01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 OCAK 2002 PERŞEMBE DİZt 1917 DevrimiveeseriSovyetler Birliği yurttaşlarına gösterilen hedef şudur: Kaybolmuş zamanı gidermek, 'en büyük'le yani Amerika Birleşik Devletleri'yle boy ölçüşmek irinci Dünya Savaşı'nın arka- sından Avmpa geriler ve dünya kapitalizminin başına Amerika Birleşik Devletleri geçerken, aynı süreç içinde bir başka önemli yenilik de şu- dur: Rusya'da sosyalist devrim olmuş- tur. "Refonn'dan beri en büyük çapta bir tarüısd olay" nıteliğini de taşımak- tadır bu. Hemen hemen bütün dünya aynı iktisadi ve sosya! sistemin içine, ya- ni kapitalizme gelip girmişkeu aynı dü- şünce biçimleriyle tekniği kabul etmiş- ken. 1917de anibir kopuş olur. Blrblrlne zıt llcl sürec 0 tarihten başlaya- rak. liberal ve kapitalist dünyanın karşısında. baştarı aşağıya yeni bir örgütleniş yükselmeye başlar; bu ör- gütlenişin temel ilkeleri kökten farklı- dır ve kendi kurallanna göre evrilecek- tir. Neredeyse bir ilkel köylü ekonomi- sinden yola çıkan Bolşevik Rusya, baş- ta gelen bir sanayisel ve askeri güce dö- nüşecektir. Beş yıllık kalkınma planla- nyla dev bir gelişme sürecı içine giren toplumda, yapılar altüst edilir. Özellik- le nankör maddi koşullar içinde, her gün rejimin sonunu bekleyen düşman- ca bir ortamda. Bolşevikler. dış yardı- ma başvurmadan büyük bir ekonomik güç yaratırlar. Sovyet halkına gösteri- len hedef şudun Kaybolmuş zamanı gi- dermek, "en büvük"le yani Birleşik Devletler'le boş ölçüşmek. 1930"da her iki ülke arasındaki farklılık büyüklü- ğünü sürdürse de ilerleme olağanüstü- dür. Bu, Sovyetler Birliği'ni, kapitalist ve siyasal liberalizme bağlanmış güç- lerin başı durumuna gelmiş olan Birle- şik Devietler' in antitezi haline getirir- ken bütün dünyada dikkatleri de çeler ve yeni bir çekım merkezı olur. Kapitalist dünyanın çelişmeleri kar- şısında önerdiği çözümler, özellikle planlı ekonomi düşüncesi, bu arada li- beral demokrasinin ideolojik eleştirisi, aydınlara. iktisatçılara ve politikacıla- ra kendisıni dayatır; ilkeler ve örnekler, liberal devletlerin yapısında derin deği- şikliklere yol açarken sosyalist ve ko- münist çe\Teleri ve partileri de etkiler. Ama ne olursa olsun, 1939'da, kapi- talizmin kendi bağnndan çıkardığı fa- şizm saldırıya geçtiğinde. liberal dün- ya, yani başında Sovyetler Birliği'ni görecektir düşmanına karşı; çünkü bu düşman. her ikisinin de düşmanıdır. Zafer de her ikisinin eseri olur. Ancak şunu da hatırlatmalı: Sovyet- ler Birliği'nin savaştaki kayıplan her- kesinkinden fazladır: Onca öz\'eri pa- hasına diktiği yapı yerle bir edilin cep- hede ve cephe gerisinde ise 20 milyon evladını kaybeder. Başka harırlatılacaklar da var... Yeni bir lcaHcınma ydnteml Ülkenin. başta ikti- sadi yaşamında, "Beş Yılhk Plantar"ın dam- gasını \iirdugu dev bir kalkınma politikasını dayatan, kurum- sal değil "pratiknedenkr" olmuştur, Ye- ni Ekonomi Politikası çıkmazından kur- tulmanın tek yolu olarak bu görünüyor- du. Akla geç gelmiş bir çözümdür bu; neredeyse umutsuzluk egemendir; öy- le olduğu içindir ki, radikal bir nitelik kazanır baştan ve çılgınca yürür işler. Küçük mülkiyet, görenekçi ve alışı- lagelene bağlandığı için tanmda üre- tim ve verimliliği arttırmaya uygun de- ğildir; bunlan sağlayacak olansa; dev- Sovyetler Birliği Niçin ve Nasıl Çö SERVER TANILLI D ünyanın geri kalanı, 1929'da başlayan ağır iktisadi bunalıma gömüldüğü bir sırada, ekonomisindeki planlama ve sosyalizasyon, Sovyetler Birliği'ni, işsizlik, fiyatlarda düşüş, aşın üretim gibi bunalımdan kurtarmıştır. Herkesin ücretini ihtiyaçlanndan başka bir sınırla karşılaşmadan alacağı bir toplum kuruluncaya değin, tüketim maddelerinin dağılışı, topluma verilmiş "emeğin sosyal değeri oranında" olur. letin ya da kooperatiflerin, yetkin ma- kineler kullanıp bilimsel yöntemlerden yararlanacak büyük tanra işletmeleridir. En deflerll sermaye: Insan O tarihe değin. tanm I ülkelen ağır ağır sana- yileşir, ama bir yandan da ileri kapitalist ülke- lere mali bağunlılık içine düşerlerken, Sovyetler Birliği 1939'da "dünyanın üçüncü sanayi gücü" olmuştur ve bunu da yabancı alacaklılar yaranna bağım- sızlığından bir şey yitirmeden başar- rruştır; artık elinde, her türlü askeri güç için gerekli sağlam bir sanayi temeli vardır. Öyle de olsa, kişi başına üretim düzeyi, öteki sanayi ülkelerine kıyasla pek düşüktür hâlâ. Son olarak. en büyük yenilik, "dev- letin ekonomive sistemli ve bütünlüğü- ne müdahalesi"nde görülmektedir. O tarihe değin, ekonomiyi yönlendirme ve denetleme çabalan, savaş sırasında olmuş ve koşullann dayattığı geçici mü- dahaleler olarak ortaya çıkmıştir. Sov- yetler Birliği'nde ise bir devlet, ilk kez banş zamanında, kendi ekonomi siste- mini, bütünlüğüne yeniden örgütlemek- te ve denetlemektedir. Böylece, daha sonra yığınla ülkenin arkasından gide- ceği birömekkonmuşturortaya. Öte yan- dan, söz konusu olan, bir ülkenin ikti- sadi etkinliğini var olan sistem çerçe- vesinde uyumlu kümak ve eşgüdüme ka- vuşturmak değildir sadece; onu baştan aşağı değiştirmek ve sosyal yapıyı te- peden tırnağa yeniden kurmakur. En çarpıcı sonucu ne oldu bunun? Dünyanın geri kalanı. 1929"da başla- yan ağır iktisadi bunalıma gömüldüğü bir sırada, ekonomisindeki planlama ve sosyalizasyon, Sovyetler Birliği'ni, iş- sizlik. fiyatlarda düşüş, aşın üretim gi- bi bunalımlann -pek bilinen- sonuçla- nndan kurtarrruştır; dahası, ülkenin sa- dece maddi görünüşü değil toplum da değişir. Tüketim Herkesin ücretini ih- I tiyaçlanndan başka bir sınırla karşılaşmadan ' alacağı bir toplum kuru- luncaya değin, tüketim maddelerinin dağılışı. topluma verilmiş "emegjn sos- yal değeri oranında" olur. Ücretler yel- pazesi, çeşitli emekçi kategorileri göz ovyetler Birliği'nde en aşağı düzeydeki ücret bile, asgari yaşamın gerektirdiği nesneleri kolayca edinmeye uygundur. 'Lûks" denebilecek maddeler ise nadirdir. Yeni rejimin en önde gelen amaçlarından biri, halklann maddi ve kültürel düzeyini yükseltmektir; böylece Bolşevik rejim, sağlık, eğitim ve kültür alanındaki gecikmişliği kapamak için pek büyük çaba harcar. önüne alınırsa, pek geniştir; sanayi dal- lan, büyük kentlerle küçük kentler ara- suıdaki farklılıklar da rol oynar bu yel- pazede. Ancak, en aşağı düzeydeki üc- ret bile, asgari yaşamın gerektirdiği nes- neleri kolayca edinmeye uygundur. "Lûks" denebilecek maddeler ise nadir- dir. Yeni rejimin en önde gelen amaç- larından biri, halklann maddi ve kültü- rel düzeyini yükseltmektir, böylece Bol- şevik rejim, sağlık, eğitim ve kültür ala- nındaki gecikmişliği kapamak için pek büyük çaba harcar. Safllık ve eflttlm Ülkeyi sağlık kurum- I lanyla donatma çabası, dispanserler, doğumev- leri. hastaneler, klinik- ler... açıp tıp hizmetini parasız yapınca, ölüm oranını, hemen hemen Fransa'nın- kine yakm bir düzeye, binde 15'e dü- şürür, sanatoryumlar, ihtiyarlar, sakat- lar. nekahet dönemindekiler için din- lenme yerleri de çoğalır. Çocuk, özel bir dikkatin konusu olur. HaroM Laski'nin söyleyişiyle, nite- lik olarak en ileri Batı devletlerinde ola- nı aşmayan, ama "hangisi olursa olsun kaptalisttophırrMİadüşünükme>ecekbir hızla gerceldeşen" bu önlemlere koşut olarak. aile yeni temeller üzerine kuru- lur. Devrimle beraber, kadının aşağı dü- zeyde tutulması, evliliğin dinsel ve çö- zülmez niteliği, erkeğin mutlak iktida- n üstüne kurulu geleneksel aile. evlili- ğin laikleştirilmesi, kocanın mutlaki- yetine son verme ile yıkılır, çocuklar üze- rinde haklar ve onlara karşı ödevler açıklık kazanır: eşler ve ana-baba ara- sında yeni bir ilişki anlayışı doğar. Bu anlayış. eşlerin tam eşitliği, fıili evlili- ğin yasallığı, karşılıklı nzayla ya da eş- lerden sadece birinin isteğiyle boşanma, evlilik içi ve evlilik dışı çocuk aynmı- nm ortadan kaldınlması ilkesine dayan- maktadır. Nüfusu çoğaltmak, güibüz bir gençlik yetiştirmek çabalarına, onu eğitme de gelip eklenir. 1913'te okur- yazar olmayanların oranı yüzde 75 ile 80 arasındadır; Asya halklan için bu oranyüzde97'dir. 1940'tanbaşlayarak, 32 milyon çocuk ilk ve ortaöğretimde- dir, okuryazar olmayanların oram, en az ilerlemiş bölgelerde yüzde 30'a düşer. Eğitim kurumlan, "komûnist tophımun gelişi için gerekli insansal koşuîlan ya- ratma"ya koyulurlar; okul, "devTİmin siyasal ve sosyal fetihlerini" sağlama bağlamalıdır ve okul "neyaşamm nede potitikanın dışındadır". Bu formüller, okula verilen önemi gösterir; rejim, pe- dagojik sorunlara, Mayakovski'nın bir şiirindeki deyimlerle söylersek, bir "üçüncü cephe", bir "pedagojikcephe" olarak bakar ve ilgi duyar. Pedagoji, devrimden doğmuş topluma bağlıdır. Eğitim "poBteknik", yani kuramsal ve uygulamalıdır; fıkri çalışma ile elle çalışmayı birleştirir; laiktir eğitim, dev- letçe yapılır ve yönelişleri o saptar, 7 ya- şından 14 yaşına kadar zorunlu ve be- davadır; ulusal dilde verilir ve Rusça öğrenmek de zorunludur. Bu orta eği- time, üç yıllık genel ya da mesleksel ek- leme yapılır. Öte yandan, her ikisi de bir sınavdan geçerek üçüncü derece, yani üniversiteler ve enstitülere kapılan açar (1940'ta yüksek eğitimde 620 bin öğ- renci bulunuyordu). Rejimin bir çaba- sı da "kültürü demokratikleştirmek'' olur. Bunlar olurken polıtık kurum ve uygulamadaki gelişmeler nedir? YARIN: Yeni bir özgürlük, yeni bir demolcrasl ml? PERŞEMBE ORHAN BURSAJJ Alçaklığın Kısa Tarihi Bugünkü başlığın esinlendiği kitabın orijinal adı "Alçaklığın Evrensel Tarihi"d\r. Bütün dünya edebiyatını Arjantinli Jorge Lu- is Borges kadar avucunun içinde tutan belki de kimse yoktu. Bayılarak okuduğum, Dost Ki- tabevi'nden yayımlanmakta olan Babil Kitaplı- ğı dizisi de Borges'in olağanüstü seçkilerinden oluşuyor. Kitaplığımın bir bölümünü nihayet yeniden düzenlediğim sırada Borges'in "Alçaklığın Ev- rensel Tarihi" elime geçmişti bir süre önce. Ge- çen ay Cumhuriyet'in sanat sayfalannda "Ayın Şiiri"ni keyifle okuduğum Enis Batur'un, kita- bın arka sayfasındaki sözlerine göz gezdirdim. (İlk "Ayın Şiiri" Said Maden'indi ve olağanüstü güzellikteydi!) Sonra oturdum ve bu küçük kita- bın içindeki evrensel alçaklık öykülerini bir so- lukta okudum. Hangı edebiyat eseri, izini veya gölgesini, günlük yaşamda hangi olayın üzerine nasıl dü- şüreceği bilinmez, ama bu kitabın kısmeti yılın bu ikinci yazısınaymış. Borges'ten esinlenerek diyorum ki: Hep biriikte şöyle geçmiş 10 yılı veya bir yılı tarasak, ülkemizde yaşanmış; gazetelerde, der- gilerde vb. yayımlanmış en alçaklık öykülerin- den ve yazılanndan bir seçki yapsak, içine ne- ler girerdi veya neler seçerdiniz... Herkes kendi seçkisini düşünmeye başlasın... Sonuçta ortaya, Türkiye'nin yaşadığımız kara tarihinin, kara talihinin, kara mizahının fevkala- de güzel bir seçkisinin çıkacağına eminim... Birileri bir web sitesi kursa da, Türkiye için, Borgesvari bir "Alçaklığın Kısa Tarihi" herke- sin katkısıyla oluşsa! • • • Benim, Alçaklığın Kısa Tarihi'ne koyacağım öyküler zaten vardı, yazılar da son zamanlarda iyice artmaya başladı. özellikle 11 Eylül'den sonra kendi çıkarları açısından Türkiye ekonomisini kurtarmaya ka- rar veren küresel ekonomi liderinin güvencesi ve parasıyla, dalgalı ekonomik hayatımızda sa- kinleşme ve 2002 yılında canlanma eğilimleri başgösterince, Türkiye'yi batıranlann sözcüleri de cesaret buldular, başlannı katdırdılar. Ibret verici yazılar çoğalmaya başladı. Pir-ü pak bir ülkeyi, pir-ü pak bir ekonomiyi, pir-ü pak bir siyaset dünyasını, pir-ü pak bir iş ve ekonomi dünyasını, aslında bir veya iki kişi batırmıştı! Bunların biri Bakan'dı, diğeri belki Cumhur- başkanı'ydı.. Batıran öbürteri de, aslında hepsinin ipe çe- kilmesi, sürülmesi veya zindana atılması gere- ken iflah olmaz eleştirmenlerdi. Bunlar Türkiye'yi cehenneme çevirdiler! Yazdılar, yasa çıkarmaya kalkıştılar, konuştu- lar, bunun sonucunde örneğin Murat Demirel ve diğerleri "Eyvah Türkiye batıyor!" korkusuyla bankalann içine boşatttılar ve Türkiye battı! Kara ekonominin beyaz ekonomiye dönüştü- rülmesini istediler, para kaçtı ve Türkiye battı... Çizdiler: Susurluk'ta korkudan kaza oldu ve Türkiye'yi ağ gibi saran çete çökünce Türkiye yeniden battı!... Konuştulan Bütün namuslu işadamlannı, na- muslu bürokratları, namuslu siyasetçileri ürkü- terek namussuz yaptılar... Bunun sonucunda, isimleri paraşütten vurguna kadar uzanan, 30 kadar büyük soygun, dolandırıcılık, rüşvet ola- yının tezgâhlanmasını tetiklediler, Türkiye'nin zenginliklerinin talan edilmesine zemin hazıria- dılar... Eleştirenler en büyük namussuzlardır aslında! Eleştirerek, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşü- rüyor ve herkesi kendileri gibi namussuz yapı- yorlar! • • • Ne diyorduk? Türkiye'de Alçaklığın Kısa Tarihi'ni yazma zamanıdır. Vakit geçirmeden... Hemen başlamalıyız. Şöyle Borgesvari olmalı.. Oyle ki, o menbaya dalanlar bir daha çıkmak bilmemeli... Yıllar boyu edebiyatı, sinemayı, tarihi, baleyi, müziği, şiiri, öyküyü etkilemeli, onlara yataklık etmeli bu kaynak... Hadi, ne duruyorsunuz!? İş başına! [email protected] Rektör seçimi ve ötesi (T)Prof. Dr. GENÇAY GURSOY YÖK oylamasından sonra iyice arapsaçına dönüşen Istanbul Üniver- sitesi'ndeki rektör seçimi, Sayın Cum- hurbaşkanı'nın atama ışlemini yap- masıyla noktalandı. Adaylann se- çimde aldıklan oyun ve YÖK'teki sıralamanın, Curnhurbaşkanı'nın ya- pacağı atama bakımındanhiçbir bağ- layıcılığı yoktu. Daha önce de seçim sonuçlannın ve YÖK sıralamasının dikkate alınmadıgı rektör atamalan olduğunuhepımizbiliyoruz. Rektör atanması ile ilgili yasal düzenleme- nin ve genel olarak YÖK sistemınin işlevsel tutarsızlıklan sürdükçe, tar- hşmalı her rektör atamasında ben- zersorunlar gündeme gelecek. Fakat Istanbul Üniversıtesi'ndeki özel du- rum nedeniyle, sistemdeki bu yapı- sal zaaf. daha da karmaşık ve trav- matik sonuçlar doğurdu. Sayın Cum- hurbaşkanı, Prof. AlemdaroğhTnu atamakla üniversite çoğunlugunun karanna uygun davrandı. Ama aynı zamanda Alemdaroğlu'nun bugüne kadarki ıcraatını da onaylamış oldu. Bu orada kamuoyuna aynntılan ile yansıyan, sorumlu kurumlann ısrar- la görmezlikten geldiği "intihal" (bi- limsel aşırma) iddiası da ortada kal- dı. Sayın Cumhurbaşkanı, Alemda- roğlu dışında bir atama yapsaydı ne olurdu? YÖK'teki oylamanın hemen arkasından, Alemdaroğlu'nu destek- leyen köşe yazarlanmn, bu endişey- le başlatnklan eleştirilerin nerelere ka- dar uzanabileceğinı tahmin etmek zor değil. Kimileri daha seçim aşa- masındayken Alemdaroğlu'nun ye- niden rektör seçilmesinin "ulusal bir sonın" olduğunu ileri sürerek işi çığ- nndan çıkartmışlardı. Asıl vahim olan durum buydu. Bir rektör seçiminin bu hale gel- mesini soğukkanlıhkla irdelemek ge- rekiyor. Sorunlar nereden kaynakla- nıyor? Seçimden mi? YÖK'ten mi? Istanbul Universitesi Rektörü'nden mi? Öğretim üyelerinden mi? Üni- versite sorununu bugün üniversiteden çok köşe yazarlan tartışıyor. Bence sadece bu tespit bile sorunların kay- nağına yeterince ışık tutuyor. Prof. Alemdaroğlu'na muhalefet eden bir öğretim üyesi olarak. kuş- kusuz bütün bu sorulan yanıtlayabi- leceğim iddiasında değilim. Bu ya- zı da sadece bir "durum tespiti* ama- cını taşıyor. Durumun biraz kanşık olduğunu kabul ederek > azının uzun- luğunu anlayışla karşılayacağınızı umanm. YÖK sisteminin rektörlere verdi- ği olağanüstü yetkiler, onlan sonu- na kadar kullanmaya kararlı olduğu- nu gösterenleri, ister istemez doku- nulmaz bir konuma getirir. Öğretim üyelerinin özlük haklan. akademik ge- lecekleri. çalıştıklan bölümün gele- ceği, kadro ve para olanaklan tü- müyle rektörün iki dudağı arasında- dır. "tster istemez" diyorum, çünkü Türk halkının otoriteye boyun eğme eğilimi konusundaki kültürel mira- sından üniversite öğretim üyelerinin de yeterince nasiplendiğinden kuşku duymak için inandıncı bir neden gö- remiyorum. HakkıDevrim'in anımsattığı gibi, 1960'ın hemen arkasından yaşanan "14ner" olayını, 1980 askeri darbe- sini izleyen "1402'likler" olayını unutmayalım. Yine unutmayalım ki, bugünkü öğretim üyelerinin hemen tamamı üniversite kültüriinü büyük ölçüde "askeri dönemler" içinde edinmiş ve akaderruk kadrolara 1980 sonrası dönemde oturtulmuşlardır. Demokratik yönetim alışkanlıkla- n edinecek ortamlarda yetişmemiş ku- şaklann tartışma özgürlüğünün de- ğerini içselleştirmesi kolay değildir. Böyle bir öğretim üyesi topluluğu- nun başına. olağanüstü yetkilerle do- natılmış bir rektörü seçimle değil de atamayla getirirseniz üniversite soru- nunu çözebilir misiniz? Orhan Bur- sah. bir süredir bu öneriyi geliştirme- ye çalışıyor. Elbette haklı taraflan var. Ama yetkilerini ancak kaçınılmaz durumlarda kullanan, yaratıcı düsün- cenin değenni, nasıl bir ortamda üre- tilebileceğini bilen ve daha birçok özel niteliğe sahip olması gereken bir rektörü nereden bulacaksınız? Bu nıteliklere sahip bir rektörü atayacak kurumu nasıl oluşturacaksınız? Bu so- nılann yanıtlan ne yazık ki açıktır. Yukarda özetlediğim nitelikler, öğ- retim üyelerinin "araşürma" yapma- sına engel midir? Elbette değildir. Nazi Almanyası'nda bile teknoloji- ye dayalı bilimsel araştırmalar yapıl- mıyor muydu? Ama aynı şeyın sos- yal bilimler için geçerlt olmadığını he- pimiz biliyoruz. Amacınız sadece teknoloji üretmekse, bunun için üni- . 1. versite değil laboratuvar kurarsınız. Dünyadaki genel eğilim de bu yön- dedir. Batı üniversitelerindeki mo- dellerin birebirkarşılığını Türkiye ve benzeri ülkelerde kuramazsınız. Kal- dı ki Batı üniversitelerinin şu son 20 sene içinde ne hale geldiklerini bilen- lerbiliyor. Türkiye üniversitelerinde bilim üretilmiyor mu? Bunu yaban- cı yaym ölçütüne göre değerlendirir- seniz, hemen her üniversitede yayın sayısınm az çok arttığını görürsünüz. Ama üzülerek belirtmek zorundayım ki bunlann çok büyük bir bölümü akademik yükselmeye yönelik "tak- Ut" çalışma, önemli bir bölümü "ör- tülü intihal". azımsanmayacak bir bölümü de "açık intihal"dir. Istan- bul Üniversitesi'nin ise bu konuda hiçbir ayncalığı yoktur. Peki ne yapmalı? Bence bizim ko- şullanmızda yapılabilecek şey kısa- ca YÖK'ü bir eşgüdüm kurumu ha- line getirmek, rektörün yetkilerini sınırlamak. fakülte ve bölüm kurul- lanna işlerlik kazandırmak, seçim sisteminindeki tutarsızlıklan gider- mek, büyük üniversitelerde rektörle- rin dönüşümlü seçimini sağlamak vb. değişikliklerdir. Bunlar her soru- nu çözer mi? Elbette hayır. Unutma- yalım ki buüniversiteler Türkiye' nin üniversiteleridir. Şimdi asıl konumu- za dönebiliriz: Prof. Alemdaroğlu göreve atandı- ğı dönemin daha başında, rektör ola- rakne gibi yetkilerle donatıldığını, fa- külte akademik kurullannı dolaşa- rak öğretim üyelerine "münasip bir dilfc" anlatmış ve "biraz sinirfi" ta- biatta olduğunu da, açıkyüreklilikle belirtmişti. Teamüllerin aksine, katıldığı fa- külte akademik kurullanna başkan- lık etmeyi âdet haline getiren Prof. Alemdaroğlu'na rektörlük icraatıy- la ilgili olarak eleştiride bulunacak öğ- retim üyeleri, en azından azarlanma- yı. hakarete uğramayı ya da onunla sevimsiz ağız dalaşlanna girmeyi gö- ze almak zorundaydı. Böyle bir or- tam, zaten tartışma alışkanlığı yete- rince gelişmemiş öğretim üyelerini daha da suskun hale getirdi. Depre- min üniversite binalannda yol açtı- ğı hasan dile getirmek bile cesaret is- teyen bir işti. Bu sorunlan bir tele- vizyon ekranında anlatmaya çalışan öğrencilerin başına neler geldiği da- ha belleklerden silinmedi. Böylece kurullar tümüyle işlev- sizleşti, otoriteryönetiminbütün un- surlan adım adım yerleşti ve büyük ölçüde kanıksandı. Bu arada rektör Alemdaroğlu'nun, Prof. BülentTa- nör'e karşı yaptığı akıl almaz haksız- lıklardan, özellikle Hukuk, Iktisat ve Siyasal Bilgiler fakültelerinde ka- muoyuna da yansıyan gelişmelerden tek tek söz etmeye gerek görmüyo- rum. Bunlan içine sindiremeyen ve tepki gösteren öğretim üyelerinden bazılannın siciliyle oynandı, bazıla- nna soruşturma açıldı. bazılan idari görevlerinden aynldı, bazılan üni- versiteden istifa etti ya da emekli ol- du. Prof. Alemdaroğlu'nu onayla- yanlar ise, uygun yöntemlerle ödül- lendirildiler. Öğretim üyelerinin önemli bir bölümü bu dönemde et- liye sütlüye kanşmadan köşelerine çe- kilip görevlerini yapmaya devam et- tiler. Onlar için olup bitenlerin fazla bir anlamı yoktu. Çünkü sonuç ola- rak şikâyetçi olunan şey özgürlükle- rin kısıtlanması ve başkalanna yapı- lan haksızlıklardı. "Yaşadığımız or- tamda bunlar olağan şevlerdL" SÜRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear