28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 EKİM 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Reform kalkışmasının sonucu AKP iktidara gelir gelmez ne yaptı? Kendisi için Cumhuriyet’in ‘‘bir mana ifade etmediğini’’ söyleyen Ömer Dinçer’i Başbakanlık Müsteşarlığı’na atadı. Ömer Dinçer ne yaptı? Uluslararası para spekülatörü Soros’un desteğini alan TESEV ile birlikte Türkiye’nin tüm yönetsel yapısını dönüştürmeye kalkıştı... ‘‘Reform’’ adı altında üniter devleti parçalayıp federalizme yönelen bu kalkışmanın üç temel ayağı vardı: ‘‘Yerelleşmecemaatleştirmeözelleştirme.’’ Kısacası kalkışma, tüm kamusal hizmet ve görevlerin hem yerelleşmesini, hem cemaatleştirilmesini, hem de özelleştirilmesini öngörüyordu. Kalkışma; demokratik kitle örgütlerinin, öğretim üyelerinin ve yurtsever aydınların uyarısı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de katıksız Cumhuriyetçiliği sayesinde savuşturuldu. O kalkışmanın izleri, AB’nin desteği ile bugün de sürüyor. AKP iktidarı, kalkışmacı reformun öngördüklerini parça parça kimi yasalara sokuşturmaya çalışıyor. Bir taraftan da kalkışmacı reformdan cesaretlenenler duyulmadık işler yapmaya hevesleniyorlar. Örneğin, asıl kamusal görevi Diyarbakır halkının gündelik gereksinimlerini karşılamak olan Belediye Başkanı Osman Baydemir kalkıyor, ülkenin petrol zenginlikleri ile hidroelektrik kaynaklarının kendisine devredilmesini önerebiliyor. Hem de ne zaman önerebiliyor? Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın değindiği gibi, AB yetkili organlarının DicleFırat havzasının ‘‘uluslararası yönetime devredilmesini’’ gündeme getirdiği bir zamanda önerebiliyor: ‘‘Bölgenin yerüstü ve yeraltı zenginliklerini üstlenmek isteyen Bay Osman Baydemir’in açıkça küresel imparatorluğun kendisine verdiği kestaneyi ateşten alma rolünü yüklenme heveslisi olduğunu söylemek mümkündür.’’ SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU BOP Sizlere Ömür ABD Başkanı Bush, Irak serüveninin Vietnam hezimetine döneceğini kabul etmek zorunda kaldı. İngiltere Genelkurmay Başkanı, benzer bir değerlendirme ile ülkesinin Başbakanı Tony Blair’e şu andaki Irak politikasından vazgeçmesini önerdi... Hiç kuşkusuz, bazı taşlar yerinden oynuyor. Orgeneral Kemal Yavuz ile derinden derine duyulan sarsıntıları konuştuk: İngiltere ve ABD’deki hava değişti galiba... Yavuz Irak harekâtının başladığı günlerde de söylemiştim. Askeri zafer kazanmak kolaydır, ama zafer kazanmak başarı anlamına gelmez. Zaferden sonrasını, askeri işgalden sonrasını dikkate almak gerekiyor. Onu planlamamışsanız, sonuç kötü olur. İngiliz Genelkurmay Başkanı’nın söylediği de o: ‘‘Harekâtı planladılar, harekât sonrası için bazı temenniler kalmıştı, o temenniler de zaman içinde tahakkuk etmedi’’ diyor. İngiltere gibi demokrasi anlayışının oturduğu ülkelerde generaller konuşmaya başlamışsa, bu işte bir anormallik var demektir. Amerika da bu konuda tam bir karar verebilmiş değil. ABD Başkanı, bir bakıyorsunuz, ‘‘Irak’ın üçe bölünmesi kaçınılmaz’’ diyor. Arkasından bir bakıyorsunuz, ‘‘Irak’ı üçe bölersek ülkeyi anarşiden kurtaramayız. Kuzey’deki Kürtler, Suriye ve İran ile çatışacaklardır. Şiilerle Sünniler anlaşamayacaklardır’’ diyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı James Baker da, ‘‘Ne yapın yapın bir siyasi çözüm bulun. Gerekirse İran ve Suriye ile anlaşın, ki bu ülkeler ABD için baş düşman sayılıyor ama bir an önce siyasi bir sonuçla bu işten sıyrılın’’ diyor. Savunma Bakanı Rumsfeld ise, bir askeri zafer kazanıldığını, ama bir siyasi sonuca ulaşılamadığı için bunu bir başarı olarak kabul etmenin mümkün olmadığını söylüyor. Irak ne gibi gelişmelere gebe? Yavuz Irak’ın kuzeyindeki uydu bir Kürt devletini İsrail özellikle destekliyor. Amerika da, İsrail çizgisinden çıkamaz bilinen sebeplerle. ABD Irak’tan çıkacak, ama Kuzey’de Kürtleri desteklemeye devam edecek ve orada en aşağı iki tane hava meydanı da olan üs tesisleri bırakacak. Güneydekilere de, ‘‘Başınızın çaresine bakın’’ diyecek. Irak savaşı öncesi ve hemen sonrası oluşturulan emperyalist kurgu yıkıldı mı sizce? Yavuz Kesinlikle yıkıldı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tümüyle bir hayaldi zaten. BOP, onu tasarlayanların muhayyilesini aşan bir projeydi ve bu projenin tahakkuk ettirilmesi de Amerika’nın, İngiltere’nin bile gücünün çok dışındaydı. 20’ye yakın devletin ekonomik ve siyasi boyutlarını yeniden şekillendirmek, koskoca bir insan kütlesini sadece silah gücüyle istediğiniz gibi yönlendirmek olacak şey değildi. BOP’tan söz etmek artık tarihe geçecek, tarihte konuşulacak bir şey oldu. Bitti, kapandı o proje, ama onun sarsıntıları, sıkıntıları bir süre daha devam edecek. Fransa’ya Tepki Fransa’nın Ermeni yasasına karşı misillemeye girişen RTÜK, televizyonlarda Fransız kaynaklı medya ürünlerine karşı boykot “tavsiye” etmiş. TV deneyimi geniş meslektaşlar bu tavsiyenin “de facto” anlamında bir ‘’yasağı’’ ifade ettiğini; böyle bir yasağa bir kez kapı açıldığında peş peşe başka yasakların gündeme gelebileceğini, TV’lerin yayın politikalarına RTÜK’ün ağır biçimde müdahale edebileceğini ve bunları yasaklarla kuşatabileceğini belirtiyor. Mehmet Tezkan’ın dün ‘’Vatan’’daki köşesinde kaleme aldığı yazı bu bağlamda fevkalade dikkat çekici ve kaygı vericiydi. Tezkan, açık açık ‘’Otoriter de değil, totaliter rejimdeyiz sanki..’’ diyor. Türkiye AB arasındaki ‘’itişme’’ ki Fransa’daki yasa da son tahlilde bunun parçası apar topar bizi böyle ‘’içe kapanmaya’’ sürüklerse, özgürlükler bağlamında bedeli çok yüksek bir kâbus ikileme düşeriz: ‘’Alafranga dayatmalar’’ karşısında hızla boy veren ‘’alla turka bir otoritarizm’’... Böylesine tehlikeli bir açmaz, en çok Türkiye’ye zarar verir. Bizi yıllar gerisine götürür. Fransa’ya tepki vermeyelim mi? Verelim tabii. Ancak akla gelen ilk ve en sert tepki; ‘’kültürel misilleme’’ olamaz. Kültür ‘bütündür’... Arkadaşımız Nihan İnal’ın önceki gün Cumhuriyet’in birinci sayfasında yayımlanan haberinin başlığı ‘‘Dağlarca’yı öldürdüler’’di. Habere göre, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan Türkçe ders kitabı, uzun, sağlıklı ömürler dilediğimiz şiir çınarımız Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı 2004’te ölmüş gibi gösteriyordu. Üstlendiği görevi ayağına giydiği çorabına ördürmüş olan Hüseyin Çelik’in sorumluluğundaki bakanlığın Dağlarca’ya yönelen ilk ayıbı değil ki Şairler ölmez bu. Bundan yaklaşık 3 yıl önce, 6 Ekim 2003’te yine bu köşede yayımlanmış olan ‘‘Şairi Öldürmek’’ adlı yazımızı anımsayalım:‘‘Ders kitabının adı ‘Lise Türk Edebiyatı Tarihi2’. Yazarları Hüdayi Gital, Hüseyin Yavuz ve İhsan Saray. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan kitap, Yayınlar Dairesi Başkanlığı’nın 17 Haziran 2003 tarihli onayı ile basılmış. Açıyorsunuz ders kitabının 132. sayfasını, değerli şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın işlendiğini görüyor ve seviniyorsunuz. Ancak, sevinciniz kursağınızda kalıyor, bir bakıyorsunuz, Dağlarca’nın adının yanında (19142002) tarihleri yazılmış. Yani, şiirimizin halen akmakta olan bu büyük ırmağı, binlerce lise öğrencisinin okuyacağı edebiyat kitabına göre 2002’de ara mızdan ayrılmış! Milli Eğitim Bakanlığı’nın, yitirdiğimiz birçok şairimizi ders kitaplarında yaşatmamakta kararlı olduğunu zaten biliyorduk. Hüseyin Çelik’in bakanlığı sırasında bu kararlılığa yenisi eklendi: Yaşayan şairlerimizi öldürmek!’’ Çelik’in yönetimindeki bakanlık, yaşayan, hep yaşayacak olan Dağlarca’yı üç yıl önce 2002’de öldürmüştü, üç yıl sonra da 2004’te öldürmeye yeltendi. Unutmasınlar ki, şairler ölmez! ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Memurluktan istifa durumunda kıdem tazminatı SORU: 1996 yılında bir kamu kuruluşunda devlet memuru olarak Emekli Sandığı’na tabi çalışırken istifa ederek bir başka kamu kuruluşunda, işçi olarak SSK kapsamında çalışmaya başladım. Çalıştığım kurum özelleştirme kapsamına alındıktan sonra, ben de SSK’den emekli olmak zorunda kaldım. Kıdem tazminatımı alırken, memuriyette geçen hizmetlerimin kıdem tazminatına dahil edilmediğini gördüm. Sorum şu olacak: İstifa ile ayrıldığım memuriyetteki hizmetim, kıdem tazminatıma dahil edilir mi? ( Y.E. ) YANIT: 1475 sayılı Kıdem Tazminatı Yasası’nın (İş Yasası) 14. maddesi uyarınca: “TC Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanunu’na veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olarak sadece aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre yaşlılık veya malullük aylığına ya da toptan ödemeye hak kazanan işçiye, bu kamu kuruluşlarında geçirdiği hizmet sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince kıdem tazminatı ödenir. Yukarıda belirtilen kamu kuruluşlarında işçinin hizmet akdinin evvelce bu maddeye göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona ermesi suretiyle geçen hizmet süreleri kıdem tazminatının hesabında dikkate alınmaz.” Yargı kararları ile işçilikte istifa ile son bulan iş sözleşmelerinde kıdem tazminatı ödenemeyeceği kesinleşmiştir. İstifa ile son bulan devlet memurluğu için, uygulama nasıl yapılacaktır? İstifa ile son bulan memuriyette geçen süre için kıdem tazminatı ödenecek midir? Bu sorunun yanıtı, bir olumlu ve iki olumsuz, üç ayrı Yargı kararında yer almıştır. (1) (...) Bir memurun bulunduğu statüden ayrılması ya memurluktan ihraç ya da istifa suretiyle mümkündür. Memuriyetten işçiliğe nakil veya muvafakatle geçme şeklinde bir işleme memur ve işçi hukukumuzu düzenleyen mevzuatta yer verilmiş değildir. Rızası alınarak da olsa memuriyet statüsünden işçi statüsüne geçişte memurun mutlaka bu statüden ayrılmak istediğini belgeleyen bir istifa yazısı vermesi zorunluluğu vardır. Memuriyete ilişkin kadronun boşaltılabilmesi de ancak bu suretle mümkündür. (...) Bu durumda istifa ile sonuçlanan memuriyette geçen sürenin kıdem tazminatı açısından değerlendirilmesine yasal bir engel olduğu söylenemez. (...) (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 29.4.1980 Tarih, 1980/3408 Esas, 1980/5110 Karar) (2) “ÖZET: İşçinin birleştirilen hizmetlerinden ilki Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olup, iştirakçi bu görevinden istifa ederek ayrılmıştır. İş Kanunu’nda ‘istifa hali’ kıdem ödencesini gerektirecek olumlu bozma (fesih) nedenlerinden sayılmadığına göre, adı geçenin sigortaya bağlı son görevinden ayrılması durumunda, memuriyette geçen hizmet süresi kıdem tazminatı ödencesi hesabında göz önüne alınamaz.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 26.3.1986 Tarih, 1986/2188 Esas, 1986/3390 Karar) (3) “ÖZET: İstifa suretiyle sona eren memurlukta geçen hizmet süresi kıdem tazminatına dahil edilemez. Bu sürenin işçilikteki gibi son işçilik ücretinden hesap edilmesi de doğru değildir.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9.3.1987 Tarih, 1987/2275 Esas, 1987/2757 Karar) Kaynak : (1) Yasa Hukuk Dergisi, Haziran 1980, sayfa 879 (2) Yargıtay Kararları Dergisi, Nisan 1987, sayfa: 556 (3) Yasa Hukuk Dergisi, Mayıs 1987, sayfa: 757 ‘’Kültür’’ her şeyden önce evrensel bir bütündür. Dilimlere bölünemez. ‘’Fransız’’ dilimini almayalım da ‘’İngiliz’’ ya da ‘’Alman’’ dilimini alalım! Ders kitaplarından ‘’çıplak kadın göğüslü’’ Delacroix resmini imha ederek yola çıkalım; sonra kitapçı raflarından Balzac, Stendhal, Hugo’yu yok edelim! Sartre ve Camus’yu unutalım... ‘’Le Monde’’la, ‘’Liberation’’u sınırlarımızdan içeri sokmayalım... Öyle ya... TV’lerde Fransız medya yapımları gösterilmeyecekse; yazılı medya da boykot edilebilir! ‘’Yasaklar’’ keyfidir. Sınırlarını dilediğiniz gibi çizebilirsiniz. Fransa’nın ‘’akıl tutulmasına’’, ‘’akıl tutulmasıyla’’ karşılık vermeye mecbur muyuz? Böyle zamanlarda en gerekli olan şey, iletişim kanallarının kapanması değil, tam tersine açık tutulması oysa ki. ‘’Öcalan krizini’’ İtalya’da günü gününe izleyen biri olarak şunu söyliyebilirim: Çizme’de o dönemde üzerinde en çok konuşulan, tartışılan; ‘’tepki’’ bağlamında fark yaratan kampanya TOBB, DEİK ve İKV’nin İtalyan gazetelerine verdikleri tam sayfa ilanlar olmuştu. PKK terörünü ‘’sakin bir üslupla’’ anlatan bu ilanlar, ülkenin belli başlı yayın organlarında çarşaf çarşaf yayımlanmış; D’Alema küplere binmiş, başbakanın öfkesi ilanlar üzerinde bir ‘’artı reklam etkisi’’ yaratmış; ‘’kampanya’’ günlerce konuşulmuş, köşelere taşınmıştı. ‘Gerçeğe ve Adalete Darbe!’ Bu kez de aynı yola başvurulabilir. Ancak artık yapılması gereken bu meseleyi ‘’soykırım’’ oldu olmadı boyutuyla tartışmak değil, ‘’Türkiye Fransa arasındaki tarihsel ilişkinin derinliği’’ ile geçen yasanın ‘’bu ilişki’’ ve Fransa’yı Fransa yapan ‘’prensipler’’ üzerinde açtığı hasarı tartışmak olmalıdır. Tarihçi Timothy Garton Ash; ‘’Fransız Meclisi, 90 yıl öncesinde yaşananlara ilişkin bir tarih terminolojisini yasayla belirlemek hakkını nasıl kendinde buluyor” diyor. Ardından da ekliyor: ‘’Bu gerçeğe, adalete, insanlığa vurulan bir darbedir!’’ İşlenmesi gereken tema bu olmalı. Ustaca kaleme alınmış ‘’tam sayfa ilanlar’’, bu mesajı iletmekte ciddi katkı sağlayabilir. Uluslararası basında başka yorumlar da var. Bu yorumlardan oluşan bir demet, ‘’Fransa, bu mudur’’ sorusuyla mesele gündeme getirilebilir. Avrupa Komisyonu’nun tepkileri, bunlara eklenebilir. Fransız medya yapımlarını yasaklayana kadar yapılacak çok şey var. Ekonomik yaptırımlar kuşkusuz gürültülü bir güç gösterisine dönüştürülmediği sürece çok etkili olabilir. Savunma ve enerji alanındaki milyarlık ihalelerden Fransa “sessizce silinirse”, milyar dolarlarla oynayan şirketler, Fransız parlamenterleri hiç beklenmedik bir hızla ‘’sağduyuya davet edebilirler.’’ Türkiye kaslarını iç kamuoyuna değil Fransa’ya göstermek zorunda! Bizde genelde hep bunun tersi yapılıyor. Nedense... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 23 Ekim www.mumtazarikan.com Sayı: 2005/659 Davacı Haluk Arslantürk vekili Av. Sefer Gök tarafından davalı Aysel Arslantürk aleyhine açılan davacı ve davalının müşterek çocukları 15.03.1995 doğumlu Güldeniz Arslantürk’ün velayeti konusunda açılan davada, çocuğun velayetinin davacı babasına verilmesi talep edilmiş olup, bütün araştırmalara rağmen adresi tespit edilemeyen davalı Aysel Arslantürk’e mahkememizce ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Samsun İli, Merkez İlçesi, Gazi Beldesi/İstasyon Mah. Cilt No: 11, Hane No: 9’da nüfusa kayıtlı 54955353414 TC numaralı Bilal ve Hatice kızı 20.03.1966 doğumlu Aysel Arslantürk’ün duruşma günü olan 28.11.2006 günü saat 09.10’da mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde davanın yokluğunda yürütüleceği ve karar verileceği 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca meşruhatlı davetiye yerine geçmek üzere ilanen tebliğ olunur. 02.09.2006 (Basın: 51398) SAMSUN 2. AİLE MAHKEMESİ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Mürver ağacına veri 1 len bir başka 2 ad. 2/ Bilgili, 3 haberli... Divan şiirinin öl 4 çüsü. 3/ Vla 5 dimir Nabo 6 kov’un, filme 7 de aktarılan ünlü romanı... 8 Holmiyum 9 elementinin 1 2 3 4 5 6 7 8 9 simgesi. 4/ Utanç duyma... Bilinen en 1 G Ö B E K T A Ş I E R İ L hafif element. 5/ 2 Ö C E Ş A N I Adıl... Bir etkinliğin 3 K Ü L E K 4 E L M A E S geçici olarak durduL U L U rulduğu süre. 6/ 5 P İ K E K L İ K “Ufuklar” anlamın 6 E V A D A N A da eski sözcük... 7 Z E N Kars’ın doğusunda 8 İ D İ L A L A Y ki ünlü eskiçağ ken 9 K İ L İ T T A Ş I ti. 7/ Kısa yazı... Düz ve geniş arazi. 8/ Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmiş giysi ya da örtü. 9/ Kale bekçisi... İki tarla arasındaki sınır. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Yıldırım. 2/ Açık alanlardan ve kalabalık yerlerden aşırı derecede korkma. 3/ Parlak kırmızı renkte bir süs taşı... “Çok sarhoş” anlamında argo sözcük. 4/ Anadolu Selçukluları döneminde ortaya çıkan esnaf örgütü... Neodim elementinin simgesi. 5/ Divan şiirinde sevgilinin kirpiği için kullanılan mazmun... Evin bölümü. 6/ Eski bir Türk sanatı olan kâğıt oymacılığına verilen ad... Halk dilinde tarladaki sebzeye verilen ad. 7/ Siper, hendek... Alaca, iki renkli. 8/ Ortaoyununda taklitçi... Bir nota. 9/ Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konargöçerlerin kıl çadırlarından oluşan yayla yerleşmesi... Doğru gerçek. CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear