24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
25 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Atatürk devrimi dünyaya örnek Prof. Dr. Suna Kili’nin, ‘‘Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli’’ kitabı 9. baskısıyla çıktı. Kitapta Atatürkçü ideolojinin kendine özgülüğüyle kapitalizm ve Marksizmin dışında kaldığının altı çiziliyor TARKAN TEMUR GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Yabancı Doktorlar... Kamuyu sağlık hizmetlerinden uzaklaştırarak anayasanın ‘‘Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’’ ilkesinin bu yönünü de geçersiz kılma girişimleri giderek yoğunlaşıyor. Anayasanın, devletin yurttaşlarının sağlığından sorumlu olmasını öngören ilkesi zaten yıllar önce kaldırılmış, devletin görevi sağlık hizmetlerinin eşgüdümünü sağlama olarak belirlenmişti. Şimdi bu değişikliğin meyvelerini toplama sırası Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına geldi. Başbakan’ın sözlerine bakılırsa, sağlık hizmetlerinin, serbest tecimsel faaliyet olarak sürdürülmesi yeterli bulunmadığı için yabancılara ve dolayısıyla yabancı hekimlere doğrudan açık bir alana dönüştürülmesi düşünülüyor. Haberlere bakılırsa bu projenin altında da Dubai yatırımlarının büyük etkisi var. ??? Türkiye’nin tıp alanında önemli gelişmeler sağladığı, dünya çapında ünlü doktorlarımızın bulunduğu yadsınamaz bir gerçek. Ama, tıbbı, sıradan bir ticaret alanı olarak gören yatırımcılar da az değil. Kimi semtlerde birkaç adım arayla sıralanan özel hastaneler ve klinikler neredeyse arı kovanı gibi işliyor. Önemli bir gereksinimi karşılıyorlar. Ancak bunlar arasında ticarete önem veren, muayene ya da müdahale sırasında bir kez kullanılması gereken araç ve gereçleri sterilize ettiğini varsayarak yeniden kullananlar olduğu da iddialar arasında yer alıyor. ??? Geçen yıllarda, Türkiye’nin yabancı hastalar için ‘‘cennet’’ olarak algılandığı, bunun da hem doktorlarının yetkinliğinden hem de verilen sağlık hizmetinin ucuzluğundan kaynaklandığına ilişkin haberlerden geçilmiyordu. Hatta İngilizlerin gelmek için kuyruğa girmiş olduğu manşetlerde yer almıştı. Ama bu haberler ne yazık ki fos çıktı.. Çünkü o ülkelerde, bizdeki gibi ‘‘Parası olan yaşasın’’ ilkesi geçerli değildi. Herkesin sigortası vardı. Ödemeler sigorta tarafından karşılanıyordu. Ancak Türkiye Avrupa Birliği (AB) ülkesi olmadığı için alınacak faturalar geçerli sayılmıyordu. Bu nedenle kimi ciddi ve büyük sağlık kuruluşları AB ülkelerinde şubeler açmayı, faturaları o şubeler üzerinden tahsil etmeyi bile düşünerek çalışmalara başladılar. Yabancı hasta akını hülyası, evdeki hesabın çarşıya uymaması nedeniyle gerçekleşmedi. Ama anlaşılıyor ki bu hülya yerini başka bir hülyaya bırakmış ve ‘‘Hasta getiremedik, bari doktor getirelim’’ şekline dönüşmüş. ??? Sağlık alanında iktidarların havanda su dövmeye benzeyen, ama verecekleri zararların tartışma yarattığı atılımlarından geçilmiyor. Neredeyse 80 yıllık bir geçmişe sahip ‘‘Tababet ve Şuabatı (dalları) Sanatlarının Tarzı İcrasına (uygulama yöntemlerine) Dair Kanun’’ birkaç küçük değişiklik dışında uygulamada bulunuyor. Yasanın yürürlüğe girdiği günden bu yana tıp alanındaki teknik gelişmeler, yeni uzmanlık dalları doğal olarak yasada yer almıyor. Genelgelerle idare etme yöntemi de yeteri kadar çözüm üretmiyor. En azından kimi uzmanların özlük hakları ciddiye alınmıyor. Yasaya göre yabancıların Türkiye’de ‘‘icrayı tababet eylemleri’’, yani doktorluk yapmaları da yasak. Görünen o ki Başbakan’ın düşüncesini gerçekleştirmesi, yasayı değiştirmekten geçiyor. Bu da amacın tıbbi değil ticari olduğunu açık seçik gösteriyor. Belki bu girişime de ‘‘AB’ye uyum’’ yaftası yapıştırılacaktır. Yazıyı, sevgili meslektaşım Melih Aşık’ın cümlesiyle noktalayalım: ‘‘AB’ye girmemize en erken 10 yıl varken, tüm uyum adımlarını attık da bu mu kaldı?..’’ B oğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Suna Kili’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. yılı etkinlikleri kapsamında yayıma hazırladığı ve ‘‘Türkiye İş Bankası 1981 Siyasal Bilim Büyük Ödülü’’ne değer görülen ‘‘Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli’’ kitabının 9. baskısı, Türkiye İş Bankası Yayınları’nca yapıldı. Prof. Kili, kitabının yeni baskısında, Sovyetler’in çöküşü, küreselleşme olgusu gibi değişkenleri de göz önünde bulundurarak, Atatürk Devrim Modeli’ni, Cumhuriyet ve Demokrasi ilişkisi bağlamında yeniden değerlendiriyor. Kili, bir çağdaşlaşma modeli olarak Atatürkçü ideolojinin kendine özgülüğüyle kapitalizm ve Marksizmin gelişme modellerinin dışında kaldığı ve ‘‘Kurtuluş Savaşı’’ verecek ülkelere bir örnek olduğunun altını çiziyor. ? Prof. Dr. Suna Kili, kitabının yeni baskısında, Sovyetler’in çöküşü, küreselleşme olgusu gibi değişkenleri de göz önünde bulundurarak, Atatürk Devrim Modeli’ni, Cumhuriyet ve Demokrasi ilişkisi bağlamında yeniden değerlendiriyor. Kili kitabında, ‘‘Azınlıklar’’, ‘‘Ege’’, ‘‘Kıbrıs’’, ‘‘sözde soykırım iddiaları’’, ‘‘AB Türkiye’’ ilişkilerinden oluşan sorunlar yumağının, Cumhuriyet rejimine karşı saldırı amaçlı olarak kullanıldığını vurguladı. şöyle açıklıyor: ‘‘İçte ve dışta saldırı hedefi olan, Atatürk’ün ‘Ulusal devrim modeli’ ve bu modelin düşünsel yönünü oluşturan Atatürkçülüktür. Bu nedenle bu yapıtın incelediği konular devletimizin ve ülkemizin bekası ile ilgilidir ve daha ayrıntılı olarak ele alınmaları gerekmektedir.’’ Kitabında, ‘‘Azınlıklar’’, ‘‘Ege’’, ‘‘Kıbrıs’’, ‘‘sözde soykırım iddiaları’’, ‘‘ABTürkiye’’ ilişkilerinden oluşan sorunlar yumağının, Cumhuriyet rejimine karşı saldırı amaçlı olarak kullanıldığını vurgulayan Prof. Kili, ‘‘Tüm bu sorunları yaratan iç ve dış güçlerin, Atatürkçülük ya da Kemalizmi ve Atatürk Devrim Modeli’ni hedef almakta olduğuna’’ dikkat çekiyor. Atatürk Devrim Modeli’nin, az gelişmiş ülkeleri ‘‘boyunduruktan kurtaran’’, gerçek bağımsızlığa kavuşturan ve iç ve dış işlerine karıştırılmasını önleyen bir model olduğunun altını çizen Prof. Kili, ‘‘Onun için bu model antiemperyalisttir, insancıldır ve bu model gerçekten tüm insanlığı sardığı, insanı insan olarak gördüğü, insanı meta olarak görmediği için evrenseldir’’ diyor. ‘DÜNYA SİYASETİNE KATKI YAPTI ‘‘Çağdaşlaşmanın’’ tam bağımsızlığın birincil koşulu olduğunu vurgulayan Prof. Kili, siyasal bağımsızlığını elde eden devletlerin en büyük sorununun ‘‘birlik, otorite ve eşitlik’’ olduğunun altını çiziyor. Her ülkenin farklı toplumsal, kültürel, tarihsel, geleneksel, dinsel ve ekonomik yapılarının olmasının, bu ülkelerin önderlerini ve yöneticilerini ulusal modeller ve kalkınma yöntemleri bul ‘ULUSAL DEVRİM MODELİ’ Eseriyle ‘‘Ulusal KalkınmaÇağdaşlaşma’’ modelinin hangi nedenlerden ötürü başarı şansının yüksek olduğunu inceleyen Kili, kitabın içeriğinin eklentilerle yenilenmesini ise maya ittiği tespitinde bulunan Kili, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya siyasetine yaptığı katkıyı ise şöyle açıklıyor: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti, özellikle 2’nci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlıklarına kavuşarak çağdaşlaşma çabası içerisine giren ülkeler için alternatif bir çağdaşlaşma modeli olmuştur. Atatürkçü ideolojinin en belirgin özelliği ulusal oluşu, toplumun tarihsel, kültürel, toplumsal ve ekonomik koşullarına; yapısına göre oluşturulmuş bulunmasıdır. Dogmacı değil pragmatisttir. Hayalci değil gerçekçidir. Batı’ya dönüktür. Atatürkçü ideoloji Batı’nın siyasal sistemini benimsemiş, fakat Batı toplumundaki sınıf ayrılığı yerine sınıflar arası uyumu yeğlemiş, ülkenin tüm toplumunu ‘halk devleti’ olarak korumayı amaçlamıştır. Atatürkçü ideoloji, bilimi, bilimin yol göstericiliğini ve aklı benimsemiş, laik bir toplum yaratmayı çağdaş olmanın gereği olarak görmüştür. Atatürkçü ideoloji ve çağdaşlaşma modeli, bu temel nitelikleri ile kapitalizm ve Marksizmin gelişme modelleri dışında hem kendine, ülkenin, Türk toplumunun yapısına ve koşullarına özgü ulusal bir model, hem de kendinden sonra kurtuluş savaşı verecek olan ülkelere bir ‘öneri’, bir ‘bildiri’, bir ‘örnek’ olarak ortaya çıkmıştır.’’ Hazırladığı rapor nedeniyle yargılanan Kaboğlu, Türkiye’nin insan haklarına yaklaşımını yorumladı: Konuşan çok ama dokunan yok ? Prof. İbrahim Kaboğlu, başkanlığını yaptığı İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun çalışmaya başladığı 2003’ten itibaren hükümetin tavrını değerlendirirken “Anayasasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti yazan dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir sürece tanık olunmamıştır. 4643 sayılı yasanın askıya alınması 2. Abdülhamit’in ilk anayasayı askıya almasından daha az vahim değildir” dedi. HATİCE TUNCER NE DEMOKRASİ NE DE İNSAN HAKLARI Hükümetin kurulu rahatsız eden uygulamaları neydi? Örneğin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği ve Avrupa Grubu’nun düzenlediği Danışma Kurulları Avrupa Bölge Toplantısı’na Berlin’de davetli olduğum halde benim yerime bir bürokratın gönderilmesi toplantıda ülkemiz adına tatsız durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toplantıya ancak Avrupa Konseyi’nin davetlisi olarak katılabildim. Sorun Kaboğlu ve ekibinden kurtulmak idiyse istifa ettik fakat kurul 1 yıldır toplanmadı. Hükümetin insan hakları ve demokrasiye bakışı ‘‘Ne demokrasi ne de insan hakları’’dır. Bu İHDK’yi askıya alırken Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nı vekâleten yürüten Mustafa Taşkesen’in imzasıyla Avrupa başkentlerine ‘‘Ülkenizde mevcut olan ulusal danışma kurulu benzeri bir kurul oluşturmak istiyoruz. Randevu verirseniz, bu kurulunuzun işleyiş tarzını tanıyacağız’’ içerikli mektuplar yazılmasıyla Türkiye’yi komik duruma düşürdü. 15 Şubat’ta mahkemeye çıktınız... 5 yıllık hapis cezası istemiyle yargı önüne çıkarıldık. Savunmamda ‘‘Savcı herhalde ‘Hoca, 5 yıldır hâkim ve savcıların insan hakları formasyonu eğitimi sırasında yoruldu, 5 yıl cezaevinde dinlendirelim’ diye bu iddianameyi hazırlamadı’’ dedim. Türkiye’de sorun, düşünce ve tartışma yoluyla ülkemizin sorunlarını çözmek yerine bunları bastırmaya çalışan yükselen kaba güce dayalı bir ırkçı milliyetçilik akımı var. Otoriter eğilimi yansıtıyor. Başkanlığını yaptığı Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun (İHDK) hazırladığı ‘‘Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar’’ raporu nedeniyle Prof.Dr. Baskın Oran’la birlikte 5 yıl ceza istemiyle yargılanan Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu, ‘‘İnsan hakları, Türkiye’de üzerine çok konuşulan ama dokunulması kolay olmayan bir alan’’ dedi. İnsan Hakları Danışma Kurulu raporlarını, Türkiye Barolar Birliği’ni temsilen bulunan avukat Kemal Akkurt’la birlikte kitap olarak yayımlayan Kaboğlu, İHDK’nin hükümet tarafından süreç içinde tasfiyesinin insan haklarına yaklaşımının göstergesi olduğunu söyledi. 26 Şubat tarihinin kendisi için üzüntülü bir gün olduğunu anlatan Prof. Dr. Kaboğlu, ‘‘26 Şubat 2003’te insan hakları alanında çalışmak üzere işe başladık. Hükümet 2003 yılını İHDK’ye iç darbe yapmakla tamamladı, 2004’ü tasfiye etmekle, 2005 yılını ise artık toplamayarak yasayı ve kurulu askıya almakla geçirdi. 3 yılda eğer hükümet önümüzü açsaydı, yeni Türk Ceza Yasası (TCY) tanımına göre kötü muamele derecesinde bir işlemde bulunmasaydı, 2006 Şubatı Türkiye’de insan hakları ve demokrasi adına önemli bir tarih olacaktı’’ dedi. Kurulun hazırladığı İnsan Hakları Raporu’nda hükümete eleştiriler yöneltildiğini anlatan Kaboğlu, ‘‘bu eleştirileri hazmedemeyen hükümetin Azınlık Raporu’na yüklendiğini’’ söyledi. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’na, İHDK’nin kuruluşu ve sonraki gelişmelere ilişkin sorularımız ve yanıtları şöyle: İHDK nasıl kuruldu? İHDK, yasasıyla yönetmeliğiyle Ecevit hükümeti döneminde kuruldu. AKP’nin birinci hükümeti döneminde, yani Abdullah Gül’ün başbakanlık yaptığı dönemde üye listesi tamamlandı. İlk toplantının önemi neydi? İnsan haklarından sorumlu olan Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır kurulu 26 Şubat 2003’te toplantıya çağırdı. Oylama sonucu ben başkan seçildim. Avukat Şenal Sarıhan ve Özürlüler Konfederasyonu Genel Başkanı ve Başbakanlık Müşaviri Faruk Öztimur başkan yardımcıları, Ba rolar Birliği’ni temsilen Avukat Kemal Akkurt ise raportör seçiliyor. Kurulun ilk kararı, parlamentoyu, Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarını kullanımı konusunda hükümetin gönderdiği tezkereye ‘‘hayır’’ demeye davet etmek oldu. Hatta 1 Mart’ta 2 oy farkla Meclis’in hayır demesinden kendimize de pay çıkararak mutlu olmadık değil. Çalışmalar nasıl yürütüldü? Türkiye’de ilk kez insan hakları alanında böyle bir çalışmanın temeli atılmıştı. Fakat kurulun 6. ayında sekretarya hizmetlerini yürüten Başbakanlık’a bağlı İnsan Hakları Başkanlığı’na Danışma Kurulu’nda başkan adayı olarak benimle yarışan Polis Akademisi’nden Doç.Dr. Vahit Bıçak getirildi. Böylece Ekim 2003’ten itibaren aksamalar başladı. Aralık 2003’te Conrad Otel’de Abdullah Gül’e neden Vahit Bıçak’ın İnsan Hakları Başkanlığı’na getirildiğini ‘‘Arkasında siyasi bir irade var mı yok mu, bunu öğrenmek istiyorum, bizim çalışmalarımız engelleniyor’’ diye ısrarla sordum. ‘‘Madem o kadar üstelediniz, Irak sa vaşı konusundaki bildirinizi yadırgadığımı söylemek istiyorum’’ diyor. Hükümet üyelerinin kılıçlarını çektiği, Aralık 2003’te anlaşılıyor. Yani Başbakanlık, İnsan Hakları Danışma Kurulu’ndan rahatsız olmuş. Kasım ayında kurumun yönetmeliği değiştiriliyor, bize haber bile verilmiyor. Yeni üyeler atandığından haberimiz olmuyor. İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Önen, ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan başta olmak üzere 30 üyenin sıkıntıları anlatmak üzere istedikleri randevuya Abdullah Gül cevap bile vermedi. Kaboğlu, 1 Kasım 2004’te KamuSen genel sekreteri Fahrettin Yokuş’un yırttığı azınlık hakları raporunu gösterirken. ‘Başbakancı rejim’ 2004’Teki çalışmalarınız? Pahalıya mal olduğu için Devlet Konukevi’nde Ankara Palas’taki toplantılarımızı Başbakanlık binasına taşıdılar. Ekim 2004’teki son toplantıda benim kaleme aldığım Türkiye’de İnsan Hakları 2004, İlerlemeler, Sorunlar Çözümler Raporu’nu ve Baskın Oran başkanlığındaki ilgili komisyonun yazdığı Azınlık Hakları Kültürel Haklar Raporu’nu tartışacaktık. Bu konuda üyelerden yeniden görüş talep etmiştik. İnsan Hakları Raporu’nu tartıştık ve bildirilen görüşlerin işlenmesi kaydıyla oybirliğiyle kabul ettik. Azınlıklar Raporu’nu revize etmesi kaydıyla oylamaya sundum. Hükümete yöneltilen eleştiriler esasen İnsan Hakları Raporu’ndaydı. ‘‘Başbakancı parlamenter rejim’’ nitelemesi, ‘‘hızlı tren kazasının nedenini ilahi takdire bırakan’’ gibi alabildiğine hükümeti eleştiren bir rapordu. Bu raporu çekmemiz için hükümet ve Meclis kanalından baskı oldu. Fakat ne geri çekiyoruz ne de yayımlıyoruz. Hükümet çok kızıyor ama yayımlanmadığı için açıkça buna cephe alamıyor, Azınlık Raporu’na yükleniyor. Rapor tartışılmaya başlandığında yarattığı rahatsızlığın eleştirisi de Azınlıklar Raporu üzerine patladı. oerinc?cumhuriyet.com.tr. AÇIKLAMA Haber Merkezi Gaziosmanpaşa Belediyesi, gazetemizin 11.01.2006 tarihli sayısının 5. sayfasında ‘‘Önce imam hatip oldu, sonra özel okul’’ başlıklı haber ile ilgili açıklama yayımladı. Belediye Başkanı Dr. Erhan Erol imzası ile yapılan açıklamada, haberin ‘‘gerçeği yansıtmadığı’’ belirtilerek şöyle denildi: ‘‘Belediyemiz, kamu kurumu olarak hiçbir sosyal donatı alanında imar planı ile getirilen kullanım amacına aykırı iş ve işlem yapmamıştır, yapmamaktadır. İstanbul’un en fazla nüfusuna sahip ilçemizin, genç nüfusunun çokluğu ve eğitime olan ihtiyacı düşünülerek belediyemizin 21.04.2005 tarih, 549 sayılı yazısı ile: İmar planında Anadolu Meslek Lisesi alanında kalan, tamamı idaremiz adına tapuda kayıtlı 50. Yıl Mahallesi 4/14 pafta, 2058 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın Anadolu Meslek Lisesi alanından Özel Meslek Yüksekokulu alanına alınabilmesine ilişkin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden görüş istenilmiş; İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 20.06.2005 tarih 715/1/1418 sayılı cevabı ile olumlu görüş verilmiştir. Bu amaçla Belediye Meclisi’nin 08.07.2005 tarih 2005/76 sayılı kararı ile taşınmaz üzerinde yirmi beş yıllığına sınırlı ayni hak tesis edilmesine karar verilmiş, karar yasal olarak kesinleşmiş, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’na göre sınırlı ayni hak tesisi ihalesi yapılarak en yüksek teklifte bulunan iştirakçi Anadolu Eğitim Kültür Vakfı’na, kira artışının her yıl DİE tarafından açıklanacak ÜFE endeksi oranına göre yapılması koşulu ile sınırlı ayni hak tesisi yapılmıştır.’’ CUMHURİYET 07 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear