Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 2001 PAZAR
OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
Ulus OlmataînsanlıkUlküsü
Prof. Dr. Bedia AKARSU
Değerli hocam Macit Gökberk 'in gerçekleşi
anısına...
A
ydınlanma felsefe-
sini, Türk düşünce
dünyasma bütün
yönleriyle tanıtan,
kavramlannm an-
lamlannı ve Türkçe
karşılıklannı dilimize yerleştıren çok
değerli hocam Macit Gökberk"in bir
görüşünü anımsatarak başlamak is-
tiyorum yazıma. Kendisiyle yaptığı-
mız bir 'söyleşi'de şunlan söylüyor-
du Gökberk: "HegeTin bir 'tarihsel
ulus' kavramıvar.HegePegöretinin
(Geist) geüşroesinin. her dönem için
öngördüğü birtakım düşünceleri,
birtakım kurumlan geliştirmek, bd-
h bir ulusa düşer. Bu ulusa da Hegel
'tanhsel ulus' diyor. tşte bu anlayı-
şj, ben bir külrür çevresine aktanyo-
rum. Yani diyorum ki, Ban kültür çev-
resmin, insanhktarihiiçmde böyle bir
misyonu var, böyle bir görevi var.
Kendisinin geliştirdiği ilkeleri, bü-
tün insanlığa yayma, mal etme, bü-
tün insanhkölçüsündegenişletıııe di-
yebiliriz bu göreve." (1).
Ne var ki Batı kültür dünyası ay-
dınlanma ile getirdıği "insanhk ül-
küsünü" yayma görevini bir yerden
sonra sürdürmek istemedi. 20. yüz-
yılın ilk yansında çok kötü olaylar
yaşandı bütün dünyada. Hitler'in,
MussoJininın insanlık ülküsüyle uz-
laşmaz, insanlığa aykm tutumlan, ar-
kasından Ikinci Dünya Savaşı, atom
bombası olaylan vb gibi. 20. yüzyı-
lın ikincı yansmdan sonra hem dü-
şünce dünyasında hem politika ala-
nında yaşanan insanhk ülküsü ile
bağdaşmaztutumlar. Son 30-35 yıl-
dan beri de kımi düşünürler. yazar-
lar aydınlanma felsefesine karşı çık-
maya başladılar. Aydınlanma düşün-
cesi ve ilkeleri ile sanayi devriminı
iletişim devrimin-
den geçerelteilgi çağına girmiş olan
Batı dünyası son 20-25 yıldan beri,
serbest piyasa, devletin küçülmesi gi-
bi önerilerle, yeni bir sömürgecilik-
ten başka bir şey olmayan globa-
lizm (küreselleşme) dönemini baş-
latmıştır. Çokuluslu şirketlerin yö-
netiminde bir düzenin herkese re-
fah getireceği inancını dünyaya ya-
yarak henüz gelişmemiş ülkelerin
kendi kültürlerini korumalan öneri-
liyor. Böylece dünya yine sömür-
gen kapitalist ülkelerin tekeline gir-
miş oluyor.
lşte kapitalizmin bu emperyaüst gj-
dişini 80 yıl önce gören ve ona yer-
yüzünde ilk kez başkaldıran Ata-
türk olmuştur. Türk Devrimi ile bir-
likte Türk tarihinde yeni bir dönem
açıldığı gibi dünya tarihinde de ye-
ni bir çağ açılıyordu. Atatürk, dün-
yanın gidişini o zamandan sezmiş,
getirdiği ve uyguladığı ilkelerinin
bir bütün oluşturduğu tutarh siste-
mi ile 20. yüzyıhn başındaTürk ulu-
sunu bütün dünya ülkelerine örnek
bir ulus olarak sunmuştu. lşte ben Av-
rupa'nın 20. yüzyıldaki ve günü-
müzdeki tutumuna bakarak ve bu
görevini unutmuş olduğunu göre-
rek daha önce de yazdığım gibi (2)
Gökberk'in yukanda andığım söz-
lerine şunu eklemek istiyorum: Bu
görevi, "tarihsel ulus" olma görevi-
ni 1920'li yıllarda Atatürk'ün ön-
derliğinde gerçekleştirdiği Türk Dev-
nmi ile Türk ulusu üstlenmişti.
Ama ne yazık ki Atatürk'ün ölü-
münden sonra bu görevi sürdüre-
medik. 15 yıl gibi kısa bir sürede
başardığımız işleri, sonraki ilk 7-8
yıl dışında, yürütmesini bilemedik.
Dünyada kazanmış olduğumuz onur-
lu itıbanmızı, güttüğümüz yanlış po-
litikalar sonucu koruyamadık. Bu-
gün içine düştüğümüz durum seksen
yıl öncesinden çok farklı değil.
1930'larda, 40'larda itibarh bir ül-
ke idik. 1950'de su yüzüne çıkan
karşı-devrim harekeri ile bozulma-
lar, yozlaşmalar olmasıyla yitirir gi-
bi olduğumuz itibanmızı, darbeler-
le hiç benzerliği olmayan, halkın,
gençlerin ve askerlerin bilinçli tutu-
muyla yapılan 1960 hareketi ve 1961
Anayasası ile yeniden kazandık. Ve
Avrupa 1963 'te bizi içine ahnak üze-
re davet etti. Çünkü o günlerde Tür-
kiye Cumhuriyeti 1961 Anayasa-
sı'nı uygulayan ve yeniden Ata-
türk'ün kurduğu Cumhuriyet ilkele-
rine dönmüş olan ve o yolda ilerle-
yen güçlü bir ülkeydi.
Ama "Bu anayasa ile devlet yöne-
tilmez" diyenler işte Türkiye'yi bu-
günkü duruma getirenlerdir.
Bugün eski Ahnan Başbakanı H.
Schmidt'ın "Türldye'yeadavhksta-
tüsüverümesiyanhşü.HattaSevrsı-
rasmda Türkrye'nin bölünmemiş ol-
ması da hatadır" dıyebilmesi karşı-
sında doğru dürüst bir tepki bile gös-
teremiyoruz ve Avrupa kapılannda
bekletilmeye katlanabiliyoruz. (Ger-
çi Schmidt'in böyle bir şeyi söyle-
yebilmesi onun ırkçılığını ve insan
haklannı tanımadığını gösteriyor ve
aynca bilgisizliğini de; çünkü Sevr
sırasında Türkiye'nin bölünmemiş ol-
masını hata olarak gösteriyor. Oysa
Sevr'de Türkiye'yi bölmek istedi-
ler, ama Sevr'i kabul etmedi de Lo-
zan'ı yaptı Türkiye. Bir şeyi daha
anımsatmalı bu zata: Hitler 1933'te
yönetimi ele aldığı zaman yaptığı
ilk iş Sevr'in Almanya için karşılı-
ğı olan Versay'ı yırtmak oldu ve
"Mustafa Kemal'in 15 yıl önce yap-
üğuu ben ancak şimdi yapabiliyo-
rum" dedi. Biraz da bu tutumu ile
kendini Ahnanlara o denli sevdire-
bilmişti Hitler.)
Neden bu durumlara geldik? Onu-
rumuzu da mı yitirdik? Artık kendi
kendimizle hesaplaşmanın zamanı
gelmedi mi? O parlak Atatürk dö-
neminden sonra bu noktaya gelme-
mizin nedenlerini Avrupalılann ve
komşulanmızın bize düşman oldu-
ğu gibi sığ bir düşünce ile açıklama-
ya kalkmayahm. Her toplumda
Schmidt gibi, Kohlgibi çiğ kişiler ol-
duğunu da kabul edelim. Aslmda
uluslararası ilişkilerde ne dostluk
vardır ne de düşmanlık. Bunu bir
türlü kavrayamadık. Her ulus, her
devlet karşısındakilerle belli ilişki-
ler içindedir; kimi zaman dosttur,
kimi zaman çıkarlan çatışır; politi-
ka da diplomasi de burada başlar.
Siz kuvvetli iseniz karşınızdaki si-
ze dosttur, güçsüzseniz sizı ezmeye
bakar. Ne yazık ki insanlık henüz
tam anlamıyla insan olmamıştır. An-
cak kişisel bencilliklerin kötü gö-
rüldüğü gibi ulusal bencilliklerin de
kötü görüleceği gün dünyada tam
bir banş sağlanabilir, çıkar bağlan-
nın yerini dostluk bağlan alır ve dün-
ya birliği ancak o zaman kurulabi-
îir. (Bu görüş Atatürk'ün görüşü-
dür) (3). Avrupalı insanla bizim in-
sanımız belli bir açıdan bakıldıkta
epeyce farklı görünüyor. Bizım in-
sanlanmız çoğunlukla güçsüzden
yanadır. Oysa Avrupalı güçlüden ya-
na olmuştur her alanda, kişi olarak
da ulus, devlet olarak da. Burada
herhangi bir değerleme yapmıyo-
rum; gereği de yok, çünkü baktığı-
mız açıya ve duruma göre değişebi-
lir yargılanmız.
Peki ne yapmalı? Avrupa ile iliş-
ki kurmak zorunda olduğumuza ve
Avrupa Birliği'ne girmek istedığimi-
ze göre onlann kuralına göre hare-
ket etmeli, kısaca kendimizi güçlen-
dırmeye bakmalıyız. Nasıl? Önce
kendimizle hesaplaşarak: Şu son 50
yıl içinde dünya inanılmaz boyut-
larda gelişti. Bilim geometrik hızla
ilerliyor. Biz ne kattık 50 yıldan be-
ri dünya kültürüne: Bilim, sanat, fel-
sefe alanında? Bağımsız düşünme-
yi, hatta yalnızca düşünmeyi öğre-
tebildik mi çocuklanmıza; olaylar
karşısında özgürce tavır almalannı
öğretebildik mi? Eğitim sistemimi-
zi ezberden kurtarabildik mi? 1983
yılına kadar bir kültür dılı durumu-
na getırdiğimiz Türkçemizin o gün-
den bugüne (Türk Dil Kurumu'nun
yok sayılıp ortadan kaldınlmasıyla)
yozlaşmaya başladığını görebildik
mi? Kısaca herhangi bir alanda bir
şey yaratabildik mi? Aydınlanma
devrimimizden yüz çevirmekle her
şeyin bozulduğunu, dille birlikte ah-
lak alanında da çöküşün başladığı-
nı görebiliyor muyuz? Hiç kimse
kendini de, başkalannı da aldatma-
ya kalkmasın, 1930'lu yıllara dön-
memizden başka yolu yok kurtulu-
şumuzun; yeniden eğitim seferber-
liği, dil seferberliği, ekonomi sefer-
berliği yapmamızdan başka yolu
yok. Bu düşüncelerin 70 yıl öncesin-
de kaldığını söyleyenler, Atatürk'ün
"tarihin gidişini sezen", ileriyi gören
ve ılensı ıçın önen sunan bir dâhi ol-
duğunu göremeyenlerdir. IMF reçe-
teleri ile kalkman bir ulus görülme-
di şimdiye dek yeryüzünde; kalkınır
gibi görünenler de kısa bir süre son-
ra çöküveriyorlar.
Türkiye gerçeklerine uygun tek
yolun, ne sosyalizm, ne liberalizm,
yahuzca Atatürk'ün "Türkiye'nin
gerçeklerine ve gereksinimlerine uy-
gun" olarak çizdiği yol olduğunu
anlamamız zamanı gehnedi mi ar-
tık? Atatürk yolunun bütün insanlık
için doğru yol olduğunu bizden ön-
ce dünya anlayacaktır günü gelince,
belki o zaman biz de uyanınz.
(1) Gökberk 'e Armağan, TDK,
1983, s.8.
(2) B. Akarsu, Globalleşen Dün-
ya ve TürkAvdmlanma Devrimi, Bi-
lanço 1923-1998, TÜBA, II, 1. cilt,
s.l95vd.
(3) Akarsu, aynı yazı.
Fransa ile ilkokulda tanış-
tım. Annem kapının önünde
bırakıp grttığinde karşımda- _ _ _
ki kara cüppeli, upuzun sa-
kallı adam anlamadığım bir
dilde bir şeyler söylüyordu.
Gülerek elimden tuttu, beni
bir büyük odaya götürdü.
Orda daha yaşh biri vardı, o da sa-
kallı, upuzun kara cüppeli!..
Neredeydim, kimlerdi bunlar?
Attı yedi yaşlarındaydım... Şehza-
debaşı'ndaki evimızde kedi yavru-
lanmı bırakmıştım. Beyazıt Meyda-
nı'ndan geçmiş, Gedikpaşa yokuşun-
dan düşe kalka inmiş, Kumkapı'ya
gelmiştik. Sırtımda çanta, içinde ki-
tap defter. Başımda 'AS'yazılı bir kas-
ket. Yöremden geçen çocuklar ise
bere giymişlerdi, ben kasket. Bir
düşte gıbiydim. Bir anda kopanlmış-
tım bir şeylerden... Yaşama başlı-
yordum, ama nasıl bir yaşama.
Yırmi çccuk vardı sınıfta Bir de ka-
ra kuru bir kadın. Matmazel diyor-
lardı! O da bilmediğim dilde bir şey-
ler anlatıyordu. öğretmenmiş!.. Ar-
ka straya oturdum. Yanımdakinin adı
Jozef. önümdekinin de Mişel, Kir-
kor. Karatahtaya asılmış bir koca-
man resim. Mavi, beyaz, kırmızı bay-
raklann sallandığı bir sokak resmi.
Sonradan anladım, Paris'ten bir ün-
lü sokakmış! O bayraklar da Fransa
bayrağı!
Daha ilk ytlda Türkçe konuşmayı
yasak ettiler. Bir tahta parçasını el-
den ele dolaştınyor, kim Türkçe bir
söz söyterse, eline tutuşturuyorduk!
Korkmuştum, ürkmüştüm, anlama-
dığım bir dilde konuşan sakallı adam-
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
Iki Ayrı Fransa!
lardan!.. Daha ilk dinlenme süresin-
de arka kapıdan kaçmıştım.
Bırakırlar mı? Yakapaça ertesi sa-
bah yine okuldaydım. Fransız ilko-
kulunun o kocaman beton yapısın-
da Kitaplarda da hep o mavi-beyaz-
kırmızı bayrak. Yavaş yavaş sevme-
ye başlamıştım, özellıkle unlü yazar-
lardan alınmış parçalan!.. Ikinci bir dil
olmuştu Fransızca o küçük çocuk
için... Sevmemek olası mı? O, her bi-
ri beni yepyeni bir dünyaya çağıran
yazılan, şiirleri...
Fransa'yı, Fransız dilini, edebiya-
tını, yaşam biçimini o küçük yaşta
sevmiştim. Dünyaya o dilın yazarta-
nnın gözüyle bakıyordum. Bir düş,
bir hayal çocuk kafamı biçimlendi-
riyordu. O gün bugün Fransız dıline
ve edebiyatına sevgim sürdü geldi.
İnsanlık dünyasma özgürlüğün, in-
sanlığın öncülüğünü yapan bu ulu-
sa saygım sürekli artıyordu. Ne za-
mana kadar?.. Gerçekleri anlamaya
başlayıncaya!..
İnsanlık, uygarlık!.. Fransa bu gü-
zel duygulann, düşünlerin öncüsü
mü? Çocukluktakı aldatmacadan
geç uyandım belki... Bütün o kitap-
larda yer alan masalsı öykülerin dün-
yayı, insanlan yanıltan bir aldatma-
ca olduğunu sonunda anladım. Fran-
sa da, ötekiler gibi bir sömürgendi.
Afrikalılan, Asyalılan ken-
di dilini öğreterek köle-
_ leştiren bir bencil, birçı-
karcı... Savaşlarda bile
_ öne sürdüğü hep kara-
derililerdi. Çin Hindi'nde,
"Fransa Afrikası" diye
adlandırdıklan koskoca
töpraklarda, edebiyatı, sanatı ile kan-
dırdığı mityonlan sömürmekti amaç...
Ikinci Dünya Savaşı'nda Paris iş-
gal edildiğinde ülkemin bir parçası
Nazilerin eline geçmiş gibi üzüldü-
ğümü; dört yıl sonra kurtuluşunda na-
sıl sevinç duyduğumu nasıl yadsrya-
bilirim? Benim gibi, Fransız devri-
minin temel ilkelerini benimsemiş,
bu ülkelerin dünya için önemini kav-
ramış olanlann da bû duygulan pay-
laştığını biltyorum... Ama yanılmıştık!
Fransa bize hep ömek gösterildi,
her şeyimizde etkin oldu, ama hiç-
bir zaman sömürgeci niteliğinden
vazgeçmedı. Son günlerde Fransız
Parlamentosu'nda ellı milletvekilinin
oylanyla sözde "Ermeni soykınmı"
konusunda bir karar alınması içim-
deki o eskimiş, bayatlamış, yine de
kendini duyuran dostluğu, sevgiyi
yerte bir etti. Sanatçılann, edebiyat-
çılarm, düşünürlerin Fransası başka,
sömürgen, çıkarcı Fransa çok daha
başka! Ne yazık ki şimdi karşımızda
bu Fransa var.
Bu iki "Fransa"y\ birbirinden ayır-
mak, dostu dost düşmanı düşman
bilmek artık kaçınılmaz olmuştur.
Babac'lann, Gide'lerin, Aragon'larn,
Moli'ere'lerin, Descartes'lann Fran-
sası ile sömürgeci, çıkarcı Fransa'yı
birbirinden aytrmasını artk bilmeliyiz.
Sarsmak Uzerine
VedatGUNVOL
Geçenlerde birgün, odam-
da şöyle bir geziye çıkayım
dedim, ekmi kitaprafinaatın-
ca
u
Gûli>w'mGezfleri" çık-
ükısmetime. HasanÂli Yû-
cel dönemınin, toplumsal
yergi içerikli klasiklerinden
biriydi bu. Swift'in, 64 yıl-
lık kısa yaşamına sığdırdığı
bir sürii yapıtta olduğu gıbı,
bu yapıtında da değışmez
bir amaç güttüğünû, bunun
da okuyanlan tedirgin etmek
olduğunu öğreniyoruz.
1725'te kitabımn yayunlan-
ması dolayısı ile dostu, ün-
lü sanatçı AJeıander Pope'a
yazdığı bir mektupta şöyle
diyor: "Amacım insanlan
oyalamak değiL rahatlannı
kaçırmakür." Yapıtın başkı-
şisi Gûlivçr, sanal ve dûşsel
ülkelere yaptığı yolculuklar
aracüığryla dönemın lngilız
toplumuna eleştinler yönel-
tiyor. Buna bakarak şöyle
diyesim gelıyor: tnsanlan
oyalamak amacıyla kaleme
alınan tûm yapıtlar, ister öy-
kü, ister roman, ıster anı ol-
sun tûm yapıtlar, beş para
etmez ûninlerdir.
Biz de insanlan oyalamak
yerine, sarsmak, rahatlannı
kaçırmak yolunda en başa-
nlı yazar Aziz Nesin olmuş-
tur. însanlann rahatını ka-
çırmanın ereği nedir dersi-
niz? Rahaü kaçan insan, her
şeydeh önce düşûnmeye, ak-
hnı kullanmaya adımını atan
insandır. Rahaü yerinde olan
insan düşünmek istemez.
yalnız tedirgin olan insan
düşünür, Hanya'yı Konya'yı
anlamak ister. Peki bir top-
lumda, insanlann rahatını
kaçırarak onlan düşûnmeye
zorlayan kim olabilir, aydın °
kışilerden başka? Evet, ay-
dın insanın, ama gerçekten
aydının görevi, düşünmeyen
tnsanlan, rahatlannı kaçıra-
rak kafalannı ışletmeye zor-
lamaktır.
BernardStaw'a bakdırsa,
"Ingüiz, valmz rahaü kaçü-
ğı zaman ahlakh olduğunu
düşünür."
Düşünmek, akluı buyru-
ğuna girmektir. Onlü fılo-
zof Spinoza'ya bakdırsa, "En
güçlü, en bağunstz insan ak-
hn buvruğuna giren insan-
dm"
Bugün dünya nüfusunun
yüzde sekseni, ilkel durum-
da, egınmsiz, yanı aklını kul-
lanmasını bılmeyen insan-
lardan oluşmaktadır. İnsan-
lık fçin utanılası bir durum.
Hadi gelin, Ingiliz fılozo-
fu Stuart .MüTe kulak vere-
lim ve onunla birhkte şu söz-
lerle gûnah çıkaralım diyo-
rum. "Memnun bir domuz
olmaktansa, memnun ol-
mayan bir insan olmak yeğ-
dir.'' iyı mı?
PENCERE
Bu Aşk Bizim de
Romanımız...
Tilda'nın havayaçizilen incecik izdüşümü, daha
ilk görüşünde Yaşar'ın enine boyuna kocaman
gövdesinin yanı sıra belleğime yazıldı; bilmem ki
hangi yıldı?..
Insana bakarken bakmayan gözleri, hep içine dö-
nük duruşu, uzun düz saçlan, sade giyinişi, ince
yüz çizgileriyle daha o yıllarda ne istedığini bilen
bir ıstenç yumağıydı Tilda; onu hep Göğceli'yle
birlikte gördüm; Beyoğlu'nda bir lokantada, Pariste
bir kahvede, Basınköy'deki evinde, bir dost mec-
lisinde; çekingen değil, çekik...
•
Tılda'yı başka nerede gördüm?..
Yıl 1971..
Selimiye'nin avlusu..
Üç zarif kadın, silahlı görevlilerin gözetiminde bir
kapalı asken araçtan iniyoriar:
Magdi (Magdalena Rufer Eyuboğlu),
Tilda (Mathilda Kemal Göğceli),
Azra(Erhat).
Maltepe Tutukevi'nden Selimiye Kışlası'na yar-
gılanmak için getirilmişler...
Bir başka kapalı aracın penceresinden tutuklu-
lan izliyor, belleğime yazıyorum.
•
Tilda, Yaşar'ın her şeyi idi.
Koca yazann bir ömür boyu süren sevdasının ro-
manı 1923 Devrimi'nde anlamını bulur.
Yoksa nasıl buluşabilirlerdi?..
Devrimdi çöpçatan...
Yaşar Kemal, Kadirli'den kopup okumak için
Adana'ya gelmişti; edebiyat öğretmenimiz, şair
Arif Nihat Asya ile birlikte kafayı çekip bizim evin
kapısını çalarfardı; Çukurova'ya sürülmüş sakınca-
lı Abidin Dino sanki geleceğin büyük yazanna ye-
ni ufuklar açmak için oralardaydı
•
Halka doğru..
Köye doğru..
1923 Devrimi, Aydınlanma'nın hamurunu kent-
te ve köyde yoğurmaya çalışıyordu, paşa çocuk-
lanyla halk çocuklan, Köy Enstitüleri sürecinde
edebiyat, sanat, bilim harmanında buluşuyorlardı.
Görenektır, Osmanlı padişahının baştabibi, ku-
şaklar boyu Yahudi doktoriardan atanmıştır.
Tilda'nın büyük babası, Ikinci Abdülhamrt'in
baştabibi Jak Mandil Paşa idi.
Torun cumhuriyet devrimiyle özdeşleşti; edebi-
yatta "roman türü" Aydınlanma Devrimi'nin ürü-
nüdün Tilda ile Yaşar'ın sevdası da Aydınlanma'nın
romanıdır.
•
Adana Eri<ek üsesi "Müstemleke Bölümü" öğ-
rencisı Yaşar Kemal'i Adana'da tanıyan Abidin'in
abisi, paşa çocuğu Arif Dino, Göğceli'yi Nadir
Nadi'ye yolladı; büyük yazann ilk röportajlan 1950'le-
rin ilk yıllannda Cumhuriyet'te yayımlanınca herke-
sin parmağı ağzında kaldı.
Tilda ile Yaşar bu ortamda buluştular.
lyi kı buluştular.
2O¥ıci yüzyılın ikinci yansını kapsayan aşkın ta-
rihsel içeriği, bu güzel sevdanın yanm yüzyıllık bir
romana dönüşmesinde sanatsal mayasını tuttur-
du.
Peki, ben 1971 'de Sabahattin Eyuboğlu'nun eşi
piyanist Magdi'yi, Yaşar Kemal'in eşi çevirmen Til-
da'yı ve yazarAzra Erhat'ı kapalı askeri araçtan inen
tutuklular olarak görmedim mı?..
Gördüm...
1923 Devrimi rayından çıkıp karşıdevrim maka-
sına girdiği için gördüm.
20'nci yüzyılda Türkiye, her iki süreci de iç içe
yaşadı..
Veyaşryor..
Bu bizim romanımız.
ODUL TORENI
Hollywood'da
7
Altın Küre7
Heyecanı!
2000'in
En lyi Fllmleri, Oyuncuları,
Yönetmenleri, TV Dizileri
Seçiliyor...
www.ntvmsnbc.com
SPOR BELGESEL DIZI