Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 19ARALIK2000SÂLI
14 J v U I - j J . LJjLl. kuKur@cumhuriyet.com.tr
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Bflhıı ve /ya da nısaııBilimin insanlığın hizmetinde ol-
duğu söylenir de, pek çok alanda-
ki aşın biçimde uzmanlaşma yo-
luyla, bilginin gitgide daha çok, bi-
lim adamının tekeline geçtiği göz-
den kaçar. Bilim tutkusunun, bilim
adatnı ile ınsan arasındakı, "insan
olma" ortak paydasını korumakta
zorlandığı gerçeği ise bir dolu sine-
ma yapıtına ve romana konu olmuş-
tur.
AllPoyrazoğlu'nun, D. Keyes ta-
rafindan yazıldığında bilimkurgu
niteliği taşıyan "Algernon Için Çi-
çekler" romanından uyarlayarak
sahnelediği "Kobay", bilim tutku-
su ile insan olma olgusu arasında-
ki bozulmuş dengenin irdelendiği bir
oyun. Büyük olasılıkla aynı roma-
na dayanılarak çevrilen ve başo-
yuncusu CliffRobertson'a 1968 en
başanlı erkek oyuncu Oscar ödülü-
nü kazandıran, Ciaire Bloom'un da
rol aldığı, Ralph Nelson yönetmen-
liğindeki "Chariy" adlırenkliHolly-
vvood melodramını -özellikle de ço-
cuk bahçesindeki sahncakta sallan-
ma sahnelerini- hayal meyal hatır-
lar gibiyim. Poyrazoğlu bu filmi
görmemiş, romandaki verileri, siya-
sal faşizmin yerini almakta oldu-
ğunu düşündüğü büimsel faşizmi di-
le getirecek bir bakış açısmdan de-
ğerlendirerek sahneye taşımış.
Büyük emek ürünü bir sahne ola-
yıyla karşı karşıyayız. Sahnenin
karanlık derinliği ıçınde neredey-
se uçuşan ve hareket halindeyken
yer yer Roşar psikolojik testlerin-
deki kelebek görüntülerine dönü-
şen, çeşitli düzlemlerdeki bir dolu
tek kanath kapının egemenliği al-
tındayız. Bir bilimsel araştırma ku-
rumu burası. Banş Dinçel'in sah-
ne tasanmındaki estetik kusursuz-
luk, oyunun olmazsa olmaz devi-
nimini oluşturma yolunda yaman
bir işlev taşırken oyunun içeriğiy-
le de tamı tamına örtüşüyor. Bir
tıp kurumunun birbirine benzer be-
yaz kapılanndan geçip geçip de
aradığımz yere ulaşamadığınız an-
larda yaşadığımz bunalımla, yolu
bilen hastane personelinin kapıla-
rı hızla açıp istedikleri mekâna
ulaşmakta gösterdikleri beceri ara-
sındaki karşıtlığı, oyun boyunca
görsel düzeyde yaşıyorsunuz. Has-
tane personelinin hareketlerine hız
kazandıran hareketli kapılar sizin
için sonu gelmez bir labirentin şa-
şırtıcı bölmelen. Yüfcsel Aymaz'ın
sahnenin tüm teknik olanaklannı
değerlendirdiği ışık tasanmı eşli-
ğinde iki saat boyunca oyunun te-
mel dış devinimini oluşturan kapı-
lar, koreografısinin kahramanlan ise
aynı zamanda hastane personelini
canlandıran genç oyuncular: Zûhal
Öztürk,BurcuGöneş,Esra Pamuk-
çu, Koray Onur,Okan ÇiviKkve Le-
ventCan.
Labirentin ilk konuğu Einstein
adlı fare. Iki araştırmacı profesör,
zekâ geliştirme yönünde geliştir-
dikleri "übbi müdahale" yöntem-
lerini Einstein'a uygulayıp başan-
lı olmuşlar. Ancak yaşadıklan bilim-
sel tutku Einstein'ın yaşamınınge-
ri kalan bölümünü izleme ve so-
nuçlan gözlemleme zorunluluğu-
nu göz ardı etmelerine yetiyor. Ali
Poyrazoğlu, hem proje ortağı, hem
rakıp iki profesörü karikatürleştir-
mek yerine her ikisinin kişilik özel-
liklerini de çizmiş.
Oyunun ağır yükünü taşıyan bu
iki rolden birinde Suzan Aksoy var.
Insanı insan olarak görme duygu-
sunu yitirmiş doktorlara özgü kli-
şeleşmiş sevecenliği ve nezaketi ba-
şanyla sergiliyor; iki bilim insanın-
dan daha hırslı, ama daha duygusal
olanını canlandınrken kimseye rol
yapmak zorunda olmadığı anlarda-
ki duygulanna ve tepkilerine bırkaç
damla daha derinlik katması bekle-
niyor. Erkek profesörü oynayan
ÖmerÇiftçioğİu ise kadın meslek-
taşına karşı daha az yırtıcı, bilim ada-
mı olarak da daha çekinceli bir ta-
vır sergilerken erkek araştırmacı-
nın biraz içine kapanık, biraz mız-
mız yaradılışını dozunda bir oyun-
culukla yansıtıyor.
'Geçiş' sahneleri çok keyifli
Iki profesörün tek derdi Einstein
olsa, olay dramatik bir boyuta ulaş-
mayacak. (Tıp dünyasında araştır-
manın temel kobayının fare olma-
suıa alışığız.) Ama onlar buluşlan-
nı bir insan üstünde denemek isti-
yorlar. Zekâ özürlü (IQ'su 58), spas-
tik Mehmet Can, bu deneye aday
oluyor. Artık bir insanın iç dünya-
sı da kanşmıştır bilimsel araştırma-
nın kobay karşısındaki duygusuz
işlerliğine. Mehmet Can da tıpkı
Einstein gibi labirentte yolunu bul-
maya çalışacak. Ve zihninde kapı-
lar açılacak.
Mehmet Can'a ilk testleri uygu-
layan iki genç psikoloji asistanını
BerrakYıktanm ve OnurŞenay can-
landınyor; henüz hocalannın "ba-
şanlı olma hırsı" ile örülmüş zırh-
lannı giyme aşamasında olmadık-
lanndan, fare Einstein'a neşeli bir
oyun arkadaşı gözüyle bakarken
şimdi karşılanna çıkan Mehmet
Can'la olan ilişkilerini biraz şaş-
kınlıkla, biraz kendileri gibi insan
olan biriyle çalışıyor olmanın getir-
digi rahatsızlıkla, gerçek bir seve-
cenlıkle, belli belirsiz bir hüzünle
sürdürüyorlar. Hıçbir abartıya kaç-
madan sundukları özenli, doğal
oyunculuk bana çok etkileyici gel-
di.
Bir de Zeynep var. Kırk iki yaşın-
daki öğrenmeye tutkulu Mehmet
Can'a okumayı, yazmayı öğretmek
için çırpman, insana -hangi koşul-
lar içinde olursa olsun- yalnızca in-
san olarak bakabilme özelliğini yi-
tirmemiş, duygu ve sevecenlik yük-
lü, sabırlı ve umutlu bir güzel ya-
ratık. Ozden Ayyıknz, Zeynep'i son
derece denetimli bir duyarhkla can-
landınrken gelecekte oynayacağmı
umduğum Çehov rollerinde de ba-
şanlı olacağının müjdesini veriyor.
Bütün bu oyun kişileri sahnede kı-
sa tablolar içinde yer aldıktan son-
ra oyun dışına çıkarak bir anda hız-
lı kapı koreografisinin bir parçası
oluyor. Böylece, perde hiç kapan-
madan ya da sahne bütünüyle karar-
tılmadan hızla akıyor oyun. Üstelik
"geçiş" sahnelerini izlemek çok ke-
yifli...
Bütün bunlan dile getirirken Ali
Poyrazoğlu'nun yalnızca kendisi-
nin parlayacağı bir başrol oluştur-
ma kaygısında olmadığını, yazar ve
yönetmen olarak dört dörtlük bir
tiyatro olayı kotarmamn her boyu-
tunda yoğun bir emek harcadığını
vurgulamak istiyorum. Oyun kişi-
lerinin biçimlenişi, gereksiz hiçbir
sözün yer almadığı söyleşimlerin
ya da monologlann düzenlenişi,
açık biçim ve kapalı bıçim tiyatro
anlayışlanmn birbirini bütünler bir
yaklaşımla kullanılması, tablolarm
sahne üstünde akışına katılan este-
tik boyut, görsellik ve işitselliğin
oyun için gerekli ölçülerde seferber
edilmesi, sahne ve ışık tasanmı ile
sahnede yer alan duyarlığm örtüş-
mesi, sonuç olarak da sahne olayı-
nı var eden tüm öğelerin buluştunıl-
duğu yüksek düzeyde bir yapım
oluşturulması için harcanmış ve tam
verimle değerlendirilmiş bir sanat-
çı kişi emeği söz konusu. Ali Poy-
razoğlu, uyarlamacı, yönetmen ve
yapımcı olarak bugüne dek yaptık-
lannın en iyisini yapıyor.
Onur verici dönüm noktası
Mehmet Can'ın sahneye çıkma-
sıyla birlikte fare Einstein da önem-
li bir oyun kişisi olarak beliriyor
karşımızda. Çünkü Mehmet Can'ın
rakibi Einstein. Mehmet Can onun-
la yanşacak, onun gibi zeki, onun
gibi becerili olmaya çalışacak, onu
kıskanacak, onu geçecek ve onun-
la aynı yazgıyı paylaşacak. Fare
Einstin Mehmet Can'ın gözünde
insanlaştıkça, Mehmet Can'ın dra-
mı da derinleşiyor. Dünyaya spas-
tik ve zihin özürlü gehniş olmaktan
başka hiçbır kusuru olmayan Meh-
met Can'ın önce "çocuksu", ame-
liyattan sonra da "çokgetişmiş" dü-
şünce düzeneğinden izledığimrz
"evren"i yalnız insamn değil, tüm
canlı varhklann sevgiye ve saygı-
ya değer olduğunu ımleten bir ko-
runak olarak algılama özlemine var-
dığımız noktaya dek...
Ali Poyrazoğlu, adaletin eşit ola-
rak dağıtılmadığı bir evrende, kırk
iki yılını başkalan tarafından "fark-
h" ve "aşağı" görülerek, başkala-
n karşısındaki eksikliklerinin buna-
lımını yaşayarak geçirdikten sonra
ortalamanın çok üstünde bir zekâ-
ya kavuşan kobayı canlandınrken
içindeki çocuğu dinliyor. Bu ne-
denle baştan sona (değişim öncesin-
de de, sonrasında da, daha sonrasın-
da da) seyircinin yüreğini Mehmet
Can'mkiyle birlikte attırmayı ba-
şanyor. Müthiş bir bedensel ve zi-
KühürServia-Britanya'da50yıldır ef-
sane olan Rudyard KipHng, ününü, onu aşı-
n milliyetçi küçük Ingiltereci olarak
nitelendiren eleştirilere karşın kuşaklar bo-
yunca sürdürdü. Ama yeni bir kitap, nazik,
kibar bir aile adamı olarak bilinen yazann,
kansını sinirsel bir çöküş yaşadığı snada terk
ettiğıni açığa çıkardı.
Biyografıcilervehayranlan Kiphng'ın ka-
nsı Carofine(Carrie)Bakstier tarafından acı-
masız bir biçimde baskı ve kontrol alhnda
tutulduğuna inanıyor. Bir Kipling hayranı
olan yazar Adam Nichobon, ise,şainn trav-
matik bir çocukluk sonrası olduğuna ve ka-
nsını trajik bir biçimde kötüye giden bir
evlilikle başa çıkmak için mücadele eder-
ken yıktığına inanıyor. Nicholson tarihin
Kipling'in kamusal ve özel kişilikleri ara-
sındaki aynmı gözden kaçırdığına inanı-
yor. "Kipüngtophıhıkicindeetkfleyiciolma-
yııyibflmesne karşmivibireşdeğSdL Onun
nazik davranışı bûyük bir mizantropiyi (in-
sanlardan kaçma) maskekdi ve bundan za-
rar gören kişi de Carrie'ydi."
Mayıs 2001 'de yayımlanacak 'NefiTt Edi-
len Eş' adlı kitap, 'Kısa Khaplar' dızısının
ilk bölümünü oluşturuyor. Bu kitapta, Nic-
holson, Kipling'in Carrie'nın erkek karde-
şı VVolcott'la bir ılişkisı olmuş olabileceği-
ni ve onun ölümünden sonraumutsuzluk için-
de Carrie'yle evlendiğini ileri sürüyor.
Carrie, duyarsızlığın, kendini beğenmış-
liğin ve kavgacılığın uç noktasındakı ru-
huyla kesinlikle kolay bir kadın değildi.
AmaNicholson onun Kjplıng'e denn biraşk-
AolLobay, yalnız Ali
Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun
değil, Türk tiyatrosunun
son on yıl içinde sunduğu
tiyatro işçiliğinin en
sevindirici örneklerinden
biri. Oyun kişilerinin
biçimlenişi, monologlann
düzenlenişi, açık biçim ve
kapalı biçim tiyatro
anlayışlannın birbirini
bütünler bir yaklaşımla
kullanılması, estetik boyut,
sahne ve ışık tasanmı ile
sahnede yer alan duyarlığın
örtüşmesi, sonuç olarak da
sahne olayını var eden tüm
öğelerin buluşturulduğu
yüksek düzeyde bir yapım
oluşturulması için
harcanmış ve tam verimle
değerlendirilmiş bir sanatçı
kişiği emeği söz konusu.
hinsel denetim gerektiren rolünü
hiçbir kusuru saklamaya izin verme-
yen incecik bir giysi gibi taşırken
alabildiğine rahat, soğukkanlı, du-
yarlık ölçüsü her an tutarh, seyir-
cinin nabzım sürekli yüksek tutan
bir oyunculuk sunuyor. Mehmet
Can'ın zekâsmdaki ve beden de-
netimindeki değişim ve dönüşüm
anlannı alabildiğine doğal kılarak,
Frankenştayn ya da Dr. Jekyll ve
Mr. Hyde gibi örneklerde izlediği-
miz abartılı görsel ve işitsel deği-
şim noktalanndan yararlanmadan
etkili olabiliyor. Mehmet Can'ın
yaşadığı, incecik işlenmiş, incecik
tartımh, aklı sevginin buyruğuna
verme başansına usulcacık ulaşan
serüven, bilimsel araştırma kuru-
munun oyunu çerçeveleyen hızlı,
mekanik, görsel vurgusu yoğun de-
vinimiyle kusursuz bir karşıdık oluş-
turuyor.
Mehmet Can'm öyküsünü çevre-
leyen iki an var. Kobay olmaya aday
Mehmet Can, oyun başmda çocuk-
su bir inançla, "Ametiyattan kork-
mam ben, muskam var, muskam
var," diyor boynundaki muskayı çe-
kiştirerek. Oyun sonunda ise yıne
korkmadığını belirtmek için mus-
kasına sanlıyor. Ama Poyrazoğ-
lu'nun "muskam var" deyişinin na-
sıl bir değişimden geçtiğini, ancak
onu sahnede izledığiniz zaman al-
gılayabiliyorsunuz.
"Kobay" yahıız Ali Poyrazoğlu Ti-
yatrosu'nun değil, Türk tiyatrosu-
nun son on yıl içinde sunduğu tiyat-
ro işçiliğinin en sevindirici örnek-
lerinden biri. Oyuncu Ali Poyra-
zoğlu için ise 40 yılını bağladığı ti-
yatroculuk serüveninde, tıpkı yak-
laşık on yıl önce, Çehov'un son yıl-
lannı anlatan "Uzaktan Gelen Pfya-
no Sesleri" oyununda Çehov'u can-
landınrken ulaştığı gibi, onur veri-
cı bir dönüm noktası...
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Romanlardaki Adlar
Yeniyetmeliğimde Adapazarı'na sıkça gidip ge-
lirdik. Annemin, anneanemin hemen bütün akra-
balan orada sakin bir hayat içinde yaşıyoriardı.
Bazı zamanlardüğünlere, nişanlaragidilirdi. Öy-
le gecelerden havuz başında ışıklar, renkli ampul-
ler, yaz esintileri hatırlıyorum.
Bir ara, akrabamız genç hanımlann kız çocku-
lanna hep Belgin adını verdiklerini fark etmiştim.
Bunun sıınnı kendi kendime çözmüş ve büyük bir
keşifte bulunduğuma inanmıştım: Belgin, yani Bel-
gin Doruk, yani Küçükhanımefendi... Belgin Do-
ruk, Türk sinemasının çok sevilen bir oyuncusuy-
du. Küçükhanımefendi'ler arka arkaya çevriliyor,
her biri toplumu etkiliyordu.
Sonradan bu ad olgusunun Türk toplumunda sev-
gi göstergesi niteliğiyle neredeyse bir sosyoloji
oluşturduğunu öğrenecektim.
Ankara Radyosu'nun ünlü tango şarkıcısı Zeh-
ra Eren, bir söyleşimizde, o yıllann kız çockulan-
na Zehra, erkek çockulanna Eren adının verildiği-
ni söylemişti. Annebabalar yüzünü görmeyip se-
sini dinledikleri, tangolanndan hülyalar devşirdik-
leri bir yıldıza böylelikle sevgilerini söylemiş olu-
yorlardı.
Radyonun o yıllarda Türk toplumu üzerinde bü-
yük etkisi var.
Ama yalnız radyonun mu? Roman kahramanla-
n da tutkunluklar uyandınyor. Kerime Nadir'in
Romancının Dünyası adlı anılannı okuyanlar, Na-
lan adının kuşaktan kuşağa nasıl akıp geldiğini bi-
lirier.
Yıllarönce HBB'de kitap programı yaparken ro-
manlar sevdalısı Akrep Nalan'ı çağırmıştım. Aşk
romanlanndan söz açtığımızda, konuğum, adının
Hıçkınk'tan çıkageldiğinı anlatmıştı.
1950'lerde doğmuş pek çok Nilgün Hanım var-
dır. Nilgün Refik Halid'in çok sevilen üç ciltlik ro-
manından sonra çok sevilen bir ad olur.
Bunlann hepsi, toplumun duygu tarihini kavra-
mamız için birer örnek, birer olanak. Sevilmiş eser-
ler, sevilmiş sanatçılar adlanyla yaşatılarak dö-
nemden döneme iz bırakabilmiş.
Kerime Nadir, Funda romanının aynı etkiyi ya-
rattığını belirtir. Funda, genç hanımlann adı oldu-
ğu ölçüde birtakım tecimsel işletmelerin adı olmuş.
Funda Kasabı ardı sıra gülücüklere yol açmışsa bi-
le, o kasaplann roman, gönül inceliğıni açık seçik
vurguluyor.
Böylesi bir ad benim yazariık hayatıma da na-
sip olmuştur. Seni Kalbime Gömdüm'de Türkân
Şoray'ın adı Eylül'dü. Ortalıkta üç beş Eylül kah-
vesi, bir kuyumcu, beş on da kız çocuğu... Ne var
ki Eylül adını ben değil, Türkân Hanım takmıştı.
Sonra toplumu etkileyen unsurlar değiştıkçe, şu
'yûkselen değerter' ortaya çıktıkça, bu adlan, bu
hülyalan yitirdik.
Bir zamanlar yaz yolculuklanna çıkarken Akde-
niz'e doğru birçok masum köy kahvesınin tabela-
sında Dallas adını ürpererek okumuştum. İlk be-
lirtilerdi: Şiir, hülya, romantizm, duyarlık, yerli dün-
yanın kendine özgü renkleri bizden el ayak çeki-
yordu.
Artık kimsenin adı Çalıkuşu Feride ya da hıçkı-
nklı bir Kenan olmayacaktı. Takma adlar dolaşıyor-
du ortalıkta: Divinia, Isaura, Ceyar... Günümüzde
o karanlık tam bir saltanat kurdu.
Adı ülkülerle donanmış bir Türk ktzına bağlılığı
dile getiren, adlan Feride olan annelerle büyümüş
bizler, bugünün değerler skalasını kavramaktan
elbette çok uzağız. Ne yazılar çiziler, ne konuşma-
lar, ne öneçıkartılan kişiler, hiçbiri bizi umutlu kıl-
mıyor. Tam tersine, derin bir yalnızlık içinde, bizi
kuşatan bayağılıklara bakakalıyoruz.
Bazı dostlanm 'güncel'\ çok az yazdığımdan ya-
kınıyorlar.
Roman adlannın, romanlardaki adlann güzelli-
ğini yazmaya çalışmak, sadece lüksün peşinde koş-
mak mıdır?
Takvimde tz Bırakan:
"Abdülcanbaz'ı izlemek, 'Sanat; yaşanan reel-
hayatın bizeyitirttiğideğerierin anımsanması, unut-
tunılmaması çabasıdır" sözünü hatıriarsak, birnos-
taljiyiyaşamaktan ibaret birşey değil bence. Unu-
tulmayan, unutturulamayan yanlanmızın günün
birinde, birey olarak da, ulus olarak da kazanıla-
bileceği umudunu canlı tutmayı amaçlayan duy-
gusal ve entelektüel bir tutku bence..." Ünsal Os-
kay, Tek Kişilik Haçlı Seferleri, Inkılâp Kitabevi,
2000.
Yazar Kipliııg'iıı zalim yani
Yeni kitap, bilinenin aksine Rudyard Kipling'in trajik biçimde kötüye giden eviiüklerinde kansı Carrie'yi terk ettjğmi belirtiyor.
la bağlı olduğuna ve yüklendiği aile ve iş
sorumluluklannı omuzlarken ihmale uğra-
masına karşın tüm yaşamını umutsuzca
Kipling'e adadığı görüşünde. "Onaihtiya-
a olduğunda hiçbir zaman yanmda olmaz-
dı ve kendisini pohpohlayan kentfi erkekler
dünyasuun sonunda haftalarcaortadan>ok
olacaknf Kipling'in aşın derecede yakın ol-
duğu ailesi Carrie'den ilk görüşte nefret et-
ti ve bu hiçbir zaman değışmedi.. 1899'da
Carrie'nın ailesıne bir ziyaretten sonra In-
giltere'ye dönerken yüksek ateşten ölen al-
tı yaşındakı Josephine'in ölümünden son-
ra ihşkıleri daha da bozuldu. Kipling'in kı-
zının ölümünden dolayı kansını suçladığı-
na -kışın denızaşın yolculuk yapmakta ıs-
rar etmişti- ve onu yas tutarken tek başına
bıraktığına ilişkin iddialar var. Bu .Car-
rie'nın günlüklerinin onun sinirsel bir çö-
küş yaşadığını ortaya koyduğu dönemdı,
birkaç ay sonra çekilen fotoğraflanndan ko-
yu kahverengi saçlannın agarmış olduğu
görülüyordu "BeUd de bu günlükler daha
başka bir anlama gefir: Kocasının ona kar-
şı aflesinin tarafinı yeğiedigi ve üzerine tit-
rediği kızının ölümüvie kendisine dahi bir
adama hizmetetmekgibi değeri biünmeyen
tek bir amaç edinen, yanhş anlaşılmış ve
horgörülmuş bir kadmın içini dökmeleri'"
1915'te Kıplıngler, tek oğullan John'un
Fransa'da öldürülmesıyle ikincı bir felake-
te uğradı. KıpUng kansını artık hemen he-
men tümüyle terk etti.
Nicholson'ın iddialan Kipüng' in öğren-
cilerini kızdırdı."Bu, kendi çıkan için bir
tardşmayaratmak isteyen birinin işjdir" di-
yor KipfingDemeği'nın onursal sekreteri ve
The KiplingJournal ınedıtörii SharadKes-
kar. "Carriehuysuzbir kadmdıve KipBng'in
ününüçok ktskanınta.Ona demirbir çubuk-
tahükmettiv^ Kiplingbunakadanmayıgüç
buklu." Geçen yıl yayımlanan Kipüng bi-
yografisınin yazan Andrevv Lycett ise "Bu
iddialan destekleyecek hiçbir kanrt yoktnr.
O çok zor bir kadmdı ve Kipüng ona karşı
destekleyki ve anlayışh. olmuştur. Bu yeni
tarbşmalan onaylayacak çok kişi çıkmaya-
caknr" diyor.
Aralık
Sall 2000. saat 18:30
Beyoğlu'nda
Beyoğlu'nu Konuşmak
\öneten: Artun Ünsal
Prof. Dr. Nur Akın . '
"19. ^üzyılın tkıruı ^an»inda
Calata ve Pera" kıtabının vazan .
fİİB !if JJ1 müziRusövuşııeR
Aralık
Perşenıbe 2000. s
aat 18:30
w4
Beyoğlu'nda Avrupa Müziği
Franz Liszt'in Pera Günleri"
Emre Aracı
Müzık ve söyleaı
YAPI -'e KRH3J
KÜLTÛR SANAT Vapı Kredı Kültür Merkezı Sermet Çıfter Araştırma Kütûphanesf
YAYINCIUK Istıklal Cad No 285, Kat 1. Beyoğlu
21