25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 KASIM 2003 PAZAR 10 P A Z A R YAZELARI dishab@cumhuriyet.com.tr Çarebulunamayan dert:dilyarasıO OE zamanlarda bir de bu hikâye başladı; Oişyerinde elin Avrupalılanyla efendi gibi çalışııken biıdenbire pek de sohbetinizin olmadığı bir iş arkadaşınız yanııııza yanaşıp ilginizi çekehlmek için bir iki atraksiyon yaptıktan ve bir iki kelime "lyi gunleee" "Nasnhiiiıınfaf" gibi bir ginşten sonra, "Beri baak, ben Türkçe ögrenmeye basbdmı gayri" gibi Türkçe bir laf ediyor. Donup kaüycrsunuz. Ve sizden, "Hadi ya_ ne güzel, vaDa bravo. ne de güzel konusmorsun, nerede öğreomeye başladın?" gibi bır karşılık beklemeye başlıyor. Tabii adamın ülkesinde ömür boyu misafır bir çalışan olunca ve de aynca işyerinde gayet uyumlu görünme gayreti içinde olunca, "Ne dryosun hemşerim, ne bu şimdi bana ne", ya da "Yav bu nasıl Türkçe" gibi laflar edemeyip, aynen onun beklediği gibi davramp "Aaaa hadi ya_ wat leuuuk!". "Yani ne gûzeeed" gibi yanıtlarla ortamı şenlendirmeye başlıyorsunuz. Sonra olayın iç yüzünü öğrenmeye başlıyorsunuz ki, bu iş arkadaşınız ya mahallesındeki bır Türk'ten ya da mahallede faaliyet gösteren bir semtevındeld Türkçe kursundan ders almaya başlamış. Onun içın de. normalde çocuklanmızın bıle kulaklanna asıhp "Evladna, düzgün Türkçe konuş" gibi uyanlarda bulunmamıza rağmen böyle arkadaşlara pek ses çıkaramıyoruz. Yaşanan yerde Türk nüfus fazla olunca benzer sorunlara başka yerlerde de rastlanabiliyor. Örneğin Amsterdam'da toplu taşıma araçlannın duraklannda Hollandaca, Ingilizce, Fransızca'nın yanı sıra Türkçe açıklamalar da görmeniz mümkün. Yalnız her ne şekılde ve kımlere hazırlatılıyorsa bu çevirilen anlamakta güçlük çekeceğinize eminim. Tramvayın içinde şöyle bir Türkçe yazı dikkatinizi çekebılır: "Arkalardan doğru ilerieyetim mL yoksa önler dumlmaz halde"... Yanı, söylenmek ısteneni anlayabilirsiniz. ama bu sizin acı çekmenize engel olmuyor. Konuyu bir süre araştırdım ve de anladım ki AMSTERDAM YAKIT KARAHAN yazılann bazılannı buralara yıllar önce gelmiş bır kısım uyanıklar yazıyorlar. Bunlar ellerinı çabuk tutup tercümanlık belgeleri de almış olduklanndan, Hollandahlar,"Kapıgibi belgesi var adamm kardeşinr dıyerek bu tercüme bürolanna çevirilerini yapünyorlar. Bir kısmını ise bizim ikinci kuşak arkadaşlanmız yapıyorlar. Avrupa dillerini gayet güzel konuşan, hatta buralarda üniversıte okumuş, kariyer yapmaya başlamış bu arkadaşlanmız sohbetin orta yerinde, "Giz ghnz görû\t)iınuuu--geageMvı erryodujıı garüL." ya da. "Oturup dath daüı yiverenm garnB" diye de konuştuklan ıçın yapmış olduklan çevirilerde de aynı dili kullanıyorlar diyebıliriz. Yani burada kullanılan Türkçe, bizım ikinci kuşak arkadaşlanmızın anadilleri değil de "analannın dfli" diyebiliriz sanınm. Hollanda, Türkçe anadıli derslerinı kaldırdı. Bu yıla kadar ılköğretımde çocuklara kendı anadilleri öğretüırken ya da öğretilmeye çalışılırken çeşitlı gerekçelerle buna son verildı. Bu uygulamanın sona ermesinden dolayı çocuklanmız mağdur olurlar mı bilemiyorum... Zira Türkçe anadıli derslenni veren öğretmenlerin yeterli olduklan ve dersleri itinayla verdiklerini söylemek çok zor. Hatta ilk gelenJer anlatırlar, zamanında Hollandahlara, "Bak bu benim üniversiteden öğretmenük yapabileceğime dair dipJomam" diye lise diplomalannı gösterip Türkçe anadıli öğretmenliği yapanlar olmuş. Burada büyüyen çocuklanmızın konuştuğu Türkçe'ye bakıldığında da bu çalışmalann özensiz ya da yetersiz olduğunu söylemek mümkün. Çocuklar şimdi farklı yollarla kendi dillerini öğrenmeye çalışacaklar. Ya ana babalannın dili ile yetınecekler ya da Kuran kurslan ve camılerde açılan Türkçe kurslanna katılacaklar. Çocuklann durumunu zaman gösterecek. Fakat öğretmenlerin durumu da vahım denılebılir. Uygulama bitince hemen hemen bütün Türkçe anadıli öğretmenleri ışsız kalacaklar. Yaşlan kırkın üzennde olan ve neredeyse tamamının Hollandaca sorunu bulunan bu öğretmenleri zor günler bekliyor. Belki bir-ikı yıl maaşlarmı alabilecekler, daha sonra ışsizlerin yararlandığı sosyal ödenek haklan olacak. Işsizler için verilen bu ödenekle bir yandan geçinmeye çalışıp, ki bu normal maaşlannın üçte ya da dörtte biri kadardır. bir yandan da yetersiz Hollandacalanyla ış arayacaklar. Özgeçmişlerine yazacaklan, 'daha önce Türkçe anadili dersleri öğretmeniydim' gibi bir iş deneyimınin de faydası olmayacağından, dil yetmezliğinden ve de artık rakipleri de yirmili yaşlardaki daha ucuz ve daha verimli çalışabilen gençler olacagından pek de şanslan olduğu söylenemez. Önümüzdeki dönem, Hollanda'da Türkçe öğreten, öğrenen iki kesün ıçın de zor geçeceğe benziyor. Malavi... Afrika'nın minik ülkesi Malavı Türk medyasmda kaç kez yer bulrnuştur bilemiyorum; pek az olsa gerek. En son haziran sonlannda Ankara'daydrm ve arka sayfalarda "küçük Doğu Afrika ülkesi Malavi'de yakalanan fldsi Türk 5 El Kaide üyesinden" söz ediliyordu. Ben Lilongve'ye geleli bir ayı biraz geçti. Henüz "Bayıbyorum buraya" demek için erken, Afrika'ya alışmak zaman alacak, hele de eski komünist bloku üyesi bir ülkeden geliyorsanız... Afrika ülkeleri de, eski Doğu bloku ülkeleri de kalkınma çalışmalan açısından aynı kategoriye konuyor. Aynı yardım kurumlan bu ülkeierde örgütlenmış, ancak aradaki dağlar kadar farkı hemen görebiliyorsunuz. 2 yıl geçirdigım Bakû, Lilongve'yle kıyaslanınca Londra gibi geliyor; Azerbaycan gibi ülkelere geçiş ekonomileri denilmesinin haklıhğrnı anlıyorsunuz. Malavi denize bağlanüsı olmayan, 11 milyon nüfuslu bir ülke. Mozambık, Zambiya ve Tanzanya arasında yer alıyor, bölgeye gelen turistlerin çoğunluğunu da bu ülkelere kaptınyor. Malavi'de Mozambık'in olağanüstü plajlan, Zambiya'nin safari parklan yok. Yüzölçümün dörtte birini kaplayan Malavi gölüyse Afrika merâklısı turistlere bakarsanız aynı şey değil. Gene de Malavi güvenlik açısından bu ülkelerin önünde ^ _ ^ _ _ _ geliyor. Şehirlerde suç oranı daha düşük ve gündüz her yerde rahatça dolaşabıliyorsunuz. Ama işlerinizi saat 5 buçuktan sonraya bırakmayın. bir anda gece bastınvenyor "bir battaniye gibi üstünüze." Buna alışmak zor, gün erkenden bith'eriyor. Dükkânlar, ofısler 5'te kapanıyor, ortalıkta insan kalmıyor. Lilongve'ye yeni gelen herkes gibi biz de sorduk, "Herkes nerede, neredebu 11 milyon?". Sokaklarda. pazarlarda karmaşa ve insan yığınlan bekliyorsunuz; satıcılardan başka kimseyi görmüyorsunuz. Onlar sizi gördüğü anda da kovalamaca başlıyor, arabanıza kadar takip edip çilek, hindistancevizi veya süpürge satmaya çalışıyorlar. Malavi'de kahvenin, çayın tadı bir başka. Malavi cintoniği gibisi yok. Kahve, çay, şeker ve tütün dışında pek bir tanm faaliyeti yok. Son yıllarda dünya pazarlannda talebi arttığı içın canlanan paprika, hafıf acıçok acı biber ve sos üretimı bu ülkeyi dünyanm en fakir 6. ülkesi olmaktan kurtanr mı bilemeyiz. Yardım eden ülkeler îngiltere, ABD, Almanya ve Norveç, tanmın yanı srra sağhk, eğitım ve sosyal hızmetlere de ağırlık veriyorlar. HTV/AIDS alanında çalışan onlarca sıvil toplum örgütü var. îlk dikkatimi çeken şeylerden bin de genç nüfusun yoğunluğu oldu. Nüfusun yüzde 57'si 20 yaşın altında LILONCVE GÜLDEN BAYÂZ gençlerden oluşuyor. Nereye baksanız çocuk yaşta kadınlar ve kucaklannda, daha dogrusu sırtlannda bebekleri görüyorsunuz. Afrika üısanınrn meşhur sabn bebeklerde bile mevcut. O kadar bebek gördüm, ama hiç ağlayanını görmedim. Evdekı hizmetlimız, çocuklan olduğunu söylemese anlamayacaktık. Arka bahçemizde küçük evlennde yaşamalanna rağmen hiç sesleri gelmiyor, AIDS öylesine yaygm ki adeta elle tutulur bir gerçeklik haline gebniş. İşyerinde, evde sızinle çalışan insanlar bir anda yok oluyorlar, sebebini sormamayı ögreniyorsunuz. Tüberküloz ve sıtma da çok can alıyor. Bu hiç şaşırtmıyor, bu insanlar ne yiyor, nasıl yaşıyor diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi. Ülkedekı elektrik abonesi 75 bin. Bir o kadar da kaçak kullanan olduğunu varsayıyorlar, yine de rakama bakar mısınız? 11 milyon insan içinde ancak on bınler elektriğe sahip. Elektrik kesintileri günlük hayatın parçası. Lilongve'nin merkezinde bir internet kafeye giriyorsunuz ve her zamanki yanıtı ahyorsunuz: "HeknTghnizkesik." tnsanlann ınanılmaz cana yakınlığı şaşırtıyor. Herkes gülümsüyor, öğrencıler el saJlıyor, bisikletliler durup "Kaybolmadınız umanm, yardım _ _ ^ ^ _ ^ edebiür miyim" diyorlar. Ara sıra beyaz Malavililere ve Hint asılh Malavılilere rastlıyorsunuz. Hint asıllılann neredeyse tümü özel işyeri sahıpleri. Tüm marketler, dükkânlar, kuru temizlemeciler Hint asıllılann. Beyazlar genelde tütün üretimiyle uğraşıyorlar. Gelir gelmez tamştığımız yan komşumuz Yunan tütün tüccan çıkıyor. Bizi evlerinde misafir ediyorlar. Dünyanın bu- ucuna geldim, Yunan komşum oldu diye seviniyorum. Londra'daki üniversite günlerimde Yunan öğrenciler hep yakın arkadaşlanm oldular. Bütün aksaklıklara rağmen Lilongve'yi seveceğun sanmm... Afrika'da olduğumu tekrarlıyorum bazen kendime, heyecanlanıyorum. Ömürde bir ele geçecek bir deneyım, herkes Avrupa'ya, Kuzey Amerika'ya gider... "Ben Afrika'da yaşıyonım" diyorum ve ınsanlann gözlerindeki şaşkınlığı gözlüyorum. Yamyamlar, kaynayan kazanlar fılan yok burada, eski binalar ve bakım isteyen altyapı var. Ekonomılerin 1960'lara kıyasla gerilemesi, 40 yıldır yapılan yardrmlar ne işe yaradı diye düşündürüyor insanı. Sosyal ve ekonomik gelişme için sadece Afrika insarunın sabn yermeyecek; dikkatler buraya çevrilmeli, kararlı ve tutarh kalkınma politikalan uygulanmalı, Afrika'yı dünyaya yeniden kazandırmalı... Eşcinseller haklannı istedi Tayvan'ın başkenrj Taipei'de dün yürierce eşcinsel haklan için yürüyüş yapü. Kadınh erkekh 300 eşcinsel, kendilerine evlenme hakkı tanınmasını istedL Başkentte yürüyen eylemciler, Uginç kılıklara büründükr. Eyiemin düzenkyicileri, bir Asya ülkesinde ilk kez eşcinsel eylemi düzenlendigini belirtti (Fotograf: AP) Sonbahann o garip çıplaklığı41>eni terk et/îçimde sonbahardan başka .Dbahar kalmadT Bu güzel dizeleri, Ayten Muriu'nun "Taş Ayna" (Ötekisiz Y.) adlı kitabındaki "Gitmek" şiirinden aldım. Ne zaman ruhum daralsa, şiire sığınınm. Insanın yaşamına sığan sonbaharlann sayısı arttıkça, ruh darahnalan da sıklaşıyor. Nedendir bihnem ama, benimkiler daha çok sonbahara rasthyor. Bu yıl benden size bir "eylül" yazısı çıkmadı. Bazı "sayfadaşlanm" yılın en güzel ayı olan eylüle gayet güzel değindiler. Şimdiye dek üç kez eylülü farklı bir ortamda yaşama şansını elde ettım: Paris'te, Roma ve Londra'da. Zaten sittin senedır yurttışında yaşayan biri olarak pek fazla bir yer görmedim de. Her defasında, sonraya, ileri, gelmeyecek bir bahara buaktım zevkli şeyleri. Hep "bugün" önemliydi. Yukanda andığım başkentler, yaşayan birer metropol. Stockholm ise büvöicek bir köy. Cumartesıleri öğleden sonra ortalık boşalır. Hareket yalnızca kent merkezinde ve göçmenlerin çok olduğu dış semtlerde vardır. Içiniz daha 16.00'da kararmaya başlar. Sonra. eylül geride kalınca, yalnızca ıçiniz değil hava da... Uzun bir kış, kara duvaklı bir gelın gibi çöker kentin üzerine. Sular karanr, parklar sanşınlığı bir yana bırakır, sıyahrn farklı tonlanyla garip bir çıplaklığa "soyunur". Güneş yalnızlık burcundan çıkmış, hüzün burcuna girmıştir. Akla kavuşmalar değil, terk edilmeler gelır. Timur Sdçuk'un 45'liği "Derbeder 0 0 1 1 ^ 1 ^ koyarsınız pikaba, yalnızlığınızı kesmez. 0 zamandan bu zaman bır 30 yıl atlayarak -dıle kolay- CD çalardan, Yaşar'ın ağzından, Attüa Ilhan ın "Beş Dakika Bekk Git"inı dinlersıniz, yetmez. Oturup böyle bir pazar yazısı yazar, başkalannın da içini karartırsrnız. Ama yılmamak STOCKHOLM gerek! Sıze sonbaharda Stockholm'ü görmenizı önereceğim yıne de. Bunca karanlıktan sonra yıne de yılmadıysanız. Çünkü güneşli bir havaya denk gelirse, çok güzeldrr bu kent. Hareketlilik, canlılık meselesı ayn bir konu. Ama yerler sapsanyken ve göller ve deniz gökyüzünün mavihğini cömertçe yansıtrrken, görühneye değer bu kent. Hava karannca, alışveriş yaparsınız, müzelerin son bır-ıki saatıne yetışırsıniz fılan. Nasılsa kışı burada geçirmeyeceksiniz, ne acelenız var? Dolaşın işte! Dolamp kalmayın, dolaşın. Üstelik, Iskandinavya'nın en yüksek kulesi de burada. Akşamüstü oraya GÜRHAN UÇKAN çıkar, Isveç bayrağı gibi san- mavı kente yukandan bakar ve ardından, yerden 155 metre yükseklikte bir yemek yersiniz. Mavi- beyaz, kırmızı-beyaz gemılerle günübırliğıne Finlandıya"ya da gidebılirsiniz. Her gece, büyük bir tatil köyünün bir aylık elektnk tüketirru kadar elektrik harcayan bu gemılerde, yok yoktur. Üstelik, dünyanın en girintili-çıkıntılı sahillerini de görmüş olursunuz. Geçenlerde, kent merkezındekı büyük bir otelin önünde iki turist otobüsü gördüm. Binne "Ankara", ötekine de "îzmir" levhası ıliştinlmişti. îçım ısındı bırden. Hazırlıksız yakalanmıştım. Oysa son jıllarda bu kentte Türk turistler görmek doğal hale geldı. Yine de. Eğer "memleket" ınsanın süreklı ıçindeyse, en ufak bir dürtüşte kıpır kıpır oynamaya başlar. Ayten Mutlu. aynı kitabındaki "YMk" adlı şiirinde şu nefis saptamayı yapıyor: "Yok artık diyorlar o kınk gülümseme/bu şehrin süinmiş adreslerinde" Stockholm de yapacak bır şey kalmadı mı? Açın bir telefon bana, aynı aileden değil mıyız, Cumhunyet aılesınden? Vardır bızim de elbet görülmeve değer bir tarafimız! Ama şimdi ıznınızle. Bugün pazar ya, benım oğlanla kız mantı tutturuyor. Elımden gelmesıne gelir ama, plastık sanatlardan hiç anlamam!.. Hadı rasgele. Amerika'da olmaz demeyin...A menka'da araba, hayatın /vzonınlu bir parçası. Arabasızlığa uzun süre katlandıktan sonra. sonunda, ikinci elden bir araba aldım. Ama sevıncini yasayamadan sıkmhlannı yaşadım ve bu süreçte gördüm ki her ülkede bürokrarik işler aynı. Uluslararası ehliyetim bir yıl geçerli. ama araba sigortasınrn Amerikan ehlıyetı olanlar için daha ucuz olduğunu öğrenince ehliyet sınavına girmeye karar verdim. Sınava girmek çok kolay; 23 soru var, 10 dakikahk da dıreksıyon sınavı. Sınava girmek için neler gerektiğini sordum, "Pasaport ve sosyal sigorta numara kartunz*' dediler. (Burada sosyal sigorta numarası çok önemli). "Karo kajbettim, üniversiteden resmi belge getirsem ohır mu" diye sordum: "Tabii. dekandan bir mekrupla kabul formunuzu getirirseniz ohır'" Dekana çıktım. mektup rica ettim, gerekli belgenin kopyasını aldım. hatta fazladan birkaç belge de edindim, sonra arkadaşımla trafik şubesine gıttik. Formlanma bakan hanım sinirlendi: "Bu ne? Sosyal sigorta karünız nerede?" Durumu anlattım, ama o, "Bunu kabul edemeviz. Sosyal Sigorta Ofîsi'nden belge almanız lazmT dedi. (Yabancı olanlara ekstra "dikkat" gösteriliyor.) Ertesi gün Sosyal Sigorta Ofisi'ne telefon ettim, ne tür belgeler gerektiğini sordum. "Ünh'ersitenin Uluslararası Öğrenciler Kurumundan öğrenci olduğunuza "~^^~^~ dair mektup lazım" dediler. UOK'ü aradırn: "Bizbu mektubu yazmr, oruz. Oğrenci Kabul Ofisi'nde yazacaklarf Hata olmasın diye Sosyal Sigorta")i tekrar aradım: "Mektubu UÖK değil, Kabul Ofısi verecekmiş; onu kabul eder misiııiz?'':"TabiL'' "Gerçekten mi?": "TabükL Kabul Ofisi'nin mühüriü mektubu da kabul edilir." Ertesi gün beni ehliyet sınavına götüren arkadaşım Sos>'al TEKSAS Sigorta Ofisi'ne götürdü. Sıra bana gelınce kâğıtlan hanıma uzattım. "Bu ne?" "Kabul OfisTnden mektup." "Bunun Liuslararası Öğrenciler Kurumundan olması lazun." "UÖK böyle bir mektup veremezmiş; beni Oğrenci KabureyoUadüar." "Ama bu olmaz." "Size sordum, ohır dedmiz." Neyse ki hanım şefkatliymiş. kâğıdı kabul etti. Sosyal sigorta numaramı aldı, ~^~"~~^~ bilgisayarda baktı. "Inanmryoruın' 1 dedi. "Ne oldu?" "Soyadınızyanlış.." "Nasıl???" "Gunersel yerine Sunersel yazmışlar!" INS (ABD'deki yabancılarla ilgili hizmetler) Amerikan devletinin en önemli kurumlanndan. Ülkeye girip çıkan tüm yabancılardan sorumlu; 11 EylüFden sonra kurallan daha da sıkılaştırdı. "Nasıl ohır?!! Ben 1998'den beri bu ülkedevim ve bu benim sigorta numaram!" ADALETBARIŞ GÜNERSEL Bunun üzerine hanım ıld saat uzaktaki şehre gidip INS merkezine başvurmam, ismimi düzelttirmem gerektiğım belirth. Bunun üzerine bir ton iş daha çıktı! Düşunün, 1998'den beri üniversitede çahşıyorum, yani her sene vergi ödüyorum. Vergi öderken künse dönüp "Sovadınız yanuş yazıhnış" demedi ya da kimse bu komik yanlışı düzeltmedi. Ama ne zaman kı benim sosyal sigorta numarasına gerçekten ihtiyacım oldu, o zaman sorun fark edildi! Ve INS 11 Eylül "den sonra yabancılara iyice katı kurallar koydu - her şeyinizi denetliyorlar, ama kendileri soyadımzı doğru yazarmyorlar! Daha da fenası, 5 senede bu hatayı fark edemiyorlar! Bu başıma gelenler Türkiye'de olsa, "İşte, Türkfye burası.'! Böyle bir şey asla Avnıpa'da ya da Amerika'da ohnaz!" denz. Ama oluyor. Her yerde oluyor. Kendini "dümanın efendisi" ve "Birinci dünya ülkelerinin birincisi" olarak gören ABD'de de oluyor. bgunersel2@hotmail.com Bufilmi daha önce görmüştümA merikalılann, savaşrn yıkıcılığını. kontrol /Vedilemezliğini, yarattığı kaosu ve kanşıklığı anlatmak için kullandıklan bir deyim var: The fog of war (Savaşın sisı). Bu deyım, geçen hafta sona eren 41. New York Film Festivalf nın odak noktasını oluşturan belgesel fîlmin de adıydı. Birçok arşiv görüntüsünün de kullamldığı fllm,ilginç bir şekilde günümüz siyasal ortamına da çağınşım yapıyor. Errol Morris'ın yönettıği belgesel fılm. biyografik ve tanhı yeni bir materyal yaratan bır 20. yüzyıl hıkâyesi. Geçen yüzyılın en önemli olaylanna tanık olmuş. 1930'lann ekonomik bunalımını yaşarruş, savaş yıllannın sosyal coşkusunu görmüş, tarihin en yıkıcı savaş makinesı B-29 bombalannın ürerim sürecıni çok yakından ızlemiş bir adam anlatıyor hikâyeyı: Robert S. McNamara. 2. Dünya Savaşı'nda Amerikan ordusunun askeri stratejisti. Vıetnam Savaşı sırasında Amerika'mn Savunma Bakanı olan teknokrat Robert S. McNamara ıle yapılan sinemasal bir diyalog fılm aslında. Sorulan soran yönetmen Morris'i ekranda hiç görmüyoruz, arada bır sesini duyuyoruz. Fakat Moms'in kullandığı özel bir alet sayesinde McNamara. ızlevicının gözünün tam içine bakarak yanıtlıyor sorulan. 2. Dünya Savaşı yıllannın "deha" olarak anılan bu gözde teknokratının Başkan Lyndon B. Johnson ile atom bombasının atılmasından önce yaptığı telefon konuşmalan ve Vietnam Savaşı sırasında Başkan John F. Kennedy ile yaptığı görüşmelerin kayıtlan kullanılmış filmde. Bu telefon kayıtlan, iki başkanın farklılığmı da çarpıcı biçimde ortaya çıkanyor. McNamara hakkmda daha önce yazılmış birçok kitap \e belge var. Fakat bu fılm. bazı konularda oldukça detaylı bılgiler veriyor. Ömeğin, ünlü Amenkan NEW YORKgenerali Curtis LeMay ıle McNamara arasındakı ılişki ve bu ıkilinın 1945"te67Japon kentindeki bombalamadakı rolleri. The Fog Of War'da ele alınan bır başka olav' ise 1962 Küba krizi. Film, alışılagelmişin aksıne John Kennedy'nin dünyayı nasıl kurtardığını değil, rasyonel karar verme sürecının tıkanışının dünyayı nasıl etkilediğinı anlatıyor. Filmden soniaki basın toplanhsında Morns. 2. Dünya Savaşı'mn sadece bır savaş olarak görüldüğünü. müttefîklerin iyilerin taraftnda yer alarak savaştığına ve bunun da savaşı haklı çıkardığına manıldığını söylüyor. .\rdından da ekliyor: "Fakat çok az sayıda insan bilir ki Amerika'mn Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası armasından önce, Le May'in B-29 bombalan, Tokvo'da bir gecede 100 bin Itişi dahil, Japonva'da 1 milyon insanı öldünnüştü." Fihnde atom bombalan konusu anlahlırken. kendi kendisıni ahlaki açıdan )r argılıyor McNamara: "Sa>'aşı kazanmak adına. bir gecede 100 bin Japon sivfli öktüren bir ulus hakh olabinr mi?" Ardından içıne düştükleri açmazı sergileyen bir başka soru soruyor: "100 bin Japon'u öldürmek yerine > T üzbinİerce Amerikahnın ha>atını bir Japon sakhrtsinda kavtıeönek ahlaki ohır muydu?" Film süresince bazen ağlıyor, bazen kendini savunuyor. bazen olaylann akışı içinde içine düştüğü çıkmazdan söz ederek çaresizliğini anlatıyor McNamara. McNamara, bugün savaşın yanlış olduğunu söylüyor. "Tarihte ovTiadığınız rol nedeniyle hiç pişmanhk duydunuz mu?" sorusunu gözleri dolu, çenesi titreyerek yarutlıyor: "Ben sadece çahştığım başkanlarm işini kota>laşürmak üzere görevimi yapOğımı düşünüyordurn. Bir mckanizmanm parçasıydnn. Fakat yenildik." Dünya üzerinde kim McNamara'nın yerinde olmak ister? Hiç kimse. Bundan 50 jıl sonra buna benzer fılmler vapılacak kuşkusuz. Devlet adamlan ve yöneticileri ne kadar hatalı olduklarım, suçsuz insanlarm nasıl öldürüldüklenni anlarıp ağlayacaklar kameralann önünde. "Ben bu fîlmi daha önce görmüştünT diyeceğiz. Ne garip ve acıdır ki, başrol oyunculannı ve öykülerini şimdiden biliyoruz. kzulal(« yahoo.com ZULAL KALKANDELEN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear