26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 NİSAN 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Yakın Komşu: Halep... İZLENİMLER: HİKMET ÇETİNKAYA alep, Türkiye’nin güney komşusu. Yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın en önemli kentlerinden birisi... Şam’dan Halep’e gidiyoruz sıcak bir mart sabahında... Geçe yarısı, THY’nin istanbul Şam uçağıyla geldik Suriye’nin başkenti Şam’a... İstanbul’dan kalkan uçağımız, Anamur üzerinden Akdeniz’e doğru yol alırken kaptan pilot anons yaptı: ‘‘Şu anda Kıbrıs üzerindeyiz, yirmi dakika sonra Şam Uluslararası Havaalanı’na inişe geçeceğiz...’’ 20 dakika sonra Şam’dayız... Şam Büyükelçiliği’ndeki iki kişi karşıladı Mehmet Faraç’la beni... Suriye Turizm Bakanlığı’nın davetlisiyiz... Ekim ayında Kahire’ye inmiştik. Kahire Havaalanı’yla Şam Havaalanı’nı karşılaştırdım hemen... Şam Havaalanı daha çağdaş... Pasaport ve Gümrük’ten geçtik... Türk Büyükelçiliği’nde görevli olan iki karşılayıcıyla sohbet ederken valizlerimiz de geldi... Dışarda bir ilkyaz havası... Valizlerimizi otomobile koyarken, Suriye Turizm Bakanlığı’nda bir görevli var mı yok mu derken Mehmet Faraç onu da buldu... Biz, onun aracına bindik... Yirmi dakika sonra oteldeyiz... Saatime baktım, sabaha karşı dört... Yatıp uyudum... Evet, Şam’dan Halep’e gidiyoruz... Beş saat süren bir yolculuk... Her yer yemyeşil... Pamuk tarlaları deniz gibi... Kerpiç evler... Ve Halep... Önce şunu belirtmek istiyorum. Halep bir düş kenti. Halepliler Türkleri çok seviyorlar. Halep tarih öncesi çağlarda küçük bir yerleşim birimi. Hititler devrinde de önemli bir yeri var. Sırasıyla İskender’in, Emevi ve Abbasiler’in egemenliğine de girmiş. 11. yüzyılın sonlarında Halep’te Türk ailelerinin egemenliği başlamış. 1069’dan sonra Selçuklu Sultanı Alparslan adına Halep’te hutbe okutuluyor. 1516 Mercidabık savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği başlıyor... Egemenlik Birinci dünya Savaşı’na dek sürüyor... Otele giriyoruz... İki görevli ‘‘Merhaba’’ diyor, bavullarımızı alırlarken... ‘‘Merhaba!’’ Soruyorum: ‘‘Türk müsünüz?’’ Yanıt: ‘‘Kürt, Türk ne fark eder. Kardeşiz, akrabayız. Ama biz Kamışlı Kürtlerindeniz. Hoşgeldiniz...’’ Sıcak bir hava esiyor aramızda... Resepsiyon görevlisi genç bir kadın... Adı Maria Balcı... O da Ermeni... Çok güzel Türkçe konuşuyor... Sıcak ve cana yakın bir insan Maria... ‘‘Türkçeyi nerede öğrendin’’ diyorum. Gülümseyerek yanıt veriyor: ‘‘Annem ve babamdan. Bir de TRT’yi izleyerek...’’ ‘‘Hep TRT’yi mi izliyorsun?’’ Maria: ‘‘Evet... Çok güzel programlar oluyor...’’ Maria’nın ataları Urfa’dan gelmişler Halep’e... Kürtler ve Ermeniler... Onlar için Türkiye ‘‘büyüleyici bir ülke’’ olarak değerlendiriliyor... Maria, ‘‘İstanbul çok güzel değil mi?’’ diye soruyor. Kürt Hüseyin ise ‘‘Ben sadece Gaziantep’e gittim, çok beğendim’’ diyor... Halep çok temiz bir kent... Caddeler, alanlar su ile sabunlanıp yıkanıyor... Ortalıkta çöp yok!.. Maria’ya soruyorum: ‘‘Suriye ile Türkiye’nin su yüzünden araları açılmıştı. Oysa Halep’te sokaklar su ile yıkanıyor, neden?’’ Maria gülümsüyor yine: ‘‘Ya öyle mi?’’ Bu sırada Hüseyin yanıma yaklaşıyor: ‘‘Halep çok güvenli kenttir. Burada rahatça dolaşabilirsiniz..’’ Mehmet ile birlikte otelden çıkıyoruz... Geçmişi MÖ 3 bin yıllarına dayananHalep Kalesi, onlarca uygarlığa mekân olmuş bir kentin tam ortasında ayakta durmaya çalışıyor. Halep çarşısında bir iplik satıcısı (Sağda) H Büyüleyici kültürü ve tarihi kalıntılarla açık müzeyi andıran Halep’te yabancılık çekmiyorsunuz Ovada yatan kraliçe!... iddetli yağışın biriktirdiği yağmur suları belki de tarihin ayak izlerinden kalan son kalıntıları Halep Kalesi’nin geniş merdivenlerinden aşağıya taşıyor... Turistler bir şelaleyi andıran merdivenleri sağanak altında tırmanıyor... Geçmişi MÖ 3 bin yıllarına dayanan kaleden yükselen ve tarihin tüm kültürlerinin aromasıyla harmanlanmış toprağın kokusu, kalenin eteklerindeki kahvehanelerden yükselen nargile dumanına karışıyor... Arap müziğinin, baharın ilk yorgunluğunu alıp götürdüğü anlarda, başında fesiyle bir kahvecinin Çin fincanında uzattığı mırranın tadı, antik bir yapının gözlere çektiği ziyafetin lezzetiyle buluşuyor... Halep Kalesi, onlarca uygarlığa mekân olmuş bir kentin tam ortasında, bağrında sakladığı gizemli şehirlerin yıkıntılarını halen görkemli birer yapı gibi ayakta tutmaya çalışıyor. Dev kapılar ve loş ışıkları darmadağın eden geniş koridorlardan aydınlığa çıktığınızda, sizi bu kez güneşin tüm ışınlarını toplayan başka geniş merdivenler karşılıyor. Sürmenin kara gözlerine derin bir hüzün verdiği Arap kızları, kendilerinden daha ürkek erkek arkadaşlarıyla işte bu kalede, sağanak altında el ele, çamura bata çıka ilerliyor, belki de sevdalarını yaşayacakları harabelere gizlenmiş kuytular arıyor... Ş S uriye Arap Cumhuriyeti: Ortadoğu’da Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak ve Türkiye ile komşu olan ülkenin başkenti Şam, nüfusu yaklaşık 18 milyon civarında. Geçmişte, İbraniler, Aramiler, Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular ve Haçlılar tarafından işgal edilen Suriye’nin en büyük kenti olan Şam, 1260’larda Memlük İmparatorluğu’nun başkenti olmuş, 1400 yılında Moğol İmparatoru Timur’un saldırısıyla harabeye dönmüş. 1517’de Osmanlı egemenliğine giren Suriye, 1920’den 1946’ya kadar Fransa yönetiminde kalmış. Nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman, yüzde 10’u da Hıristiyan olan ülkenin ekonomisi tarım, endüstri ve enerji ağırlıklı. Arapça, Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Aramcanın konuşulduğu ülkede kişi başına yıllık gelir 3500 dolar civarında. Suriye’nin Türkiye açısından en dikkat çekici yanı ise ülkemizle en uzun sınırlara sahip olması. Antakya, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’le sınırları bulunan Suriye ile Türkiye arasında son beş yıldır karşılıklı olarak bayramlaşma gezileri düzenleniyor. Gözlerim kaçakçı arıyor!.. Mehmet Faraç, Halep’teki Babül Faraç saat kulesinin önünde. ‘D OĞU’NUN KRALİÇESİ...’ Mezopotamya devletleri, Roma ve Bizans imparatorlukları, Arap egemenliği, Büyük Selçuklu Devleti ile Osmanlı İmparatorluğu devirlerine ev sahipliği yapan kaleden ülkenin ikinci büyük kenti, 3 milyon nüfuslu Halep’e bakıldığında, bazen bir keşmekeş, bazen de bir gizem yumağı görülüyor. Kent sanki deve tüyünden örülmüş entarisinde geçmişi, narçiçeği rengindeki yeleğinde bugünü taşıyan, saçları uçsuz bucaksız ovaları andıran bir genç kızın nargilesiyle yan gelip yatmasını andırıyor... Eski ve yeni sanki halay çekiyor, gözler otantizmin hapsinde tutkuya dönüşüyor... Kim bilir belki de tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli kentlerinden biri ve ticaret merkezleri arasında yer alan Halep’i bu yüzden ‘‘Doğu’nun kraliçesi’’ diye tanımlıyor. Halep’in daracık sokaklarını çevreleyen evler, camiler, çarşılar, hanlar, hamamlar ve medreseleri, yöre insanının ‘‘kayşani’’ olarak tanımladığı, Güneydoğu illerinde ise ‘‘nahit’’ olarak adlandırılan taşlar süslüyor. Betonarme yapılar bile genellikle bu taşlarla kaplanıyor. Bu durum Halep’in eskiliğini daha da yoğunlaştırıyor. Zengin mutfağı, yumuşak iklimi ve büyüleyen kültürüyle Halep’in bin yıl önce bile dünya ülkelerinin dikkatini çektiği tarih kitaplarında yazıyor. Kentte 500 yıl önce Venedikliler, Hollandalılar ve Fransızların konsolosluklar kurduğu biliniyor. Milyon dolarlık zenginler H alep’te Hıristiyan nüfus, kentin ekonomisinde ciddi bir etkinlik sağlıyor. Aslında ilk bakışta yoksul bir Güneydoğu kentini andırsa da, Halep’te serveti on milyonlarca dolar olarak anlatılan Hıristiyan işadamlarından söz ediliyor. Kimi çiftliklerin 10 milyon dolara gazetelerde pazarlandığı Halep’te, kamu çalışanları yoksulluk yaşasa da rüşvetin kentte çok yaygın olduğu söyleniyor. Bu yüzden olsa gerek, insanların çoğu ekonomik sıkıntılardan yakınmıyor. Halep sokaklarında dolaşan kadınların giyim tarzına bakıldığında aslında muhafazakâr bir görüntü ortaya çıkıyor. Ancak kentin varsıl bölgelerindeki kafe ve restoranları ise oldukça güzel, modern giyimli kadınlar dolduruyor. Caddelerde son model cip ve otomobiller dikkat çekiyor. Halep’in en çarpıcı yapılarından biri olan Hüsrev Paşa Camii’nin, Mimar Sinan’ın yaptığı ilk cami olduğu söyleniyor. Ancak bu caminin yanı sıra Halep Kapalıçarşısı’nın girişindeki Emevi Camii de görkemiyle turistlerin akınına uğruyor. Caminin bulunduğu sokağın yanı başında oturan kör dilenciler, ezan başlar başlamaz dualar mırıldanıyor, bazen de ağıtlar yakıyor. Halep Çarşısı alep’e gittiğinizde Kapalıçarşı’ya uğramadıysanız, kenti hiç gezmediğiniz varsayılıyor. On kilometre uzunluğunda olduğu ileri sürülen çarşı, halen 1800’lü yıllardaki yaşamı andıran görüntüleri barındırıyor. Ülkenin Humus ile birlikte en çok yağmur alan kenti olan Halep’te dolaşırken Kapalıçarşı’da da olsanız bile yağmur sizi etkiliyor. Bazen 24 saat durmayan yağmur, çarşının daracık koridorlarında dolaşırken bile tavandaki pencerelerden, yıkıklardan üzerinize geliyor. İstanbul’daki Kapalıçarşı ve Urfa’daki Gümrük Hanı çevresindeki çarşılardan çok daha görkemli olmasına karşın kaderine terk edilmiş gibi duran bu eski ve önemli ticaret merkezi, eskiyi yaşamakta ısrar ediyor. İplikçiyle kebapçının, kasapla aktarın, tatlıcıyla tamircinin, kumaşçıyla çerezcinin yan yana dükkânlarda faaliyet gösterdiği çarşı, önemli bir turizm kaynağı olmasına karşın ülkenin hor kullanılan kaynaklarından biri olarak dikkat çekiyor. Ancak halen Halep sürmesinin satıldığı dükkânların dar koridorlar oluşturduğu çarşı, belki de kentin en gizemli ve otantik bölgesi olarak varlığını korumaya çalışıyor. Parıltılı kumaşların, ipek fularların, cebelyelerin, entarilerin, altın varaklı nargilelerin, cam ve bakır el sanatı ürünlerinin renk cümbüşü oluşturduğu, binbir çeşit esans ve baharatın insanı geçmişe götüren kokular saçtığı çarşı, gün boyu gezilse bile tükenmeyen bir hazineyi andırıyor. H K AÇAKÇILARIN UĞRAK YERİ 1980 yılına kadar özellikle Mardin ve Urfa bölgesindeki sınır kaçakçılarının yıllar boyu adımladığı bu çarşıda, halen o dönemin izlerini anımsatan ilişkiler yaşanıyor. Eski Türk kaçakçıları, bir dönem alışveriş yaptıkları Yahudi ya da Ermeni tüccarlarla zaman zaman çarşının baharat kokan dükkânlarında bir araya gelerek geçmişi anıyor, dostluklarını sürdürmeye çalışıyor. Çok eskilerde, yaşamını tehlikeye atarak mayınlı arazilerden yurda soktuğu kına, çay, kahve ve giyim eşyasını satarak geçimini sürdürmeye çalışan Urfalı kaçakçıları çok yakından tanıyan biri olarak şüphesiz bu çarşı en çok beni çekiyor. Urfa’nın Kötüler Mahallesi’ni mekân tutanların bir dönem ekmeklerini kazandığı çarşının köhne ve loş sokaklarını buğulu gözlerle dolaşırken bir yandan eski kaçakçıların ölüm korkusunun egemen olduğu öykülerini anımsıyor, fotoğraf makinem ise çarşının küflü duvarlarına belki de asılı kalmış, eski ancak tanıdık bir görüntüyü arıyor!.. T ÜRKİYE’Yİ HİSSETTİRİYOR Osmanlı şehircilik anlayışında bir mimarinin egemen olduğu kent, yapıları ve yerleşim anlayışıyla bazen Urfa ve Mardin’i andırıyor. Halep’te dolaştığınızda karşınıza her zaman, Türkiye’de olduğunuzu size hissettiren insanlar çıkıyor. Bu olgu, bir Güneydoğu kentinde olduğunuz yolundaki duyguları daha da güçlendiriyor. Kentin tarihi bölgelerindeki otoparklarda, Güneydoğu illerinden 100 dolara günübirlik tur gerçekleştiren Türk turizm firmalarına ait çok sayıda otobüse rastlanıyor. Çok sayıda Türk’ün yaşadığı kentte, Kürtler, Nusayriler ve Ermeniler de barınıyor. Türkiye’den giden Kürt kökenliler bile Türkçeyi Güneydoğu şivesiyle konuşuyor. Güneydoğu’dan göç edenler halen Türkiye’deki kültürlerini korumakta ısrar ediyor, Türk televizyonlarını izlemekten vazgeçmiyor, hatta birçoğu kadercilik anlayışının egemen olduğu TV dizilerinin tiryakisi olduğunu söylüyor. Halep çarşısının önünde kör bir dilenci ezan sesini dinlerken ağıt yakıyor. YARIN: HALEPŞAM YOLUNDA BASIN FORUMU, ARAP GAZETECİLER TÜRKİYE’YE NASIL BAKIYOR? CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear