24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 EKİM 2006 CUMARTESİ 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Hükümetin kadrolaşma uygulamalarına karşı 6 bin 391 dava açıldı, 3 atamadan biri yargıdan döndü Erdoğan’ın Çankaya’ya Çıkmasının Önemi Siyasi ortam yine gerildi. Biraz geçmişte yaşananların etkisi, biraz da kimilerinin dikkatleri başka noktalara çekmek istemeleri yüzünden, yeniden bir soru gündeme geldi: Ne oluyor, yine bir darbe mi geliyor? Oysa olası bir darbeye dikmektense gözleri, olmakta olan sivil darbeye bakmak daha yararlı. Çünkü şu anda AKP, devletin erkini kullanarak sivil bir darbeyi adım adım gerçekleştirmekte ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme yolunda kararlı bir biçimde ilerlemektedir. Bu sivil darbe kavramına, ortada top tüfek, silahlı herhangi bir güç olmadığı için, cebir şiddet unsurunun da bulunmadığını ileri sürerek, karşı çıkanlar olabilir. Ancak hukukçular, anayasal düzenin değiştirilmesi için illa top ve tüfekten, silahtan ve güçten oluşan maddi şiddetin zorunlu olmadığını, devletin erkini elinde tutanların, bu erki kullanarak, demokrasiyi çiğneyip rejimi değiştirebileceklerini, bunların hepsinin de yürürlükte olan yasaların çerçevesi içinde yapılabileceğini belirtiyorlar ve bunu manevi cebir olarak yorumluyorlar. Bu olgunun en çarpıcı örneği, Demokrat Parti iktidarının, kendi milletvekillerine, ölüm cezalarına hükmetmeyi de içeren bir yargı yetkisini ‘Tahkikat Encümeni” adı altında vermeleridir. ??? Bu yüzden, siyasal ortamdaki gerginliği gidermenin, demokrasiyi yeniden rayına oturtmanın tek yolu, AKP iktidarının sivil darbe girişiminden vazgeçmesidir. Böyle bir şey mümkün müdür? Teorik olarak mümkündür, ama pratikte son derecede güçtür. Bugün gerçekleştirilmek istenen sivil darbenin önündeki engeller arasında anayasa, TSK gibi güçlerin yanı sıra, aslında yetkileri sınırlı olmakla birlikte, içinde bulunduğumuz dönemin koşulları gereği, büyük önem kazanmış olan Çankaya da bulunmaktadır. İşte Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı bu yüzden olağanüstü bir önem kazanmıştır. Hukuken Erdoğan’ın önünde herhangi bir engel yok. Her ne kadar, cumhurbaşkanlığı seçiminden birkaç ay sonra, süresi dolacak olan Meclis milli iradenin yarısını temsil etmese de, cumhurbaşkanının kim olacağını ise kayıtlı seçmenin yalnızca yüzde 25’ini, oy verenlerin de yüzde 33’ünü temsil eden AKP’nin oyları belli edecekse de, Tayyip Bey’in cumhurbaşkanı olmasının önünde bir hukuki engel yoktur. Yani kimse çıkıp da, seçimin meşruiyetini tartışamaz. Ama her meşru olan seçim, her zaman meşru sonuçlara yönelir de denemez. Nitekim Almanya’da 1933 seçimleri de meşru idi, Adolf Hitler yasalara uygun bir şekilde oyların yüzde 33’ünü alarak iktidara gelmişti. Türkiye’de de başbakanlığı meşru olan birinin cumhurbaşkanı olmasının önünde de meşruiyet engeli yoktur. ??? Peki bu durumda, Çankaya seçimi ile ilgili kaygılar nereden kaynaklanıyor? Bu kaygılar meşruiyet tartışmasından değil, darbeden sonra ne gibi oluşumların gerçekleşeceğinin bilinememesinden, daha doğru bir deyişle, belki de tam tersine, bilinmesinden ya da tahmin edilmesinden kaynaklanıyor. Sivil darbenin önünde şu anda en stratejik engel, 846 rakımlı tepe, yani Çankaya’dır. O tepenin de ele geçirilmesinden sonra, Anayasa Mahkemesi’nin, YÖK’ün, dolayısıyla üniversitenin ele geçirilmesi de kolaylaşacaktır. Zaten ondan sonra da yapılacak az iş kalacaktır. Tarihte bu tür darbelerin örnekleri vardır. 846 rakımlı tepenin kimin eline geçeceği bu yüzden çok önemlidir. Yineleyelim: Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasının gayrimeşru bir yanı yoktur. Ama demokrasi açısından hayırlı bir iş olmayacaktır. Demokrasiye aykırı meşruiyet, demokratik meşruiyet olabilir mi? Bunu da hukukçular ve siyaset bilimcileri tartışsınlar. Onlar bunları tartışadursunlar, bu süre zarfında.. AKP hukuk tanımıyor ? AKP hükümetinin atama kararlarına karşı 6 bin 391 dava açıldı. Bu davalar sonucunda 1977 atama kararı iptal edildi. 1264 dava reddedilirken, diğerleri sürüyor. Yargı kararlarını uygulamadığı için 83 bürokrat hakkında dava açıldı. Soruşturma izni istenen 44 personelden yalnızca 5’ine izin verildi. EMİNE KAPLAN asirmen?cumhuriyet.com.tr ANKARA Kamu kurum ve kuruluşlarında atama kararlarına karşı açılan davalar, AKP’nin 4 yıldır uyguladığı kadrolaşma politikasının boyutlarını gözler önüne serdi. 2002 yılından bugüne kadar atamalara karşı 6 bin 391 dava açılırken, 1977 atama kararı yargıdan döndü. 83 bürokrat hakkında yargı kararlarını uygulamadığı için dava açıldı. CHP Antalya Milletvekili Nail Kamacı’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ‘‘2003 yılından bu yana yıllar itibarıyla atama kararları aleyhine idari yargı mercilerine başvuran kamu görevlisi sayısı kaçtır? Bu davalardan kaçında davalı idare haksız bulunmuştur’’ sorularını yöneltti. Bakanlıklar ve kamu kurumlarından gelen yanıtlar, hükümetin kamuda kadrolaşmasının boyutunu ortaya çıkardı. Soru önergesine verilen yanıtlara göre, AKP’nin iktidara gelmesinden bugüne kadar hükümetin atama kararlarına karşı 6 bin 391 dava açıldı. Bu davalar sonucunda 1977 atama kararı iptal edildi. 1264 dava reddedilirken, diğerleri sürüyor. Yargı kararlarını uygulamadığı için 83 bürokrat hakkında dava açıldı. Bu davalarla ilgili olarak 44 personel için soruşturma izni istendi, an cak yalnızca 5 personel hakkında soruşturma açılmasına izin verildi. Sağlık Bakanlığı birinci Atama kararlarına karşı açılan davalarda 20 bin 28 davayla Sağlık Bakanlığı birinci sırada yer alırken, bunu 867 davayla Milli Eğitim Bakanlığı izledi. Başbakanlık’ın bağlı ve ilgili kuruluşları arasında aleyhine en fazla dava açılan kurum Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) oldu. DİB’e karşı açılan 120 davanın 37’sinde atama konusu idari işlem iptal edildi. Hizmet bakanlıklarının bağlı ve ilgili kuruluşları arasında en fazla dava açılan kurum ise SSK. Bakanlıklar ve ilgili kurumlara göre açılan dava sayıları ile iptal edilen atama kararlarının sayıları şöyle: TBMM (8435), Başbakanlık ve bağlı kuruluşlar (428124), Adalet Bakanlığı (24333), Milli Savunma Bakanlığı (31970), Maliye Bakanlığı (12842), Milli Eğitim Bakanlığı (86748), Sağlık Bakanlığı (2 bin 28601), Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (420154), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile ilgili kuruluşlar (439245), Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (19186), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar (500223), Kültür ve Turizm Bakanlığı (310113). Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazetemiz yazarı Doç. Dr. Bahriye Üçok’un katledilişinin 16. yıldönümünde gömütü başında tören düzenlendi. Bahriye Üçok unutulmadı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bombalı saldırı sonucu yitirdiğimiz gazetemiz yazarlarından Doç. Dr. Bahriye Üçok ölümünün 16. yılında gömütü başında anıldı. Anma törenine kızı Kumru Üçok’un yanı sıra akademisyenler ve sevenleri katıldı. Posta yoluyla gönderilen bir kitabın içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu 6 Ekim 1990’da yaşamını yitiren Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazetemiz yazarı Doç. Dr. Bahriye Üçok 16. ölüm yıldönümünde anıldı. Üçok’un, Karşıyaka Mezarlığı’ndaki gömütü başında düzenlenen törene CHP Ankara İl Başkanı Hakkı Süha Okay, CHP Ankara İl Kadın Kolları Başkanlığı, CHP Etimesgut İlçe Örgütü, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkan Yardımcısı Ali Ercan, ADD Genel Sekreteri Hüseyin Emre Altınışık ile ADD üyeleri ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden öğretim üyeleri katıldı. Törende, Üçok’un kızı Kumru Üçok da hazır bulundu. Saygı duruşu ile başlayan anma töreninde ilk olarak ADD Genel Sekreteri Altınışık konuştu. Üçok’un 16 yıl önce haince bir saldırı sonucu kaybedildiğini söyleyen Altınışık, ‘‘Bu suikast 80’li yıllarda başlayan aydın katliamının bir halkasıydı ve Bahriye Üçok ilk kadın şehidimizdi’’ dedi. Daha sonra söz alan CHP Ankara İl Başkanı Okay ise, ‘‘Bahriye Üçok Atatürkçü aydınlanmanın bir halkasıydı. Birileri, Cumhuriyet aydınlanmasından, devrimden rövanş almak, Cumhuriyet’i rotasından çıkarmak istiyordu. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy bunun için katledildi. Ama onların bedenlerini yok etmenin, düşüncelerini de yok edeceğini sandılar’’ dedi. ‘Tertemiz bir Cumhuriyet kadınıydı’ Okay’ın ardından son olarak ADD Genel Başkan Yardımcısı Ali Ercan bir konuşma yaptı. Üçok’un öldürülmesinin altında, haince bir kıskançlığın, Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet’e karşı olmanın yattığını kaydeden Ercan, ‘‘Onun özelliği tertemiz bir Cumhuriyet kadını olması, aydın olması, bilimden yana olmasıydı’’ diye konuştu. Konuşmaların ardından Üçok’un mezarına yine kırmızı karanfiller bırakan katılımcılar daha sonra dağıldı. KKTC ADD’nin Başkanı, AKP’nin müdahalesinin demokrasiye zarar verdiğini söylüyor: Adada artık Yeşil statüko var LEYLA TAVŞANOĞLU LEFKOŞA KKTC Atatürkçü Düşünce Derneği ( KKTC ADD) son zamanlarda KKTC’de bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak sesini çok ciddi biçimde duyurmaya başlıyor. Bütün siyasi partilere eşit uzak mesafede durmayı başaran KKTC ADD bir grup genç insan tarafından yönetiliyor. Başkanları Gökhan Güler. Henüz 32 yaşında. KKTC ADD Başkanı Güler’le derneğin amaçlarını, son etkinliklerini ve buradaki ağırlığını konuşuyoruz: Derneği ne zaman, kaç kişiyle kurdunuz? GÜLER KKTC ADD 1999’da 25 kurucu üyeyle kuruluş çalışmalarını başlattı. KKTC ADD Türkiye’de Nazlı Ilıcak’ın Merve Kavakçı’yı TBMM’ye türbanla sokmak istemesi üzerine gelişen olaylardan rahatsızlık duyan Kıbrıslı Türk gençleri arasında bir tepki olarak gelişti. Nazlı Ilıcak’ın Bela Pais köyünde evi olduğunu tespit edip oraya gittik. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni ve Bursa Nutku’nu okuduk. Evin önüne siyah çelenk bıraktık. Bunun ardından Yekta Güngör Özden’in başkanlığı döneminde buradaki derneği kurduk. Bugün KKTC’de siyasetin bu noktaya gelmesinin nedenleri sizce neler? GÜLER Bir kere buradaki yapı devlet memurluğuna dayalı. Üniversiteden mezun insanlar bile hemen bir devlet memurluğu ele geçirmeye çalışıyorlar. Yani, süreç içerisinde KKTC vatandaşına balık tutmak öğretilmedi, hep balık verildi. Sizce neden? GÜLER Burasıyla ilgili hep kısa vadeli planlar yapılmış. Bütün sıkıntı uzun vadeli planlar yapılmamasından kaynaklanıyor. 1974’ten sonra uzun vadeli planlar yapılmış olsaydı bugünkü sıkıntıları yaşamazdık. Burada da düne kadar AB ve ABD’yi emperyalizmle suçlayan kesimler birden AB yandaşı oldular, dönüşüm geçirerek birden değişiverdiler. Peki, buradaki iç siyasete AKP’nin ciddi müdahalesi olduğu söyleniyor. Siz buna katılıyor musunuz? GÜLER AKP’nin ciddi müdahaleleriyle sıkıntılar yaşanıyor. Hükümet bu konuda “geçmişte de müdahale oluyordu, şimdi de oluyor” gibi yaklaşım ile olaya yaklaşıyor. Bu durum Kıbrıs Türk demokrasisine büyük bir darbe vurmuştur. ADD olarak sizin KKTC’deki rejime sosyal faşizm ismini taktığınızı biliyorum. Neden? du. Bunu insanlar çok açık ve net olarak sokakta konuşuyor. Bugün eşi benzeri görülmemiş bir siyasi müdahale oldu. AKP’nin müdahalesinden söz ediyorum. Gerçi AKP’nin müdahalesi olmadığı yetkili ağızlar tarafından söyleniyor ama AKP’nin Annan Planı döneminde de Kıbrıs’a ne kadar etkili biçimde “evet” oyu çıkabilmesi için buraya parti yetkililerini gönderdiğini ve onların etkin bir biçimde çalıştıklarını dünya âlem biliyor. Bu durum Türk halkından, Anadolu’dan gizlenmek isteniyor. Anadolu ile Kıbrıs Türkü’nün arası açılmaya çalışılıyor. Uyanık olmak ? Güler, AKP’nin KKTC’deki müdahalesinin iç huzuru bozmaya yönelik olduğunu belirtiyor. KKTC’de din işleri bütçesinin eğetim bütçesinden fazla olduğunu vurgulayan Güler, “Yüce İslam dini siyasete alet ediliyor. Bu durum son derece düşündürücüdür” diyor. GÜLER Biz bunu rejime değil ortaya söylüyoruz. Halkın yorumlamasını istiyoruz. Biz siyasi partileri, kişileri işaret etmek istemiyoruz. Sadece sosyal faşizmin ülkede yeşermeye başladığını, sosyal faşistlerin etkili olabildiklerini gözlemlediğimizi söylüyoruz. Amacımız bunu halkın yorumlaması ve halkın bunu fark etmesi. Burada statükoyu değiştireceklerini söyleyenler bugün kendi statükolarını mı yarattılar? GÜLER Geçmişte turuncu statüko vardı diyenler bugün bunun rengini değiştirdi. Yeşil statüko olgerek. Karen Fogg unutulmamalı. K. Fogg ne demişti: “Anadolu ile Kıbrıs Türk insanının arasını açın.” Bunun için uyanık olmalıyız. Annan Planı döneminde sadece AKP’nin mi müdahalesi oldu? Yurtdışından müdahale gelmedi mi? GÜLER AB, ABD yetkililerinin de ne kadar etkin müdahalede bulundukları çok açık. O dönemde yayımlanan gazeteleri tararsanız bunları gayet net olarak okuyabilirsiniz. Bu son AKP’nin siyasi müda halesi o kadar amatörce ve rahatsız edici biçimde yapılmıştır ki en can alıcı noktası da toplumsal iç huzuru bozmaya yöneliktir. Çünkü ramazan ayında başlayarak ve bu ay boyunca özellikle Din İşleri Başkanı’nın çevresinde gelişen olaylar düşündürücüdür. Bu kişi, “Ben AKP’ye tabiyim. Onlar ne derse onu yaparım. Benim odamdan nice milletvekilleri geçti. Kimse konuşmasın. Ben konuşursam daha farklı şeyler söylerim, Kıbrıs Türk gençliği din bilmez, Allah bilmez, Rum ile Türk olmak arasındadır” biçimindeki açıklamalarıyla kendini savunurken aslında ne olduğunu bu sözleriyle ortaya koymuştur. Kısa bir süre önce Güney Kıbrıs’a geçerek Makarios’un mezarını ziyaret etmesi, Rum din adamları ile görüşmeler yapması ve de birçok yabancı ülke temsilcisinin Yönlüer’i makamında ziyaret etmeleri de cabası. Bir de CTPDP koalisyonu döneminde din işlerine ayrılan bütçenin neredeyse eğitim bütçesiyle eşitlenmesi nasıl bir mantığın sonucu? GÜLER İnanılmaz ama öyle. Eğitim bütçesi dört küsur milyon dolar, din işleri bütçesi üç milyon dolar. Bu son derece düşündürücüdür. Bakınız bizler Müslüman değil miyiz? Din karşıtı, dinsiz miyiz? Bizler sadece durum tespiti yapıyoruz. Yüce İslam dininin siyasete alet edilmesini engellemek ve istismar edilmemesi için uğraş veriyoruz. Mücadelemiz laiklik ve Atatürkçülük mücadelesidir. CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear