23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUfttYET 21 OCAK 2001 PAZAR 8 HABERLER TomrukAğası'nınbirsuyuvarrmş n ^ ^ ^ oyıazın, Istanbul'un üstüneüstüne m M geldıği günün akşamı, vapur Sir- mm*r kecı'den kalktı... Bir adamın elin- m de kitap vardı. Güvertenin soluk JL. lambası altında şöyle bir göz at- mak için sayfalannı çevirdiğı kitabın satırlan arasından bir sözcük çıkıp ışıldadı: Tomruk... Adam, soluk ışığı aşmak içın kitabı yukan kal- dırdı: Bir lstanbul Var tdi... Burhan Arpad'ın yazılanndan derlenmiş.... Önce, içinde "tom- nık" sözcüğü geçen tümceyi, sonra tüm parag- rafi okudu. Adamın yüreğini çocuksu bir he- yecan sardı... Çevresine bıı göz attı, kitaba dön- dü; "YakmGeçmişten" başlıklı bölümü baştan sonabir solukta bitirdi. Arkasına yaslandı; aya- ğa kalkıp seyyar satıcılar gibı "Şu eümde gör- düğünûz kitap" diyesi geldi. Kendi kendine gülümsedi... O an bıriyle "tomruk" ûzerine konuşmak istedi. Bütün gün yorgunluk yûklenmiş insan- lardan kimseyi gözûne kestiremedi... Kestirse de söze nasıl gireceğini bilemedi... Cumhuri- yet'teki "Hesaplaşma" köşesınden, 1910'da doğduğu ve dolu dolu yaşadığı kentin hesabı- nı bıkmadan usanmadan soran Burhan Arpad da artık bir telefon kadar yakında değildi; 1994'te, dönüşü olmayan bir yolculuğa çık- mıştı... Yazılannı, oğlu Ahmet Arpad yayına hazırlanuştı... Bir yandan da şeytan, "Ayağa kalk" diye dûrtûyordu: - Sayın yolcular... Elimde gördüğûnüz şuki- tapta Burhan Arpad, 1920'lerdeki îstanbul'da halkın en gözde eğlence yerlerini anlatırken 'sular'dan söz ediyor ve "Tomruk Suyu var- dı" diyor... Tomruk Suyu'nun nerede olduğu- na gelince... Şeytana uymadı... Vapurdaherşeyolağandı... Seyyar satıcmm, 24 parça kalemi 1 milyon Hraya satması bile... Çamlıca Tepesl'nln oralarda Sol eline aldığı kitabı sağ eliyle ortasmdan hafifçe kıvırdı; sağ başparmağını geriye çeke- rek sayfalan hızla çevirdi; sayfası gelince, "tomruk" sözcüğü. yerleştiği satırdan çıktı, ruzgân arkasına ahp Kadıköy'e doğru hızlanan vapura inat, Çamlıca Tepesi'nin oralarda bir yere gitti, kondu... Vapur iskeleye gelip de palamar verilirken ertesi gün gidilecek "Herhangi Bir Yerde"nin rotası çoktan bellı olmuştu: Kısıklı'ya, Tom- ruk Suyu'na! 1950'lerbitiyor, 1960'larbaşlıyordu... Bur- han Arpad'ın çocukluğundakı anılardan 30 yıl sonra yine bir çocuğun anılanna ev sahipliği yapıyordu Tomruk Suyu... Üsküdar'dan kal- kan tramvay Fıstıkağacı rampasını aşıp Bağ- larbaşı'nda nefeslendikten sonra Millet Par- kı'nı gende bırakıp son bir gayretle son durak Kısıklı'yaçıkardı. Tomruk Suyu'na, köyünkü- çük meydanına açılan caminin yamndaki top- rak, fakat bol ağaçh bir yoldan epeyce yürüye- rek gidılirdi. Bahar ve yaz aylannın hafta sonlannda, ne- valelenyle tramvaydan inip mesireye gidenle- rin arasında, annesinin elinden tutmuş çocuğun bir ayncahğı vardı; çünkü Tomruk Suyu, Naz- hTeyzesi'nindi... Çocuk, annesine yol boyun- ca elbiselerini ıslatmayacağı sözünü verir ve sırtını yamaca yaslamış iki kath binayı görür görmez bir koşu alt kattaki her yanı beyaz fa- yans döşeli, ön cephesi açık odaya dalar, be- yaz mermer tezgâhın arkasına kurulup mesi- reye gelenlerin uzattığı su şışelerini küçük musluklardan beş kuruşa doldunırdu. Katırla- nyla gelen sakalann işini aksatmadan ve asla kürnızı vanalan kurcalamadan, ışini büyük bir ciddiyetle yapardı. Fakat bir süre sonra, ıslan- mış elbiseleri yüzünden ışınden olurdu... Elbi- seleri kuruması için bir ağaç dahna asıhrken bilirdi ki, sattığı sulann hesabını vermek için mermer tezgâhın ayn bir yerüıde tuttuğu ku- nışlan Nazlı Teyzesi her zaman olduğu gıbi daldaki pantolonunun cebine usulca koyacak. Tomruk Suyu sebil değildi, ama bir bardak sudan da para alınmazdı... Hatta, aşağıdaki kü- çük bostandan salatalık kopanbnasına da kı- zılmazdı. Zaten, hafta sonu ağaçlann altında kaybolan kalabalık, bostanı ve meyve ağaçlannın dalla- nnı silip süpürmeyi düşünmezdi bile... Istanbul'un sahlblydller Nazlı Teyzesi'ne su ve onlarca dönüm ara- zi, Osmanh'nın Tomruk Ağasıbüyükdedesin- den mıras kalsa da ashnda mesıreye gelen her- kes buranın sahibi gibiydi... Galiba o insanlar aynı zamanda İstanbul'un da sahibiydi ya da lstanbul sahıpsiz değildi... Yıllar su gıbı akıp gitti... Bir gün belediye, suyun el değmeden "otomatik" şişelenmesini istediğinde, emekli subay kocasından kalan dul maaşıyla Yeldeğirmeni'ndeki üç katlı ahşap konağı ayakta tutmaya çalışan Nazlı Teyze- si'ne de suyun musluğunu kapatmak kaldı. Sonra Nazlı Teyzesi, dönüşü olmayan bir yol- culuğa çıktığında bu kez devlet, üzerine bir çi- vi çakılmamış araziyı imarakapatıp korunma- sı gerekli doğal alan ilan etti ve arazininbir kıs- mını Çamlıca Tepesi'nin korumakuşağına ahp kamulaştırdı; kuşağın altından Kısıklı'yı Küp- lüce'ye bağlayan bir yol açıldı... Arazinin ka- lan kısmı ve çevre hem devletürhem de bele- diyenin gözü önünde birileri tarafından işgal edilip parsellendi; gecekondular kuruldu, ma- halleler yaratıldı... Gecekondular kaçak apart- manlara dönüştüğünde komşu mahalleden bi- ri kalkıp Istanbul'a belediye başkanı seçildi! Yol kenarında bir çeşme Ertesi gün, poyrazm hızını kestiği, ama yağ- mur yüklü bulutlann İstanbul'un üzerine çök- Kjsıkfa Meydanı'ndakitram\a\ durağı sporkolöbüneiokalolmuş~ Sonradanyapdançeşmeninmus- luklan sökülmüş; arük bir kuru çesme~ Gecekondu halkı, suyunu eski kaynaktan dolduruyor. tüğü bir gündü... C addeyi andıran asfalt yoldaki tabela "Tom- rukSokağı''' dedığıne göre Tomruk Suyu dabu- ralarda olmalıydı... Yolun altı kaçak apartman- lardan oluşan mahalle, üstü tel örgü ile sının çizilmiş Çamhca'nın koruma kuşağı... Ve yol kenannda bir çeşme... Tam burası değil, ama Çamlıca'nın Boğaz'a bakan yamacında, yol- dan bakınca tepedeki beton kulenin altına dü- şen çeşme ipucu verebilirdi... Çeşmenin son- radan yapıldığı ilk bakışta belli... Musluklan sökük, üç göz bir çeşme... 1995 yılında Üskü- dar Belediyesi yaptırmış ve alnına Araplara öykünenler için Arapça belki bir sözcük, bel- ki kısa bir tümce yazılmış... Arapçanm altında Türkçe yazım kurahna aykın "Tomruksuyu Çeşmeâ" yazıyor... Kuru bir çeşme... Tomruk Suyu burası değil, ama bir adam elinde bidonlarla teli aşıp koruma alanma gir- diğine göre buralarda bir yerde... Vıcık çamu- run içinde adamı izleyince işte burası... Yoldan elli metre kadar beride... Sırtmı yamaCa dayamış yıkık duvardan çı- kanlmış plastik hortumla yere dizdikleri plas- tik şişe ve bidonlara su dolduranların toplan- dığı bu yer, bu yıkıntı, 1950'ler biter 1960Tar başlarken küçük bir çocuğun mesireye gelen- lerin şişelerine beş kuruşa su doldurduğu bi- nanın kalıntısı... İşte şu yıkık duvardaki kınk beyaz fayans- lar da kanıtı... Topraktan fışkıran şu büyük kaya parçası da sobnuş anılardan kalan bir kınntı... Hortumun ucundan parmak kahnlığmda akan suyla bidonlannı doldurmak için sırada bekleyen kadınve erkekler göz ucuyla, çocuk- lar ise merakla, ayağındakı botlan yan bileği- ne kadar çamura bulayıp gelen bidonsuz ada- mabaktılar... Aklından zoru olmalıydı Kimse konuşmadı... Adamın aklından zoru olmalıydı; çünkü yı- kıntınınçevresinde bir oraya bırburaya, çamu- ra ve sevince bulanarak dolaşıp duruyordu... Kınk fayanslara elıni sürüyor, handiyse çamu- run içinde oturmaya yelteniyordu... Evet, ak- lından zoru olmalıydı.... Sıra başında su dol- durankadın, adamuı elindeki fotoğraf makine- smı görünce huylandı; başını bidonun üstüne yaslarcasına öne eğdi, öteki kadınlar sırtlannı döndü... Adam bir görevli de olabilirdi... Su sırasmdakı adam ortaya bir laf attı: - Çeşmeye giden hat bozuldu... Suyu ancak buradan alabilıyoruz... Çamurun içinde zor oluyor... Arapça yazmasmı bilen belediye, elli metre- lik hattı onarmayı bılmıyordu... - Belediyeye söylesenize... - Kaç defa söyledik! Şımdi de durmadan fotoğraf çeken yabancı adam belediyeci değildi ve sonı da sormadığı- na göre daha fazla konuşmanın anlamı yoktu. Çamuru göze ahp Tomruk Suyu'nun başma kadar elinde boş bidonolmadan gelip fotoğraf çeken bu yabancı, bir şeyin peşindeydi ve ne- yin peşindeyse onun içinde olmamak gereki- yordu; herkes yine sırtını döndü... Tomruk nedlr. aflası necldlr? Tomruk deyınce akla ilk gelen ağaç kütüğü olur... Tomruk Ağası da kereste taciri mı der- siniz? Demeyin... Plastik bidonlanna Tomruk Suyu doldur- maya çalışanlann akluıdan zoru olduğunu san- dıklan adamuı dediğine göre Tomruk Ağası, Yeniçeri Ocağı kaldmlıp Nizam-ı Cedid ku- rulduğunda Muhar Ağa'nın görevıni üstlen- miş... Muhzır Ağa gibi Tomruk Ağası, bütün hapishanelerin başındaki subaymış... Gün gelmiş, Tomruk Ağası'nın son vârisle- ri davalan kazansa da Tomruk Suyu'nun ara- zisini işgal edenlerintehdidindenyılmış, tapu- lu mallannı Hacettepe Üniversitesi'ne bağış- ladı, bağışlayacakmış. Bir varmış bir yokmuş, Tomruk Ağası'nın arazisinde bir su varmış... PAZAR ORHA1N BURSALI însan Yetiştipmek 1000 yılınTürkleri anketini düzenlerken, düşün- cemiz, yaşadığımız şu toplumsal dibe vuruşlara, başka bir açıdan bakabilmekti. Yoksulluk, adam- sızlık, çapsızlık, uzak bakışsızlık, hemen her alan- daki gerilik bizi bezdiriyor, insanlarımızı küstürü- yor, hem hayata hem de topluma... Ülke dışında Türklerin başanlanyla övünmekle yetiniyoruz ve geçiniyoruz. Ama, bu dış başarılann ülkeye katkısının en alt düzeylerde kaldığının da bilincindeyiz. Ülke için- deki küçuk başarılar bile, örneğin bir bilim insanı- mızın kendı uzmanhk alanıyla ilgili Yunanistan'a veya başka bir ülkeye çağnlı gitmesi, gazeteleri- mizde haber oluyor. Bunlar, örneğin gelişmiş Avrupa ülkelerinde ha- ber bile olmaz, çünkü hemen her alanda bunlann yılda onlarca, yüzlercesi yaşanır... Fatih Terim'ın Türkiye'den sonra Italya'daki ba- şansını adım adım ızliyoruz. (1000 yılınTürkleri an- keti geçen yıl ortalannda yapıldı, bu yıl yapılsaydı, Terim'ı belki de ilk listede görecektik.) Bizimtek tek değil, çeşıtli alanlarda, hem de çok yaygın olarak başanlara gereksinimimiz var. Hem kişisel başanlara... Hem de ekonomik, siyasal, bilimsel, kültürel alanda, toplumda yaygın etkisini göreceğimiz, ül- ke düzeyini her alandayükseltecek, toplumsal et- kisi büyük başanlara... Zaten ulkenın kalkınmışlık düzeyini de sanınm, hemen her alanda artık sayılması gerekmeyecek kadar çok sayıdave yaygın, evrensel düzeyde in- sanın varlığı belirliyor. Veya onların çok sayıdavar- lığı, zaten ülkeyi kalkındırmış oluyor. ••• Bir ülkede uluslararası çapta insanların yetiş- mesinin en önemli koşulu nedir, sorusuna şüphe- siz çok sayıda yanrt verilebilir: Yetenekli insanlan- mızın yeterince maddi ve manevi desteklenmeme- si, özgür düşuncenin bastınlması, ülkede gerekli koşullann yaratılmaması, içinde yaşadığımız kül- türün, geleneklerin vb. buna elvermemesi, gerek- li ve yeterli olanaklann insanlanmıza sunulmama- sı... Bu yanıtlann hemen hepsi birbiriyle örtüşür ve bir bütünun parçasını oluşturur. Bu bütun nedir? Bu bütüne belki "ülkenin do- kusu" denebilir. Ülkenin dokusu da kültürel, toplumsal, ekono- mik, siyasal, bilimsel bileşenlerinin toplamı olsa gerek. Bu dokuya, ülke külturü de diyebilir ve bü- tün diğer bileşenleri bu kültürün bir parçası saya- biliriz. Bu doku, bu küttür, ne yazık ki yetersiz. Yetersizliğinin ötesinde, engelleyıci, kapalı, bas- kılayıcı, tutucu, ruhen ve düşünsel olarak yaşlı... Hayat dolu, genç ruhlu değil... Bu unsurlanyla, özellıkleriyle, bu ülke dokusu veya kulturü, gelişmiş ulkelen referans aldığımız- da, toplumu geleceğe taşıyacak durumda değil. Bu durum, ülke için olduğu kadar çeşıtli kurum- lar ve sistemler için de geçerii.. Bu doku, bu kültür, bazen kendi çocuklannın da başını yıyor. Veya kendi çocuklannın da farkına varrnıyor. Örneğin, belirii koşullarda, yetiştirdiği en büyük romancısı Yaşar Kemal'i alaşağı etmenin yollan- nı anyor. Yer yer buluyor da... örneğin Aziz Nesin'i linç etme, yazarlannı ya- kıpyoketmeçılgınlığı, aptallığı, kendi kendine iha- neti ve hainliği çizgisinde davranıyor. Mustafa Kemal'i, yetiştirdiği dünya çapında bir liderını yok saymayı, güçlü bir düşünce ve eylem çizgisine getirebiliyor. • • • Tartışılması gereken çok soru var. Bir soru: Kendi kendini yiyip bıtirmeye çalışan bir toplumsal dokuyu yaratmayı nasıl başarmışız? Ikinci bir soru: Bu dokuyu nasıl değiştiririz? Bu dokuyu değiştirecek ortamın yaratılmasına, siya- silerin, askerlerin, aydınlann, dini çevrelerin, eko- nomik ve bilimsel-kültürel hayatın ortaya çıkma- sını nasıl sağlanz? Bir başka soru: Hemen her alanda, katılımcı, öz- gür ve eleştirel düşuncenin çiçeklendıği, birbirini köstekleyen ve yok eden değil, destekieyen ve var ederek büyük değertere ulaşan bir toplumsal kültür, doku, yapı nasıl oluştururuz? Ve başka sorular... obursali"bilimmerkezi. org.tr Komisyona bin 93 başvuru Yurttaş en çok polisten şikâyetçi ANKARA (Cum- huriyet Bürosu) - TB- MM Însan Haklarını tnceleme Komisyo- nu'na 21 ayda bin 93 başvuru yapıldığı, is- tek ve yakmmalann 22 konuda yoğunlaş- tığı bildirildi. Komis- yona, 5 Mayıs 1999'dan 15 Ocak 2001 'e kadar yapılan başvurulardan 728'i gerekli işlemler yapı- larak 'sonuçlandınlır- ken' 365'ı ıçın ilgili kurumlarla yazışma- lar sürüyor. Yurttaşla- nn yakınmalannın ilk sırasmda polisten şi- kâyetler yer aldı. Sonuçlandmlan başvurulardan 335'i, konunun araştınlıp gereğinin yerine getı- rilmesi amacıyla ilgi- li kuruma gönderildi, 153 'ü komisyonun iş- leviyle "ilgisi bulun- madığmdan" ilgili kurumlara havale edildi; 70 başvuruda yer alan işkence ve kötü muamele iddi- alan ilgili idari biritn ve savcılıklarca soruş- turuldu, 35 başvuru konusunda da "yapı- lacak herhangi bir iş- lem olmadığı için" dosyakapatıldı. Ele alınan başvuru- lardan 16'smda dile getirilen sorunun yar- gıda çözülmesi gerek- tiği, 33'ünde komis- yoncayapılacak işlem bulunmadığı sonucu- na vanldı. 2) başvu- runun dilekçi niteliği taşımadığı, 49 dilek- çedeki istekkr içinse yasal düzen,eme ya- pılması gerektiği ko- nusunda göriş birliği oluştu. Sonuçlandmlan başvurudan 6'sında istenenbilgi ve rapor- lar ilgili kişi>e gönde- rildi, 7 başvurunuım ise imza kanpanyası niteliği taşıdğı belir- lendi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear