26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
31 MART 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 STK, ekonomik kuruluşların ulusal sermaye tarafından alınması çağrısını yaptı DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Değerlerimiz yabancılaşmasın Ö zelleştirme ve gerçekler adını taşıyan dünkü yazımızda ekonomik milliyetçilik olgusu üzerinde durmuş ve gelişmiş ülkelerin özelleştirme yerine, kendi milli şirketlerini koruduklarını belirtmiştik. Bu konu ile ilgili ülkemizde de belirli çıkışlar oldu. DURUŞ ULUSAL ÇAĞRISI Ankara’nın Taşına Bak... Terör örgütünün DiyarbakırSiirtBatman ve Van’da çoğunluğu çocuklardan oluşan küçük kalabalıklarla sergilediği olaylar, bir bakıma 12 Eylül öncesinin ‘‘kurtarılmış kentler’’ oluşturma girişimlerini hatırlatıyor. Muş kırsalında, güvenlik güçleri ile çatışma sırasında öldürülen 14 teröristin cenaze törenleri nedeniyle sahneye konulmak istenilen bu Serhildan, yani başkaldırı provalarında başrolü ne yazık ki DTP ile onun belediye başkanları üstlenmektedir. DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, o 14 terörist için ‘‘katledilen gerillalar’’ derken acaba ‘‘gerilla’’nın Türkçe sözlükteki ‘‘düşman kuvvetlerinin eylemlerini engellemek, baltalamak ve geciktirmek amacıyla savaş yapan kimse’’ olarak tanımlandığını da biliyor muydu? Bu çocukların cenazelerinin defnedilişi sırasında güvenlik güçleri dikkati çekecek kadar sağduyu ile hareket etmelerine karşın; tahrikçiler Roj TV’nin ve Siirt’te olduğu gibi DTP’li belediye başkanlarının açık çağrıları ile dükkânların kapatılmasına gidiliyor. Kentlerde yaşam durdurulmak isteniliyor. Güvenlik güçlerine taşlarla hücum ediliyor. Sadece Diyarbakır’da 130’u güvenlik görevlisi 250 kişi yaralanıyor. 3 gösterici de ölüyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, ölü sayısını 17 olarak verirken teröristlerin çatışmasındaki 14 kişi ile bu 3 hemşehrisini bilinçli olarak bir arada sayabiliyor. ??? Dahası, yanına aldığı devletin vali yardımcısı ile birlikte kentin Bağlar semtinde sözde kalabalıkları yatıştırma amacıyla konuşma yapmak için konuşurken önce yüzü puşu ile maskelenmiş bir ‘‘kalkışma lideri’’ni kucaklayıp öpüyor; daha sonra gruba ‘‘Sizler kimliğinize ve acınıza sahip çıktınız. Cesaretiniz için sizi tebrik ediyorum. Biz de sizinleyiz. Ancak barış için eyleme son vermeliyiz. Bu partimizin kararıdır’’ diyor. Ne söylediğini bilecek bir yapıda olduğu anlaşılan Baydemir’in bu konuşması, terör örgütü ile DTP’nin ve bu partiyle kucaklaşan belediye başkanlarının arasındaki gönül ve birliktelik bağlarını ortaya koyuyor. Son olayları hâlâ kimileri, KONGRA GEL’in en küçük ayrıntılara kadar hazırlanmış stratejisinin gereği olarak görmek istemiyorlar. Dağlardaki savaşı kazanamayacağını anlayan örgüt, önce Güneydoğu’daki kentlerde uygulamaya koymaya başladığı bu yeni tür eylemi, daha sonra batı ve güneydeki büyük kentlere de taşıyarak Öcalan’ı da içeren bir genel affın çıkarılmasını bekliyor. Daha sonraki adımı da yerel özerkleşmeyi sağlamak için özellikle kimi AB ülkelerinin de desteğini alarak atmaya hazırlanıyor. Bu gerçekleri, ‘‘bırakılan boşlukları başka siyasetler ve boşluklar dolduruyor’’ diye tanımlamak La Fontaine’in ünlü karga ve tilki masallarının yeni versiyonlarının beklenmesine çanak açmaktan başka bir yarar sağlamayacaktır. ??? Başbakan’ın önce Sudan’da havanda su dövme konferansına, daha sonra da Suudi Arabistan’da bilmem kaçıncı umre için tavafa koşarak aslında dağ gibi yaşamsal sorunlardan kaçmak istediği görülüyor. Başta Diyarbakır ve Erdoğan’ın seçim bölgesi Siirt olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’daki belli başlı kentlerdeki olaylarda devletin görevini DTP’li belediye başkanları üstlenmiştir. Bu başkanlar, terör örgütünün resmi TV’si ile ağız ve işbirliği içerisinde, yaşadıkları kentlerde ekonomiyi çökertme pahasına emirle dükkân kapattırmakta, bankaların tahribine kadar uzanan sokak eylemleri için çocukları ön safa sürmekten kaçınmamaktadırlar. Bölgede kaç gündür bir KONGRA GEL derin devletinin egemenliği altında 67 Eylül kalkışmasının mini provaları uygulanmak isteniyor. Allah’tan bölge halkı sağduyu sahibi olduğunu ve zorla bile olsa örgütün bu birkaç bin kişilik eylem provalarına sıcak bakmak istemediğinin işaretlerini Ankara’ya vermek için çırpınıyor. Ankara ne yapıyor? Bence Şemdinli’de Nevruz öncesi başlatılan o kitabevi bombalaması olayı, aslında güvenlik güçlerini de bu tür kalkışmalar karşısında çekingen davranmaya yöneltmek amacıyla hazırlandı. Öte yandan askerlerin de aynı amaçla elleri bağlanmak istenildi. Yargının sindirilmesi planlandı. Özetle devletin, uykuya yatırılmasının adımları atıldı. Ancak bu planı birilerinin yırtıp atması, geçersiz sayması noktasına gelmeliyiz. İki gündür yargının siyasallaştırılması tehlikesini haber veren Onursal Başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun konuşmalarını büyüteç altına almıştım. Kanadoğlu, dün de eylemlerin tam bir kalkışma provası olduğunu söylüyor. Ve özellikle cumhuriyet savcılarının olaylara el koymasını istiyor. Ankara demek, siyasal iktidar demekse... Siyasal iktidarı da Başbakan temsil ediyorsa... Sesimizi kime duyuracağız. Tayyip Bey Suudi Arabistan’da umre ile, eşi ve kızı ise Katar’da binbir gece düğününü, özel davetli olarak ‘‘değerlendirmek’’le meşguller. Bize daha ne kadar ‘‘Ankara’nın taşına bak’’ dizelerini söylemek düşecek? Offer Aralarında Türkİş, Türk KamuSen, ATO, ADD, Demokratik Öğretim Elemanları Derneği, Devlet Denetim Elemanları Derneği, Türkiye Genç İşadamları Derneği, Ziraatçılar Birliği, Türk Metal İş, Haber İş, Sağlık İş, Esnaf ve Sanatkârlar Odası gibi yüz yirmi üç sivil toplum kuruluşunun ‘‘Türk Dayanışma Konseyi’’ adına tüm milletvekillerine gönderdiği Ulusal Duruş Çağrısını anımsayalım. (2.9.2005). Bu çağrıda ülkemizin köklü ekonomik kuruluşlarının yabancı şirketlere satılması na karşı çıkılıyor, bunların ulusal sermaye tarafından alınması isteniyordu. 2005 yılının ağustos ayında Telekom satışı gerçekleşince, satılsın mı, satılmasın mı tartışması ortada kaldı. Oysa, madem ki satılacaktı akıllı davranıp ‘‘nasıl olup da ulusal sermayeye satılmalı’’ konusu tartışılmalı ve ona göre strateji üretilmeliydi. Türk Telekom’un 5 5.5 milyar dolarlık cirosu vardır. Her yıl bir milyar dolara yakın kâr eden bir kuruluştur. Teknolojisi oldukça yenidir. Satış fiyatına bakıldığında en fazla on yıl içerisinde yatırım kendisini karşılamaktadır. Türk Telekom’un diğer önemli özelliği de doğal bir tekel oluşudur. Böylesine kârlı bir kuruluş blok satış yoluyla, yani kolaylıkla el değiştirmeyecek bir biçimde Arap sermayesine satıldı. Bu satıştan sonra ulusalcı yazarlar, hatta liberal ekonomistler keşke yerli sermaye bunu alabilseydi, Koç, Sabancı Konsorsiyumu’nun suya düşmesi büyük talihsizlik oldu diye yazdılar. Neden böyle yazdılar? Çünkü Telekom muhakkak satılacaktı. Telekom’un satışı bize dayatılıyordu. İstediğiniz kadar gayret gösterin, istediğiniz kadar dava açın, sonunda bu kuruluş kamu nun elinden koparılıyor ve satılıyor. AKILCI DAVRANIŞ Öyle ise, akıllı davranıp bu önemli kuruluşun Koç Sabancı ortaklığı gibi bir milli sermayenin elinde mi olması iyidir, yoksa OGER gibi, OFFER gibi, Dubai Şeyhleri gibi, Ortadoğu’lu bir Arap sermayesinin elinde mi olması; yoksa Vodafone gibi kriz çıkaran bir çokuluslu şirketin elinde mi olması gerekir? Yoksa bu milli kuruluşun, bir milli şirketin elinde mi olması iyidir. İşte akılcı yaklaşım budur. Neden Türk Telekom’da önceden iç ve dış borsalarda, tıpkı Turkcell’de yapıldığı gibi Türk Telekom’da da halka arz gerçekleştirilmedi? Bu soru bir çen gel gibi kafalarda kalacaktır. TÜPRAŞ’ın yabancılara gitmemesi için ulusalcı güçler etkin çalışmalar yaptılar. Bu son derece önemli kuruluş köklü bir Türk sermaye grubuna geçti. Ancak ABD, Fransa, İtalya,Almanya, Japonya ve Çin kadar biz de milli şirketlerimizi gözetmeliyiz OYAK Genel Müdürü Coşkun Ulusoy, TÜPRAŞ’la ilgili olarak: ‘‘... TÜPRAŞ’ın şartları uygun olmak kaydıyla, milli bir kuruluşumuzun kontrolünde olmasını ve böylelikle milli kuruluşun global bir oyuncu olma fırsatını Türkiye adına diliyor olmam yanlış bir tutum değildir” dedi. Bu nedenle ben de: Madem ki Türk halkının belgeleri, gayretleri ve katılımlarıyla yaratılan bu milli kuruluşları KİT olarak yönetemeyeceğiz; Madem ki, bunların satışını bize dayatıyorlar; Madem ki, IMF, Dünya Bankası, AB’nin bu dayatmalarına karşı çıkacak bir siyasal irade ve bir siyasal iktidar yoktur, Öyleyse, bu büyük ulusal ekonomik kuruluşlar, çokuluslu şirketlerin eline geçeceğine, Türk milli şirketlerinin eline geçsin, buraları onlar yönetsin... Bu kuruluşların bir milli şirketimizin kontrolünde olması yararlıdır. Türkiye’ye Arap ilgisi u noktada özelleştirmelerimize, gelişmiş ülkelerin “ekonomik milliyetçilik” olgusu açısından bakalım. Galataport, son anda OFFER’in elinden kurtarıldı. Ama kime gideceği belli değil. Erdemir, az daha gidiyordu, OYAK atik davranarak bu çok önemli ve stratejik kuruluşu, ekonomik kazanımı dış sermayeli yabancı şirkete gitmekten son anda kurtardı. TÜPRAŞ, dünya enerji devlerinden birisinin olacaktı. Bu son derece önemli stratejik kuruluş, dinamik bir davranış sonucu milli özel sermaye Koç’un eline geçince, herkesin bir oh çektiği unutulmamalıdır. 2005 ve 2006 yıllarında Arap sermayesinin ilgisi Türkiye’nin üzerinde olmuştur. Dubai Veliaht Prensi Şeyh Al Maktum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle 5 milyar dolarlık gayrimenkul yatırım ortaklığı anlaşması imzaladı. Birleşik Arap Emirlikleri Prensi Şeyh El Nahyan’ın özellikle elektrik dağıtım şirketleriyle ilgilendiği ortaya çıktı. Dubai Port şirketi limanlarla ilgileniyor, en önemli sanayi limanı Diliskelesini oldubitti ile aldı. Bankacılıkta da birleşme ve devralmalar yoğunlaştı ve sürüyor. Türk Ekonomi Bankası’nda yönetim BNPParibas’ın eline geçti. Dışbank ise Fortis’e satıldı. Türkiye petrodoların gözdesi haline geldi. Türkiye’nin ikinci büyük GSM operatörü olan Telsim’in satışında en yüksek teklifin İngiliz Vodafone’dan geldiğini unutmayalım. Yunanistan’da Başbakan’ı ve Genelkurmay Başkanı’nı dinleyip, kayıtlarını ABD’ye veren işte bu Vodafone’dir. Gelsinler yeni fabrikalar kursunlar, ama Türk insanının alın teri, gayretleri ve katkılarıyla kurulan büyük dev ekonomi kuruluşlarını onlara vermeyelim. Eğer bu şirketleri devlet geri almayacaksa, ABD ve Avrupa’nın yaptığı gibi milli ekonomi şirketlerimizin bu kuruluşları almalarına yardım edelim.Erdemir için OYAK’ın TÜPRAŞ için Koç’un harekete geçmesi karşısında herkes memnun olmuştur. Türkiye’nin özelleştirme garabetlerinden birisi de devletin çimento B fabrikalarının Fransız KİT’ine satılmasıdır. TÜPRAŞ’IN DURUMU Bu satırların yazarı TÜPRAŞ’ın satılmaması ve devlet elinde kalmasının gerekliliği hakkında yazı yazmıştır. (Cumhuriyet 11. 05. 2005) Ancak TÜPRAŞ satıldı ve son anda çokuluslu bir şirket yerine onu milli bir şirket aldı. Şimdi bu satışın iptali için çalışanların iyi düşünmesi gerekir. Evet TÜPRAŞ satışı iptal edildiği zaman bu kuruluş devlette kalsa o zaman sorun yok... Ama bu satış iptal edilince IMF kararları gereğince hemen tekrar ilanlar yapılacak ve satışa çıkarılacaktır. O zaman da TÜPRAŞ’ı ya OGER, ya OFFER, ya da Dubaili bir Arap sermayesi alacaktır. O zaman bu satışın iptalini isteyen ulusalcılar daha mı mutlu olacaklar? Bu sorunun yanıtı verilmedikçe, yapılan her türlü girişim gerçekçi ve geçerli olamaz. Ayakları yerde bir duruş olamaz. Kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyiz. Yukarıda belirtilen AKP’nin özelleştirme ve piyasalaştırma ve genellikle KİT’leri Arap sermayesine peşkeş çekme operasyonları ileride son derece önemli siyasi sonuçlar doğuracaktır. bunun getireceği siyasal, ekonomik ve mali sonuçlar ise, Türkiye’nin ulusal çıkarları ile tam anlamıyla çelişen sonuçlar yaratacaktır. Türkiye’nin yaptığını ne ABD, ne AB ülkeleri yapıyor. İngiliz Telekom şirketinin Yunanistan’ın kritik güvenlik noktalarını nasıl dinlediği ortaya çıktı. Yarın Türkiye’deki Telekom’un başına aynı durumlar çıkabilir. Çıkmayacağını kim garanti edebilir? Özelleştirme uygulamalarının aslında küresel rekabetten bunalan çokuluslu şirketlerin az gelişmiş ülkelerdeki büyük stratejik varlıkları yok pahasına ele geçirerek, iyi kâr mekanizmaları yaratmak istedikleri bilinmektedir. Ancak Yunanistan deneyimi de açıkça göstermektedir ki, bu iş artık ulusal çıkarların da ön plana alınmasıyla çözümlenmesi gerekir. Özellikle gelişmiş sanayi ülkeleri kendi milli şirketlerini ön plana çıkarıp desteklerlerken bizim ekonomik değerlerimizi ve kazanımlarımızı şaibeli yabancı şirketlere özellikle Arap sermayesine kaptırmamız çok yanlış olacaktır. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI Çalışma arkadaşımız MURAT İLEM’in kayınvalidesi vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Arkadaşımıza, ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. Merhumenin cenazesi 31 Mart 2006 Cuma günü (bugün) Şişli Ortodoks Kilisesi’nden kaldırılacak ve aynı yerde toprağa verilecektir. NİKİ MASTARAKİ’nin CUMHURİYET ÇALIŞANLARI Cumhuriyet Antalya Bürosu’nun adresi değişti. Yeni adresimiz: Cumhuriyet Meydanı Yıldız Apartmanı B Blok No: 80/5 Antalya Tel: 0 242 248 00 57 Faks: 0242 243 05 09 BİTTİ İstanbul’a yapılması düşünülen Dubai Kuleleri
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear