Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 7OCAK2001 PA2AF
/ OLAYLAR V E G O R U Ş L E R otay.gorus@cumhuriyet.com.tr
Bizon'lann Çıkarcılığı ve Duyarsızlığı
ÇeKkGÜLERSOY
9 yi bir TV izleykisi deği-
• Km!' Bu sözü, çevremde
I kirnilerindenhepduymu-
• şumdur. Sade bizimkiler-
I den değil, yabancılardan
_JL da.ÖzeUikle
tt
entertakı-
mı, bu yanlannı belirtmeye özen gös-
terir. Onlan çok iyi anlar ve hak da ve-
ririm. Sıradan kalabahklar, yıldan yı-
la,eski güzel abşkanlıklan olan dost söy-
leşilerini, kitap ya da en azından gaze-
te okumalannı, bir müzik dinlemeyi
bırakıp. cam kutunun karşısında çoluk
çocuktoplanma\a ve her Allahın günü
ve geccsi renkli kutu ne gösterirse, ona
tutsak olmaya yakalannı kapbrdıkça,
okumuş takimıda bunatepkiduyacak-
ür.
Ben kendi hesabıma, Ud grubun or-
tasında ama, entellere yakın bir yerde
duruyorum!
Birkaçyıkhryazlan, Ada'dayım. Ak-
şamlann geceye doğru uzantısı. bahçe-
lerde geçiyor. Cumartesi-pazarlan, kon-
seTİerimiz var. Hafta içi gecelerde pa-
pa gibi tek başıma yediğim yemekten
sonra, tstanbul"un sisi-pusundan şehir
halkının nicedir unuttuğu gökkubbeyi
veonunhayranoiunacakdonatımıolan
yıldızlan seyre daiıyorum. Bu arada,
annemin uzun kulplu süt tasına tam
uyan bir kümenin gökbilim literatürün-
de neden dolayı "devrik sandaryeye"
benzetildiğini anlayamasam da, bu ay-
nntılar keyfımi hiç bozmuyor.
Ada geceleri, bu "Su akar, deli ba-
kar" gözlemleri ile geçiyor. Zaten ya-
şamdediğimiz de, nedir ki? O da su gi-
bi akmıyor mu?
Ama kışlar, tam böyle değfl. Uzun
geceler, zor geçiyor. Eski yürüyüşleri-
mi de tam yapamaz oldum. Ben de ça-
resiz kalıp, -bir boy da büyûttûğüm-
renkli cam kutunun karşısına geçiyo-
nım. Zevksizliğin, bilgisizliğin, şap-
şallığın her türû odama boşalıp duru-
yor Baktım olmayacak, globalleşme-
ye ayak uydurmaya karar vererek, ça-
tıya 3 çanak kurdurup, bizim 21 kana-
la, 29 daha eklettim. Ev üstüne yeni
yeni elektromanyetik yüklerbindirme-
nin zarannı bilmez değilim. Ama son
hazinetn olan nıta sağhğım elden gjde-
ceğjne, fizik sağlığımı aşmdırmaya ra-
n oldum, ne yapayım?
Bir süre sonra, bu dış TV'lerde de,
düş kırıklığına uğradım. Bunlar, -ço-
ğu da anlamadığun Dogu Avrupa dil-
lerinde- Batı ülkelerinde gÖTdüğüm
iç kanallar değil. Uluslararası yayı-
na aynlmış özel yayınlar: Başhca da,
haberlere, sportürlerine, borsaya, şu-
na bunadayah. Nerede Alman, Fran-
sız kanallannın filmleri, konserle-
ri...? Hiçbiri yok.
Amabir şeyleri var: BdgeseBer. özel-
likle de, bitkiler ve hayvanlar âlemi.
Her akşam, uzak yaşadığımız yaban
hayatirun, bilmediğimiz bir yanı üe "te-
şerrûfedryoruz".
Abdülhak Ştnasi Hisar, bir yazısın-
da çok güzel vurgular: Anadolu şöyle
dursun, Istanbul'da bile, insanlar, bir-
çok hayvanla iç içe yaşardı. Camiler-
de ve baca üstlerinde leylekler; arka
bahçelerde kazlar-ördekler-tavuklar;
pencerelerde güvercinler, kumrular,
serçeler; ağaçlarda kuşlann her türü,
kapı önlerinde köpekler, odalarda ke-
diler... Bunlar bir yana, kışın Levent
yörelerine kurtlar inerdi.
Nicedir, hayvanlarla bu geleneksel
hağlantımi7 kpsilrii. Ama dediğim gibi,
dış kanallar, Allah için, en yabanileri-
ni bile, kış gecelerinde, benimle tanış-
tınyor. Biryerde, bubiriiktelikten hoş-
nutum da. Ama geçen gece öyle bir ta-
nınm yaptılar ki, kanım başıma sıçra-
dı: Aslanlann yaşann gösteriliyordu.
Bilindiği gibi bizde ve dûnyada çokki-
şinin ön ve soyadı olarak benimsediği
bu yaraöğın erkeği, hayranohınacakbir
görüntü verir. Koca yelesi, gururlu ba-
kışlan filân. Dişisiisehanınüar kızma-
sın, iyice ûrkütücüdür. Hele -nedense
sıkça- esnediği zaman alttave üstte gö-
rünen 4 koca diş, insanın sırtını ürper-
tiyor.
O gece, bunlardan biri, dinlenmeye
çekilmiş, yatıyor. Bu da onun hakİa
Uzaklardan da koca gövdeli yaratık-
lardan bir sürü geçmekte... Hayvan tür-
lerini iyi tanımam. Bildiğim en yakın
ad olarak, bizon diyeyim. Aheste beste
ilerliyorlar. Yavaşlıklan, burunlanrun ot-
lardan çıkmayışından. Sürüyü gören
bayan aslan, önce bir doğruldu. Sonra
koşuya başladı ve tam bir hücuma geç-
ti. Ben koltuğumda, akşam yemeğinin
de verdiği "rehâvetfc", onu "boşuna
bir çaba" diye suçladım. Öyle ya, ken-
disi tek kişi, karşıda ise, uçsuz bucak-
sız bir kabüe var. Sade sayılan değil,
gövdeleri bile caydıncı. Sade "cüsse-
leri" değil, heybetli boynuzlan bile
korkutmaya yetiyor. Sivri, kocaman
alâmetler.
lnsanoğlunun yamlgüanndan biri,
kendi gözlemlerini, herkes için geçer-
li saymasıdır. Özellikle de haklannda
hemen hiçbir şey bilmediğimiz hay-
vanlar âlemi üstüne ne kadar çok ve
yanlış, "ahkâm" keseriz! Bizim aslan,
olancahızı ile koca gövdeye saldırdı ve
onu boğazından yakaladı. Ük tuhafhk
olarak, bizon kendini hiç savunmadı!
Ben hemen o anda, hatta aslına ba-
karsaruz ondan da önce. doğrusu top-
lumsal bir tepki de bekledim. Uzakta-
kileri bırakın, yakınçevredeniki-üç ki-
şi bile, bir boynuz sallasa, aslanı bin
pişman edecek. Fakatinanırmısnuz, sü-
rüden hiç, ama hiçbir tepki gelmedi.
Herkes, önündeki otu yemeye devam et-
ti. Kimse başını kaldınp olaya bakma-
dı bile. Boyca, çapça küçük kalan as-
lan, koca bizonu devirdi. tçimde tarif-
sizbir acı duydum. Doğa düzeninde, kar-
nı acıkanın bir şeyler bulup yemesinin
gereğini bümez değilim. Ama bu ne
kadar olağan ise, tepkinin vesavunma-
nın da, doğada yeri yok mu?
Bizon sürüsünden hiç kimsenin, "bu-
gün ona ise, yann bana!" demeyişi, ya-
ni canlı canh parçalanan sürü arkada-
şınayanmak bir yana, kendi çıkannıbj-
le hesaba katmavışı üstüne, düşüncete-
redaldım.
Bizon'lann insanlara benzemediği,
açık. Yaradıhş onlara aküve yargüama
yeteneği vermemiş. Akılvermemiş ama,
tam biriçgüdü vermişya! Otlan hapur-
hupur gövdeye indirirken, zehirlisüıi
otomatik olarak atlamasını biliyorlar
ya! Niye, bir adım ötekrindeki saldın-
lan, soygunlan, tehükeleri, alguay anu-
yorlar?
Aküdan vazgeçtim. tçgüdüye de gü-
venimkabnadLÇünküiçgüdü,canhlar-
da daha temel bir özefliktir. Insanı da
kapsar vetarih olarak, insana, aküdan
önce verumiştir. Çıkarcıhk, duyarsız-
lık.btre>cüik,kendidümeninebakmak,
onu biletam ve net görememekveen ao
sı,
u
her güçlmii hakh bulmak", yoksa
doğa'nın temeünde mi var?
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
Ölmek Bir Çözüm müdüp?
Ölmek neyi çözümler?
Bir yurt savunmasında can vermek bir anlam ta-
şın bir çözümdür, bir sonuçtur. Ama "hiç" upruna,
kendi isteğiyle ölüme gitmek, ölümü bir çözüm yo-
lu saymak, bir sonuç alınacağına inanmak boş bir
hayaldir. Öimekle değil, ancakyaşamakla kişi bir şey-
ler yapabilir; bir özlemi, bir amacı gerçekleştirebilir.
Hiç değilse o yolda uğraş vererek kendini kanrtla-
yabilir.
ötüyorlar, ölecekler, ölmek istiyorlar! Açlık grevi,
ölüm orucu! Yüzlerce gencecik insanımız bu dün-
yadan kopuş yolunda. Kendi istekleriyle, kendi se-
çimleriyle... Yoksa biryerlerden aldıklan buyruk üze-
rine mi yatılıyor ölüm orucuna? Nasıl şeyse o, nasıl
bir makamsa!.. "Ö/ün" diye buyruk vermeyi başa-
ranlar kimler, nereden alıyorlar bu gücü? Sorular, so-
rularl Yanıtını kimsenin vermedıği sorulaıi..
Çanakkale'de "S/ze ölmeyi emrediyonım" de-
miş Albay Mustafa Kemal... "Kurşununuz yoksa,
süngünüz var, o da yoksa elleriritz..." Yürümüşler
düşman üstüne! Birbiri ardına şehit düşmüşler. Mus-
tafa Kemal'i de cebindeki saat kurtarmış... 30 Ağus-
tos'ta da, Çiyiltepe'yi zamanında ele geçiremeyen
Albay Reşat'ın canına kıymasını düşünün!.. Söz
vermiş, düşmanı o tepeden sökememiş, başkomu-
tanın buyruğunu gerçekleştirememiş, çekmiş ta-
bancayı canına kıymış... Bilerek, isteyerek!..
Kişi bir amaç için, ama gerçekten topluma, insan-
lığa yarayacak bir amaç için gözünü kırpmadan ölü-
me gidebilir. Yıne de çok zor bir karar bu... Bir kez
yaşamak için gelıniyor bu dünyaya! Sonunda ölüm
var, ama niye kendiliğinden seçmeli dünyadan kop-
mayı? Hele, senin ölmenle hiçbir şey degişmeye-
cekse, düzelmeyecekse, her şey senden sonra da
aynı düzeyde sürüp gidecekse!..
On yedi yaşında duvarlara slogan yazarken ya-
kalanmış! Hapse mahkûm olmuş... Serbest bırakıl-
mış. Avrupalara gitmiş. Yakalansa yeniden içeri alı-
nacakmış! Bir öğrenci, yaş yirmi iki! Sarmış gövde-
sine dinamrt lokumlannı, özenle korunan bir emni-
yet müdürlüğüne girmeyi başarmış... Müdürü öldü-
recek, kendi de ölecek! Canlı bir bomba! Müdürü
öldürmek neyi çözümler? Bir oç alma desek, o da
değil. O müdür ne yapmış? Bir arkadaşını mı öldür-
müş ya da işkence mi yapmış? Emniyet müdürü bir
simge onun gözünde... Gaziosmanpaşa'da görev
otobüsünde öldürülen polisler de öyle!.. Onlan or-
tadan kaldırmakla o genç katiller ne elde edecek-
lerini sanmışlar! Arkalarından halk yığınlannın kalkı-
şacağını mı? Terörle, korkutmakla, cinayetle yetmiş
milyonluk bir ülkede hiçbir sonuç alınamayacağını
nasıl görmezler?
Ya ölüm orucuna yatıp da ille de ölmek için dire-
nenler!.. Hekimler gelir, kurtarmak ister, karşı çıkar-
lar. Bu bentm vücudum, isteryaşatınm, isteryokede-
rim, kim kanşır? Hayır, toplum kanşacaktır, hiç kim-
se ölüme bırakılamaz. Savaşlarda bile yaralı düşman
erterini ölümden kurtarmak bir insanlık görevi değil
midir? Hepimizin oğlu, kızı olabilecek yirmili yaşlar-
daki yurttaşlanmızı göz göre göre ölmeye nasıl bı-
rakıyoruz? Zorla da olsa, onlann isteklerine aykın da
olsa, insanlık görevi o gençleri kurtarmak değil mi-
dir?
Dr. Özcan Köknel der ki:
"Genç yaşlanndan itibaren dünyayı kendine ve
içinde bartndığı kültüre düşman görenler, saygın-
lık kazanmak adına kendilehni ölüme atarlar."
Birtoplumda bozuk düzeni değiştirmek gerekli ota-
bilir. Bu amaç uğruna çalışmak, savaşmak kaçınıl-
maz otabtlir. Bunun yollan var. önce yaşayacaksın,
dünyayı ve insanı tanıyacaksın... Önüne geleni öl-
dür, kendini de.biıiikte havaya uçur, yat ölüm oru-
cuna, bu dünyadan kendi isteğinle aynl? Bunun bir
anlamı var mı? Neymiş, saygınlık kazanmanın yo-
luymuş! Nasıl bir saygınlık bu? Kim gösterecek bu
saygınlığı sana, sen gittikten sonra; hem de "hiç"
uğruna canına kıydıktan sonra!..
ŞİŞLÎ2.SULHHUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
2000/403
Davacı Nurhan Nersesoğlu vekıli Av. Naim Gûl tara-
fuıdan açılan vasi tayini davası sonunda:
Amasya ili, Gümüshacıköy ilçesi, Çay Mahallesi, cilt
no: 0004, kütük sıra no: 0112'de nüfusa kayıtlı bulunan
Nabit ve Maryam'dan olma, 05/07/1328 doğumlu Su-
nn Bucuryan hacir altına alınarak kendisine, lstanbul
ili, Bakırİcöy ilçesi, Zuhuratbaba Mahallesi cilt no:
074/15, aile sıra no: 1565, kütük sıra no: 2'de nüfusa ka-
yıtlı bulunan Hamparsun ve Parinaz'dan olma,
28/9/1944 doğumlu Nurhan NeTsesoğlu vasi tayin edil-
miştir. ilan olunur. 5/12/2000 Basın: 612
Zeugma ve Yitirdiğimiz Değerler
Prof. Dr. Nihat G. MNIKOĞLU Yıldız Teknik Üni.
Z
eugmayüalannda (harabelerinde)
kaybettiğimiz çiniler, gazete ve
televizyonlarda haftalarca yer al-
dı. Evet, Zeugma ve çinileri bü-
yük bir kayıp. Birzamanlar o böl-
gede yaşamış olan insaiüann yüzlerce yılda
yaratöklan ve Türkiye dışmdaki topraklarda
kolayca rastlanamayantarih gömüsü (hazine-
si) yok oluyor. Ve ülkemiz topraklanmn ço-
ğu, toprak altından çıkartılmayı bekleyen on-
larca belki yüzlerce Zeugma ile dolu.
Fakat ya yiten ve toprak altından çıkartıla-
mayacak değerlerimiz... Türkiye sadece tarih
hazineleri ile mi dolu? Kıtalannbirleştiği yer
olan Anadolu, bitki ve hayvan türleri ile aynı
zamanda bir doğa hazinesidir. Doğanın mil-
yonlarca yılda yarattığı, ülkemizde yaşayan
bu canlılardan her yıl onlarcası belki yüzler-
cesi sonsuzakadaryok olmaktadır. Ve biz, top-
raklanmızdan kaybolan her biri binlerce Ze-
ugma değerindeki bu canlılarm ne olduğunu
bile bilemeyecek kadar ilgisiz ve saygısızız do-
ğaya karşı. Uludağ kurbağası, Kafkas enge-
reği nerde? Ya yaşam ortamlannı yok ettiği-
mizden ya da üç kuruş kazanma uğruna bi-
linçsizce avlayıp topladığımızdan kökünüku-
ruttuk.
Ormanlanmız yağmalandı birçok yerde yok
oldu ve politikacılanmız oy uğruna bu yağ-
maya göz yumdu, hatta arka çıktı. Bilisizce
(cahilce) ya da daha doğrusu, çoğunlukla yi-
ne oy uğruna göçebe kuşlann uğrak ve yerel
canlı türlerinin birçoğunun yaşam yeri olan
bataklıklan kuruttuk. Denizlerimizi kirlettik,
balıklanmızı tükettik ve sonunda balık avla-
mak için, komşu ülkelerin deniz sulanna gir-
meye başladık. O kadar bilisiz, bilinçsiz ya da
çıkarcıyız ki onlann aldıklan önlemleri bile
aklımız almıyor.
Bir lstanbul vardı, bin Zeugma'ya değerdi,
dünyanın bu en güzel şehrini berbat ettik, bu
yağrnada da politikacılar başrolü oynadılar, oy
aknak için Istanbul'u rüşvet verdiler.
Fakat bütün bunlardan çok daha önemli bir
kaybımız vardı: Ahlak. Zeugmalan da Kaf-
kas engereğini de ormanlan da Istanbul'u da
koruyacak olan bilgili ve daha önemlisi, ah-
lak sahibi insandır. Susadığımızbilgiye ulaş-
maya çalışırken ahlak elimizden kaymaya
başladı. Ülkenin en üst yöneticilerinden baş-
layan ahlak kaybı, çürüme en aşağıya kadar
inmeye başladı. Her gün bir yetkili ya da yet-
kisizın bir dinsiz ya da dindann vurgununu,
ahlaksızlığım okuyoruz. Zeugma çinilerini
çıkanp müzeye koyarak koruyabiliriz, fakat
ahlakımızı nasıl koruyacağız. Cumhurbaş-
kanlannın "memurum işini bilir" ya da "ver-
dimse ben verdim" dediği yerde vurgun na-
sıl önlenebilir? Her gün bir ahlaksızm çevre-
sindekilen dolandırarak uçaklarda dolaştığı ya
da buna göz yumanlan uçaklarda dolaştırdı-
ğı ülkede ahlak normlannı nasıl belirleyecek-
siniz?
ABD Başkanı Nixon, Watergate olayı ne-
deniyle başkanlıktan uzaklaştığında buna en
fazla sevinenler ABD'deki çocuk dernekleri
ohnuştu. Etevletin en üstmakamında bulunan
bir kişinin yaptığı bu hatanın en üst makamı
ideal ve bu makamdaki kişileri öraek alan ço-
cuklann etik anlayışlan üzerinde yapacağı et-
ki bu dernekleri, ana ve babalan endişelendi-
riyordu.
Ve şimdi bir de Türkiye'ye bakın. Çocuk-
lanmız zengin ohnamn yolunun dolanduıcı-
lık ve politikacılarla işbirliği olduğunu bile-
rek yetişiyorlar. Devletin üst kademelerinde
bulunan, merasimlerde alkışlanan kimsele-
rin ahlaksızhklannın örneklerini işitiyor, gö-
rüyorlar.
Bugün alt kademelere kadar inen ahlaksız-
lık, yann bütün insanlanmızı saracak, çocuk-
lanmızı da çürütecek.
O zaman ne olacak? Bu yazdıklanm, ahlak-
sızlığı gittikçe kanıksamış olduğumuzdan bel-
ki de abartı gibi gelecektir. Ama gazetelere bir
göz atın, çürümenin nasıl alt kademelere ka-
dar yansıdığını görün. Hiçbir eğitimci, hiçbir
bilim adamı yannın Türkiyesi'ni yönetecek
çocuklann bu gördüklerinden, pis kokudan et-
kilenmediklerini iddia edemez.
Önlem almmadığı takdirde ahlaksızlık, ya-
nn mutlaka bugünkünden fazla olacaktır. Kur-
tanlacak en önemli değerimiz, çürümenin de-
vam etmeyeceğini belirleyecek olan, açıkça-
sı gelecekte var olup olmayacağımızı belirle-
yecek olan ahlakımızdır. Bu nedenle şu anda
en önemli görevimiz ülkenin geleceğini ema-
net edeceğimiz çocuklanmızın ahlaki değer-
lere sahip olmanın bir meziyet, mümkünse en
büyük meziyet olduğunu bilerek yetişmesidir.
Peki, bu nasü başanlacaktır? Din ile değil.
Her gün ömeklerini gördüğümüz gibi Islami-
yet bir ahlak normu haline gelememiştir. Ya-
salara bel bağlayamayız, önce yasalan çıka-
ranlann ve uygulayarîlann ahlaldı olması ge-
rekir ki bunu nasü başaracağız? Zenginlik de
bir çözüm değil.
Dünya savaşuıda yenik düşmüş, ekmek bi-
le bulamayan savaş içindeki bir halkın için-
den çıkan 1. Büyük Millet Meclisi'nin mil-
letvekilerini ve onlarla kıyaslanmayacak ka-
dar zengin olan bugünkü milletvekillerini göz
önüne alm, bu sözüme hak vereceksiniz. th-
tilaller de bir çözüm değil. Kaç tanesini ge-
çirdik, her seferinde Ali gitti Veli geldi ve iş-
ler daha kötüleşti.
Ahlak çöküntüsü içindeki ülkemin gelece-
ği için büyük endişe içindeyim ve bu sorunun
yanıtını maalesef bulamıyorum. Sorumlu ki-
şi veya kişiler anyorum. Ben. ahlak çöküntü-
sünün baş sorumlulannm öncelikle fakirlik,
bügisizlik gibi konularda da olduğu gibi, ül-
keyi yönetmek, yasalan yapmak ve uygulat-
makla görevli olan politikacılar olduğu kanı-
sındayım.
Bizler, yannın politikacüan ve yöneticile-
ri olarak çocuklanmız kadar kötü örnekler
görerek yetişmediğimiz halde bu durumdayız.
Bizi örnek alarak yetişen çocuklanmızın po-
litikaya atılacağı, yönetime geçeceği günleri
bir düşünün. Bu ahlak çöküşü döngüsü nasıl
kınlır? Bilmiyorum. Çocuklanmız ve vatarum
için üzühnekten başka elimden bir şey gel-
miyor.
'Evropalıyız Ezelden...'
VedatGUNYOL
B
unu kim söylüyor? Fatihli Ze-
bercet Hanım. Boşuna da söy-
lemiyor hani. Bir sabah rüyasın-
da ailece Paris'e yaptıklan bir
gezinin etkisiyle uyandığmda,
uzak akrabalanndan Zinmır Hanım'a koşup
içini dökmeyi akhna koyuyor. Zinnur Ha-
rum uzun süre Paris'te yaşamış. Yurda döne-
li de epeyce olmuş. Her görüştüklerinde, Pa-
ris'i över dururmuş. Gazeteler Evropalı ol-
duğumuzu yazıp duruyorlarmış ya, Zebercet
de bunun üzerine, Evropalı ohiıayı kafasına
koymuş ve Zinnur Hanıma şunlan söyleme-
ye karar vermiş. Şöyle diyesiymiş ona:
"Bugüne bagün 2003 yıhnın Nisan ayında-
VE. Yetmiş milyonluk canım ciğerim Türki-
yemtüm götiaetniyk Evropa Biriiği'ne üye oi-
muş. YıDar yıhözkmle, ölesiye özlemle, ha ol-
du ha olacak diye can atdğûmz, vanmız yo-
ğumuzu bu uğurda harcadığunız amacımıza
ermiş bulunuyoruzsonunda. Aflaha şfikür, bu-
gûnaıiıkEvropahsayılUTzyaııinıesöyliyeyan.
BeıvkıridıkZebercetLygartvyetmişKkko-
cam, kızn erkekli on iki çocuğumla, Tûrkive-
mizin tüm nimederindenyarariantnış,dmi bü-
tün, (Aüaha şükür) imanlı bir Müslüman ka-
duum. Kocam, dersen daha bir Müslüman.
FaadetPartisi'negirdi gireti,ea'paratuttu,yû-
zü güldü. Kabuıa sığmaz oldu arük. Onu da
beniderahatdürteroldu. Konu komşuda öy-
le. Evropah oktuk ya, arük aklımız fikrimiz
Evropa'da. Şöyk, çoluk çocuk bir iki aynğı-
na o övûp övüp bitiremedikleri Evropa'ya
şöyle Wr gideKm diyorum. Artık pasaporttu,
vizeydıgibizırütuaryok>u. Al ctine nüfus cüz-
danını,binuçağa çoiukçocuk.ver eüni,git Ev-
ı neresi olursa olsun bir yerine, fark
jtt ^ie var ki, Idmi okumuş, Evropa görmüş,
Kkendini beğenmiş, çıt kınİdnn komşular var,
akıl veriyorlar:' Oralara, öyle başörtülü, çar-
şafla fılan gidersen seni yadırgarlar' deyipdu-
ruyorlar. Aa.. üstüme iyttik sağhk, o da ne
ohıyormuşöyle? Ben istediğün gibi grvinirim.
Oraya kıçunı başunı açıp mı gideceğün yani?
Tövbe tövbe! Benim berif başuu açarsan bo-
şanmsenL,d!\egozdağıveriyorbana.Eneya-
pahm yani, madem Evropalı olduk, her şeye
katlanacağız.
Benim saçunabaşıma kanşan Evropa'yı ne
yapayım?
Bir de, Evropahlar okur yazarnuş. Orada
insanlar çevrelerine saygüıymış, fılan falan
demiyoriar mu tepem aüyor. tepem!» Ben
okul mokul görmedimse de hayat okulunda
yetiştim. Anam babam Nub-u Nebi'denbuya-
na neler neier görmüşler? Onlan dinlemek,
onlann yolundan gitmek var ya, hiçbir Evro-
pahmn ulaşamayacağı bir mutiuluk kaynagı
bu-."
Zebercet bunlan söylerken Zinnur Hanım
birden sözünü kesiyor ve şunlan söylüyor:
" ÜahiZebercet, sen Avrupa nedir bilivor mu-
sun? Ayol Avrupah ounak için, senin dediğin
gibi öyk atalardan kalma ipsiz sapsız, kulak-
tan dotmabügiler,inançlara saptanmadan, ka-
fasmı işletip o inançlan sorguya çekmek ge-
rek. Sen kalkmış, 'Ben atalanmdan öğrendik-
lerimle yaşamak istiyorum' dryorsun.Ohnaz
böyle şey. Türkryemizin Avrupah olmasımis-
tiyorsak ber şeyden önce, hoş görülü. insan-
larasaygıu, akhn,biliminöndertiğine bağlan-
mak gerek. Ötesi lafûgüzaf."
"A, bak aklıma geldL Bundan dört beş yıl
önce,teyzekmHulkiye'yiBrükseTe çağırnuş
eski mahalle arkadaşı Şaziye. On yıldır ora-
da yaşıyormuş. Kocası bir fabrikada temiz-
likçiymiş, iki oğlu bir kmyla gül gibi geçini-
yorlarmış.
Hulkiye kalkıp gitmiş Brüksel'e. Orada
Türlderin oturduğubir semtvarnuş, orayaiş-
te.Çoksevrnkşosenı<iHk;\-adırgamamış.Ken-
diniTürkiye'devTniş gflbi hissetmiş. Öyle ki, her
sabahevin kapıeşiğini süipsüpürüyormuş aya-
ğmda takunyalaıia.
Neyse geçetim bunlan. Ben Evropa'ya git-
meyi aklıma koydum bir kere. Ölmek var,
dönmek yok karanmdan. Geçen gün yine
Evropa görmüş bir bayaron evine gmniştim
temizlikçi olarak. Ona da açtun derdimL
Beni aldı karşısına. uzun uzun anlatü Ev-
ropa'yL Kanş kanş gczmişmiş. En beğendi-
ği memleket Nor\ ec'miş. Orada insanlar çok
terbiyettymiş.Sa>'gısızhk,benciffik, diyebir şey
yokrmış orda. Eh, dedim kendi kendime, ora-
ya gideriz bari. Benim herifi de yola getir-
dim. Razı ettim. Benim herif sonıp soruştur-
muş. Tepesi atnuş. Beni karşısuıa aldı, açü
ağzmı yumdu gözünü, verdi veriştirdi durdu
bana: 'Ulan kan' dedi,' sen biliyor musun,
Oslo denen baş şehirde bir Türk topluluğu,
bir de cami varmış. Ama, öyle günde beş va-
kit ezan okutrnuyorlarmış. Neymiş, çevre ra-
hatsız ohryormuş. Bak sen, ulan batıyor mu
size günde beş vakit ezan sesi duymak? Şeh-
rin kodamanlan karar vermişler, ezan yalnız
haftada bir, o da cuma günleri okunabilirmiş,
o da üç dakikayı geçmeyecekmiş. Kentte, bir
de Allahsızlar varmış, onlar da haftada birgün,
sadece beş dakika 'Aflah yoktur' diye bağı-
rabilirlermiş. Hani gavurlar Evropa'da hoş-
görülülermiş. Yok yok olmaz. Sana, oraya git-
meyi salık veren o kanya git de, bir güzel ıs-
lat onu. Şu dünyadatek dayanağımız olan mü-
barek dinimizin farizelerini yerine getirme-
yecekmişiz, öyle mi?
O Evropa'yıben ne yapayım? Alsınlar, baş-
lanna çalsmlar uygarhklannı. Vazgeç be ka-
n Evropa sevdasmdan. Otur oturduğun yer-
de. tşte o kadar."
Bu öykü biteceğe benzemiyor.Tanrı
sonumuzu...
PENCERE
Aydmlanma'nn
-ÎSMacide Tanır..
Kim tanımaz?..
Kim tanır?..
Sanatla ucundan, kenanndan, yakından ilişki-
si olan herkes, 20'nci yüzyıl Türk tiyatrosuna ki-
şiliğini vurmuş "Macide"yi tanır...
Hem de nasıl tanır?..
Hayranlıkla..
Sevgiyle..
Saygıyla...
Cumhuriyet devriminin övünçleri ve onurlann-
dan biridir o; yalnız tiyatro oyuncusu değildir,
oyunculuğun dışında bir simgeyi topluma yan-
srttığının bilincindedir.
Yaşamöyküsünü dile getirdiği "Tıyatronun Ca-
dısı" admda bir kitap yazdı Macide...
Sanki bir ipekböceği kozasını örüyor kitabın sa-
tırları ve sayfaları arasında...
Üç duvarlı dünyanın dışında hiçbir zaman ke-
lebek olup uçamamış bir ipekböceği...
•
Üç duvarlı dünya ne?.. . '
Tiyatro!.. ~*
Ama, lafın gelişi işte... Yoksa tiyatro iki duvar-
lı da olur, duvarsız da..
Gerçekte tiyatro, insanlann arasına örülmek
istenen tüm duvarlan yıkan bir sanattır; dün öy-
leydi; bugün ise yine çağın sanatı olma yolun-
da... '
Nasıl?.. '
Çağımız iletişim çağı; ama, bu adı güncel ya-
şama yakıştıran teknoloji, insanlan birleştireyim
derken araya giriyor; mekanikten elektroniğe ge-
çen iletişimin insan sıcaklığını aradan kaldıran ko-
pukluğu aşılamıyor.
Sinema, televizyon, internet..
Hiçbiri insan insana değildir.
'Interaktif', Türkçesiyle 'etkileşimin insan in-
sana sıcaklığı yalnız tiyatroda var.
Tiyatro ne demek?..
Sahnedeki oyuncuyla salondaki seyircininso-
luklannın birbirine karışması demek...
Macide Tanır.
"- Kimi eseıierin öyle noktalan olur ki" diyor,
"koca salon nefesini tutar, kalp atışlannız seyir-
ciyle birteşir."
Tiyatro budur.
Ancak salondaki seyirciyle bütünleşip birieşe-
bilen insan, oyuncudur.
İletişim devrimiyle -sözüm ona- bütünteşen
dünyada insanın yalnızlığını giderebilen sanatın
yalnıztiyatro olabileceğini "Tıyatronun Cadısı"r\\
okurken her sayfada duyumsayabiliyorsunuz.
Tiyatro, teknoloji devriminde yalnızlaşan insa-
na ilaç gibi gelecek...
•
1923 Cumhuriyeti, Avrupa'nın 'Rönesans-Re-
form-Aydınlanma' süreçlerinde yaşadığı üç yüz
yıllık tarihi otuz yıla sağdırmak atılımını göze al-
Macide, devrimin ürünü...
u 0
'." '
e
*
v
*'
i
-
ll
'
A
Tanır'ın anlamı, yalnız kişisel ve sahâtsal dfeğil;
yaşamının dünya tarihinde Anadolu Aydınlan-
ması'na oturmasından kaynaklanıyor; Şekspir,
"Dünya bir tiyatro sahnesidir" mi demiş?.. Ma-
cide tiyatro sahnesinin bir dünya olduğunu vur-
guluyor.
Cadı işi değil bu.. " . *•*
Tam insana yakışır iş!.. -
n
oli
TEŞEKKÜR
Hacı Aliye
ölümü nedenıyle, acılannı
ve taziyelerini iletenlere teşekkür ediyoruz.
Ailesi adına
HÜSEYtN ÇAĞLAYAN
Yazma
Seminerleri'ne çağrı
Ülkesini ve kendini yannlara hazırlayan
yazarlarla buluşmak amacıyla
düzenlediğimiz "Yazma Seminerleri"
15 Ocak2001 tarihinden itibaren başlıyor.
• Yazma Semineri
• Felsefeye Giriş-Felsefe Yazın İlişkisi
• Sinema Tarihi ve Senaryo Yazım Teknikleri
• Şiir Semineri
Dünyayı, toplumu ve hayatı herkesin
gördüğünden farklı görüp algılamak,
düşüncelerinizi güzel ve etkili bir biçimde
ifade etme yeteneğinizi geliştirmek. yazm
dünyasuıda meraklı bir yolculuğa çıkmak
istiyorsanız, seminerlerimizle ilgili daha
geniş bilgiyi vakfunızdan edinebilirsiniz.
Son başvuru tarihi 13 Ocak 2001'dir.
rARAŞTIRMACI
mumcuSJî!!11111
Pans CacKJeaı No.14
KavaMıdefe. 06540 ANKARA
Te<. (0312) 417 77 20 pbx
Faks-(0312)417 57 46
e-oosta umag©umag org tr