28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 ŞUBAT 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ RÜŞVET NEDİR, NE DEĞİLDİR? 9 NEDEN ‘THE TÜRKLER’? ziz Nesin bir dönem Taksim’deki ‘The Marmara’ otelinin adına takılmıştı. Bir ülkenin coğrafi yer adına ‘the’ eklenerek Amerikanlaştırılıyorsa ve bu duruma kimse tepki göstermiyorsa, o ülke emperyalizmin kültürel işgali altındadır. Hep birlikte gidelim ve otelin adının değiştirilmesini isteyelim.. diyordu. Birlikte gitmek kısmet olmayınca ben yalnız gidip, otelin sahibi olan Ali Güreli’ye Nesin’in isteğini ilettim. Ali Bey otelin adına neden ‘the’ sözcüğünü eklediklerini açıkladı. ‘The’ ön takısının, özel adların veya coğrafi bölge adlarının başına geldiğinde bir işlevi vardı. Daha kolay anlamam için benim adımdan yola çıkarak şu örneği verdi: Diyelim, iki arkadaş sohbet ederken biri diğerine ‘‘Yalçın’ı gördün mü’’ diye soruyor. Diğeri ‘‘Hangi Yalçın?’’ diyor. ‘‘Canım hangi A Yalçın olacak?.. The Yalçın...’’ Yani benim farklı özelliklerimi belirtiyordu bu takı... Ben de dönüşümde Aziz Nesin’e şunu söyledim: Aziz Ağabey, otelin adını değiştirmeyi unutun. Ayrıca sakın Taksim’e gidip kendiniz uğraşmaya kalkmayın. Yoksa sizi de beni yaptıkları gibi ‘The Aziz’ yapabilirler. Sonra olaylar gelişti ve Aziz Nesin haklı çıktı. Hemen hemen her Türk dergisi, her Türk mağazası, her Türk oteli İngilizce adlar aldı. Neredeyse Türkçe kullanılmaz oldu. Bazı Türkçe sözcükler dahi ‘the’ eklenerek ya da yazılışları İngilizce okunuş kurallarına uydurularak yabancılaştırıldı. Bir anlamda otel sahibinin öngörüsü de gerçekleşmişti. Farklı özellikleri olan ‘The Türkler’ ortaya çıkmıştı. Rüşvetin gizlisi saklısı kalmadı Rüşvet nedir? En kısa tanımıyla memur maaşlarının bir tür yan ödemesidir. Diğer yan ödemelerden farkı belli bir miktarının, ölçüsünün ve zamanının olmamasıdır. Rüşvet nasıl verilir? İlk başlarda gizli verilirmiş. Eskiden en sık görülen şekli sigara paketi, mendil vs. içinde verilmesiydi. Enflasyon artıkça sigara paketleri ve mendiller ihtiyacı karşılayamaz hale geldi ve sigara kartonları, torbalar, sigara kutuları ve çuvallar içinde verilmeye başlandı. Daha sonraları Türk milletindeki ‘yiğidin malı meydanda olur’ anlayışı içinde rüşvetin gizlisi saklısı kalmadı. Hatta belgesi bile ortaya çıktı. Derken ‘noter tasdikli’ olanı dahi görüldü. Son zamanlarda fazla yer tuttuğu ve memurun ceket ceplerini bollaştırdığı gerekçesiyle dövize geçildi. Rüşvet nasıl alınır? Paralar alınır, sayılır, cebe atılır. Rüşvet nasıl yenilir? Afiyetle... Düşük maaşlı memur Boğaz’da yalı dairesi tutup oturur. Akşamları Reina’da veya Laila’da eğlenir, Âlem’de âlem, Hammam’da hamam yapar. Murat’tan iner Jaguar’a biner. Milletin aklı almaz: Allah Allah... Memur maaşı amma bereketliymiş yahu.. demeye başlar. Memur rüşveti görünce ne yapar? Çoğu normal karşılar, ancak namuslu bir memursa şöyle bir silkinir ve ciddileşir. Önüne konan paraya göz ucuyla baktıktan sonra: Siz memura görev başında rüşvet mi teklif ediyorsunuz, bayım? diye sorar. Karşı taraf, Evet, rüşvet teklif ediyorum, var mı bir diyeceğiniz? deyince memur, Yoo... Laf olsun diye sormuştum, der. Memurun rüşvet istediği nasıl anlaşılır? Aslında apaçıktır. Eğer hâlâ anlamayanlar varsa küçük işaretler verilir. İşte o işaretlerden bazıları: Memur evraka bakacağı yerde pencereden bakar. Tam imza atacağı sırada kaleminin mürekkebi biter. İşi takip eden kişi hâlâ anlamamakta direnirse; Vallahi maaşlar o kadar az ki, mürekkep bile alamıyoruz.. denir. İş takipçisi yine uyanamayıp kendi kalemini memura uzatıyorsa o zaman da Çüşş... denir. Yine anlamıyorsa evrakı çöpe atılır. Bir memurun rüşvet yediği nasıl anlaşılır? Eğer kıskanç bir eşi yoksa kolay kolay anlaşılmaz. Giderek zenginleştiği görülse bile hayra yorulur. Miras kalmıştır. Milli piyango çarpmıştır. Biriktirmiştir, denir. Memur yeni evlendiği eşiyle balayını Uzakdoğu’nun uzak bir köşesinde geçiriyor olsa bile iyi niyetli davranılır: Helal olsun adama, üç kuruş maaşla amma uzaklara gitti.. diye düşünülür. Bir memurun rüşvet yemediği nasıl anlaşılır? Bunu anlamak çok zordur. Çünkü bir memurun rüşvet yememesi için hiçbir neden yoktur. O yüzden rüşvet yememekte direnen bir memur çıkarsa, aklını peynir ekmekle yediğine inanılır. Meczup, şizofren vs. sanılır. En azından depresyona yakalandığı anlaşılır ve tedavi altına alınır. Bir akıl hastanesine yatırılır; eğer iyileşirse normal memurların arasına katılır. Türklerin kökeninin ‘fi’ tarihinde Orta Asya’da bulunan bazı topluluklarla ilişkisi olduğu bilinse de ondan öncesi pek bilinmez Türklerin anavatanı Orta Asya’da neler oldu? T ürklerin kökeninin ‘fi’ tarihinde Orta Asya’da bulunan bazı topluluklarla (İskitler, Hunlar, Uygurlar ve Moğollar gibi) ilişkisi olduğu bilinse de ondan öncesi pek bilinmez. Yaratılış efsanesine göre Tanrı 7. günün sonunda insanları yaratırken Türkleri unutmuştur. Ancak dalgınlığı geçince, mesai bitiminden sonra fazla çalışma yaparak onları da yaratmaya girişmiştir.. Tanrı sonradan ‘Türk’ adı verilecek olan bu insanlara yaptığı haksızlığı gidermek için fazladan bazı özellikler eklemek istemiş; örneğin hiçbir işe yaramayan değişik bir zekâ türü, kara kaşkara göz ve bıyıklarına tanrısal bir gürlük ihsan etmiştir. Hikmetinden sual olunmamakla birlikte, büyük olasılıkla Yüce Mevla, işini bitirdikten sonra ortaya çıkan eserde hâlâ bazı eksiklikler bulunduğunu fark etmiştir amma.. dedik ya, 7. gün bitmiştir. 8. gün ağarırken ‘‘Bunlar da böyle idare etsinler artık...’’ diyerek çalışmasına son vermiştir... Gerçekten Türkler durumu idare etmişler, ancak söz konusu eksiklikler günümüze kadar sürerek ikinci anavatan sayılan Anadolu’da bazı aksaklıklara yol açmıştır. Türkleri Orta Asya steplerine salan Tanrı, aynı bölgeye çok sayıda at da Her işlerini at üstünde görmüşler, sütünü kımız yapıp içmişler, hatta aç kaldıklarında onları kesip yemişlerdir. TÜKETEREK YAŞAMAK Günümüzde hâlâ süren ateşek etinden sucukpastırma yeme alışkanlığı da o günlerden kalmış olabilir. Ne var ki at üstünde hiçbir şey üretmeden, sadece mevcut olanakları tüketerek yaşamak, bir süre sonra Orta Asya’da ne bir ağaç, ne bir bitki, ne de bu bitkilerle beslenmekte olan hayvan bırakınca ve ortada kendileri ve atlardan başka canlı kalmayınca ne yapsınlar?.. Yine at üstünde yola koyulup dünyayı fethe çıkmışlar ve Anadolu’ya varmışlardır. Neden daha ileriye gitmedikleri tarihçileri epey düşündürmüştür ama aslında çok basittir. Zira arada deniz vardır. Henüz hiçbir ulus gemileri icat etmediği gibi, Japonlar da Boğaz köprülerini inşa etmemiştir. Bizimkiler zorunlu olarak Boğaziçi’nin Asya tarafında kalmışlardır. Karşı yakada bulunan İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından çok sonraları gemiler icat edildikten sonra fethedilecektir. Türk felsefesi ve Türk mantığı Felsefenin sözlük anlamı ‘bilgelik sevgisi’dir. Ancak Latinceden bire bir yapılmış çevirinin bizim için fazla bir anlamı yoktur. Filozofların tanımlamaları ise bundan daha karışıktır. Nedense çok basit olan bir tanımı vardır, ancak felsefenin yapısı basitliği reddetme eğiliminde olduğu için pek kullanılmaz: Yaşamın anlamı üzerine düşünmek... Biz yaşamın anlamı üzerine fazla düşünmemek için felsefeyi yakın zamanlarda kitaplardan çıkardık. Daha önce felsefe ile bağlantılı bir bilim olan mantığı da hem okullardan, hem de her türlü işimizden çıkarmıştık zaten. dilerine ulaşma zorluğu da büyük bir rol oynar. Önemli bir şey olduğunda vatandaş öteki dünyadadır ve tamirciye hesap sorma imkânı pek yoktur. Önemsiz bir şey olduğunda ise zaten hesap sormaya gerek kalmaz. Çünkü gerçekten bir şey olmamış sayılır... Ekmek parası felsefesi, düzeltilemeyecek ölçüde bozulmuş durumların mantığını ortaya koyma amacıyla kullanılır. Örneğin yöneticiler bir türlü işsizliğe çare bulamazlar. İşsizlik parası ödeyemezler. İnsanları genç yaşta emekli edip, ellerine geçinebilecekleri ölçüde emekli maaşı veremezler. Bunun üzerine herkes seyyar satıcılığa başlar. Hiçbir belediye zabıtası da bu ölçüde seyyar satıcı bolluğu ile başa çıkamaz. İşte bu durumda İdare et felsefesi.. çözümlenemeyen ve çözümlenemeyecek olan durumun bir tür emniyet supabı olur. Küçüklü, büyüklü birçok suçu içerir. Diyelim, suç işleyen kişi suçu önleme ile ilgili makamlar tarafından suçüstü yakalandı. Suçlu önce ‘ekmek parası’ felsefesini ortaya atar. Makam bu gerekçeyi kabul etmezse İdare et abi.. faslına geçer. Suçu önlemek için kurulmuş makamın bu durumda ne yapacağı bellidir: Bir şey olmaz.. diye düşünerek idare eder. Böylece karakollar, mahkemeler, cezaevleri boşu boşuna işgal edilmez. Vatandaş ve ailesi perişan edilmez. Felsefe faslını bitirmeden biraz da felsefe yapalım. Descartes, ‘‘Düşünüyorum, öyleyse varım’’ derken bir gün Türkler arasında düşünmemenin de bir varlık sebebi olacağını hesaba katmamıştır. S Ü R E C E K yollamıştır. Araba, otomobil, hatta tekerleğin bile icat edilmesine epey zaman vardır. Bu durumda Türkler, Tanrı’nın onlara özel olarak bağışladığı zekâlarıyla atların binek hay vanı olarak kullanılabileceğini akıl etmiş ve daha sonra gelişecek uygarlığın yarattığı tüm gelişmelere boş vererek atları kullanmayı sürdürmüşlerdir. Rüşveti biz icat ettik H aklarını yemeyelim; Osmanlı’dan bize sadece camiler ve saraylar kalmadı. Bazı özelliklerini de aldık ve bugüne kadar sürdürdük. Neler vardı Osmanlı’da... Harem, yeniçeriler, oğlan mahbubluğu, cenk merakı, Baltacı Mehmet Paşa’nın Katerina düşkünlüğü, göbek dansı, ‘‘Biriki kişiyi sallandıracaksın abi..’’ sözü, bıyık, sakal, sigara, Türk kahvesi, yoğurt, ayran.. Ve seyyar satıcılar.. Biraz da sanayi kalacaktı ama olmadı. Osmanlılar Orta Asya’dan getirdikleri atların peşine tahta arabalar eklemekle işi idare ettiler, daha fazlasına göz dikmediler. Uçmak, malum, yerçekimi gücünün yenilmesidir. Yerçekimini de İngiliz bilim adamı Newton’un kafasına düşen bir elmadan esinlenerek bulduğu sanılır. Oysa işin aslı öyle değildir elbette... Newton’un çalışmalarını araştıranlar, kafasına elma düşene kadar iş üzerinde uzun süre kafa patlattığını anlamışlardır. Tam bu konuları düşünürken kafasına ağaçtan elma düşmesi ise işin esprisidir. Bizimkiler bu tür konulara hiç kafa yormadıkları için, kafalarına düşen elmalar akıllarına elma kompostosundan başka bir şey getirmemiştir. Diğerlerine gelince... Haremi zarzor kaldırdık ama çok karılılığı hâlâ kaldıramadık. Yeniçerilik de kalktı ama kazan kaldırma âdeti kaldı. Oğlan mahbubluğu ise ‘müzik merakı’ adı altında hâlâ sürüyor. Baltacı’nın davranışı Nataşa merakı ile berdevam. Padişahların haremlerindeki hatun bolluğu içinde, kendilerini heyecanlandırmak için başlattıkları göbek dansı, Viagra bulunduktan sonra işlevini yitirse bile, göz zevki halinde ilgi çekiyor. ‘Sallandırma’ merakımız biraz törpülendi. İdamı son yıllara kadar sürdürmemizin altında ‘eski devlet yönetme alışkanlığımız’ yatıyordu. Hâlâ yatmadığı söylenemez. Şimdilik Avrupa Birliği kuralları elimizi kolumuzu bağlıyor ve kendimizi zor tutuyoruz. Bıyık, sakal, tütün ve kahve ise hâlâ baş tacımız. Yoğurt ve ayranı da Türklerin bulduğu ileri sürülüyordu ama yoğurdun bizden önce bilindiğini kanıtlayan belgeler yeni yeni ortaya çıktı. Ancak ayranı bizim icat ettiğimiz su götürmez bir gerçek. Nasıl mı? Tahminim şöyle: Atalarımız Orta Asya steplerinde at üstünde dörtnala fetihlerde bulunurken, yanlarında deve derisinden yapılmış, günümüzün plastik torbalarına benzer torbalarda süzme yoğurt taşıyorlardı. Ayrıca yanlarına su almaları da mantıki bir durum ... Benim tahminine göre uyanık bir cengâver, bunları ayrı torbalar yerine aynı torbada birleştirince ayranı bulmuş oldu. DÜNYANIN İLK UÇAN İNSANI Sadece İstanbul alındıktan sonra Boğaziçi’nde gezinebilmek için biraz kayık sanayiine önem verdiler, o kadar. Demiryolunu vagonlarıyla birlikte gâvurlardan aldılar. Uçak konusunun ise yüzüne bile bakmadılar. Aslında bu konuda şansımız da vardı. Örneğin Hezarfen Ahmet Çelebi dünyanın ilk uçan insanı oldu ama hâlâ bir uçak yapamamış oluşumuzda Çelebi’nin vaktinden önce uçması var. Hezarfen, ‘bin fenliçok bilgili’ anlamına geliyordu. Zamanının önde gelen bilim adamlarından biriydi ve kanat takarak Galata Kulesi’nden Üsküdar’a kadar uçmayı başarmıştı. RÜŞVETİ BİZ İCAT ETTİK Unutmadan... Memuriyet de Türklerden önce bulunmuştu ama, hakkımızı yemeyelim; memura rüşvet vermeyi sanırım biz icat ettik ve günümüze kadar getirdik. Seyyar satıcılık da Osmanlı’dan kalmadır. Normalde bir şey satmaya karar veren kişi önce kendisine bir yer edinir ki, mantığı şudur: Müşteri satıcının yerini belleyecek ve söz konusu maddeye ihtiyaç duyduğu zaman oraya gidecektir. Seyyar satıcılık durumunda ise satıcının veya maddenin yeri belli değildir. Bu durumda satıcı ile müşterinin bir araya gelmesi zor veya rastlantılara bağlıdır. Bunun mantıklı olabileceği bir tek durum vardır ki, alıcının da sabit bir yerinin olmaması, yani göçebelik durumudur. Göçebelik Osmanlı döneminde ortadan kalkmış, ancak izleri seyyar satıcılarımız vasıtasıyla bugüne kadar sürdürülmüştür. ÇELEBİ AFRİKA’YA SÜRÜLÜYOR Bunun üzerine zamanın padişahı IV. Murat kendisine birkaç kese altın ihsan ettikten sonra, bilgisinden ürktüğü için Cezayir’e sürüverdi. ‘Ferman padişahın’ olduğu için Çelebi’nin önemli başarısından sonra Afrika’ya sürülmesi, uyanık halkımızın kulağında küpe gibi takılıp kaldı. Çok sonraları Mongolfier Kardeşler uçmaya çabalarken, bizimkiler hiç oralı olmadılar. ‘‘Ahmet Çelebi’yi görmedin mi hocam?.. Üsküdar’a uçayım dedi, Cezayir’e uçtu. Nemize gerek, peynirli börek...’’ şeklinde düşünmeyi tercih ettiler. Ancak bu durum felsefeyi ve mantığı hiç kullanmıyoruz anlamına gelmiyor. Üç önemli felsefemiz var ki, hayatımızın mantığını ortaya koyuyor: Bir şey olmaz felsefesi... Ekmek parası safsatası... Ve bunlara bağlı olarak İdare et abi.. şeklindeki laf salatası... Bir şey olmaz felsefemizin varoluş nedeni her şeyi pratik yoldan çözme eğilimimizdir. Genellikle oto tamircilerinin dünya görüşü sanılmakla birlikte, hemen hemen tüm mekanik ve elektronik aygıtların onarımında, hatta politika yaparken ve ülkeyi yönetirken bile kullanılır. Örneğin onarım sırasında uygun vida bulunmamışsa, oraya bir tel sokulur ve aracın tamirini bekleyen kişiye Bir şey olmaz.. garantisi verilir. Bu güvencede oto tamircilerinin o kişiye bir şey olduğunda haberin ken CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear