, bir yıl sonra ilgisi, isteği ve yeteneği doğrultusunda teknik sanat kollarından birine ayrılırdı. Köy Enstitüleri o güne değin yaratılmış olan köy, kent, kadın, erkek, varsıl, yoksul ayrımını dengelemeye çalışmış, yurdun her yerine yayılarak bölgeler arası dengesizli K B H öy Enstitülerini başarılı kılan ve unutulmazlıklarını sağlayan etkenlerin başında ilkeli oluşları gelir. Onlar öteden beri sürüp gelen alıştığımız okul türlerinden çok farklıydı. Cumhuriyetin önemli atılımlarını tabana yaymak için gerçekleştirilmiş, özbenliğimize uygun en önemli iş ve eğitime dayalı bilinçlendirme kurumlarından başlıcasıydı. Savurganlığa, boşuna yapılan emek gücüne ve tüketiciliğe inadına kapalıydı. Tutumluluğu, yapıcılığı, yaratıcılığı ve üreticiliği kendine ilke edinmişti. O günün ortamında köylü, kentli yaşantısı arasında uçurum vardı. Kırsal kesimde yaşayan insanların beslenme, barınma ve sağlık sorunları öteden beri sürüp gelen geleneklere göre çözümleniyordu. Bilinçlendirme dinsel inanışlara göreydi. Halkın büyük çoğunluğu okuryazar değildi. Köylerde çocuklar okulsuzdu, öğretmensizdi. Eğitimde fırsat eşitliği bilinmiyordu. Kadın, erkek ayrımı uçurum yaratacak derecede çoktu. Bölgeler arası dengesizlik çok ayrı uçlardaydı. Kızların okuyanı, ‘‘cadı olur’’, erkeklerin okuyanı ‘‘kadı olur’’ deniyordu. Köy Enstitüleri bu ayrımı ortadan kaldırmış, kıza, erkeğe kucak açmış, eşit eğitime girmişti. Kırsal kesime dönük bir okul ol ANKARA 8. AİLE MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 2004/776 Davacı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Vekili Av. Ayşe Banu Sayın tarafından davalı Vahdettin Zaralıoğlu aleyhine mahkememize açılan velayet davasının yapılan yargılaması sırasında, Davalı Vahdettin Zaralıoğlu'na tebligat yapılamadığından ve tüm araştırmalara rağmen ikametgahı, meskeni ve işyeri adresi de tespit edilemediğinden, dava dilekçesinin Tebligat Kanunu'nun 28. ve devamı maddeleri gereğince ilanen tebliğine karar verilmiş olup; Ara kararı gereğince, dava duruşmasının bırakıldığı 26. 05.2006 günü saat 09.10'daki duruşmaya bizzat gelmediğiniz veya bir vekille temsil edilmediğiniz takdirde, HUMK'nun 213 ve 377. maddeleri gereğince yokluğunuzda yargılamaya devam olunacağı ve karar verileceği; Tebligat Kanunu'nun 31. maddesi gereğice ilan tarihinden itibaren 7 gün sonra dilekçenin tebliğ edilmiş sayılacağı, Tebligat yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 16936 ESKİŞEHİR ADD VE CUMOK’tan BAŞSAĞLIĞI MESAJI Devlet Operasının Değerli Sanatçısı, Atatürkçü Düşünce Derneğinin üyesi ve destekleyicisi, gerçek Atatürkçü, çağdaş insan ÖMER YILMAZ'ı yitirmenin acısı içindeyiz. Onun saz tellerinin ve sesinin bize verdiği gücü, Eskişehirli dostları olarak sonsuza dek unutmayacağız. Tüm sevenlerinin başı sağolsun. Kemalist Yol Dostları. Eskişehir ADD ŞUBESİ ve CUMOK CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear