02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19ARALIK2000SÂLI 14 J v U I - j J . LJjLl. [email protected] SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Bflhıı ve /ya da nısaııBilimin insanlığın hizmetinde ol- duğu söylenir de, pek çok alanda- ki aşın biçimde uzmanlaşma yo- luyla, bilginin gitgide daha çok, bi- lim adamının tekeline geçtiği göz- den kaçar. Bilim tutkusunun, bilim adatnı ile ınsan arasındakı, "insan olma" ortak paydasını korumakta zorlandığı gerçeği ise bir dolu sine- ma yapıtına ve romana konu olmuş- tur. AllPoyrazoğlu'nun, D. Keyes ta- rafindan yazıldığında bilimkurgu niteliği taşıyan "Algernon Için Çi- çekler" romanından uyarlayarak sahnelediği "Kobay", bilim tutku- su ile insan olma olgusu arasında- ki bozulmuş dengenin irdelendiği bir oyun. Büyük olasılıkla aynı roma- na dayanılarak çevrilen ve başo- yuncusu CliffRobertson'a 1968 en başanlı erkek oyuncu Oscar ödülü- nü kazandıran, Ciaire Bloom'un da rol aldığı, Ralph Nelson yönetmen- liğindeki "Chariy" adlırenkliHolly- vvood melodramını -özellikle de ço- cuk bahçesindeki sahncakta sallan- ma sahnelerini- hayal meyal hatır- lar gibiyim. Poyrazoğlu bu filmi görmemiş, romandaki verileri, siya- sal faşizmin yerini almakta oldu- ğunu düşündüğü büimsel faşizmi di- le getirecek bir bakış açısmdan de- ğerlendirerek sahneye taşımış. Büyük emek ürünü bir sahne ola- yıyla karşı karşıyayız. Sahnenin karanlık derinliği ıçınde neredey- se uçuşan ve hareket halindeyken yer yer Roşar psikolojik testlerin- deki kelebek görüntülerine dönü- şen, çeşitli düzlemlerdeki bir dolu tek kanath kapının egemenliği al- tındayız. Bir bilimsel araştırma ku- rumu burası. Banş Dinçel'in sah- ne tasanmındaki estetik kusursuz- luk, oyunun olmazsa olmaz devi- nimini oluşturma yolunda yaman bir işlev taşırken oyunun içeriğiy- le de tamı tamına örtüşüyor. Bir tıp kurumunun birbirine benzer be- yaz kapılanndan geçip geçip de aradığımz yere ulaşamadığınız an- larda yaşadığımz bunalımla, yolu bilen hastane personelinin kapıla- rı hızla açıp istedikleri mekâna ulaşmakta gösterdikleri beceri ara- sındaki karşıtlığı, oyun boyunca görsel düzeyde yaşıyorsunuz. Has- tane personelinin hareketlerine hız kazandıran hareketli kapılar sizin için sonu gelmez bir labirentin şa- şırtıcı bölmelen. Yüfcsel Aymaz'ın sahnenin tüm teknik olanaklannı değerlendirdiği ışık tasanmı eşli- ğinde iki saat boyunca oyunun te- mel dış devinimini oluşturan kapı- lar, koreografısinin kahramanlan ise aynı zamanda hastane personelini canlandıran genç oyuncular: Zûhal Öztürk,BurcuGöneş,Esra Pamuk- çu, Koray Onur,Okan ÇiviKkve Le- ventCan. Labirentin ilk konuğu Einstein adlı fare. Iki araştırmacı profesör, zekâ geliştirme yönünde geliştir- dikleri "übbi müdahale" yöntem- lerini Einstein'a uygulayıp başan- lı olmuşlar. Ancak yaşadıklan bilim- sel tutku Einstein'ın yaşamınınge- ri kalan bölümünü izleme ve so- nuçlan gözlemleme zorunluluğu- nu göz ardı etmelerine yetiyor. Ali Poyrazoğlu, hem proje ortağı, hem rakıp iki profesörü karikatürleştir- mek yerine her ikisinin kişilik özel- liklerini de çizmiş. Oyunun ağır yükünü taşıyan bu iki rolden birinde Suzan Aksoy var. Insanı insan olarak görme duygu- sunu yitirmiş doktorlara özgü kli- şeleşmiş sevecenliği ve nezaketi ba- şanyla sergiliyor; iki bilim insanın- dan daha hırslı, ama daha duygusal olanını canlandınrken kimseye rol yapmak zorunda olmadığı anlarda- ki duygulanna ve tepkilerine bırkaç damla daha derinlik katması bekle- niyor. Erkek profesörü oynayan ÖmerÇiftçioğİu ise kadın meslek- taşına karşı daha az yırtıcı, bilim ada- mı olarak da daha çekinceli bir ta- vır sergilerken erkek araştırmacı- nın biraz içine kapanık, biraz mız- mız yaradılışını dozunda bir oyun- culukla yansıtıyor. 'Geçiş' sahneleri çok keyifli Iki profesörün tek derdi Einstein olsa, olay dramatik bir boyuta ulaş- mayacak. (Tıp dünyasında araştır- manın temel kobayının fare olma- suıa alışığız.) Ama onlar buluşlan- nı bir insan üstünde denemek isti- yorlar. Zekâ özürlü (IQ'su 58), spas- tik Mehmet Can, bu deneye aday oluyor. Artık bir insanın iç dünya- sı da kanşmıştır bilimsel araştırma- nın kobay karşısındaki duygusuz işlerliğine. Mehmet Can da tıpkı Einstein gibi labirentte yolunu bul- maya çalışacak. Ve zihninde kapı- lar açılacak. Mehmet Can'a ilk testleri uygu- layan iki genç psikoloji asistanını BerrakYıktanm ve OnurŞenay can- landınyor; henüz hocalannın "ba- şanlı olma hırsı" ile örülmüş zırh- lannı giyme aşamasında olmadık- lanndan, fare Einstein'a neşeli bir oyun arkadaşı gözüyle bakarken şimdi karşılanna çıkan Mehmet Can'la olan ilişkilerini biraz şaş- kınlıkla, biraz kendileri gibi insan olan biriyle çalışıyor olmanın getir- digi rahatsızlıkla, gerçek bir seve- cenlıkle, belli belirsiz bir hüzünle sürdürüyorlar. Hıçbir abartıya kaç- madan sundukları özenli, doğal oyunculuk bana çok etkileyici gel- di. Bir de Zeynep var. Kırk iki yaşın- daki öğrenmeye tutkulu Mehmet Can'a okumayı, yazmayı öğretmek için çırpman, insana -hangi koşul- lar içinde olursa olsun- yalnızca in- san olarak bakabilme özelliğini yi- tirmemiş, duygu ve sevecenlik yük- lü, sabırlı ve umutlu bir güzel ya- ratık. Ozden Ayyıknz, Zeynep'i son derece denetimli bir duyarhkla can- landınrken gelecekte oynayacağmı umduğum Çehov rollerinde de ba- şanlı olacağının müjdesini veriyor. Bütün bu oyun kişileri sahnede kı- sa tablolar içinde yer aldıktan son- ra oyun dışına çıkarak bir anda hız- lı kapı koreografisinin bir parçası oluyor. Böylece, perde hiç kapan- madan ya da sahne bütünüyle karar- tılmadan hızla akıyor oyun. Üstelik "geçiş" sahnelerini izlemek çok ke- yifli... Bütün bunlan dile getirirken Ali Poyrazoğlu'nun yalnızca kendisi- nin parlayacağı bir başrol oluştur- ma kaygısında olmadığını, yazar ve yönetmen olarak dört dörtlük bir tiyatro olayı kotarmamn her boyu- tunda yoğun bir emek harcadığını vurgulamak istiyorum. Oyun kişi- lerinin biçimlenişi, gereksiz hiçbir sözün yer almadığı söyleşimlerin ya da monologlann düzenlenişi, açık biçim ve kapalı bıçim tiyatro anlayışlanmn birbirini bütünler bir yaklaşımla kullanılması, tablolarm sahne üstünde akışına katılan este- tik boyut, görsellik ve işitselliğin oyun için gerekli ölçülerde seferber edilmesi, sahne ve ışık tasanmı ile sahnede yer alan duyarlığm örtüş- mesi, sonuç olarak da sahne olayı- nı var eden tüm öğelerin buluştunıl- duğu yüksek düzeyde bir yapım oluşturulması için harcanmış ve tam verimle değerlendirilmiş bir sanat- çı kişi emeği söz konusu. Ali Poy- razoğlu, uyarlamacı, yönetmen ve yapımcı olarak bugüne dek yaptık- lannın en iyisini yapıyor. Onur verici dönüm noktası Mehmet Can'ın sahneye çıkma- sıyla birlikte fare Einstein da önem- li bir oyun kişisi olarak beliriyor karşımızda. Çünkü Mehmet Can'ın rakibi Einstein. Mehmet Can onun- la yanşacak, onun gibi zeki, onun gibi becerili olmaya çalışacak, onu kıskanacak, onu geçecek ve onun- la aynı yazgıyı paylaşacak. Fare Einstin Mehmet Can'ın gözünde insanlaştıkça, Mehmet Can'ın dra- mı da derinleşiyor. Dünyaya spas- tik ve zihin özürlü gehniş olmaktan başka hiçbır kusuru olmayan Meh- met Can'ın önce "çocuksu", ame- liyattan sonra da "çokgetişmiş" dü- şünce düzeneğinden izledığimrz "evren"i yalnız insamn değil, tüm canlı varhklann sevgiye ve saygı- ya değer olduğunu ımleten bir ko- runak olarak algılama özlemine var- dığımız noktaya dek... Ali Poyrazoğlu, adaletin eşit ola- rak dağıtılmadığı bir evrende, kırk iki yılını başkalan tarafından "fark- h" ve "aşağı" görülerek, başkala- n karşısındaki eksikliklerinin buna- lımını yaşayarak geçirdikten sonra ortalamanın çok üstünde bir zekâ- ya kavuşan kobayı canlandınrken içindeki çocuğu dinliyor. Bu ne- denle baştan sona (değişim öncesin- de de, sonrasında da, daha sonrasın- da da) seyircinin yüreğini Mehmet Can'mkiyle birlikte attırmayı ba- şanyor. Müthiş bir bedensel ve zi- KühürServia-Britanya'da50yıldır ef- sane olan Rudyard KipHng, ününü, onu aşı- n milliyetçi küçük Ingiltereci olarak nitelendiren eleştirilere karşın kuşaklar bo- yunca sürdürdü. Ama yeni bir kitap, nazik, kibar bir aile adamı olarak bilinen yazann, kansını sinirsel bir çöküş yaşadığı snada terk ettiğıni açığa çıkardı. Biyografıcilervehayranlan Kiphng'ın ka- nsı Carofine(Carrie)Bakstier tarafından acı- masız bir biçimde baskı ve kontrol alhnda tutulduğuna inanıyor. Bir Kipling hayranı olan yazar Adam Nichobon, ise,şainn trav- matik bir çocukluk sonrası olduğuna ve ka- nsını trajik bir biçimde kötüye giden bir evlilikle başa çıkmak için mücadele eder- ken yıktığına inanıyor. Nicholson tarihin Kipling'in kamusal ve özel kişilikleri ara- sındaki aynmı gözden kaçırdığına inanı- yor. "Kipüngtophıhıkicindeetkfleyiciolma- yııyibflmesne karşmivibireşdeğSdL Onun nazik davranışı bûyük bir mizantropiyi (in- sanlardan kaçma) maskekdi ve bundan za- rar gören kişi de Carrie'ydi." Mayıs 2001 'de yayımlanacak 'NefiTt Edi- len Eş' adlı kitap, 'Kısa Khaplar' dızısının ilk bölümünü oluşturuyor. Bu kitapta, Nic- holson, Kipling'in Carrie'nın erkek karde- şı VVolcott'la bir ılişkisı olmuş olabileceği- ni ve onun ölümünden sonraumutsuzluk için- de Carrie'yle evlendiğini ileri sürüyor. Carrie, duyarsızlığın, kendini beğenmış- liğin ve kavgacılığın uç noktasındakı ru- huyla kesinlikle kolay bir kadın değildi. AmaNicholson onun Kjplıng'e denn biraşk- AolLobay, yalnız Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun değil, Türk tiyatrosunun son on yıl içinde sunduğu tiyatro işçiliğinin en sevindirici örneklerinden biri. Oyun kişilerinin biçimlenişi, monologlann düzenlenişi, açık biçim ve kapalı biçim tiyatro anlayışlannın birbirini bütünler bir yaklaşımla kullanılması, estetik boyut, sahne ve ışık tasanmı ile sahnede yer alan duyarlığın örtüşmesi, sonuç olarak da sahne olayını var eden tüm öğelerin buluşturulduğu yüksek düzeyde bir yapım oluşturulması için harcanmış ve tam verimle değerlendirilmiş bir sanatçı kişiği emeği söz konusu. hinsel denetim gerektiren rolünü hiçbir kusuru saklamaya izin verme- yen incecik bir giysi gibi taşırken alabildiğine rahat, soğukkanlı, du- yarlık ölçüsü her an tutarh, seyir- cinin nabzım sürekli yüksek tutan bir oyunculuk sunuyor. Mehmet Can'ın zekâsmdaki ve beden de- netimindeki değişim ve dönüşüm anlannı alabildiğine doğal kılarak, Frankenştayn ya da Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi örneklerde izlediği- miz abartılı görsel ve işitsel deği- şim noktalanndan yararlanmadan etkili olabiliyor. Mehmet Can'ın yaşadığı, incecik işlenmiş, incecik tartımh, aklı sevginin buyruğuna verme başansına usulcacık ulaşan serüven, bilimsel araştırma kuru- munun oyunu çerçeveleyen hızlı, mekanik, görsel vurgusu yoğun de- vinimiyle kusursuz bir karşıdık oluş- turuyor. Mehmet Can'm öyküsünü çevre- leyen iki an var. Kobay olmaya aday Mehmet Can, oyun başmda çocuk- su bir inançla, "Ametiyattan kork- mam ben, muskam var, muskam var," diyor boynundaki muskayı çe- kiştirerek. Oyun sonunda ise yıne korkmadığını belirtmek için mus- kasına sanlıyor. Ama Poyrazoğ- lu'nun "muskam var" deyişinin na- sıl bir değişimden geçtiğini, ancak onu sahnede izledığiniz zaman al- gılayabiliyorsunuz. "Kobay" yahıız Ali Poyrazoğlu Ti- yatrosu'nun değil, Türk tiyatrosu- nun son on yıl içinde sunduğu tiyat- ro işçiliğinin en sevindirici örnek- lerinden biri. Oyuncu Ali Poyra- zoğlu için ise 40 yılını bağladığı ti- yatroculuk serüveninde, tıpkı yak- laşık on yıl önce, Çehov'un son yıl- lannı anlatan "Uzaktan Gelen Pfya- no Sesleri" oyununda Çehov'u can- landınrken ulaştığı gibi, onur veri- cı bir dönüm noktası... YAZI ODASI SELİM İLERİ Romanlardaki Adlar Yeniyetmeliğimde Adapazarı'na sıkça gidip ge- lirdik. Annemin, anneanemin hemen bütün akra- balan orada sakin bir hayat içinde yaşıyoriardı. Bazı zamanlardüğünlere, nişanlaragidilirdi. Öy- le gecelerden havuz başında ışıklar, renkli ampul- ler, yaz esintileri hatırlıyorum. Bir ara, akrabamız genç hanımlann kız çocku- lanna hep Belgin adını verdiklerini fark etmiştim. Bunun sıınnı kendi kendime çözmüş ve büyük bir keşifte bulunduğuma inanmıştım: Belgin, yani Bel- gin Doruk, yani Küçükhanımefendi... Belgin Do- ruk, Türk sinemasının çok sevilen bir oyuncusuy- du. Küçükhanımefendi'ler arka arkaya çevriliyor, her biri toplumu etkiliyordu. Sonradan bu ad olgusunun Türk toplumunda sev- gi göstergesi niteliğiyle neredeyse bir sosyoloji oluşturduğunu öğrenecektim. Ankara Radyosu'nun ünlü tango şarkıcısı Zeh- ra Eren, bir söyleşimizde, o yıllann kız çockulan- na Zehra, erkek çockulanna Eren adının verildiği- ni söylemişti. Annebabalar yüzünü görmeyip se- sini dinledikleri, tangolanndan hülyalar devşirdik- leri bir yıldıza böylelikle sevgilerini söylemiş olu- yorlardı. Radyonun o yıllarda Türk toplumu üzerinde bü- yük etkisi var. Ama yalnız radyonun mu? Roman kahramanla- n da tutkunluklar uyandınyor. Kerime Nadir'in Romancının Dünyası adlı anılannı okuyanlar, Na- lan adının kuşaktan kuşağa nasıl akıp geldiğini bi- lirier. Yıllarönce HBB'de kitap programı yaparken ro- manlar sevdalısı Akrep Nalan'ı çağırmıştım. Aşk romanlanndan söz açtığımızda, konuğum, adının Hıçkınk'tan çıkageldiğinı anlatmıştı. 1950'lerde doğmuş pek çok Nilgün Hanım var- dır. Nilgün Refik Halid'in çok sevilen üç ciltlik ro- manından sonra çok sevilen bir ad olur. Bunlann hepsi, toplumun duygu tarihini kavra- mamız için birer örnek, birer olanak. Sevilmiş eser- ler, sevilmiş sanatçılar adlanyla yaşatılarak dö- nemden döneme iz bırakabilmiş. Kerime Nadir, Funda romanının aynı etkiyi ya- rattığını belirtir. Funda, genç hanımlann adı oldu- ğu ölçüde birtakım tecimsel işletmelerin adı olmuş. Funda Kasabı ardı sıra gülücüklere yol açmışsa bi- le, o kasaplann roman, gönül inceliğıni açık seçik vurguluyor. Böylesi bir ad benim yazariık hayatıma da na- sip olmuştur. Seni Kalbime Gömdüm'de Türkân Şoray'ın adı Eylül'dü. Ortalıkta üç beş Eylül kah- vesi, bir kuyumcu, beş on da kız çocuğu... Ne var ki Eylül adını ben değil, Türkân Hanım takmıştı. Sonra toplumu etkileyen unsurlar değiştıkçe, şu 'yûkselen değerter' ortaya çıktıkça, bu adlan, bu hülyalan yitirdik. Bir zamanlar yaz yolculuklanna çıkarken Akde- niz'e doğru birçok masum köy kahvesınin tabela- sında Dallas adını ürpererek okumuştum. İlk be- lirtilerdi: Şiir, hülya, romantizm, duyarlık, yerli dün- yanın kendine özgü renkleri bizden el ayak çeki- yordu. Artık kimsenin adı Çalıkuşu Feride ya da hıçkı- nklı bir Kenan olmayacaktı. Takma adlar dolaşıyor- du ortalıkta: Divinia, Isaura, Ceyar... Günümüzde o karanlık tam bir saltanat kurdu. Adı ülkülerle donanmış bir Türk ktzına bağlılığı dile getiren, adlan Feride olan annelerle büyümüş bizler, bugünün değerler skalasını kavramaktan elbette çok uzağız. Ne yazılar çiziler, ne konuşma- lar, ne öneçıkartılan kişiler, hiçbiri bizi umutlu kıl- mıyor. Tam tersine, derin bir yalnızlık içinde, bizi kuşatan bayağılıklara bakakalıyoruz. Bazı dostlanm 'güncel'\ çok az yazdığımdan ya- kınıyorlar. Roman adlannın, romanlardaki adlann güzelli- ğini yazmaya çalışmak, sadece lüksün peşinde koş- mak mıdır? Takvimde tz Bırakan: "Abdülcanbaz'ı izlemek, 'Sanat; yaşanan reel- hayatın bizeyitirttiğideğerierin anımsanması, unut- tunılmaması çabasıdır" sözünü hatıriarsak, birnos- taljiyiyaşamaktan ibaret birşey değil bence. Unu- tulmayan, unutturulamayan yanlanmızın günün birinde, birey olarak da, ulus olarak da kazanıla- bileceği umudunu canlı tutmayı amaçlayan duy- gusal ve entelektüel bir tutku bence..." Ünsal Os- kay, Tek Kişilik Haçlı Seferleri, Inkılâp Kitabevi, 2000. Yazar Kipliııg'iıı zalim yani Yeni kitap, bilinenin aksine Rudyard Kipling'in trajik biçimde kötüye giden eviiüklerinde kansı Carrie'yi terk ettjğmi belirtiyor. la bağlı olduğuna ve yüklendiği aile ve iş sorumluluklannı omuzlarken ihmale uğra- masına karşın tüm yaşamını umutsuzca Kipling'e adadığı görüşünde. "Onaihtiya- a olduğunda hiçbir zaman yanmda olmaz- dı ve kendisini pohpohlayan kentfi erkekler dünyasuun sonunda haftalarcaortadan>ok olacaknf Kipling'in aşın derecede yakın ol- duğu ailesi Carrie'den ilk görüşte nefret et- ti ve bu hiçbir zaman değışmedi.. 1899'da Carrie'nın ailesıne bir ziyaretten sonra In- giltere'ye dönerken yüksek ateşten ölen al- tı yaşındakı Josephine'in ölümünden son- ra ihşkıleri daha da bozuldu. Kipling'in kı- zının ölümünden dolayı kansını suçladığı- na -kışın denızaşın yolculuk yapmakta ıs- rar etmişti- ve onu yas tutarken tek başına bıraktığına ilişkin iddialar var. Bu .Car- rie'nın günlüklerinin onun sinirsel bir çö- küş yaşadığını ortaya koyduğu dönemdı, birkaç ay sonra çekilen fotoğraflanndan ko- yu kahverengi saçlannın agarmış olduğu görülüyordu "BeUd de bu günlükler daha başka bir anlama gefir: Kocasının ona kar- şı aflesinin tarafinı yeğiedigi ve üzerine tit- rediği kızının ölümüvie kendisine dahi bir adama hizmetetmekgibi değeri biünmeyen tek bir amaç edinen, yanhş anlaşılmış ve horgörülmuş bir kadmın içini dökmeleri'" 1915'te Kıplıngler, tek oğullan John'un Fransa'da öldürülmesıyle ikincı bir felake- te uğradı. KıpUng kansını artık hemen he- men tümüyle terk etti. Nicholson'ın iddialan Kipüng' in öğren- cilerini kızdırdı."Bu, kendi çıkan için bir tardşmayaratmak isteyen birinin işjdir" di- yor KipfingDemeği'nın onursal sekreteri ve The KiplingJournal ınedıtörii SharadKes- kar. "Carriehuysuzbir kadmdıve KipBng'in ününüçok ktskanınta.Ona demirbir çubuk- tahükmettiv^ Kiplingbunakadanmayıgüç buklu." Geçen yıl yayımlanan Kipüng bi- yografisınin yazan Andrevv Lycett ise "Bu iddialan destekleyecek hiçbir kanrt yoktnr. O çok zor bir kadmdı ve Kipüng ona karşı destekleyki ve anlayışh. olmuştur. Bu yeni tarbşmalan onaylayacak çok kişi çıkmaya- caknr" diyor. Aralık Sall 2000. saat 18:30 Beyoğlu'nda Beyoğlu'nu Konuşmak \öneten: Artun Ünsal Prof. Dr. Nur Akın . ' "19. ^üzyılın tkıruı ^an»inda Calata ve Pera" kıtabının vazan . fİİB !if JJ1 müziRusövuşııeR Aralık Perşenıbe 2000. s aat 18:30 w4 Beyoğlu'nda Avrupa Müziği Franz Liszt'in Pera Günleri" Emre Aracı Müzık ve söyleaı YAPI -'e KRH3J KÜLTÛR SANAT Vapı Kredı Kültür Merkezı Sermet Çıfter Araştırma Kütûphanesf YAYINCIUK Istıklal Cad No 285, Kat 1. Beyoğlu 21
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear