23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7OCAK2001 PA2AF / OLAYLAR V E G O R U Ş L E R otay.gorus@cumhuriyet.com.tr Bizon'lann Çıkarcılığı ve Duyarsızlığı ÇeKkGÜLERSOY 9 yi bir TV izleykisi deği- • Km!' Bu sözü, çevremde I kirnilerindenhepduymu- • şumdur. Sade bizimkiler- I den değil, yabancılardan _JL da.ÖzeUikle tt entertakı- mı, bu yanlannı belirtmeye özen gös- terir. Onlan çok iyi anlar ve hak da ve- ririm. Sıradan kalabahklar, yıldan yı- la,eski güzel abşkanlıklan olan dost söy- leşilerini, kitap ya da en azından gaze- te okumalannı, bir müzik dinlemeyi bırakıp. cam kutunun karşısında çoluk çocuktoplanma\a ve her Allahın günü ve geccsi renkli kutu ne gösterirse, ona tutsak olmaya yakalannı kapbrdıkça, okumuş takimıda bunatepkiduyacak- ür. Ben kendi hesabıma, Ud grubun or- tasında ama, entellere yakın bir yerde duruyorum! Birkaçyıkhryazlan, Ada'dayım. Ak- şamlann geceye doğru uzantısı. bahçe- lerde geçiyor. Cumartesi-pazarlan, kon- seTİerimiz var. Hafta içi gecelerde pa- pa gibi tek başıma yediğim yemekten sonra, tstanbul"un sisi-pusundan şehir halkının nicedir unuttuğu gökkubbeyi veonunhayranoiunacakdonatımıolan yıldızlan seyre daiıyorum. Bu arada, annemin uzun kulplu süt tasına tam uyan bir kümenin gökbilim literatürün- de neden dolayı "devrik sandaryeye" benzetildiğini anlayamasam da, bu ay- nntılar keyfımi hiç bozmuyor. Ada geceleri, bu "Su akar, deli ba- kar" gözlemleri ile geçiyor. Zaten ya- şamdediğimiz de, nedir ki? O da su gi- bi akmıyor mu? Ama kışlar, tam böyle değfl. Uzun geceler, zor geçiyor. Eski yürüyüşleri- mi de tam yapamaz oldum. Ben de ça- resiz kalıp, -bir boy da büyûttûğüm- renkli cam kutunun karşısına geçiyo- nım. Zevksizliğin, bilgisizliğin, şap- şallığın her türû odama boşalıp duru- yor Baktım olmayacak, globalleşme- ye ayak uydurmaya karar vererek, ça- tıya 3 çanak kurdurup, bizim 21 kana- la, 29 daha eklettim. Ev üstüne yeni yeni elektromanyetik yüklerbindirme- nin zarannı bilmez değilim. Ama son hazinetn olan nıta sağhğım elden gjde- ceğjne, fizik sağlığımı aşmdırmaya ra- n oldum, ne yapayım? Bir süre sonra, bu dış TV'lerde de, düş kırıklığına uğradım. Bunlar, -ço- ğu da anlamadığun Dogu Avrupa dil- lerinde- Batı ülkelerinde gÖTdüğüm iç kanallar değil. Uluslararası yayı- na aynlmış özel yayınlar: Başhca da, haberlere, sportürlerine, borsaya, şu- na bunadayah. Nerede Alman, Fran- sız kanallannın filmleri, konserle- ri...? Hiçbiri yok. Amabir şeyleri var: BdgeseBer. özel- likle de, bitkiler ve hayvanlar âlemi. Her akşam, uzak yaşadığımız yaban hayatirun, bilmediğimiz bir yanı üe "te- şerrûfedryoruz". Abdülhak Ştnasi Hisar, bir yazısın- da çok güzel vurgular: Anadolu şöyle dursun, Istanbul'da bile, insanlar, bir- çok hayvanla iç içe yaşardı. Camiler- de ve baca üstlerinde leylekler; arka bahçelerde kazlar-ördekler-tavuklar; pencerelerde güvercinler, kumrular, serçeler; ağaçlarda kuşlann her türü, kapı önlerinde köpekler, odalarda ke- diler... Bunlar bir yana, kışın Levent yörelerine kurtlar inerdi. Nicedir, hayvanlarla bu geleneksel hağlantımi7 kpsilrii. Ama dediğim gibi, dış kanallar, Allah için, en yabanileri- ni bile, kış gecelerinde, benimle tanış- tınyor. Biryerde, bubiriiktelikten hoş- nutum da. Ama geçen gece öyle bir ta- nınm yaptılar ki, kanım başıma sıçra- dı: Aslanlann yaşann gösteriliyordu. Bilindiği gibi bizde ve dûnyada çokki- şinin ön ve soyadı olarak benimsediği bu yaraöğın erkeği, hayranohınacakbir görüntü verir. Koca yelesi, gururlu ba- kışlan filân. Dişisiisehanınüar kızma- sın, iyice ûrkütücüdür. Hele -nedense sıkça- esnediği zaman alttave üstte gö- rünen 4 koca diş, insanın sırtını ürper- tiyor. O gece, bunlardan biri, dinlenmeye çekilmiş, yatıyor. Bu da onun hakİa Uzaklardan da koca gövdeli yaratık- lardan bir sürü geçmekte... Hayvan tür- lerini iyi tanımam. Bildiğim en yakın ad olarak, bizon diyeyim. Aheste beste ilerliyorlar. Yavaşlıklan, burunlanrun ot- lardan çıkmayışından. Sürüyü gören bayan aslan, önce bir doğruldu. Sonra koşuya başladı ve tam bir hücuma geç- ti. Ben koltuğumda, akşam yemeğinin de verdiği "rehâvetfc", onu "boşuna bir çaba" diye suçladım. Öyle ya, ken- disi tek kişi, karşıda ise, uçsuz bucak- sız bir kabüe var. Sade sayılan değil, gövdeleri bile caydıncı. Sade "cüsse- leri" değil, heybetli boynuzlan bile korkutmaya yetiyor. Sivri, kocaman alâmetler. lnsanoğlunun yamlgüanndan biri, kendi gözlemlerini, herkes için geçer- li saymasıdır. Özellikle de haklannda hemen hiçbir şey bilmediğimiz hay- vanlar âlemi üstüne ne kadar çok ve yanlış, "ahkâm" keseriz! Bizim aslan, olancahızı ile koca gövdeye saldırdı ve onu boğazından yakaladı. Ük tuhafhk olarak, bizon kendini hiç savunmadı! Ben hemen o anda, hatta aslına ba- karsaruz ondan da önce. doğrusu top- lumsal bir tepki de bekledim. Uzakta- kileri bırakın, yakınçevredeniki-üç ki- şi bile, bir boynuz sallasa, aslanı bin pişman edecek. Fakatinanırmısnuz, sü- rüden hiç, ama hiçbir tepki gelmedi. Herkes, önündeki otu yemeye devam et- ti. Kimse başını kaldınp olaya bakma- dı bile. Boyca, çapça küçük kalan as- lan, koca bizonu devirdi. tçimde tarif- sizbir acı duydum. Doğa düzeninde, kar- nı acıkanın bir şeyler bulup yemesinin gereğini bümez değilim. Ama bu ne kadar olağan ise, tepkinin vesavunma- nın da, doğada yeri yok mu? Bizon sürüsünden hiç kimsenin, "bu- gün ona ise, yann bana!" demeyişi, ya- ni canlı canh parçalanan sürü arkada- şınayanmak bir yana, kendi çıkannıbj- le hesaba katmavışı üstüne, düşüncete- redaldım. Bizon'lann insanlara benzemediği, açık. Yaradıhş onlara aküve yargüama yeteneği vermemiş. Akılvermemiş ama, tam biriçgüdü vermişya! Otlan hapur- hupur gövdeye indirirken, zehirlisüıi otomatik olarak atlamasını biliyorlar ya! Niye, bir adım ötekrindeki saldın- lan, soygunlan, tehükeleri, alguay anu- yorlar? Aküdan vazgeçtim. tçgüdüye de gü- venimkabnadLÇünküiçgüdü,canhlar- da daha temel bir özefliktir. Insanı da kapsar vetarih olarak, insana, aküdan önce verumiştir. Çıkarcıhk, duyarsız- lık.btre>cüik,kendidümeninebakmak, onu biletam ve net görememekveen ao sı, u her güçlmii hakh bulmak", yoksa doğa'nın temeünde mi var? EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Ölmek Bir Çözüm müdüp? Ölmek neyi çözümler? Bir yurt savunmasında can vermek bir anlam ta- şın bir çözümdür, bir sonuçtur. Ama "hiç" upruna, kendi isteğiyle ölüme gitmek, ölümü bir çözüm yo- lu saymak, bir sonuç alınacağına inanmak boş bir hayaldir. Öimekle değil, ancakyaşamakla kişi bir şey- ler yapabilir; bir özlemi, bir amacı gerçekleştirebilir. Hiç değilse o yolda uğraş vererek kendini kanrtla- yabilir. ötüyorlar, ölecekler, ölmek istiyorlar! Açlık grevi, ölüm orucu! Yüzlerce gencecik insanımız bu dün- yadan kopuş yolunda. Kendi istekleriyle, kendi se- çimleriyle... Yoksa biryerlerden aldıklan buyruk üze- rine mi yatılıyor ölüm orucuna? Nasıl şeyse o, nasıl bir makamsa!.. "Ö/ün" diye buyruk vermeyi başa- ranlar kimler, nereden alıyorlar bu gücü? Sorular, so- rularl Yanıtını kimsenin vermedıği sorulaıi.. Çanakkale'de "S/ze ölmeyi emrediyonım" de- miş Albay Mustafa Kemal... "Kurşununuz yoksa, süngünüz var, o da yoksa elleriritz..." Yürümüşler düşman üstüne! Birbiri ardına şehit düşmüşler. Mus- tafa Kemal'i de cebindeki saat kurtarmış... 30 Ağus- tos'ta da, Çiyiltepe'yi zamanında ele geçiremeyen Albay Reşat'ın canına kıymasını düşünün!.. Söz vermiş, düşmanı o tepeden sökememiş, başkomu- tanın buyruğunu gerçekleştirememiş, çekmiş ta- bancayı canına kıymış... Bilerek, isteyerek!.. Kişi bir amaç için, ama gerçekten topluma, insan- lığa yarayacak bir amaç için gözünü kırpmadan ölü- me gidebilir. Yıne de çok zor bir karar bu... Bir kez yaşamak için gelıniyor bu dünyaya! Sonunda ölüm var, ama niye kendiliğinden seçmeli dünyadan kop- mayı? Hele, senin ölmenle hiçbir şey degişmeye- cekse, düzelmeyecekse, her şey senden sonra da aynı düzeyde sürüp gidecekse!.. On yedi yaşında duvarlara slogan yazarken ya- kalanmış! Hapse mahkûm olmuş... Serbest bırakıl- mış. Avrupalara gitmiş. Yakalansa yeniden içeri alı- nacakmış! Bir öğrenci, yaş yirmi iki! Sarmış gövde- sine dinamrt lokumlannı, özenle korunan bir emni- yet müdürlüğüne girmeyi başarmış... Müdürü öldü- recek, kendi de ölecek! Canlı bir bomba! Müdürü öldürmek neyi çözümler? Bir oç alma desek, o da değil. O müdür ne yapmış? Bir arkadaşını mı öldür- müş ya da işkence mi yapmış? Emniyet müdürü bir simge onun gözünde... Gaziosmanpaşa'da görev otobüsünde öldürülen polisler de öyle!.. Onlan or- tadan kaldırmakla o genç katiller ne elde edecek- lerini sanmışlar! Arkalarından halk yığınlannın kalkı- şacağını mı? Terörle, korkutmakla, cinayetle yetmiş milyonluk bir ülkede hiçbir sonuç alınamayacağını nasıl görmezler? Ya ölüm orucuna yatıp da ille de ölmek için dire- nenler!.. Hekimler gelir, kurtarmak ister, karşı çıkar- lar. Bu bentm vücudum, isteryaşatınm, isteryokede- rim, kim kanşır? Hayır, toplum kanşacaktır, hiç kim- se ölüme bırakılamaz. Savaşlarda bile yaralı düşman erterini ölümden kurtarmak bir insanlık görevi değil midir? Hepimizin oğlu, kızı olabilecek yirmili yaşlar- daki yurttaşlanmızı göz göre göre ölmeye nasıl bı- rakıyoruz? Zorla da olsa, onlann isteklerine aykın da olsa, insanlık görevi o gençleri kurtarmak değil mi- dir? Dr. Özcan Köknel der ki: "Genç yaşlanndan itibaren dünyayı kendine ve içinde bartndığı kültüre düşman görenler, saygın- lık kazanmak adına kendilehni ölüme atarlar." Birtoplumda bozuk düzeni değiştirmek gerekli ota- bilir. Bu amaç uğruna çalışmak, savaşmak kaçınıl- maz otabtlir. Bunun yollan var. önce yaşayacaksın, dünyayı ve insanı tanıyacaksın... Önüne geleni öl- dür, kendini de.biıiikte havaya uçur, yat ölüm oru- cuna, bu dünyadan kendi isteğinle aynl? Bunun bir anlamı var mı? Neymiş, saygınlık kazanmanın yo- luymuş! Nasıl bir saygınlık bu? Kim gösterecek bu saygınlığı sana, sen gittikten sonra; hem de "hiç" uğruna canına kıydıktan sonra!.. ŞİŞLÎ2.SULHHUKUK MAHKEMESİ'NDEN 2000/403 Davacı Nurhan Nersesoğlu vekıli Av. Naim Gûl tara- fuıdan açılan vasi tayini davası sonunda: Amasya ili, Gümüshacıköy ilçesi, Çay Mahallesi, cilt no: 0004, kütük sıra no: 0112'de nüfusa kayıtlı bulunan Nabit ve Maryam'dan olma, 05/07/1328 doğumlu Su- nn Bucuryan hacir altına alınarak kendisine, lstanbul ili, Bakırİcöy ilçesi, Zuhuratbaba Mahallesi cilt no: 074/15, aile sıra no: 1565, kütük sıra no: 2'de nüfusa ka- yıtlı bulunan Hamparsun ve Parinaz'dan olma, 28/9/1944 doğumlu Nurhan NeTsesoğlu vasi tayin edil- miştir. ilan olunur. 5/12/2000 Basın: 612 Zeugma ve Yitirdiğimiz Değerler Prof. Dr. Nihat G. MNIKOĞLU Yıldız Teknik Üni. Z eugmayüalannda (harabelerinde) kaybettiğimiz çiniler, gazete ve televizyonlarda haftalarca yer al- dı. Evet, Zeugma ve çinileri bü- yük bir kayıp. Birzamanlar o böl- gede yaşamış olan insaiüann yüzlerce yılda yaratöklan ve Türkiye dışmdaki topraklarda kolayca rastlanamayantarih gömüsü (hazine- si) yok oluyor. Ve ülkemiz topraklanmn ço- ğu, toprak altından çıkartılmayı bekleyen on- larca belki yüzlerce Zeugma ile dolu. Fakat ya yiten ve toprak altından çıkartıla- mayacak değerlerimiz... Türkiye sadece tarih hazineleri ile mi dolu? Kıtalannbirleştiği yer olan Anadolu, bitki ve hayvan türleri ile aynı zamanda bir doğa hazinesidir. Doğanın mil- yonlarca yılda yarattığı, ülkemizde yaşayan bu canlılardan her yıl onlarcası belki yüzler- cesi sonsuzakadaryok olmaktadır. Ve biz, top- raklanmızdan kaybolan her biri binlerce Ze- ugma değerindeki bu canlılarm ne olduğunu bile bilemeyecek kadar ilgisiz ve saygısızız do- ğaya karşı. Uludağ kurbağası, Kafkas enge- reği nerde? Ya yaşam ortamlannı yok ettiği- mizden ya da üç kuruş kazanma uğruna bi- linçsizce avlayıp topladığımızdan kökünüku- ruttuk. Ormanlanmız yağmalandı birçok yerde yok oldu ve politikacılanmız oy uğruna bu yağ- maya göz yumdu, hatta arka çıktı. Bilisizce (cahilce) ya da daha doğrusu, çoğunlukla yi- ne oy uğruna göçebe kuşlann uğrak ve yerel canlı türlerinin birçoğunun yaşam yeri olan bataklıklan kuruttuk. Denizlerimizi kirlettik, balıklanmızı tükettik ve sonunda balık avla- mak için, komşu ülkelerin deniz sulanna gir- meye başladık. O kadar bilisiz, bilinçsiz ya da çıkarcıyız ki onlann aldıklan önlemleri bile aklımız almıyor. Bir lstanbul vardı, bin Zeugma'ya değerdi, dünyanın bu en güzel şehrini berbat ettik, bu yağrnada da politikacılar başrolü oynadılar, oy aknak için Istanbul'u rüşvet verdiler. Fakat bütün bunlardan çok daha önemli bir kaybımız vardı: Ahlak. Zeugmalan da Kaf- kas engereğini de ormanlan da Istanbul'u da koruyacak olan bilgili ve daha önemlisi, ah- lak sahibi insandır. Susadığımızbilgiye ulaş- maya çalışırken ahlak elimizden kaymaya başladı. Ülkenin en üst yöneticilerinden baş- layan ahlak kaybı, çürüme en aşağıya kadar inmeye başladı. Her gün bir yetkili ya da yet- kisizın bir dinsiz ya da dindann vurgununu, ahlaksızlığım okuyoruz. Zeugma çinilerini çıkanp müzeye koyarak koruyabiliriz, fakat ahlakımızı nasıl koruyacağız. Cumhurbaş- kanlannın "memurum işini bilir" ya da "ver- dimse ben verdim" dediği yerde vurgun na- sıl önlenebilir? Her gün bir ahlaksızm çevre- sindekilen dolandırarak uçaklarda dolaştığı ya da buna göz yumanlan uçaklarda dolaştırdı- ğı ülkede ahlak normlannı nasıl belirleyecek- siniz? ABD Başkanı Nixon, Watergate olayı ne- deniyle başkanlıktan uzaklaştığında buna en fazla sevinenler ABD'deki çocuk dernekleri ohnuştu. Etevletin en üstmakamında bulunan bir kişinin yaptığı bu hatanın en üst makamı ideal ve bu makamdaki kişileri öraek alan ço- cuklann etik anlayışlan üzerinde yapacağı et- ki bu dernekleri, ana ve babalan endişelendi- riyordu. Ve şimdi bir de Türkiye'ye bakın. Çocuk- lanmız zengin ohnamn yolunun dolanduıcı- lık ve politikacılarla işbirliği olduğunu bile- rek yetişiyorlar. Devletin üst kademelerinde bulunan, merasimlerde alkışlanan kimsele- rin ahlaksızhklannın örneklerini işitiyor, gö- rüyorlar. Bugün alt kademelere kadar inen ahlaksız- lık, yann bütün insanlanmızı saracak, çocuk- lanmızı da çürütecek. O zaman ne olacak? Bu yazdıklanm, ahlak- sızlığı gittikçe kanıksamış olduğumuzdan bel- ki de abartı gibi gelecektir. Ama gazetelere bir göz atın, çürümenin nasıl alt kademelere ka- dar yansıdığını görün. Hiçbir eğitimci, hiçbir bilim adamı yannın Türkiyesi'ni yönetecek çocuklann bu gördüklerinden, pis kokudan et- kilenmediklerini iddia edemez. Önlem almmadığı takdirde ahlaksızlık, ya- nn mutlaka bugünkünden fazla olacaktır. Kur- tanlacak en önemli değerimiz, çürümenin de- vam etmeyeceğini belirleyecek olan, açıkça- sı gelecekte var olup olmayacağımızı belirle- yecek olan ahlakımızdır. Bu nedenle şu anda en önemli görevimiz ülkenin geleceğini ema- net edeceğimiz çocuklanmızın ahlaki değer- lere sahip olmanın bir meziyet, mümkünse en büyük meziyet olduğunu bilerek yetişmesidir. Peki, bu nasü başanlacaktır? Din ile değil. Her gün ömeklerini gördüğümüz gibi Islami- yet bir ahlak normu haline gelememiştir. Ya- salara bel bağlayamayız, önce yasalan çıka- ranlann ve uygulayarîlann ahlaldı olması ge- rekir ki bunu nasü başaracağız? Zenginlik de bir çözüm değil. Dünya savaşuıda yenik düşmüş, ekmek bi- le bulamayan savaş içindeki bir halkın için- den çıkan 1. Büyük Millet Meclisi'nin mil- letvekilerini ve onlarla kıyaslanmayacak ka- dar zengin olan bugünkü milletvekillerini göz önüne alm, bu sözüme hak vereceksiniz. th- tilaller de bir çözüm değil. Kaç tanesini ge- çirdik, her seferinde Ali gitti Veli geldi ve iş- ler daha kötüleşti. Ahlak çöküntüsü içindeki ülkemin gelece- ği için büyük endişe içindeyim ve bu sorunun yanıtını maalesef bulamıyorum. Sorumlu ki- şi veya kişiler anyorum. Ben. ahlak çöküntü- sünün baş sorumlulannm öncelikle fakirlik, bügisizlik gibi konularda da olduğu gibi, ül- keyi yönetmek, yasalan yapmak ve uygulat- makla görevli olan politikacılar olduğu kanı- sındayım. Bizler, yannın politikacüan ve yöneticile- ri olarak çocuklanmız kadar kötü örnekler görerek yetişmediğimiz halde bu durumdayız. Bizi örnek alarak yetişen çocuklanmızın po- litikaya atılacağı, yönetime geçeceği günleri bir düşünün. Bu ahlak çöküşü döngüsü nasıl kınlır? Bilmiyorum. Çocuklanmız ve vatarum için üzühnekten başka elimden bir şey gel- miyor. 'Evropalıyız Ezelden...' VedatGUNYOL B unu kim söylüyor? Fatihli Ze- bercet Hanım. Boşuna da söy- lemiyor hani. Bir sabah rüyasın- da ailece Paris'e yaptıklan bir gezinin etkisiyle uyandığmda, uzak akrabalanndan Zinmır Hanım'a koşup içini dökmeyi akhna koyuyor. Zinnur Ha- rum uzun süre Paris'te yaşamış. Yurda döne- li de epeyce olmuş. Her görüştüklerinde, Pa- ris'i över dururmuş. Gazeteler Evropalı ol- duğumuzu yazıp duruyorlarmış ya, Zebercet de bunun üzerine, Evropalı ohiıayı kafasına koymuş ve Zinnur Hanıma şunlan söyleme- ye karar vermiş. Şöyle diyesiymiş ona: "Bugüne bagün 2003 yıhnın Nisan ayında- VE. Yetmiş milyonluk canım ciğerim Türki- yemtüm götiaetniyk Evropa Biriiği'ne üye oi- muş. YıDar yıhözkmle, ölesiye özlemle, ha ol- du ha olacak diye can atdğûmz, vanmız yo- ğumuzu bu uğurda harcadığunız amacımıza ermiş bulunuyoruzsonunda. Aflaha şfikür, bu- gûnaıiıkEvropahsayılUTzyaııinıesöyliyeyan. BeıvkıridıkZebercetLygartvyetmişKkko- cam, kızn erkekli on iki çocuğumla, Tûrkive- mizin tüm nimederindenyarariantnış,dmi bü- tün, (Aüaha şükür) imanlı bir Müslüman ka- duum. Kocam, dersen daha bir Müslüman. FaadetPartisi'negirdi gireti,ea'paratuttu,yû- zü güldü. Kabuıa sığmaz oldu arük. Onu da beniderahatdürteroldu. Konu komşuda öy- le. Evropah oktuk ya, arük aklımız fikrimiz Evropa'da. Şöyk, çoluk çocuk bir iki aynğı- na o övûp övüp bitiremedikleri Evropa'ya şöyle Wr gideKm diyorum. Artık pasaporttu, vizeydıgibizırütuaryok>u. Al ctine nüfus cüz- danını,binuçağa çoiukçocuk.ver eüni,git Ev- ı neresi olursa olsun bir yerine, fark jtt ^ie var ki, Idmi okumuş, Evropa görmüş, Kkendini beğenmiş, çıt kınİdnn komşular var, akıl veriyorlar:' Oralara, öyle başörtülü, çar- şafla fılan gidersen seni yadırgarlar' deyipdu- ruyorlar. Aa.. üstüme iyttik sağhk, o da ne ohıyormuşöyle? Ben istediğün gibi grvinirim. Oraya kıçunı başunı açıp mı gideceğün yani? Tövbe tövbe! Benim berif başuu açarsan bo- şanmsenL,d!\egozdağıveriyorbana.Eneya- pahm yani, madem Evropalı olduk, her şeye katlanacağız. Benim saçunabaşıma kanşan Evropa'yı ne yapayım? Bir de, Evropahlar okur yazarnuş. Orada insanlar çevrelerine saygüıymış, fılan falan demiyoriar mu tepem aüyor. tepem!» Ben okul mokul görmedimse de hayat okulunda yetiştim. Anam babam Nub-u Nebi'denbuya- na neler neier görmüşler? Onlan dinlemek, onlann yolundan gitmek var ya, hiçbir Evro- pahmn ulaşamayacağı bir mutiuluk kaynagı bu-." Zebercet bunlan söylerken Zinnur Hanım birden sözünü kesiyor ve şunlan söylüyor: " ÜahiZebercet, sen Avrupa nedir bilivor mu- sun? Ayol Avrupah ounak için, senin dediğin gibi öyk atalardan kalma ipsiz sapsız, kulak- tan dotmabügiler,inançlara saptanmadan, ka- fasmı işletip o inançlan sorguya çekmek ge- rek. Sen kalkmış, 'Ben atalanmdan öğrendik- lerimle yaşamak istiyorum' dryorsun.Ohnaz böyle şey. Türkryemizin Avrupah olmasımis- tiyorsak ber şeyden önce, hoş görülü. insan- larasaygıu, akhn,biliminöndertiğine bağlan- mak gerek. Ötesi lafûgüzaf." "A, bak aklıma geldL Bundan dört beş yıl önce,teyzekmHulkiye'yiBrükseTe çağırnuş eski mahalle arkadaşı Şaziye. On yıldır ora- da yaşıyormuş. Kocası bir fabrikada temiz- likçiymiş, iki oğlu bir kmyla gül gibi geçini- yorlarmış. Hulkiye kalkıp gitmiş Brüksel'e. Orada Türlderin oturduğubir semtvarnuş, orayaiş- te.Çoksevrnkşosenı<iHk;\-adırgamamış.Ken- diniTürkiye'devTniş gflbi hissetmiş. Öyle ki, her sabahevin kapıeşiğini süipsüpürüyormuş aya- ğmda takunyalaıia. Neyse geçetim bunlan. Ben Evropa'ya git- meyi aklıma koydum bir kere. Ölmek var, dönmek yok karanmdan. Geçen gün yine Evropa görmüş bir bayaron evine gmniştim temizlikçi olarak. Ona da açtun derdimL Beni aldı karşısına. uzun uzun anlatü Ev- ropa'yL Kanş kanş gczmişmiş. En beğendi- ği memleket Nor\ ec'miş. Orada insanlar çok terbiyettymiş.Sa>'gısızhk,benciffik, diyebir şey yokrmış orda. Eh, dedim kendi kendime, ora- ya gideriz bari. Benim herifi de yola getir- dim. Razı ettim. Benim herif sonıp soruştur- muş. Tepesi atnuş. Beni karşısuıa aldı, açü ağzmı yumdu gözünü, verdi veriştirdi durdu bana: 'Ulan kan' dedi,' sen biliyor musun, Oslo denen baş şehirde bir Türk topluluğu, bir de cami varmış. Ama, öyle günde beş va- kit ezan okutrnuyorlarmış. Neymiş, çevre ra- hatsız ohryormuş. Bak sen, ulan batıyor mu size günde beş vakit ezan sesi duymak? Şeh- rin kodamanlan karar vermişler, ezan yalnız haftada bir, o da cuma günleri okunabilirmiş, o da üç dakikayı geçmeyecekmiş. Kentte, bir de Allahsızlar varmış, onlar da haftada birgün, sadece beş dakika 'Aflah yoktur' diye bağı- rabilirlermiş. Hani gavurlar Evropa'da hoş- görülülermiş. Yok yok olmaz. Sana, oraya git- meyi salık veren o kanya git de, bir güzel ıs- lat onu. Şu dünyadatek dayanağımız olan mü- barek dinimizin farizelerini yerine getirme- yecekmişiz, öyle mi? O Evropa'yıben ne yapayım? Alsınlar, baş- lanna çalsmlar uygarhklannı. Vazgeç be ka- n Evropa sevdasmdan. Otur oturduğun yer- de. tşte o kadar." Bu öykü biteceğe benzemiyor.Tanrı sonumuzu... PENCERE Aydmlanma'nn -ÎSMacide Tanır.. Kim tanımaz?.. Kim tanır?.. Sanatla ucundan, kenanndan, yakından ilişki- si olan herkes, 20'nci yüzyıl Türk tiyatrosuna ki- şiliğini vurmuş "Macide"yi tanır... Hem de nasıl tanır?.. Hayranlıkla.. Sevgiyle.. Saygıyla... Cumhuriyet devriminin övünçleri ve onurlann- dan biridir o; yalnız tiyatro oyuncusu değildir, oyunculuğun dışında bir simgeyi topluma yan- srttığının bilincindedir. Yaşamöyküsünü dile getirdiği "Tıyatronun Ca- dısı" admda bir kitap yazdı Macide... Sanki bir ipekböceği kozasını örüyor kitabın sa- tırları ve sayfaları arasında... Üç duvarlı dünyanın dışında hiçbir zaman ke- lebek olup uçamamış bir ipekböceği... • Üç duvarlı dünya ne?.. . ' Tiyatro!.. ~* Ama, lafın gelişi işte... Yoksa tiyatro iki duvar- lı da olur, duvarsız da.. Gerçekte tiyatro, insanlann arasına örülmek istenen tüm duvarlan yıkan bir sanattır; dün öy- leydi; bugün ise yine çağın sanatı olma yolun- da... ' Nasıl?.. ' Çağımız iletişim çağı; ama, bu adı güncel ya- şama yakıştıran teknoloji, insanlan birleştireyim derken araya giriyor; mekanikten elektroniğe ge- çen iletişimin insan sıcaklığını aradan kaldıran ko- pukluğu aşılamıyor. Sinema, televizyon, internet.. Hiçbiri insan insana değildir. 'Interaktif', Türkçesiyle 'etkileşimin insan in- sana sıcaklığı yalnız tiyatroda var. Tiyatro ne demek?.. Sahnedeki oyuncuyla salondaki seyircininso- luklannın birbirine karışması demek... Macide Tanır. "- Kimi eseıierin öyle noktalan olur ki" diyor, "koca salon nefesini tutar, kalp atışlannız seyir- ciyle birteşir." Tiyatro budur. Ancak salondaki seyirciyle bütünleşip birieşe- bilen insan, oyuncudur. İletişim devrimiyle -sözüm ona- bütünteşen dünyada insanın yalnızlığını giderebilen sanatın yalnıztiyatro olabileceğini "Tıyatronun Cadısı"r\\ okurken her sayfada duyumsayabiliyorsunuz. Tiyatro, teknoloji devriminde yalnızlaşan insa- na ilaç gibi gelecek... • 1923 Cumhuriyeti, Avrupa'nın 'Rönesans-Re- form-Aydınlanma' süreçlerinde yaşadığı üç yüz yıllık tarihi otuz yıla sağdırmak atılımını göze al- Macide, devrimin ürünü... u 0 '." ' e * v *' i - ll ' A Tanır'ın anlamı, yalnız kişisel ve sahâtsal dfeğil; yaşamının dünya tarihinde Anadolu Aydınlan- ması'na oturmasından kaynaklanıyor; Şekspir, "Dünya bir tiyatro sahnesidir" mi demiş?.. Ma- cide tiyatro sahnesinin bir dünya olduğunu vur- guluyor. Cadı işi değil bu.. " . *•* Tam insana yakışır iş!.. - n oli TEŞEKKÜR Hacı Aliye ölümü nedenıyle, acılannı ve taziyelerini iletenlere teşekkür ediyoruz. Ailesi adına HÜSEYtN ÇAĞLAYAN Yazma Seminerleri'ne çağrı Ülkesini ve kendini yannlara hazırlayan yazarlarla buluşmak amacıyla düzenlediğimiz "Yazma Seminerleri" 15 Ocak2001 tarihinden itibaren başlıyor. • Yazma Semineri • Felsefeye Giriş-Felsefe Yazın İlişkisi • Sinema Tarihi ve Senaryo Yazım Teknikleri • Şiir Semineri Dünyayı, toplumu ve hayatı herkesin gördüğünden farklı görüp algılamak, düşüncelerinizi güzel ve etkili bir biçimde ifade etme yeteneğinizi geliştirmek. yazm dünyasuıda meraklı bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız, seminerlerimizle ilgili daha geniş bilgiyi vakfunızdan edinebilirsiniz. Son başvuru tarihi 13 Ocak 2001'dir. rARAŞTIRMACI mumcuSJî!!11111 Pans CacKJeaı No.14 KavaMıdefe. 06540 ANKARA Te<. (0312) 417 77 20 pbx Faks-(0312)417 57 46 e-oosta umag©umag org tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear