Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 27 NİSAN 2000 PERŞEMBE
14 kultur@cumhuriyet.com.tr
Taşralüâr çok konuşmazlar'
Bruno Dumont, var olmanın tükenmeyen çelişkisinifilmlerindeçözmeye çalışıyor
ASLISELÇUK
Geçen yıl Cannes Fılm Festiva-
li'ndeen ıyı fılm seçilen İnsanhk' ad-
lı yapıtıyla "olav yönetmen' haline ge-
len Bruno Dumont bu çahşmasının
gösterimine katılmak üzere Istanbul'a
geldi. Dumont'la filmi ve taşrayaşa-
mı üzenne konuştuk.
-"lnsanlık " filminizdebirtaşraka-
sabası iie sanki insanlığın basbnlnuş
tüm sorunlanna eğilh orsunuz. Filmi-
nizde kasaba> ı bu konunun en iyi odak
noktası olarak nıı aldınız?
BRUNO DUMONT - Başta, taşra
çalışmak için sakin bir yer diye dü-
şünüyorum. Taşra aydınlık ve yalın-
dır. Aynca sesler de taşrada daha et-
kili seçilebıliyor. Şehirdeki gibi değil..
taşrada aynntılan kaçırmazsınız. Şe-
hir karmaşasında seslerin farkma va-
ramayabilirsiniz. Üstelik taşra belli
bir estetık taşır, ışıklıdır, aydınhktır.
Hem görüntü hem ses bakımından da
çok zengındır. Anlatım ve karakter-
lerin betımlenmesinde taşra iyi bir
fondur. onlan yalıtır, belırginleştirir.
Benım planlanm çok sadedir. Var ol-
manın tükenmeyen çelişkisini film-
lerimde çözmeye çalışıyorum diyebi-
lirim. Gelecek projelerimde şehri ele
almaya, işlemeye başlayacağım. Taş-
rada film çekmek birbaşlangıçtı. Taş-
ra bir anlamda doğa demektir. Ben in-
sanın dogasının yanı sıra ağaçlan, tar-
laları. ışıklan yani doğayı görüntüle-
meyı de seviyorum.
- Tekdüze gibi görûnen ve öyle ya-
şanan bir ortamda zaman aktıgı haJ-
de zamanın durağan olarak algüan-
ması niminizde bir fon oluşturuyor.
Bastinbmş. saklanan duv gulann, dav-
ranışlann açığa çıkmasnla izleyiciyi
daha mı çok etkilemeyi amaçladınız?
O> sa karakterlerin arasında neredey-
se hrçbir iletişim \ok...
DUMONT-Ben onlann arasında-
ki iletişim denebilecek durumlan yan-
sıtıyorum. "tnsanlık
rı
taki kahrama-
nım yalnızdır, hepimız, her birey bır
ölçüde \ alnız degil midir? Benim için
birey daima önemlidir. Ben insanla-
n ilk bakışta ne iseler o halleriyle gös-
termeyi istemiyorum, gerçek saydı-
ğım durumlannı yansıtıyorum. In-
sanlan olduklan gibi değil de, olabi-
lecekleri konumlanyla anlatmayı yeğ-
liyorum. Bireyler her zaman gerçeğin
birer uzantısıdırlar. Cinsellik gibi. Ör-
neğin fılmimde cinselliği yansıtırken
u
Aşk böyle yapümaz" diye vurgula-
dım. Duygulan sılip sonuçtaki şid-
deti aradım. Aşk ilişkisindeki duy-
gulan, yaşananlan atıp salt sonuçta va-
nlan şiddetli yanı çekiyorum, böyle-
ce anlattığımı daha çıplaklaştınp bir
yalıtmaya gidiyorum.
- Fdminizdeki âşıklar çok valnızdı-
lar. Aşk yaparlarken bile bu yaşanan
yalnızbk vurucu bir şekflde duyum-
samyordu.
DUMONT - Filmimdeki seks sah-
neleri gerçek değildiler. Iki ruhun
kaynaşmasını asla yansıtmıyorlardı.
Bence önemli olan cinselliği göster-
mek değil, onu simgelemektir. Ben de
fılmimde bunu yansıtıyorum, çünkü
aşk bu değildir, böyle yapılmaz.
'Doğruluğun peşindeyim'
- Fransa'da buJunduğum yıllarda
birkaç taşra kasabasııu zryaret etmiş-
tim. tnsanlar oralarda gerçekten ffU-
minizdeki gibi yaşıyorlar. rîlminizde
seçtiğiniz genel toplamın gerçeği gibi
yaşıyorlar~
DUMONT-Evet, taşradakilertek-
düzelikle, sessizlikle birlikte yaşarlar.
tnsanlar karşı karşıyadırlar, ama ne-
redeyse hiç konuşmazlar. Konuşmak
da gerekmez. Bakışlar, orada olmak,
alışılmış anlamda artık yeterlidir. Çok
ilginçtir bu oluşum, çünkü sinema
• "Taşradakiler
tekdüzelikle,
sessizlikle
birlikte yaşarlar.
Insanlar karşı
karşıyadırlar,
ama neredeyse
hiç konuşmazlar.
Konuşmak da
gerekmez.
Bakışlar,
orada olmak,
alışılmış
anlamda artık
yeterlidir."
bana göre var olmaya dair bir yansı-
madır. Var oluş değildir, var oluş si-
nema salonundan çıkış anıdır. Sine-
ma bir anlamda yaşamın koşullannı,
durumlannı ızleyene göstermektir.
"Taşram" belirttiğiniz gibi çok ger-
çekçi, fakat gerçek daima bir dış gö-
rünüştür. Başkahramanım Komiser
De Winter gerçek bir kişilik, aynı za-
manda da tümüyle gerçekten uzaktır.
Çünkü gerçek yaşamda onun gibi bir
polis memuru yoktur.
- Sanatın ve sanatçuun kimüğinde
zamanın en doğru algılanışını ortaya
koyuyorsunuz bence. Komiser De Wîn-
ter'in dedesi ressam. Ve siz de filmi-
nizle zamanın taşıyıcısının sanat ol-
duğunu gösteriyorsunuz bir anlam-
DUMONT - Bunu hiç düşünme-
miştim, çok ilginç. Şunu demek isti-
yorsunuz sanınm: Ressam dedesi ile
komiserin arasındaki ilişki, benim iz-
leyicimle kurduğum ilişki aynı şey-
ler. Ben doğru olmaya çalışıyorum.
Tıpkı bir roman okuduğunuzda doğ-
ru bir duygu yakalamanız gibi. Film-
de ne kullanırsam kullanayım izleyi-
ciye verdiğim duygulann doğru olma-
sına özellikle dikkat ediyorum. Sanı-
nm doğruluğun peşindeyim. Böyle
bir ressam, doğduğum yer Bailleul'de
yaşamıştı: Pharaoh De Winter, bilin-
meyen bir ressamdı. Ve sanatçılar ger-
çek taşıyıcılardır.. haklısınız.
- Resimleri çok güzeldi
DUMONT - Evet, bence de öyle. Sı-
radan, tanınmamış bir ressamı kul-
lanmak bana doğru geldi. Burada tab-
lodan çok önemli olan ona bakıştı.
Van Gogh koymak anlamsız olurdu.
Van Gogh'un bir tablosuna baktığı-
nızda neye baktığınızı iyi bilirsiniz.
Izleyicinin artık Van Gogh1a işi yok-
tur. Ama böyle bir ressamın tablosu-
na baktığınızda, bakışınızı kendiniz
keşfetmelisiniz. Işte bu doğru ilişki-
yi çok seviyorum. Izleyenin fılmime
birebir, doğrudan bakmasını istiyorum,
yalın ilişki kurmasını istiyorum. Film
onlan eksiltmesin, tam tersine zengin-
leştirsin. Biliyoruzki insanı fakirleş-
tiren, piyasada sayısız Amerikan fil-
mi var.
- Zamanın akışına dönersek_
DUMONT - Sinema bence bir za-
man sanatıdır. Birplan zamandır. Kur-
gu yaptığımda görecek olanlan düşü-
nerek, zamanı düşünerek kesiyorum
planlan. Film yavaş evet... Fakat bu
yavaşlığı, daha iyi görmek için, daha
iyi hissetmek, daha iyi algılamak için
yeğledim. Zamana çok ihtiyacımız
var. Günümüzde çok hızlı bir algıla-
ma sığlığı yaşanıyor. Her şeyi sev-
mek için, sevebilmek için zaman geç-
mesi gerek. Yaşadıklanmızı sindir-
memiz gerekiyor, vücudumuz her
şeyi öyle kolayca kabul edemez.. üs-
telik bubiyolojik bir olgudurda. "tn-
sanhk" fılminin ritmini insanın vücut
ritmine göre düşündüm diyebilirim.
Ken Loach, 'Yağan Taşlar'da Margaret Thatcher'ın orta sınıfı ezen politikalannı eleştiriyor
6
Denur Lady^nîn işçi kıırbaıılan
Süreyya Duru'nun 'Bedrana's topfumsal nitefikü Ok yapra.
Çağdışı törenin
çarpıcı öyküsü
TURHANGÜRKAN
"Bedrana" Süreyya Duru'nun
1974'te piyasafilmlerindenuzak-
laşarak Vfedat TürkaH ile işbirli-
ğiyle yöneldiği, ülkemizin yaşam-
sal sorunlanna ışık tutan, tophım-
sal nitelikli ilk önemli sinema ya-
pıtı. Bekir Yıknz'ın Doğu Anado-
lu gerçeğinden yanlalar getiren
"Sahipsizter" (1971) kitabmdaki
"Bedrana" ileK
BeyazTürkn''de-
ki (1973) "Hamuş" öykülerinden
derlediği filmde, kaçakçılıkişine
gönderilen kocasının yokluğunda
ırzına geçmeye kalkan ağanın ço-
banını bıçakladıktan sonra canı-
na kıyan bir köy kadınuun öykû-
sü anlatılıyor.
Anadolu toplumunu kasıp ka-
vuran tüyler ürpertici bir olay çev-
resinde geçen çağdışı bir törenin
ve kurbanlannın, kao ahiak kural-
lannın taşlaması yapılarak ağa-
lık düzeni, geri kalînışhk, batıl
inançlar. gelenek ve göreneklere
duyarh, içtenlikli bir dille eleşti-
riliyor. 1974 Karlovy Vary Film
Festivali 'nde CIDALÇ Odülû, II.
Antalya Film Festivali'nde 2. film,
kadın oyuncu ödülleri kazandı.
Güneydogu Anadolu'da genç,
güzel Bedrana (Perihan Savaş),
karşı köyden gönül verdıği yok-
sul çoban Davut (Aytaç Arman)
tarafindan töreler çiğnenerek ka-
çınlır. Evlendikten sonra Davut,
peşlerine düşen Bedrana'nın ai-
lesinden kurtulmak için yanına
sığındığı Ağa (Tuncer Necmioğ-
lo) tarafindan kaçakçıhk işine
gönderilir. Ağanın çobanlanndan
Hamza (thsan Yfice) göz koydu-
ğu Bedrana'yı dağa kaçınr. Na-
musunu savunup teslim olmayan
kadın, çobanın bagnna bıçağını
saplar.
Törelere göre saldınya uğra-
yan kadın temiz kalsa bile leke-
lenmiştir ve öldürülmesi gerek-
mektedir. Kocasının katil olması-
na gönlü elvermeyen kadın, ahır-
da ilmiği boynuna kendi geçirir.
Törelere uymak zorunda olan ko-
cası, tabancasını ipte sallanan ce-
sede boşaltır.
• 19. Uluslararası îstanbul Film Festivali bu yıl özellikle Ustalara Saygı ve Dünya
Festivalleri'nden kuşaklannın yardımıyla seyirci rekoru kırmaya hazırlanıyor. 24 Nisan'da
yapılan değerlendirmeye göre 15 Nisan'dan o güne filmleri 94 bin 317 biletli kişi izlemiş.
îstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bu sayının festivalin sonunda 115 bine ulaşmasını bekliyor.
CUMHUR CANBAZOĞLU
Festivalde son dört gün;
İKSV'den aldığımız bilgiye
göre bu yıl sinemasevenn fes-
tivale ilgisi artarak sürüyor. 24
Nisan tarihli son bilet satışına
göre 94 bin 317 kişi filmleri
bilet alarak izlemiş; geçen yıl
aynı sürede bilet satışı 88 bin-
miş.
Bu girişten sonra günün
filmlerine kısaca göz atalım.
Emek'in ilk filmi Bir Ada-
mm Yaşamından Bir Hafta'da
Jerzy Stuhr orta yaşlı bir ada-
mın öyküsünü anlatıyor hem
de şanslı bir haftasmı. Yeni ev
aldığı, kitabının basıldığı, ka-
nsının ödül kazandığı ve şar-
kı söylediği koronun tngilte-
re'de kapsamlı bir turneye çı-
kacağı hafta. Ancak her şey
insanın istediği gibi gitmez ta-
bii; çünkü adam savcıdır aynı
zamanda ve etrafmda suç ta-
şıyan bütün hareketlere karşı
kayıtsız kalamamaktadır.
tkinci fılm Etanash Gökyü-
zü'nde Moskova'da bir öksüz çocuk
doğar. Adını AnthonyÇebovkoyarlar;
çünkü ünlü yazann 100. doğum günün-
de doğmuştur ufaklık. 13 yaşına gel-
diğinde minik Çehov ilk şiirini yazar.
Sonra da aşk üzerine ilk 'olağanüstü'
bilimkurgu romanını yayımlatmayı ba-
şanr, ama ne pahasına. Yön: Vassily Pic-
hul.
Can Togay'ın, Altın Lale'de Maca-
ristan adına yanştığı ikinci uzunmet-
rajlı yapıtı Gönten IrakBirKış'taki kah-
ramanlan, iki sinema düşkünü Ladu ve
Radi. İki kafadar her hafta, köyün tek
sinema salonunda yeni filmin gösteri-
me girmesini sabırsızhkla beklerler.
Ancak filmleri merkezden dağlık böl-
geye dağıtan motorcu birkazada ölün-
ce ikilinin yaşamı da altüst olmuştur.
Ancak çocuklar pes etmezler ve eski
filmleri bir araya getirerek insanlan
mutlu etmeyi sürdürürler.
Sinemanın gücü ve yaşamdakı ağır-
lığı bu filmle bir kez daha gözler önün-
de...
ArJas-1'in filmi Tann'nın Düğfi-
nü'nde yönetmen Joao Cesar Monte-
iro, senaryosunu da yazdığı yapıtta
Tann ve din üzerine gözlemlerini sür-
dürüyor.
Yağan Taşlar ise Ken Loach'ın yine
'Yağan Taşlar'ın kahramanı ailesini geçindirmeye çahşan beş parasız bir 'emekçi'.
Demir Lady Thatcher'in orta sınıf
mahveden politikalan üzerine çektiği
bir durum değerlendirmesi şeklinde
özetlenebilir. Bu kez de kahraman, ai-
lesini geçindirmeye çalışan bir işçi...
Adas-2'nin önemli filmi Umut Yo-
hı'nda Pietro Germi, Sicilya'dan kal-
kıp Italya'nın kuzeyinde yaşanan eko-
nomik mucizeye katılıp kannlannı do-
yuımak isteyen bir grup işçinin öykü-
sünü anlatıyor. Atlas-2'nin diğer film-
leri Son Dans ve Obuanın Çağnsı.
Beyoğlu'nda Türk filmleri
Alkazar'dakı Cesaret'te, Maria Ele-
na hayatını, Lima'yı çevreleyen çölde
kurulan ve orada yaşayanlarca yöne-
tilen gecekondu bolgesi Villa El Sal-
vador'daki kadınlara adamıştır. Siddet
yanlısı Maocu devrimci grup Aydın-
lık Yol. Maria Elena'yla bağlantı ku-
rup kadmlar grubuyla ıttıfak oluştur-
mayı teklifeder.. Yönetmen AlbertoDu-
rant
Altın Lale filmlerinden BirPolonya
Köyünden Sinemanın Öyküsü nde Po-
lonyalı yazar yönetmen Jan Jakub
Kolski sinema tutkunu birini, aslında
sinemacı aileden gelen kendini anlatı-
yor 100 dakikalık filmde.
Beyoğhı sineması bugün tamamıy-
la yerli yapımlara aynlmış durumda.
Tomris Giritb'oğlu'nun ödüllü dönem
filmi Salkun Hanınun Taneleri, Reha
Erdem'in seksenli yıllardan bu yana ya-
şantımızı altüst eden köşe dönmecili-
ğin nerelere vardığmı Sorguladığı Kaç
Para Kaç. OrhanOğuz'un Îstanbul'un
hızlı gece yaşantısını anlattığı Kara
Kentin Çocukbn ve ZekiÖkten'in Ye-
şilçam'ın ustalanyla çektiği çeşitli skeç-
lerden oluşan Gûle Güle filmleri var
programda.
Kadıköy Reks'in ilk filminde, ni-
şanı bozulduğundan beri Bayan Ju-
Iie'nin morali iyi değildir. Sarhoşhal-
de kendini mutfakta babasının uşagı Je-
an'ın kollannda bulur. Jean yıllardır Ju-
lie'yi arzulamaktadır zaten... Dün ay-
nı konuyu Sjöberg'in yorumundan iz-
ledi sinemasev er; bugün de Mike Fig-
gis'in, dogmacılara özenip omuz kame-
rası kullanarak çektiği Ingiliz usulü, yep-
yeni bir Bayan JuBe var gösterimde.
tkinci film Geceyi Bekleyenler, al-
tı kahramanlı üç öyküden oluşyor. Yö-
netmen Andreas Dresen
Paul Cox'un Molokai'si bu kez
Reks'te tekrar ediliyor. Toprak ise Meh-
ta'nın Hindistan'daki ayrılıkçı hare-
ketler üzerine, görsel yanı da çok ağır
basan bir masalı.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATİLLA BtRKtYE
Terbiye ve Orhan Pamuk
Orhan Pamuk son yıllarda kendinden en çok söz
ettiren bir romancı. Yurtdışında da kendinden en çok
söz ettiren romancı.
Cevdet Bey ve Oğullan gibi bir "başyapıt"la gir-
mişti edebiyata. Daha sonra öteki romanlan geldi; ba-
şandan başanya koştu. En çok satan, en çok konu-
şulan bir yazar oldu; giderek de benmerkezciliğin en
merkezinde yer aldı.
Sonra, kendisini eleştirenlere hiç de katlanamaz ol-
du. (Ne yazık ki, edebı/estetik açıdan pek eleştirilme-
di, eleştirilemedi.) Hatta, kendisinden söz etmeyen
yayın organlarına da katlanamaz oldu. Zaten yayın
organları da ondan söz edemeden yapamaz oldu!
Kuşkusuz önemli bir yazar Orhan Pamuk; hele
Cevdet Bey ve Oğullan romanı, aklı başında her ro-
man okurunun ve her eleştirmenin ilk onuna girecek
bir kitap. Türk romanında önemli bir yapıt.
Herhalde ilk Nobel Edebiyat Ödülü'nü "alacak
olan" yazanmız. Hiç şaşmam... Yaşar Kemal'e ver-
miyortar, Metih Cevdet Anday'ı tanımıyorlar. vb.
Ne var ki -bence tabii ki- Cevdet Bey ve Oğulla-
n'ndan sonra farklı bir biçem ve biçime yöneldi. Da-
ha çok, hele hele son kitaplannda Türkiye'de yeni bir
"roman çağına" öncülük etti. İki yıl önce bu köşede
yazmıştım:
"Birromanın çok satması için uygun 'tanrtım kam-
panyası' ile o romanın çok satması için gereklı olan
'yazma biçimi' birlikte tasahanır oldu."
Bu da, tuttu, Türkiye garip bir yerdır, Pamuk'un en
kötü kitabı (Yeni Hayat) çok çok sattı.
Orhan Pamuk'un "yazariığr ile ılgili düşünceleri-
miz kısaca böyle. Gelelim, Pamuk'un -yine son yıl-
larda sık sık karşımıza çıkan- "terbiye" (edep) kav-
ramıyla ilgıli görüşlenmize.
"Kitap-lık" dergisinin Mart-Nisan 2000 sayısında,
"Orhan Pamuk Kütüphanesini Anlatıyor". Bolu dep-
reminden sonra -kütüphanesınin sarsıntısından son-
ra-, iki yüz elli krtabını seçip atmış!
Yazıda, Pamuk'un niye attığını, kıtap ve kütüpha-
ne ile ilgili göruşlerini buluyoruz. Böylece ünlü yaza-
nmızın "kütûphanesi" de -bir kısmıyla ve bir biçimiy-
le- okurtara açılmış oluyor.
Zaman zaman özellikle de taşınmalardan sonra
krtapiıklar temizlenir. Kimileri daha çok yer darlığın-
dan, kitaplannın bir kısmını ya bir sahafa satar, ya bir
kuruma, bir kütüphaneye bağışlar, vb.
Kimileri de kitapJarından hiç aynlmaz, ayrılamaz;
yer olmasa bile onlan kolilerde saklar...
Bu durum °doğal"a\\r, ancak Pamuk'un nedenleri
çok farklı. Pamuk'un "kıtaplannı atma"ya ilişkın dü-
şüncelerine/nedenlerine tanık olduktan sonra, -ya-
ayı öfkeyle bitiriyoruz. Belkı de yazının "amacı" bu/bu
son kısım!
"Bu bağımlılıktan tıpkı aşk gibi korktuğum için,
onlardanfyanıkıtaplardan) kurtulmak için bulduğum
anlaşılabilir her gerekçe beni mutlu ediyor. Son on
yılda, bunlara gençliğimde aklıma hiç gelmeyen bir
yenisi eklendı. Gençliğimde "memleketimin yazan-
dr" diye kitaplannı edindiğım, bıriktırdiğım, hatta oku-
duğum orta yaşın üzerinde pek çok yazar, son yıllar-
da enerjilerinin bir kısmını, benim yazdığım kıtapla-
nn ne kadar kötü olduğunu kanıtlamaya harcadılar.
Beni bu kadar önemsemelerıne ilk başlarda sevinir-
dim. Şimdiyse kütüphanemı boşaltmak için dep-
remden çok daha sevimlı bir gerekçe bulduğum için
memnunum. Böylece kütüphanemın Türk edebiya-
tı raflannda, elliyaş ileyetmış yaş arasında, doğuş-
tan hayatı kaymış, yan başanlı, yan şaşkın, vasat, er-
kek ve kel yazahann kitaplan hızla eksiliyor."
Kendi adıma bu satırları okuyunca öfkelendim. Üs-
telik bu yazının yayımlanmasına da öfkelendim. Pa-
muk daha çok Tahsin Yücel'e gönderme yapıyor, ko-
nuyu bilenler için bu çok açık!
Tahsin Yücel, Türk edebiyatının, saygın ve önem-
li adlanndan biri. Acaba Pamuk, kitaplan çok satıyor,
Batı'da yayımlanıyor diye mi, hakaret etme hakkını
kendinde buluyor!
Yırmi iki yıldır yazan biri olarak öfkelendim! Keskin
sirke küpüne zararmış! Krtaplığımdan Cevdet Bey ve
Oğullan'n\ alıp, çöp tenekesine atmak istedim! Kita-
bı elime alınca, kitabın bu durumla hıçbir ilgisi olma-
dığı geldi aklıma!
Daha sonra da içimdeki tecimsel ruh baskın çıktı!
Çünkü Karacan Yayınlan'ndan çıkan ilk basımı Or-
han Pamuk bana imzalamıştı -o zamanlar ben, Pa-
muk'tan daha ünlüydüm; Pamuk, Orhan Kemal Ödü-
lü'nü almamıştı: Can Yayınlan'na geçmemişti vb. vb.
llerde, belki çok da ilerde değil; az bir zaman son-
ra, Orhan Pamuk Nobel'i alsa da almasa da elimde-
ki kitapla zengin olabilınm. Antikacılar, sahaflar pe-
şimden koşabilir!
özcesı, Orhan Pamuk'un kitabın birinci sayfasına
"kendi elyazısıyla" yazdığı şu ibareyi görünce, kita-
bı evin en güvenii yenne sakladım:
"Sayın Atilla Birkiye'ye saygıyla. 13.4.1982 -imza-
Orhan Pamuk."
Hterapolis Arkeoloji Müzesi açridı
• DENtZLİ (AA)-1997 yılında restorasyon
çalışmalanna başlanan ve 130 milyar lira harcanan
Pamukkale'deki Hierapolis Arkeoloji Müzesi,
Kültür Bakanı tstemihan Talay'ın katılımıyla
açıldı. Pamukkale'ye otobüs girişinin
yasaklanacağını ve bölgeye gelen turistlerin
taşınması için yeni bir sistemin geliştirileceğini
belirten Talay, Pamukkale'nin UNESCO'nun
dünya miras listesinde yer aldığmı söyledi. Aynca,
müzelerin 'kentin aynası ve prestij alanlan'
olduğunu, dolayısıyla Pamukkale'nin son yıllarda
layık oldugu şekilde düzenlenmesi için yoğun
çalışma hazırlıklanna başlandığına dikkat çekti.
İSTANBUL FİLM FESTİVALİ'NDE BUGÜN
• EMEK'te 12.00 \e 19.00'da 'Bir Adamın
Yaşamından Bir Hafta'; 15.00'te 'Elmash
Gökyüzü' ve 21 30da Gözden Irak Bir Kış'
izlenebilir. (293 84 39)
• ATLAS l'de 12.00 ve 19.00'da 'Yağan Taşlar';
15.00 ve 21.30'da 'Tann'mn Düğünü' görülebilir.
(252 85 76)
• ATLAS 2'de 12.00'de 'Son Dans'; 15.00 ve
21.30'da 'Umut Yohı'; 19 00 da 'Obuanın Çağnsı'
yer alacak. (252 85 76)
• ALKAZAR'da 12.00'de 'Bir Potonya
Köyünden Sinemanın Öyküsü', 15.00 ve 21 30da
'Cesaret'; 19.00'da 'Bedrana' adlı filmler yer
alacak. (293 24 66)
• BEYOĞLU'nda 12.00'de 'Salkun Hanınun
Taneleri'; 15.00'te'Kaç Para Kaç'; 19.00'da
'Kara Kentin Çocuklan'; 21,30'da 'Güle Güle"
izlenebilir. (251 32 40)
• REKS'te 12.00'de 'Bayan JubV; 15.00'te
'Geceyi Bekleyenler'; 19.00'da 'Molokai';
21.30'da 'Toprak' gösterimde olacak. (336 01 12)