22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27HAZİRAN20O3CUMA CUMHURtYET SAYFA KULTUR kultur@ cumhuriyet.com.tr 15 M Abbas Kiyarüstemi'nin kurmacayla belgeselin yeni bir sentezi niteliğindeki son filmi On gösterimde ollaların İran'ında kadın olmak Son yıllarda uluslararası festi- vallerde peşpeşe ödüller kazanan filmleri ve Abbas Kiyarüstemi, Muhsın Mahmelbaf, Emir Nadi- ri, Semira Mahmelbaf, Mecid Mecidi, Cafer Panahi, Tehmine Milani, Rahşan Beni Itimat vb. gi- bi yönetmenleriyle öne çıkarak popüler kültüre dahil olan Iran si- neması, ayn bir yazıya konu ola- cak nedenlerden ötürü bizim sa- lonlanmıza pek uğramıyor genel- de. Şah döneminin ardından çey- rek yüzyıldır molla bağnazlıgının baskısı altına girmiş bu bin yıllık komşu ülkeden görebildiğimiz film sayısı, 5'i, 10'u geçmez ne yazık ki. Bugün gösterime giren Deh- On, ötedenberi gündelik hayatın içindeki sıradan insanın ve sorun- lannın en iyi malzeme olduğu gö- rüşünü benimseyerek tamamen haldkati arama kaygısıyla film çe- ken, "Dostun Evi Nerede" (90), "Hayat Devam Ediyor" (92), "Zeytin Ağaçlan Altında" (94) üçlemesi ve "Yakın Çekim" (91), "Kirazın Tadı" (97), "Rüzgâr Bizi Sürükleye- cek"(99) gibi filmleriyle özel hayranlar edinmiş, Iran sineması- nın en tanınmış yönetmeni Ab- bas Kiyarüstemi'nin geçen yıl Cannes'da yanşıp bu yıl tstanbul festivalinde gösterilen son eseri. Sablt dUltal kameradan... Ebeveynleri AIDS'ten ölen Af- rikalı çocuklar üstüne yaptığı bir önceki filmi ABC Africa'daki (2001) gibi yine dijital kameray- la çahştığı "On", adından da an- laşılacağı gibi, 95 dakikaya yayı- lan, 10'dan 1 'e kadar numaralan- mış, on sekanstan oluşan, sözün ağır bastığı, belgeselle kurmaca- nın yeni bir sentezi niteliğinde, on tabloluk, farklı bir anlatı. Hollywood usulü hikâyeleme tarzından aynlan, kameranın sa- bitlendiği, farklı bir yapıda kurdu- ğu "On"da, kocanın, çocuğunun, ailesinin ve düzenin ezdiği çağdaş Iranlı kadının durumuna bakıyor Kiyarüstemi. Bir grup kadına yoğunlaşan on sekanstan bütünlenen ve tek bir kadının hayatından duygusal bö- lümler olarak da oloınabilecek fil- min merkezinde, arabasına aldığı çeşitli kadınlarla yarenlik eden, on yaşlanndaki hırçın, küçük ma- ço oğlunca (Emin Maher) sürek- li bencillikle suçlanan, kimileyin monoloğa ya da tartışmaya dönü- şen, kimileyin birbirini tutmaz konuşmalardan boşanıp yeniden evlendiğini anladığımız, varlıklı, akça pakça bir ev kadını (Meniye Ekberi) var. Otomobllden geçen kadınlar Modern giyim kuşamını, yü- züklerini değiştirip güneş gözlü- / Yönetmen, senaryo, montaj: Abbas Kiyarüstemi / Müzik: Hovvard Blake / Oyuncular: Meniye Ekberi, Emin Maher, Rüya Arapşahi, Emine Muradi, Katayun Taleidzade, Mandan Şarbaf / Iran 2002 (Belge Film) Geçen yıl Cannes 'da yanşan Kiyarüstemi'nin son filmi 'On'da, sürekli annesini eleştiren 'zamane veledi' Emin Maher, ha bire direksiyon sallarken, gülümsemesi yüzünden eksilmeyen annesiniyse Meniye Ekberi oynuyor. ğünü ya da başörtüsünü çıkartan, hep direksiyon başındaki kadın genelde gülümsemesini eksik et- miyor yüzünden. Kamerayı direksiyonun arka- sındaki kontrol paneline sabitle- miş Kiyarüstemi, bir sürücüye, bir yanındaki yolcuya dönereİc aynı açıdan anlatıyor hikâyesini. Bütünüyle otomobil içinde ge- çen "On"da sürücü kadının ara- baya aldığı, babasından yana oğ- lu, kız kardeşi, nişanının bozul- masına üzülüp saçını kazıtan ar- kadaşı gibi tümü başörtülü yolcu- lannı görüyoruz, ama rürbeye gi- den yaşlı teyze, isterik kahkaha- lar atan genç fahişe gibi ötekileri sadece sesleriyle izliyoruz. Ekrandaki bir sunucunun, ağır- ladığı konuğuyla teke tek muhab- bet edişine dayanan, bildik TV programı formatını çağnştıran bir yapıda, nerdeyse hayatı anbe an aktararak çok yalın biçimde sey- reden filmde, gece gündüz, bizim güneydoğu kentlerinden farksız bir atmosferdeki kalabalık Tahran sokaklannda dolaşıyor, direksi- yon başındaki sürücüyle yolcula- nnın biteviye konuşmalannı din- liyoruz sırayla. Erkek egemen tran toplumun- da yürürlükteki yasalar, dinsel baskı, katı gelenek görenekler, habire ebeveynlerini eleştirip suç- layan zamane çocuklan ve kadı- nın ikinci sınıf vatandaşlığı üstü- ne dallanıp budaklanan konuşma- lar genelde sıradan, ama gerçek- çi ve beylik deyişlerin gücüne sa- hip. 'Mutsuz. zayıf ve bağımlıyız' Tek çızgide gelişen, tonu ve içe- riği sürekli değişen bir konuyu tekdüzeliğe düşmeden açmak, ge- liştirmek gibi zorlu bir işin üste- sinden gelen Kiyarüstemi, Iran'da kadın olmanın anlamını sorgula- yan "On"un senaryosunda, vur- gulayacağı hususları, gidilecek yollan, durulacak ışıkları, dönü- lecek dönemeçleri filan belirle- miş, üst tarafını (hep anneannesi- ne gitmek isteyen aksi oğlan dı- şında) hepsi kadın olan, çoğu amatör, oyunculanna bırakmış. Yönetmen, kahramanlan ve se- yirci arasındaki üçgende herkesin bir pozisyonu var. Havada uçuşan sözcükleri kovalarken bir vücut hareketine, bir renge, bir sese, sü- rücünün arkadaşının yanağında- ki gözyaşını silen eline de takılı- yoruz. Sürekli gözetleyici ve müdaha- le edici bir dinsel baskınuı boyun- duruğundaki kahramanlannı per- deye taşıyarak ülkesindeki 'raut- suz, zayıf ve erkeğe bağımlı' ka- dının durumunu açık ve yalın bi- çimde saptayan Abbas Kiyarüs- temi'nin "On"u, öncelikle festi- valde ıskalayan sinemaseverlere öğütlenebilecek, yalın ve düz, a- ma farklı bir denemenin tadını içeriyor baştan sona. Ekran röntgenciliğinin kanlı, karanlık versiyonu BBG'ye katil girince... Her köşesine kamera yerleşti- rilmiş, dış dünyadan tecrit edil- miş, Sapık'ın Norman Ba- tes'ınin malikânesini çağnştı- ran, karlar altındaki eski, ah- şap, izbe bir eve, yaşanan her şeyin bir internet sitesinde ya- yımlanacağı 6 ay süresince ka- panan, yiyecek-içecekleri sağ- lanmış, üçü erkek ikisı kız beş genç, Ölüm Bizi Gözetliyor adıyla bugün başlayan My Little Eye'ın birbirini tanıma- yan kahramanları. Eğer fire vermeksizin bu ıssız bölgede- ki evde, 6 ayı geçirirlersekaza- nacaklan 1 milyon dolarlık ödülü paylaşacaklardır. Ancak sona doğru evdeki uyum, rey- ting uğruna birtakım ürkütücü, kanlı olaylarla bozulacak, ip, balta, bıçak ve naylon torbayla işlenen ürper- tici cinayetlerle dehşet doruğa tırmanacak- tır... Truman Shovv, EdTV gibi filmlerle başla- yıp Big Brother, vb. gibi (bizde Biri Bizi Gö- zetliyor), temelde röntgenciliğe dayanan Re- ality Shovv tarzıyla, son yıl- lann gişe rekortmenlerin- den, Blair Cadısı usulü deh- şet belgeseli formülünü kaynaştıran îngiliz yönet- men Marc Evans, BBG'lerdeki ekran rönt- genciliğini daha da karan- lık ve ürkünç bir ortama çekerek türün ıflah olmaz meraklılanna hitap eden yeni bir klostrofobik kor- ku filmi imzalamış. llk iki filmiyle (House of Ame- rica, Resurrection Man) son 5 yılın parlayan yönet- menleri arasına katılan Marc Evans'ın, kısa yol- dan ün ve para için katılı- nan, teşhircilikten farksız BBG olayına, sansürün el- verdiğince seksi de kattığı Olüm Bizi Gözet- liyor, sonuçta çekici ve yakışıklı genç oyun- culan bir araya getiren kadrosu, eli yüzü düz- gün anlatımı ve tıkınnda temposuyla ilgiyle seyredilen bir korku-dehşet-gerilim bulama- cı, işin biraz kolayına kaçan finaline karşın. My Little Eye / Yönetmen: Marc Evans / Senaryo: David Hilton, James Watkins / Kamera: Hubert Taczanovvski / Müzik: Bias / Oyuncular: Sean C.W. Johnson, Laura Regan, Jennifer Sky, Kris Lemche, Stephen O'Reilly, Bradley Cooper / Ingiltere, 2002 (UIP.) İZLEYİCİ ERDAL ATABEK Beynin koşullandınlmasının yaratacağı tehlikeler Francisco Plaza'nın ilk uzun merrajlı filmi olan 'Kurban'da, intihar eden babasının ölümünü araştıran Oaniela'nın inanılması güç gerçeklere ulaşması anlatılıyor. 23 yaşındaki yönetmen Francisco Plaza'nın ilk uzun metrajlı filmi "Kurban". Orijinal adı "El Segundo Nombre - İkinci Ad" olan film, kuşku ve entrika ile örülmüş bir öykünün çevresinde gelişiyor. Kendinı öldüren babasının ölümünü araştıran kızı Daniella inamlması güç gerçeklere ulaşıyor. Annesınin artık kendini bilmeden yattığı hastaneye giden Dainella, kendisini gören annesinin birden kendisini "Josephine" diye karşılamasına şaşınyor. Ama kendisine bu konuda yardımcı olan Simon ile kendi doktorunun da kanştığı olaylar akıl erdirilir gibi değildir. Gerçekler, Daniella'yı bir dinsel taıikata ulaştınyor. Bu tarikatın üyeleri, "tbrahimiler-Abrahamit's" olarak bilinen ve kurban geleneğine mutlak bir üıançla bağlanmış kişilerdir. Bu kişilerin mutlak inancına göre, İbrahinı peygamber, oğlu tshak'ı Tann'ya kurban olarak adamış, bu adak gereğınce oğlunu boğarken de araya giren melek, aslında kurbana karşı çıkmamış, tersine kurbanın öldürülmesine yardım etmiştir. Tarikat mensuplan, ilk doğan çocuklarına ikinci adlannı vermekte ve baba bu çocuğu elleriyle boğarak Tann'ya karşı görevini yapmakta, inançlanna da sadakatini kanıtlamaktadır. Örneğin Konrad Joseph adını taşıyan bir baba oğlu doğarsa adını Joseph, kızı doğarsa adını Josephine koymaktadır ve bu çocuğunu elleriyle boğarak öldürmekle yükümlüdür. Tarikatın perde arkası Daniella'nın babası Theodore Logen de bu tarikatın mensubudur, Ibrahimidir ve ilk doğan çocuğunu elleriyle boğmakla yükümlüdür. Theodor Logan'ın asıl adı Theodor Joseph Logan'dır ve ilk doğan çocuğunun adı da kız olduğu için Josephine'dir. Şimdi ortaya bir bilinmez çıkmaktadır, Danielle ikinci çocuk mudur ve bu yüzden mi hayatta kalmıştır? Ya, annenin bilinçsizce andığı Josephine kimdir? O, ilk çocuk muydu ve boğularak öldürülmüş müydü? Daniella, babasının intihannın ardındaki gerçekleri araşhnrken çok gizli ve çok tehlikeli bir tarikatın üstündeki perdeye dokunmuştur, yaşamını da tehlikeye sokmuştur. Film, gizli bir inanç merkezinin insanlara neler yaptırabileceğini sorgulayan, izleyenleri de düşündüren bir yapım. "Çağımızda bunlar hâlâ var mı" diye düşünelim, ama insan beyninin koşullandmlmasının yaratacağı tehlikeleri bir daha düşünelim. KEDI GOZU VECDİ SAYAR Köprüler ve Korkular On günlük bir serüven daha geride kaldı... Hakkâ- ri'de ve Van'da nefes nefese geçen on gün... "Do- ğu'ya Sanat Köprüleri" kurmak üzere yola çıkan yü- zü aşkın sanatçının, Doğu'nun gerçekleriyle -ve ken- dileriyle- yeniden yüzleşmesi... Uçağımız Van'a doğru yol alırken "Istanbul-Hak- kâri Sanat Köprüsü"nün ilk iki yılında bizimle birlik- te olan sanatçı dostlar, yeni "köprüdaş"\anm\za ge- çen yıllara ilişkin anektodlar aktanyordu. Kimi keyifli, kimi tatsız anılar... "Bakalım bu kez başımıza ne gele- cek?" sorusu, dillendirmesek de aklımızdan çıkmıyor- du. "Köprû'nün üçüncü yılına ilişkin ilk gözlemim şu ol- du: Bölge, büyük bir hızla değişiyordu. Yaşam koşul- lan ne denli ağıriaşırsa ağırtaşsın, bölge insanı yaşa- ma sımsıkı sanlmıştı. Artık savaş koşullannda yaşa- mak istemiyordu gençler. Toplumsal banşın kalıcı ol- masını diliyoriardı. Yaşanan onca acıya rağmen acı- lan unutmak, geleceğe umutla bakmak istiyoriardı. Resmi makamlann tavnnda da gözle görülür bir değişim vardı. Sokakta yürürken, etrafımızda potis kameralan yoktu. Atölyelerin kapısındaki polisleri ge- ri çekmelerini rica ettiğimizde, bu talebimize olumlu yanıt alıyorduk. Valiler, emniyet müdürieri olabildiğin- ce esnek davranmaya, bize ve katılımcılara yardımcı olmaya çalışıyoriardı. Birvali (Van Valisi HikmetTan), etkinliklerimize katılarak bir ilki gerçekleştiriyordu. (Oğlunun televizyoncu, kızının Deviet Tiyatrosu sanat- cısı olmasının da rolü vardı belki bu farklı tavırda)... Ne var ki, köprünün yansına gelmeden, korktuğu- muz başımıza geliverdi. Hakkâri'de, jandanma "Ga- vara" oyununun bir dekor parçasındaki renkleri sav- cılığa ihbar ediyor ve savcı bey "san-kırmızı-yeşH" renkleri tehlikeli bularak DGM'ye sevk ediyordu. Ola- yın aynntısı üzerinde durmayacağım. Basınımızda ye- terince yankı buldu bu "absûrd" sineklik tutuklama- a. (Kuşkusuz bu olaya tepki gösteren tüm basın ya- yın organlanna teşekkür borcumuz var; ama keşke, haberciliğin yalnızca olumsuzluklardan söz etmek ol- madığını kavrayıp etkiniiklerin bütünü üstüne de bir şeyler söyleyebilselerdi...) Işte gene bildik bir tavır karşımızdaydı. Bu tavır, Van'da kapalı spor salonundaki konser sıraanda da karşımıza çıktı. Bir sivil polis, elindeki video kamera ile konser süresince izleyicileri taradı durdu. Bakışla- nnı unutamıyoaım o polisin. Nasıl bir kin vardı o göz- lerde... Elindeki kamerayı bir silah gibi kullanıyordu, "düşman'a karşı... Gençler, olduklan yerde halay çe- kiyoriardı (tribünden inmek yasaktı elbette), sahnede AynurKaradoğan Kürtçetürkülersöylüyordu. Polis, hazmedemiyordu bu durumu. Eli kameranın "tetikln- de, ha babam seyirciyi çekiyordu, sahanın tam orta- sında, bir kovboy edasıyla... Gençler alışkındı bu du- ruma, gözlerinde kin değil, coşku vardı... Eminim, köprünün öteki yakasından gelen arka- daşlanm konser boyunca şu soruyu defalarca sor- muşlardır içlerinden: "Kim daha çokseviyorbu ülke- yi? Şu polis mi, yoksa kendi ezgileriyte dans etmele- ri sakıncalı görülen bu gençler mi?" Müdürieri ne denli tembihlerse tembihlesin, güven- lik güçlerinin eski reflekslerinden kurtulmalan zaman alacaktı besbelli... Değişim, her kesimde, her birey- de aynı heyecanla karşılanmıyordu. Kürt gençleri arasında da banş ortamına uyum sağ- lamakta zoriananlar vardı elbet. Devtetin mekânına gitmek, afişlerde devletle (Bakanlık ve valilik sözcük- lerinde somutlaşıyordu devlet erki), yerel yönetimi yan yana görmek bazı gençleri rahatsız etmişti. "Ki- min etkinliği bu" sorusu kafalannı kurcalıyordu. De- mek ki, onlar da kolayca üstesinden gelemiyordu ge- çirdikleri travmanın (hele o spor salonundaki polis ve benzerteri ortada oldukça, bu izlerin silinmesi daha da çok zaman alacağa benziyordu). Ama, gene de gelmişlerdi Devlet Tiyatrosu'na ve belki kafalannda daha çok soruyla aynlıyorlardı oradan. Devlet Tiyat- rosu, "Şeyh Bedreddin"le gelmişti karşılanna ve sah- neden Bedreddin şöyle sesleniyordu padişaha; "Sen devleti düşünürsün, ben insanı..." Bana kalırsa, Bedreddin de yanılmıştı (gerçekten bu sözleri söylediyse, elbet). Çünkü, onlar -yani yüzyıl- lar boyunca bu ülkeyi yönetenler- gerçekten devleti düşünselerdi, Bedreddinleri asmazlar, halkı düşman olarak görmezlerdi... vecdisayar « yahoo.com BUGUN • DEĞİRMEN SANAT EVİ'nde saat 21.00'de Burhan Berken ın Ba adlı dınletisi. (0 212 245 70 06} • AKBANK KÜLTÜR SANAT MERKEZt'nde saat 18.00'de Zeynep Tanbay m Bedenin Nefesi adlı atöh/e çalışması, saat 18.30'da îlteriş Tezer Atölyesi'nin saydam gösterisi. (0 212 252 35 00) tSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ • St. Antuan Kilisesi nde saat 20.30'da Martin Haselböck konseri. (0 212 334 07 00) 15. GALATA ŞENLİĞİ • Sosyal Kültürel Yaşamı Geliştirme Derneği ve SHÇEK Beyoğlu Çocuk Evi'nin ortaklaşa meydanda düzenledikleri saat 11 .OO'deki Rirm Atölyesi çalışması. • Yasemin Öztaş'ın meydanda düzenlediği saat 11 .OO'deki Performans adlı çocuklarla resim çalışması. • 15.00'te Naci Aksop'un meydandaki 45'lik Plaklar adlı Türkçe aranjmanlar çalışması. • 18.00'de Borusan Çocuk Korosu'nun Okçu Musa Ilkokulu'ndaki konseri. • 18.00'de Tanju Akerman, Naci Aksop, Corina ve Jairo, Venta Del Toro'dan şiir dinletisi. • Tiyatro Bileşke'den saat 20.00'de Okçu Musa tlkokulu'ndaki Tebessümümüz Teveccühümüzdür adlı tiyatro gösterisi. • Saat 19.00'da Maestro Giuseppe Gandalfo'dan Savaş ve Banş adlı org konseri, Sen Pier ve Paoli Kilisesi'nde. • 19.15'te Galata Kulesi Fasıl Heyeti'nden fasıl, meydanda. • Galatasaray Sahnesi Gösteri Sanatlan Topluluğu'nun saat 15.00'te meydandaki tiyatro gösterilen. • 21 45'te Aurelie Nurier-Frederic Cornet'in meydandaki Video Dans Project adlı çalışmalan. • DJ Eray Çavdarlı'dan saat 22.00'de meydanda Salsa partisi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear