25 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL CHP ve İşçiler Aydınlarımız demokrasinin ve cumhuriyetin üstüne şal örtüleceğinden korkmaktadır. Herkes bir kurtarıcı beklemektedir. Bu kurtarıcının CHP olması hiç de uzak değildir. Demokrasiye ve Cumhuriyete inananların bölünmeden CHP etrafında toplanması artık toplumsal bir görev olmuştur. PENCERE yarışamayan esnaf dükkânını kapatmak zorunda kalıyor. Ekonomik büyümeden söz edenler bunun bireylere ve pazara yansımadığının ayırdında değil. Memur, işçi, esnaf, emekli küreselleşmenin kıskacında, yabancı ve yerli tekellerin insafına terk edilmiş bir durumda. CHP bu koşulları, yapılacak ilk seçimde kendisine destek oyuna çevirmek zorunda. Bunun da tek yolu toplumla ve özellikle toplumun örgütlü kesimi ile bütünleşmek ve organik bağlar kurmak. Çözülemeyen Sır OLUR OLMAZ af çıkarılışı, sürelerin yanlış hesaplanışı, salıverişin kamu vicdanını rahatsız edişi; bunlar önemli de, daha önemli bir şey var: ‘‘Ağca olayı’’nın gerisindeki sır. İtalyanlar sırrı çözemedi. Onlar daha çok Papa’nın yaralanışıyla ve Ağca’nın hangi plana maşalık ettiğiyle ilgiliydiler; sağlam ipucu bulamadılar. Soruşturmada devletlerin gizli örgütleri arasında ne ölçüde içtenlikli işbirliği ve bilgi alışverişi yapıldığını bilmiyoruz. İtalya, bir ara, Roma’daki bir Bulgar görevli üzerinde durup Sovyet KGB’sini işin içine sokmaya çalıştı ama, olmadı. Ağca’yı hapisten kurtarmak için rehin alındığı söylenen ve hâlâ bulunamayan kızcağızın kaçırılışı da çözülemedi. Tek bilinen, Ağca’nın oradaki makamları şaşkına çevirdiği, akıl almaz dinci iddialarla Katolik Kilisesi’ni afallattığıdır. Sır, olayın Türkiye aşaması açısından da kalkmış değildir. Önce İpekçi cinayetini üstlenen Ağca, sonra Mehmet Şener’den Oral Çelik’e, Abdullah Çatlı’dan Yavuz Çaylan’a kadar bir yığın kişinin adını verdi; ama bir şey çıkmadı. Bildiğimiz, Ağca’nın ‘‘ırkçı milliyetçi’’ diye tanınan ve mafyamsı ilişkiler içinde oldukları bilinen gruplarla temasta olduğu ve kaçışında onların rol oynadığıdır. aranlıktaki en önemli nokta, Türkiye’de olup bitenlerle Roma’daki yaralama olayı arasındaki bağlantıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Ağca, bilerek ya da bilmeyerek, Soğuk Savaş dönemindeki blokların her çareye başvurarak karşı cepheyi yıpratma çabaları içinde yer almıştır. Ama, kim kimi? Sovyetler ABD’yi mi? ABD Sovyetler’i mi? Soğuk Savaş’ın Batı lehine sonuçlanmasında, Polonyalı kardinalin Papa seçilişinin de payı olduğu, Doğu Bloku’ndaki çözülüşü yine Katolik bir Polonyalı sendikacı olan Valessa’nın başlattığı düşünülürse, ABD’nin Roma’daki olayla yakından ilgilenişini anlamak kolaydır. Öte yandan, CIA ile yakın ilişki içinde olduğu söylenen Xerox şirketinin Ağca konusunda özel bir belgesel hazırlayarak olayı Doğu Bloku’yla ilişkisi yönünden ele alışı ve bu belgeselin 1981 Mayısı’nda Yüzüncü Yıl dolayısıyla İstanbul’da düzenlenen uluslararası bir Atatürk sempozyumuna katılanlara ABD’lilerce bir akşam Tarabya Oteli’nde gösterilmesi de ilginçtir. Öbür tarafa karşı sağlam kanıtlara dayalı bir suçlama mı, yoksa hafif yaralamayla sonuçlandırılmış bir tertibi başkalarının üstüne yıkarak Soğuk Savaş ortamında puan kazanma çabası mı? Ağca konuşsa bu konularda dişe dokunur bir şey söyler mi, yoksa büsbütün bilinçsiz olarak mı bu işlere sürüklenmişti, onu da bilmiyoruz. ildiğimiz şu ki, birinci sınıf bir yazıişleri müdürü olan Abdi İpekçi sağ olsaydı mutlaka yine birinci sınıf araştırıcı gazeteciler olan Uğur Mumcu’yla Örsan Öymen’in, süre hesaplarıyla uğraşmak yerine, olayın devletler arası boyutları üzerinde çalışmaya devam etmelerini isterdi. ‘Fethullah Okulları’nın Esrarı?.. Dünyanın her yanında ‘‘Fethullah Okulları’’ varmış... 200’ü aşkın okul... Orta Asya’dan Afrika’ya dek dünya haritasına yayılmış... Önce bir noktayı tekrar vurgulamakta yarar var: Bu Fethullah, Saidi Nursi’yi ‘‘mürşit’’ bilen, yurtdışında kaçak yaşayan, mürtecidinci kişi değil mi? ? Hürriyet gazetesinde Vahap Munyar’ın köşesinde dün okudum; Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç demiş ki: ‘‘ Biz üç okul açıncaya kadar göbeğimiz çatlıyor, onlar nasıl 200 okul açabiliyor?..’’ Sorunun yanıtı yok!.. Saidi NursiFethullah Gülen’in gazetesi Zaman, satış listesinde üçüncü sırada görünüyor; ama, yüzde 90’ı bedava dağıtılıyor!.. Nasıl oluyor bu iş?.. Sorunun yanıtı yok!.. ? Vahap Munyar, ‘‘Fethullah Okulları’’na ilişkin soru işaretlerini köşesinde vurgulamış... Yazıya serpilmiş soruları alt alta sıralıyorum: ‘‘ 91 ülkede 200’den fazla okul açıp bilançosunu bilmemek akla yatmıyor...’’ ‘‘ Bu okulları kim, ne şekilde finanse etti?..’’ ‘‘ Ya okulların toplam maliyeti?..’’ ‘‘ Paraları toplayıp organizasyonu yürüten bir merkez var mı?..’’ Soruların tümü boşlukta!.. Saidi NursiFethullah Gülen liderliğinde yürütülen dünya çapında okullar seferberliğinin esrarı nedir?.. ? Azerbaycan’dan Kırgızistan’a, Güney Afrika’dan bilmem kaç ülkeye yayılan 200 okulda ne yenilir, ne içilir?.. Ne okutulur, ne belletilir?.. Eğitimde, Zaman gazetesinde olduğu gibi, Saidi NursiFethullah Gülen dünya görüşü mü egemendir?.. ‘‘Okullar’’ adına Vahap Munyar’a bilgi veren bir Fethullahçı şunları söylüyor: ‘‘ Biz gittiğimizde Güney Afrikalılar, ‘Allah siyah, şeytan beyazdır. Beyazlar bizi hep sömürür’ derdi. Bizimle bu düşünce değişti. ‘Siz çok farklı beyazsınız, çok farklı Müslümansınız’ demeye başladılar.’’ Çocukları bile güldürecek bir açıklama!.. Amerika’da oturup Türkiye’de Amerika’nın emir kulu gibi davranan kişi Afrika’da beyazların sömürüsüne karşı mı çıkacak?.. ? Saidi NursiFethullah Gülen esrarı gün geçtikçe büyümeye başladı... Bu örgütün para trafiği dehşet verici... Yeryüzünde 200’ü aşkın garip okul... Türkiye’de her gün yüz binlercesi bedava dağıtılan gazete... Amerika’da konuşlanmış dinci cemaat lideri... Saidi Nursi’nin tilmizi... Esrar bakalım ne zaman ve nasıl çözülecek?.. Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi 29 K Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ve onun tüm değerleri iktidarda bulunan AKP’nin çok ciddi tehdidi altındadır. 82 yıllık Cumhuriyet döneminin tüm ekonomik kazanımları IMF, Dünya Bankası ve AB dayatmaları sonucu yok pahasına elden çıkarılmakta, Fransa gibi bir ülkenin ekonomik milliyetçilik adı altında stratejik kamu işletmelerinin yerli, yabancı hiçbir girişimciye satılmaması kararı göz ardı edilmekte, ülkenin sosyal yapısını altüst edecek uygulamalar belediyeler tarafından uygulanmaya konulmakta, dinsel motifli eğitimden geçmiş kişilerin, uzun erimde devlet kadrolarına yerleştirilmesinin yolu açılmaktadır. Bir erken seçimin gündeme gelmeye başladığı günümüzde Cumhuriyetin korunup kollanması konusunda duyarlı olan partilere çok önemli görevler düşmektedir. Onların tutum ve davranışlarına göre Türkiye ya aydınlanmanın ışığına sahip çıkarak çağdaş bir toplum olma yolundaki çabalarına devam edecek ya da ortaçağ karanlığının kisvesine din adına, İslam adına zorla sokulmuş olacaktır. tüleri, Halkevleri kurmuş, devletin öncülüğünde istihdam alanları yaratmış ve ülkenin sanayileşmesinin önünü açmıştır. CHP’nin bugünkü yöneticileri işte böyle bir siyaset anlayışının mirasçılarıdır ve bu mirasın gereğini yerine getirmek zorundadır. Günümüz CHP’sinin birincil görevi Cumhuriyeti ve demokrasiyi düşmanlarına karşı korumaktır. Bunun için de CHP’nin mutlaka iktidar olmak için siyaset yapmak zorunluluğu vardır. CHP nasıl iktidar olacaktır? Bu sorunun yanıtını CHP yöneticilerinin mutlaka bulmak ve gereğini yapmak sorumluluğu vardır. CHP ilkeleri iyi anlatılmalı CHP’nin öncelikli olarak ilişki kurabileceği sosyal kesim Cumhuriyete ve demokrasiye inanmış sivil toplum örgütleri olmalıdır. Bunların içinde sendikalar en örgütlü ve en önemli kesimdir. CHP geçmişte işçi sınıfı için çok önemli hizmetler yapmıştır. 1947 yılında 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları Yasası’nı çıkarmış, 1963 yılında 274 sayılı Sendikalar Yasası’nı ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nı çıkararak çalışanların temel haklarını yasal güvence altına almış ve onlara ekonomik kişiliklerini kazandırmıştır. ILO sözleşmeleri, CHP kökenlilerin oluşturduğu SHP’li hükümetler zamanında onanmıştır. CHP iktidarı için işçi oyları çok önemlidir. Bunun için CHP işçilere yönelik çalışmalarına öncelik tanımalıdır. Tüm il ve ilçelerde partinin işçi ile iletişimini sağlayacak işçi büroları kurmalı ve onlar aracılığıyla partiyi ve ilkelerini işçi evlerine taşımalıdır. CHP’nin sıkı bir çalışma ve yeni açılımlarla seçimi kazanmaması için hiçbir neden yoktur... Aydınlarımız demokrasinin ve cumhuriyetin üstüne şal örtüleceğinden korkmaktadır. Herkes bir kurtarıcı beklemektedir. Bu kurtarıcının CHP olması hiç de uzak değildir. Demokrasiye ve Cumhuriyete inananların bölünmeden CHP etrafında toplanması artık toplumsal bir görev olmuştur. Solu bölecek olanlar; siyasal İslamı kurmak, demokratik Cumhuriyeti karartmak isteyen AKP’ye hizmet edeceklerini asla unutmamalıdırlar... Yoksulluğu yaygınlaştırdı CHP küreselleşmenin tüm dünyada yarattığı olumsuz sonuçlardan beslenmek zorundadır. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ile birlikte sosyalizmin de artık tarih olduğunu düşünenler, aradan on yedi yıl geçtikten sonra fena halde yanıldıklarını anlamaya başladı. Kapitalizme teslim edilen dünya ekonomik düzeni neoliberal politikaları ile çokuluslu şirketler yoluyla refahı değil yoksulluğu yaygınlaştırdı. Ulus devlet ve sosyal devlet bitirilmek istendi. Varsıl ile yoksul arasındaki uçurum açılmaya başladı. Bizim gibi dinsel motiflerin ağır bastığı toplumlarda Allah’ın ipine sarılma önerisi bir politika olarak öne çıkarıldı ve AKP’yi iktidar yaptı. Fransa gibi ülkelerde yoksullar düzene karşı olan kızgınlıklarını sokaklara taşıdı. Ülkemiz küreselleşme sonucu ağır bir bedel ödüyor. İç ve dış borç tutarı 300 milyar doların üzerine ulaşmış durumda. İşsizler ordusu giderek büyüyor. Kayıt dışında kaçak olarak çalıştırılan işçi sayısı artarken sendikalı işçi sayısı hızla azalıyor. Hipermarketlerle CHP’ye düşen görev Var olan siyasi partiler içinde bu konuda en büyük görev CHP’ye düşmektedir. Neden CHP sorusuna verilecek önemli yanıtlar vardır. CHP, kurucusu Atatürk’ün toplumu ulaştırmak istediği hedefler doğrultusunda siyaset yapmak zorundadır. CHP, dürüst devlet adamlığı konusunda çok ciddi örnekler vermiş, toplumun siyasete ve siyasetçiye saygı duymasını sağlamıştır. CHP bu ülkeye demokrasiyi getirmiş, halkın eğitimi ve aydınlanması için Köy Ensti Avian Influenza (Kuş Gribi) Üzerine Ülkemizde maalesef savunma dışında birey ve toplumun refahını sağlayacak adalet, eğitim, sağlık, tarım ve hayvancılık ile ilgili devletin kısa, orta ve uzun vadeli stratejileri bulunmamaktadır. B Mücteba BİNİCİ Veteriner Tavukçuluk Derneği Genel Sekreteri A vian influenza (kuş gribi) ilk 1878 yılında İtalya’da görülmüş ve o yıllardan bugünlere kadar dünyada güncelliğini hiç yitirmemiş bir hastalıktır. Hastalık 1983 ile 1984 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) PennysylvaniaVirginiaNew Jersey’de H5N2, 1997 yılında HongKong’da H5N1, 1999 yılında İtalya’da H7N1, 2003 yılında Hollanda’da H7N7 ve aynı yıl Güney Doğu Asya’da (Tayland, Çin, Vietnam) H5N1, 2004 yılında İngiltere’de H7N3, 2005 yılında Romanya ve Rusya’da H5N1 görülmüştür. Ülkemizde 4 Ekim 2005 günü Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sayın Mehdi Eker’in Manyas’ın Kızıksa beldesinde hastalığın çıktığına dair açıklaması ile bu hastalık ülkemiz gündemine girmiştir. Büyük vakalar içinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 17 milyon, İtalya 13 milyon, Vietnam 42 milyon ve Tayland 63 milyon kanatlı kaybı ile ön sıralarda yer almaktadır. Avian influenzanın (kuş gribi) insanlara bulaşması hasta kanatlılar ile yakın temas esnasında virüsün solunum yoluyla alınması ile olmaktadır. Hastalığın son on beşyirmi gün içerisinde ülkemizde birdenbire patlamasının en önemli nedenlerinden birisi küresel ısınma ve göçmen kuşlar ile evcil kanatlılar arasındaki temasın kesilmemesindendir. Küresel ısınma ile birlikte kuşların göç yollarının değiştiği ve göçmen olmayan kuşların da göçmen halini aldığı belirtilmektedir. Bu nedenle her yıl değişik ülkelerde bu hastalık görülmeye başladı. Ülkemizde hastalığın bir anda patlak vermesi, köy tavukçuluğunun yoğun olarak yapılması, canlı kanatlı pazarlarının yeterince kontrol edilememesi ve insanların tüketim alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hasta kanatlılar tehlikeli Kuş gribinin insandan insana geçtiğine dair herhangi bir bulgu bulunmamaktadır. Ülkemizde arka arkaya kuş gribinden ölen üç Koçyiğit kardeşte bulaşmanın hasta kanatlı hayvanla direkt temastan kaynaklandığı ortaya konulmuştur. Ülkemizde maalesef savunma dışında birey ve toplumun refahını sağlayacak adalet, eğitim, sağlık, tarım ve hayvancılık ile ilgili devletin kısa, orta ve uzun vadeli stratejileri bulunmamaktadır. Bugüne kadar meydana gelen olaylar hep günlük palyatif önlemler alınarak çözülmeye çalışılmış ama hiçbir zaman başarıya ulaşamamıştır. Bu uygulanacak stratejiler bireyin ve toplumun geleceğiyle çok yakın dan ilgilidir. Bu hastalık ve diğer hayvan hastalıklarının insanlara geçmemesi için neler yapılmalıdır? 1. Hayvanlardan insanlara geçen hastalık sadece avian influenza (kuş gribi) değildir. Kuş gribi dışında tüberküloz, bruselloz, antraks (şarbon), kuduz, kist hidatik ve toksoplazmozia, değişik hayvanlardan insanlara geçen hastalıklardır. Bu hastalıkların eradikasyonu (yok edilmesi) için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında koordinasyon sağlayacak bir kurum oluşturulmalıdır. Bu kurum, zoonoz (hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar) hastalıkların eradikasyonunu sağlayacak stratejiler oluşturmalıdır. Stratejileri uygulama aşamasında İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı mutlaka bulunmalıdır. 2. 1985 yılında reorganizasyon adı altında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı yeniden yapılandırılmıştır. Bu reorganizasyon ile veteriner hekimler tasfiye edilmiş, uzmanlık kurumu kaldırılmış, enstitüler zayıflatılmış ya da kapatılmıştır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı içerisinde veteriner hekimler yeniden yapılandırılmalı, güçlendirilmeli, kısaca Avrupa Birliği normlarına getirilmelidir. Laboratuvarlar alet ve ekipman bakımından güçlendirilmelidir. 3. Kentlerde ve ilçelerdeki tüm kanatlı hayvan pazarları kapatılmalı, büyükbaş hayvan pazarları kontrol edilmelidir. Ayrıca köylerde yumurta üretimi ve et için beslenen tavuklar itlaf edilmelidir. Bu konuda popülist po litikalar izlenmemeli, taviz verilmemelidir. 4. Kentler arasındaki hayvan hareketleri kesinlikle önlenmelidir. Maalesef unutkan bir toplumuz. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Manyas’ta avian influenza çıktığında başarı ile olayı değerlendirmiş ve kısa sürede olayı, aldığı önlemlerle söndürmüştür. Manyas’taki başarı ile söndürülen bu hastalık sonrası önlemler daha da artacağına maalesef hemen gevşeme olmuştur. Burada Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı yanında vatandaşlara da büyük sorumluluk düşmektedir. 5. Hastalık ile mücadele için ya TBMM’den yasa ile bir bütçe ya da hükümet fonlarından para ayrılmalıdır. Bilinmelidir ki 2003 yılında Hollanda avian influenza için 500 milyon Avro, İtalya ise 450 milyon Avro harcamıştır. 6. Ülkemiz, kuş gribine karşı bundan sonra sürekli kriz politikaları izlemek zorundadır. Çünkü hastalık turizm, ihracat ve hayvancılık sektörünü direkt ilgilendirmekte ve bu sektörlerde önemli ekonomik kayıplara neden olmaktadır. 7. Göl ve sulak alanların etraflarında bulunan kümesler ile açık hindi vs. besiciliği kesinlikle yasaklanmalıdır. Unutulmamalıdır ki toplumların geleceği günlük politikalarla hiçbir zaman çözülememiştir. Ülkemiz, toplum refahını ilgilendiren konularda kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler oluşturmak zorundadır. Bu bizden sonra kalacak kuşaklara karşı bir sorumluluğumuzdur. BANDIRMA CUMOK ÇAĞRISI 14 OCAK 2006 CUMARTESİ 14.00 CUMHURİYET OKURLARI ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN TOPLANIYOR. BÜTÜN CUMHURİYET OKURLARI DAVETLİDİR. Toplantı Yeri : BANDIRMA ADD LOKALİ Tarih : 14.01.2006 CUMARTESİ saat 14.00 İletişim : 0532 393 39 28 0533 438 50 22 www.cumok.org Ülke Tarımı Dışa Bağlı Hikmet ALPTEKİN Ziraat Yüksek Mühendisi B ilim ve tekniğe sırt çevirmiş, Atatürk’ün tanımlamasıyla hurafeler ile ikinci bir din yaratmış Osmanlı, Batı’nın yarı sömürgesi gibiydi. 1918 sonrası düşmanın ülkeyi işgaliyle bu köhne yapının çöküşü de hızlanmıştır... Nüfusun yüzde 80’i okuryazar değil, yüzde 75’i çiftçi (reaya) olan ülkede tarım, geleneklere göre yapılıyor, toprak karasabanla işleniyor, ekim nöbeti, yapay gübre bilinmiyor... Devlet öyle yobazlara teslim edilmiş ki örneğin 1788’de bir kadı, ekinlere zarar veren çekirgelerin çekip gitmeleri için bir buyruk çıkarmıştır. ‘‘Gitmezseniz hâlıkı külli şey olan Zülcelâl’e havale olursunuz’’ diyerek çekirgelere gözdağı, çiftçilere de destek vermiştir! Ankara ilinin 1891’de çıkardığı salnamede, şeyhler köyünde, bugünkü Çamlıdere’de ölen Şeyh Ali’nin kerametiyle orada çıkan ‘‘sığırcık suyu’’nun alınıp götürüldüğü yerde, hemen sığırcıklar peydah olup zararlı böcekleri imha edermiş!.. denmektedir. Bu örnekler yazmakla bitmez. Kısaca Osmanlı’nın, çiftçilerimizi cehalet karanlığının ‘‘bir lokma, bir hırka’’ perişanlığına itiverdiğini söyleyebiliriz. Atatürk uzun askerlik yaşamında Mehmetçik’i, Türk köylüsünü iyi tanımıştı. Pek çok aydın ‘‘olmaz’’ diye haykırırken o, cahil, yorgun, yoksul köylülerle düşmanı denize döküp bir vatan kurtarmıştır... Sı ra yurdun onarımına, başta köylülerimiz olmak üzere, insanımızı çağdaşlaştırmaya gelmişti. Daha Cumhuriyeti ilan etmeden, 17 Şubat 1923’te İzmir’de İktisat Kongresi’ni toplamıştı. Ona göre önce iktisatça güçlü olunmalıdır. Bu güç yoksa siyasal bağımsızlık da yoktur. Üretim, iktisatta çok önemlidir. Gerçekten üretici olan çiftçi ve tarım, bu nedenle ekonomimizin temelidir. Memleket bütçesinin üçte birini karşılayan aşar, çiftçiden alınırdı. Atatürk 27 Şubat 1925’te çiftçimizi bu yükten kurtarmıştı. Türk tarımına teknik elemanlar kazandırmak yolunda ilk adım, İstanbul, Yeşilköy, Ayamama Çiftliği’nde 10 Ocak 1846’da açılan Tarım Okulu olmuştur. Ardından birkaç okul daha devreye sokul muşsa da cahil Tanzimat düşmanı yöneticilerin elinde bir başarı sağlanamamıştır... 1923’ten başlanarak yurtdışına elemanlar gönderilmiş, 1930’da Ankara’da Yüksek Ziraat Mektebi, 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak Alman hocalarla çağdaş bir bilim yuvası oluşturulmuştur... 1948’de ise enstitü bünyesindeki Ziraat ve Veteriner fakülteleri Ankara, Orman Fakültesi de İstanbul üniversitelerine bağlanmıştır. Olmadı, çabuk yitirdik onu. Bir zamanlar kendi kendine yeten ülke tarımı... Bugün dışa bağımlı... Rahmetli Özal ile başlayan tarımımızdaki yönetsel ve politik bozgun, günümüzde de sürmekte... Hem de Atatürk’e, onun yetiştirdiği bilimsel ve teknik gücü yeterli bir tarım ordusuna karşın... CUMHURİYET 02 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear