26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 ARALIK 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Şehircilik ilkelerine aykırı rant yapıları için ‘kendi planını kendin yap’ dönemi ODAK NOKTASI AHMET CEMAL 2006, ‘İmarsız Mimarlık’lar yılıydı onuna geldiğimiz 2006 yılı, şehirciS lik tarihimize “kendi planını kendin yap” anlayışıyla geçecek. Mimarlığımızda da “imarsız” tasarımların “çağdaşlık” sayılmaya başlandığı yıl olarak anılacak… Aslında, her ikisi de aynı beklentinin sonucu… Sadece imar rantına göre tasarlamış gösterişli “pazarlama” yapıları, kentsel dengeleri gözeten planlama ilkelerini “siyasi karar”larla aşıyorlar.... Bu yapıların “amaca uygun mimariler”ine de şehirci1 lik ilkeleri değil, “keyfi imar yetkileri”yle yön veriliyor… Özellikle son yasalarla, hemen her “kamu kurumu”nun “satılık arsası”ndaki yapılaşma koşulları artık “kendisi tarafından” belirleniyor. Bu “kayırma”dan özel sektörün de yararlanabilmesi için, imar kararlarının “bilimsel ve demokratik denetim” olmaksızın alınması sağlanıyor… Denebilir ki şehircilik politikamızda “kendin pişir kendin ye” kültürü egemen olurken, “başarılı mimarlık” için de “rantı çoğaltan tasarım”larda ustalaşmak gerekiyor… O kadar ki 2006’da en fazla konuşulan; gazeteleri, ekranları kaplayan; dahası “uluslararası mimarlık ödülleri”ne bile konu olan tasarımların çoğu; kenti gözeten planlama kararlarına göre değil, “arsadaki rant artışını sağlayan özel kurallar”la gerçekleşiyor… İşte, 2006’daki “ilkesiz ve kimliksiz” emlak pazarına uyumlu “mimarlık hizmetleri”nden İstanbul’a göz koymuş bazı ünlü örnekler: ALATAPORT: Kentin Boğaziçi’yle buluştuğu kıyıda “turizm limanı” adına tasarlanan yapılaşmada, denize nazır “kiralıksatılık” ofis ve mağazaların yanı sıra, aynı konumda “lüks konut daireleri” bile vardı… Bu büyük imar ayrıcalığı yargıdan dönünce, kamuoyu hep “iptal edilen ihale”yi tartıştı. Oysa aynı kuralları içeren “mimari proje”lerin, eleştirilmesi bir yana, İstanbul Mimarlık Bienali’nde sergilenmesine bile karar verilmiş; dünyaya “örnek mimarlığımız”(!) olarak tanıtılmıştı… AYDARPAŞA: Tarihi gar binası ve çevresinin “7 gökdelenli ticaret ve konut siteleri”yle doldurulduğu mimari projeler, bir Türk mimarının “yurtdışındaki ofisi”nde hazırlandı. Ortada kesinleşmiş imar kararları olmadığı halde; belli ki “siyasi güvence”lerle hazırlanan proje tepki görünce, aynı amacın “gökdelensiz” tasarımları üretildi. Gelip Geçen Zaman Parçaları... “Claudia” adlı öykümden, ama kim bilir ne zaman – yazdıklarıma asla tarih koymadığım için: “…çünkü biz, geceyi …henüz bitirmek istemiyorduk. Daha restorandayken, hep birlikte ve her zaman çoğunlukla elimizi uzatsak yakalayabileceğimiz zaman parçacıkları arasında yüzüp durduğumuzu, ama kimine bizi taşıyabileceğine güvenmediğimizden, kimine de belki iki, üç kulaç ötede daha büyükleri çıkar diye tutunmadığımızı söylemiştin. Sanki geceki oyundan bir replik gibiydi. Sence aynı zamanda hem gülünç, hem de acınası kulaçlarımızı artık tutunabileceğimiz herhangi bir zaman kalmayıncaya kadar sürdürüyorduk…” Bu öykümü, aradan yıllar geçtikten sonra, bir zaman parçası daha bitmek üzereyken, ansızın hatırladım. Alıntıladığım bölümde artık bazı değişiklikler olduğu için. Kim bilir, belki o öykünün zamanlarında yazdıklarım, benim için de gerçekti; belki ben de o zamanların parçacıkları arasında yüzerken, “belki iki, üç kulaç ötede daha büyükleri çıkar diye” önüme çıkanları hoyratça harcayıp duruyordum – günün birinde tutunabileceğim zaman parçalarının kalmayabileceğini hiç düşünmeksizin. Ama ‘epeydir’e uzatabileceğim bir şimdiki zamandan bu yana, artık öyle yapmıyorum. Şimdi yaptığım, aynı öykünün sonundaki durumu çağrıştırıyor: “Şimdi…belki artık biraz yorgunumdur, belki zamanlara doğru yüzeyim derken, zamanlar gelip bana çarpmakta. Ama önemli değil. Bunu da senden öğrenmiştim. İster kulaçlarımızla ulaşalım, ister onlar akıntıyla yanımızdan geçsinler, önemli olan, elimizi uzatıp onları yakalama yürekliliğini hiç yitirmemek…Şimdi ben de, sevgili Claudia … bütün zaman parçacıklarını göze alarak yaşamaktayım. Geçip gidenleri de, bana çarpacak ya da elimin hemen yakınından geçecek olanları da…” ??? Böyle yapıyorum, çünkü zaman parçacıklarını yılların bugüne akışı içersinde sanırım çok daha derinleştirdim ve çok daha farklı ufuk çizgilerine yaydım. Hatta kim bilir, belki de onları o soğuk takvim kimliklerinden arındırıp insanoğullarının hamuruna kattım. Bu yeni ‘kimlik’ , onları bana göre sonsuzlukta, benim sonsuzluklarımda da yankılanır kıldı. Çünkü şimdi zaman, hele sevgilerin zamanları, benim için Goethe’nin deyişiyle “yaşadığı sürece sonsuzluğa adanmış olarak kalabilen”, bu yüzden de büyük olan insanoğlunun tümüyle kendine özgü bir söylemi; veya “Yarın, ne kadar?” sorusunu “Sonsuzluk ve bir gün kadar” yanıtını veren Angelopoulos’un büyülü gücünün, insanoğluna isterse–ve her şeyiyle göze alırsa!–seçeceği her zamanı sonsuz kılma gücünü tanıyan sihrinin bir simgesi. Bitmeye yüz tutmuş, adı “yıl” olan bir zaman biriminin son günlerinde, zihnimin pencerelerine habersiz konuveren bir anı daha. Cem’in ölmek üzereyken söylediği ve onu bu kentte toprağa verişimizin ardından, “…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları…” adlı öykümün sonuna aldığım cümleler: “…resim, fotoğraf gibi değil. Fotoğraf gibi yalan söylemeye kalkışmaz. Resim, yaşananların süzülmüş halidir… Şu gördüğün resimlerin hepsi, yaşadıklarımdan bende kalanlar. Belki gerçekte öyle değillerdi, ne kişiler, ne de olaylar… Ama, bende nasıl kaldıkları önemli, ve ben onları öyle resmettim. O yüzden o resimlerde ‘bir zamanlar..’ deyip geçmişte dondurabileceğim hiçbir şey yok. Onların hepsi, bugün! Oysa fotoğraflar öyle değil. Hepsi de bir daha yaşanması olanaksız anları geçmişin bir yerinde kaskatı dondurmak peşinde. Mezar taşları gibi…” Cem, ölümünün arifesinde fotoğrafları bir yana bırakmış, zihnindeki zamanların resimlerini yapmaya koyulmuştu. Uzunca bir süredir ben de–ama elime fırça ve boya almaksızın–öyle yapıyorum. Fotoğraflara bile dondurdukları zamanları görmek için değil, ama o donuk görünüşlerin altından bugüne el sallayan canlı zaman parçacıklarını–en sevgili ölülerimi, onlarla birlikte ve onların ardından yaşanan en sıcak sevgileri–sürekli yakalayabilmek, hiçbirini kaçırmamak için bakıyorum. eposta: ahmetcemal@superonline.com acem20@hotmail.com 2 İSTANBUL’UN ÜNLÜ ‘PLANSIZ PROJELER’İ HaydarpaşaHarem arasına tasarlanan 7 gökdelenli “rant kompleksi” kamuoyundaki tepkiler üzerine geri çekildi (1)./ Malezyalı mimar Ken Yeang’ın “çok beğenilen” Küçükçekmece projesinde, kıyı yasamızı yok sayan “denizde gökdelen” bile vardı (2)./ Kartal’da iş ve ticaret merkezine dönüştürülmek istenen bölge için Irak kökenli mimar Zaha Hadid’in yarışmayı kazanan projesi nasıl inşa edilecek belli değil (3)./ “Galataport”taki imar hukuksuzluğunu yargı önlerken bunu yapılaşmaya dönüştüren projenin İstanbul Mimarlık Bienali’nde sergilenmesine karar verilebilmişti (4). lenen “imarsız projeler yarışması” da 2006’nın en çok tartışılan “plansız mimarlık” örneklerini yarattı. Küçükçekmece için, çok “beğenilen” Malezyalı mimar Ken Yeang’a ait projede, “denizin içi”ne önerilmiş gökdelen otel, jüri raporundaki “çevreci tasarım” övgülerine rağmen “kıyı hukuku”muzla adeta alay etmişti… Irak kökenli İngiltereli mimar Zaha Hadid’in, uygulanması olanaksız “ütopik” mimarisini Kartal’a yakıştırmanın asıl nedeni ise ilerleyen günlerde anlaşılabildi. Bu seçimle, aynı bölgede hedeflenen “yüksek yapılardan oluşmuş iş ve ticaret merkezi” kararını desteklemiş “ünlü mimar imzası” da sağlanmıştı… İMARLIKTA ‘TİCARİ ÖDÜL’: Bütün bunlar İstanbul’da 2006’nın gündemini oluştururken, yılın sonlarında gazetelerin sadece “ekonomi sayfaları”nda yer alan bir ödül haberi de “gayrimenkul ticareti”nin “imarsız mimarlık”lara olan düşkünlüğünü gösterdi. Dünya emlak imparatorlarının buluştuğu “Dubai Cityscape Uluslararası Gayrimenkul Yatırım ve Gelişim Fuarı”ndaki yarışmada “mimarlık ödülü”nü alan “Kanyon”, diğer “komşu iş merkezleri” gibi İstanbul’un “altyapısız gökdelenleşme bölgesi”nde… Dahası, imar hakları ile inşaat alanları arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan “ruhsat” tartışmaları da hâlâ bitmiş değil… Görülüyor ki 2006’nın pazarlamacı politikalarından kaynaklanan, aynı amaca dönük şehircilik ve mimarlık gündemi, 2007’de de sürecek… Bunlara karşı direnmek için eğer sadece meslek odalarının “hukuk mücadelesi”yle yetinilirse, İstanbul’u sarmalayan “imarsız mimarlık” tüm ülkede de yaygınlaşacak; dünyanın uygarlıklar merkezi Anadolu’yu “küresel sömürgeciliğin arsası”na dönüştürecek… M G 3 Alanın “tarihsel”liğini gözeten “SİT kararı” ise aylardır “gizli” tutulduğundan, Haydarpaşa yeni yıla da “endişeli” giriyor… KILLI KONUT’LAR: İstanbul’da yükselmeye başlayan “lüks ötesi” konut siteleri de artık “özgün mimari”leriyle övünerek emlak piyasasındalar… Her biri “farklı” ayrıcalıklarla “üst gelir grupları” için tasarlanan bu sitelerin de ortak özellikleri, mimarilerini sadece “kendilerine ait imar kuralları”yla gerçekleştirmeleri… O kadar ki, örneğin kıyıdan çok geride olanlar arasında “tüm cephelerden deniz manzarası” sunabilenler bile var! Bu “mucizevi mima 4 ri” de “kamunun imar yetkisi”yle, sadece “ortaklar”ına sağladığı “gökdelende konut” hakkının ürünü… UBAİ ‘SIRIK’LARI: Deniz manzaralı konut ve ofis pazarının 2006’daki “doruğa çıkan” projesi “Dubai Sırıkları”ydı… Gökyüzüne olan bu azmanlaşmış ilginin ise “simge” yaratmak için değil, özellikle Boğaziçi’ne bakan en fazla sayıdaki daireyi pazarlama amacını taşıdığı, aynı “yatırım”ın(!) Kartal’da yapılması önerisine “hayır” yanıtından da anlaşılmıştı. NLÜ MİMAR’ OYUNLARI: Aynı süreçte “6 ünlü dünya mimarı” arasında düzen ‘A D H ‘Ü ‘Liseliler 2010’a Katılıyor!’ projesi başladı... Kültür Servisi İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi, Kültür Yönetimi ve Sanat Yönetimi son sınıf öğrencilerinin “Liseliler 2010’a Katılıyor!” adlı projeleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda düzenlenen toplantıyla tanıtıldı. Tanıtım toplantısına İstanbul’dan pek çok lisenin yöneticileri, rehber öğretmenleri ve öğrencilerinin, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencilerinin yanı sıra İstanbul 2010 Danışma ve Yürütme Kurulu üyelerini de katıldı. Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Serhan Ada, yaptığı açılış konuşmasında, İstanbul 2010 süreci ve “Liseliler 2010’a Katılıyor!” tasarısı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, bu süreçte gençlerin üstlenmesi gereken rollerin öneminin altını çizdi. Ardından kürsüye çıkan İstanbul Bilgi Üniver sitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şule Kut, Avrupa kültür başkenti olmanın kalıcı bir değişiklik anlamına geldiğini ve bu zaman içinde tüm gençlere görevler düştüğünü, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin, bu anlamda İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti sürecinde, gençlerin projelerine her zaman destek sağlamak istediğini belirtti. Toplantıya katılan İstanbul 2010 Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı Gürhan Ertür, İstanbul’un 2010’da Avrupa kültür başkenti seçilmesinin bir Avrupa Birliği projesi olmasının ötesinde; kentli ve Avrupalı olabilmemiz açısından önemli olduğunu, bu anlamda da İstanbul 2010’un kenti hep birlikte değiştirmek ve dönüştürmek için bir fırsat olabileceğini belirtti. Daha sonra kürsüye çıkan İstanbul Bilgi Üniversitesi BİR GENÇLİK PROJESİ Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi, Kültür Yönetimi ve Sanat Yönetimi programları son sınıf öğrencileri, İstanbul’un 2010 Avrupa kültür başkenti olması kapsamında yürüttükleri “Liseliler 2010’a Katılıyor!” projesini katılımcılarla ilk kez bu toplantıda paylaştılar. “Liseliler 2010’a Katılıyor!” İstanbul’daki farklı okul ve semtlerden lise öğrencilerini kültür projeleri üretmek üzere teşvik etmeyi, yönlendirmeyi ve bir araya getirmeyi hedefleyen bir gençlik projesi. Üniversite öğrencileri bu proje ile liseli gençlerle ortak proje hazırlama sürecine girmeyi hedeflediklerini, gençlere proje tasarlama ve yazma konusunda bilgi vermek istediklerini belirttiler. Gençlerden İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti kapsamında kültürsanat başta olmak üzere, farklı alanlarda da proje önerileri beklediklerini söyleyerek liselilere çağrıda bulundular. ? Kültür Servisi Sıvas’ta, Halkevlerinin düzenlediği Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında, film ve belgesel gösterimleri başladı. Dünya ve Türk sinemasından, işçi sorunlarına eğilen 40 film ve belgeselin yer aldığı festival Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında, Halkevleri Sıvas Şube Başkanlığı, ücretsiz film ve belgesel gösterimleri yapıyor. KESK’e bağlı Sağlık Emekçileri Sendikası’nın Vakıflar İş Hanı’ndaki binasında yapılan gösterimleri, Halkevleri ve KESK üyeleri ile öğrenciler izliyor. CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear