29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM2000SALJ 14 İ U r t . kultur@cumhuriyet.com.tr SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Tiyatro Çisenti'de Enver Aysever tarafindan sahneye konan, Terence Mc Nally'nin "Frankie ve Johnny"smi konuk oyuncu olarak kaülan Özlem Ersönmez ve Levent Ulgen canlandınyortar. 'Matruşka' fle 'Franlde ve Johnny'"îki kişilik oyun"lar modern tiyatro- nun \ azgeçılmezleri arasında yer alıyor. tki kişi arasındaki ilişkinin odak nokta- sı olduğu, seyirciyi soluk soluğa yaşa- nan bir hesaplaşma ortamına sokan, söy- leşim (diyalog) ağırlıklı, sanatçılann oyun gücünün ön düzeyde algılandığı bu türde yerli ve yabancı yüzü aşkın ör- nek var. Hem masrafsız yapımlarla ger- çekleştinlebıldiği, turne kolaylığı sağla- dığı, hem de sanatçılara sahnede bece- rılennı sunma olanağı sağladığı için ikı kişilik oyunlann modası geçmiyor. Ankara'da geçen sezonun sonlanna doğru art arda iki ayn "üd lrîşilik oyun" gündeme geldi. Tuncer Cücenoğlu'nun "Matruşka"sı Oda Tıyatrosu'nda perde açarken, Akköprü'deki yenı Mıgros Alış- veriş Meıkezi'nde, îstanbullu sanatçı En- ver Aysever'in girişimiyle oluşturulan Ti- yatro Çisenti, TerenceMc Naiy'nın "Fran- kie ve Johnny"sim sahneye getırdi. Benim düşüncemi sorarsanız, iki ki- şilik oyunlann "donıktakfler"i, Melih Cevdet Anday'ın "Mikado'nun Çöple- ri" ile Ionesco'nun "tskemk4er"i, HaroM Pinter'in "GitgelDolabı" ve Edv/ard Al- bee"nin "Hayvanat BahçesPdir. Hem ıçerik hem biçım açısından önemli oyun- lardırbunlar. Yerli ve yabancı tiyatro ya- zmında bu oyunlann düzeyine biçim ya da içerik açısından yaklaşan bir dolu es- ki-yeni "iki kişüikoyundan" da söz edi- lebilir. Ama genellikle "idareeder" de- nebılecek çeşittendir bildiklerimiz, gör- dükJerimız. Matrnşka'yı açükça Tuncer Cücenoğlu "Matruşka"da ol- gun yaşta evli bir erkekle genç bir kadı- nın "kaçamak" aşk seriivenini dile ge- tiriyor. Kültür düzeyi ortanın üstünde olan bu kentli ikiliyi bir araya getiren "dn- sel çekün"i. her ikisi de daha önce baş- kalanyla yaşamış. (Erkek'ın bu tür ka- çamak ilişkileri "ahşkanhğa dönüştür- dügü" de söylenebilir.) Oyun, birbiri- nin hem "âşık"ı hem de "hasnu" olan taraflann, dişe dis göze göz bir çatışma ıçinde, ilişkilerini baştan sona yeniden canlandınşlannı dile getiriyor. "Açık bi- çim'' tiyatro anlayışına göre biçimlendi- rilen oyunda, "yaşanan rol" ile "oyna- nan rol"ün dunnadan yer değiştirme- Tuncer Cücenoğtu "Matruşka"da olgun yaşta evö bir erkekle genç bir kadının "kaçamak" aşk serûvenini dile getiriyor. siyle oluşan "uzak bakış açtsı", güldü- rücü olanla "an verici" olanı dengeler görünüyor. Yazar "karagüldürü" olarak tanımlıyor yapıtını. Bir kadın ile evli bir erkek bir ilişki- den ne bekler? Kadın ne bekler, Erkek ne bekler? Taktikler nasıl uygulanır? tç- tenlikle yalan nasıl sarmaş dolaş olur? Iç içe yerleştirilmiş Matruşka bebekler açıldıkça Erkek de Kadın da aşama aşa- ma küçülüyor gözümüzde. llişki gitgi- de çirkinleşıyor. Ya da Cücenoğlu'nun deyişiyle, Matruşka'lar "açıkukçaorta- ya dökülûyor her şey~" Ancak ilişkinin tüm aynntılan ve bu sözler oyun metninde var da sahnedeki oyunda yok. Aslında iki perde olan oyu- nu tek perdelik hızlı bir akış içinde izle- yenler, tiyatrodan sıkılmadan çıkmış ol- manın rahatlığına yaslanabilirler. Oyun- dan garip bir "eksüdik" duygusuyla çık- tığım için beni şeytan dürttü, bır de öz- gün metni okudum. Sahnede izlediği- mizden daha uzun olan oyun metninde Erkek daha "maço" çizgide aynntüarla, Kadın ise daha "sıradan" sevgıli taktik- leriyle donatılmış. Alaturka bir ilişki alafranga bir biçimde işleniyor kısaca- sı. Kişiler "karakter" boyutuna ulaşama- ymca da oyun uzayıp gidiyor. Yönetmen Ege Aydan'ın, oyunun "oyun içinde oyun" özelliğine denk dü- şürûlmüş "ovunsu" yorumuna tetnel olan kısaltılmış sahne metninde ise ilişkinin daha az "kara", daha çok "güldürü" ıle sarmalandığı, bu arada da Erkek'i ve Kadın'ı sevimsizleştiren aynntılann tır- panlanıp, ortaya daha "şakacı", dolayı- sıyla da seyirciye daha kolay "hazmet- tirflebflir" bir metin sunulduğu görülü- yor. Aydan'ın eneıjik yonımuyla, duy- gusallığın kanırtılmadığı bir uçuculuk içinde akıp gidiyor oyun. Ancak sahne- ye getırilen bu metinden oyunun adının neden "Matruşka" olduğu bile anlaşıl- mıyor. Sahnenin ortasında oyun boyun- ca içi açılmaksızın duran dev Matruşka bebeğin nasıl bir işlev taşıdığı seyirci için bir giz olarak kahyor. Düzelteyim der- ken bozmak mı demeli? Mehmet Ege yaşını başını almış Er- kek'te, Miraç Eronat genç sevgilide se- vimli bir oyunculuk yaklaşımıyla, "oyun- su" bir "çaüşma" ortamı kuruyorlar. Güldürenle güldürmeyeni öyle hızlı bir akış içinde harmanlıyorlar ki, bir bakı- yorsunuz siz daha sıkılamadan oyun bit- miş. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda iz- lence değişikliği olmazsa 23 Kasım'da yeniden başhyor oyun. Frankie kadın, Johnny erkek Birkaç yıl önce Yıkfaz Kenter'in ve Ayten Gökçer'in yorumundan izlediği- miz, Maria CaDas'ın Maria Callas'ı di- le getirdiği "Masterdass" oyununun ya- zan Amerikalı Terence Mc Nally, bu İcez New York'un ara sokaklanndaki tek oda- lı bir apartman dairesinde, lokanta işçi- si bir kadmla erkeği buluşturuyor. Kadının, daha sonra anlayacağımız gibı, sakrnarak giriştiği, erkeğin ise ba- lıklama atladığı bir ilişki bu. Neil Si- mon'un, Broadway sahnelerinde sunu- lan oyunlannda kullana kullana eskitti- ği taktikler bu oyunda da yinelenıyor. Kişilerde ne yapıp edıp "psikolojik de- rinKk'' yaratma becerisi, "güldüren"le "güldürmeyen"in dengeli buluşması, yer yer duygusal yoğunluk noktalanna ula- şılması, bir dolu espriye yol açacak bir dolu aynntının oraya buraya serpiştiril- mesı, sonuç olarak da ılişkiyi yaşayan ki- şilerde görülen dönüşüm... Bu tür yüz- lerce Hollywood filmi gördüğümüzü anımsayalım. "Frankie ve Johnny"nin de filmi yapıhnış zaten. Johnny'yi Al Pacino oynamış. Yakın çekim tekniğinin sağladığı oyunculuk olanaklan nedeniy- le Hollywood yüdızlannın ve film yapım- cılannın avuçlannı keyifle kaşındıran türden bir oyun kısacası. Yönetmen Enver Aysever oyunu yal- nızca fihninden mi izlemiş, yoksa sah- nede de görmüş mü bilmiyorum. Bile- bildiğim, "söz"ün mimik ve jestle mut- laka bütünlenmesini gerektiren bir oyun için, Akköprü'deki Tiyatro Çisenti sah- nesinin yeterince donanımlı ohnadığı. Sahneyi seyirciden ayıran bir "per- de" olmadığı için, oyunu başlatan yatak sahnesi öyle uzuyor ki yorganın alnnda- ki kişiler "merak öğesi" olmaktan çıkı- yor. Dahası, sahne ışıklan oyunculann mimiklerini gösteremeyecekdenli "loş" tutulmuş. Anladık, oyun New York'un ka- ranlık bir apartman dairesinde gece ge- çiyor ama, sahnenin sahte aydınlığı ol- mazsa seyirci ne görecek? Frankie ile Johnny'yi Tiyatro Çisen- ti 'ye konuk oyuncu olarak kaülan Oztem Ersönmezve LeventÜlgencanlandmyor- lar. Devlet Tiyatrolan genç kuşağmın, ol- gunluk dönemine adım atmakta olan iki başanlı oyuncusu. Gerçek yaşlan ne olur- sa olsun, oyundakı kışılere göre "gençgö- rfinüşlü'' kahyor ikisi de. lyı bir ekıp oluş- turmuşlar, ustaca götürüyorlar oyunu. Birde yüzlerini görebilsek... "Loş" sah- ne ortamı oyunun enerjisinin epeycesi- ni alıp götürüyor. Geri kalan enerji de bi- raz fazla "Amerikan" olduğundan bi- zim enerjimize çok önemli bir katlada bulunmuyor. Sahne olanaksızlıklan, Amerikan bı- çeminde tipik bir "tekodahdaire'nin ger- çekçi biçimde yansıtılmasını da engel- liyor. Gerçekçi tiyatro ancak tüm iç kural- lan uygulanabilıyorsa tam etkılı olabi- lir. Sahnede bir dolu "sahtetik" kullan- ma yoluyla tt yanılsama"yı "gerçek"miş gibi göstermektedir işin sırn. Bunu ger- çekleştiraıek için de kullanılan tiyatro uza- mı ve ışık-dekor bağlamında teknik us- talıklar önem taşır. Gönül isterdi ki yö- netmen Enver Aysever, özel tiyatrolan ba- nndırmakta zorluk çeken Ankara seyir- cisi için, eldeki tiyatro uzamına ve sah- ne olanaklanna daha uygun, daha çarpı- cı bir başlangıç oluşturabilecek bir oyun seçmış olsun. "Frankie ve Johnny"yı aylar önce Ti- yatro Çisenti ilk açıldığında izlemiştun. Umanm, sahne donanımıyla ilgili so- runlara şimdilerde çözümbulunmuştur. "Frankie ve Johnny" bu hafta sonu sergileniyor. Akköprü Migros Alışvenş Merkezi'nde hafta sonu geçirecekler bir de tiyatro yaşantısının tadına baksınlar... Lauren Bacall, Stockholm Film Festivali'nde Yaşamboyu Hizmet Ödülü aldı 'Aıiık sinemadaIdasoyuncularyok' GÜRHANUÇKAN STOCKHOLM - 16 Eylül 1924 te New York'ta bir kız ço- cuğu doğdu: Betty Perske. 19 ya- şındayken moda dergisi Harper's Bazaar'm kapağında resmi çıktı. Görünce derhal dikkat çeken, ba- kanın nıhuna işleyen bakışlan olan bir genç kızdı o zaman. Der- ginin kapağını, zamanm tanınmış yönetmenlerinden Howard Hawks'ın eşi gördü. Kocasını, epey ısrar ettikten sonra, bu genç kızı uçakla New York'tan Holly- wood'a getirerek bir deneme fil- mi çekilmesi için stüdyoya sok- maya ikna etti. Kısa bir süre son- ra bu genç kız, Lauren Bacall adıyla kendisini zamanın en bü- yük aktörü Humphrey Bogart'ın karşısmdabuldu! "ToHaveornot Have"de onun karşısmda oynar- ken 'bacaklan titriyordu'. Yıl 1944 ve 2. Dünya Savaşı bitmek üzereydi. Anlamlı bakışlan, çeki- ci soğukluğu ve boğuk sesiyle Hollyvvood'un yeni yıldızı ohnuş- tu bile. Aynı zamanda, 1945'te kendinden 25 yaş büyük olan Bo- gart 'la evlendi; sinemanm bu ufak tefek, ama bitirim adamı Bogart, artık onun için 'Bogey'di. Isveç'e, 11. Stockholm Film Festıvali'nin onur konuğu olarak gelen Lauren Bacall, cuma günü sinemaseverlerin ve basmuı konu- ğu oldu Onunla söyleşiyi, Is- veç'rn en önemli sinema eleştir- menı Nils Peter Sundgren yaptı. Bacall, bu festivalin onur konuğu olmaktan ve 'Yaşamboyu Hizmet Ödülû'ne layık görülmekten mut- luydu. 76 yaşındaki sanatçı cıvıl cıvıldı ve zarif biçimde büyük bir zevkle sorulan yanıtlıyordu. "Martin Scorsese'ye,ısrarlaba- na bir mafya patronu rolü yarat- masını söyledim. Bir 'Don' ola- rak çok iyi rol yapacağımı anlat- tnn. Bir şey çıkmadL" Steven Spielberg de, Scorse- se'ye birlikte en beğendiği yönet- menler arasında.*Büyük yönet- menler var, ama arHk o eski klas oyuncular yok" diye yakınıyor, "Çabukparlayıp çabuk sönüyor- lar. Bogart, Tracy ve Cagney gibi kimseyok. Benim, sinemadürrya- sına giren gençlere tavsiyem şu: Bu sanaü smrdan başla\ arak ve en küçflk aynnnsına kadar öğrenin. Tek amaanızderhalyıkhzlaşmak.- sa, başaramazsımz." Ya günümüzdeki filmler?.. "Eski filmler gibi değU" diyor, "Arok insanlar ve insan iUskUeri işlenmiyor. Aşın fazla vur-lar ve efekt var. Bunlar kalıcı olmaya- cakür." Lauren Bacall tiyatro öğrenimı görmüştü. Yaşantısuun bu yanmı da zevkle anımsıyor: "Sam Men- des ve Haroid Pinter gibi usta yö- netmenlerle 20 vihm sahnede geç- ti. Beyazperdede bana az iş buhı- nuyordu, ama sahne benim için her zaman açıkn." Bu yılın ilk yansmda Nod Co- ward'uı bir piyesinde 6 ay oyna- mıştı. Lauren Bacall, Bogart'tan si- nema sanatı üzerine çok şey öğren- dığını söylüyor Eşinı 1959'dakay- bettikten sonra onun bırçok görü- şünün doğruluğunu daha iyı anla- dığını eklıyor: "Sinema oyunculu- ğunu dünyanm gözûönûndeöğren- dnn. Herşeyeanstzm vesfirdan baş- ladnn. Yıhn başuıda benikimseler tannmyordu; sonunda umslarara- sı bir yüdızdım! Bogey bana,' Sah- neye girmeden önce en son ne yap- mış olduğunu düşün; kitap mı oku- dun, saçuıı mı taradın. Ondan son- ra girişmı yap' demiştLBuhep ba- na yararh olmuştur." 6te yandan Humphrey Bogart'ın giriştiği her şeyde deneümı ehnde tutmak istemiş olmasından yakını- yor Sesindeki hafîfkederbelli olu- yor. "Beni hep önceeşi, sonra sine- ma sanatçısı olarak gördü ve hep ayn bir yere oturttu. Eğer beni de denetimi alüna aldığı oyuncular arasında tutsaydı film kariyerim daha uzun ohırdu." Sanatçının en klasik fümleri ara- sında "Büyûk Uyku" ve "Şark Ekspresi'ndeCfaayet" de var. Gre- gory Peck ile başrollerini paylaşti- ğı "Designing\Voman"fümıni de, ancak olgun kadınlara özgü zarif bir gülümseyişle anımsıyor: "Bu fflmde kadın oyuncu rolû bana verflince Grace Kelly çüaşü. 'Rolümü benden aldın!' dedL Ona şuyanıü>«rdim: 'Ama sen de pren- sesoldun!'" Bir sinemasever soruyor: - Eski fılmlerinize arada bır ba- kıyormusunuz? "Eğerzorunhıol- mazsa,bakmıyonım" diyor. "Ama bazen televizyonda kanaOan doJa- şvken bir tanesinin karşıma çıkn- ğı oluyor. Bir bakryorum,Bogey ve ben. Ö zaman haİime gülerek bir süre izliyorum. Bir zamanlarnaal muthı olduğumu anmısıyorum." Ve son bir soru: - Size hep Bogart'la ilgili soru- lar sorulmasından bıkmadınız mı? "Bıknğun anlar oluyor" diyor çok cıddı bır sesle, "Ama Bogey'den asla!" Cazuı ve klasik müzigin yılclızlaıi KûltûrServisi-Cazm ve klasik müzık dünyasmın ünlü isimleri, keman virtü- özü VıktoriaMuBova, Bre- zirya ritımleny le TaniaMa- ria ve ünlü viyolonselci MischaMaiskybu aynı son haftasmda tş Sanat Kültür Merkezi'nde konser vere- cek. Viktoria Mullova, "Through the Looking Glass" adlı yeni albümü dolayısıyla gerçekleştirdi- ği dünya turnesinde ünlü caz piyanisti JulianJoseph ve 7 kişilik grubu ile bir- likte 25 Kasım Cumartesi akşamı saat 19.30'da Iş Sa- nat'ta bir konser verecek. Albüm, MBesDavis,Du- ke Ellington, The Beaties, Alanis Morisette'in eser- lerinin Matthev. Barley ta- rafindan Mullova için özel olarak yapılan düzenleme- leri içeriyor. Mullova, kon- serlerinde genellikle 1723 yapımı bir Stradivarius " Juhus Falk" kemam çah- yor. Brezilyalı sanatçı Tania Maria, ülkesinin halk mü- ziği funk ve cazı özgün bir sentezle sunan konseriyle 27 Kasrm Pazartesi günü müzikseverlenn karşısında olacak. Sanatçı, yeni albü- mü "VivaBrazü"den par- çalar sunacak. Ünlü viyolonsel sanat- çısı Mischa Maisky ise 30 Kasrm ve 1 Aralık tarihle- rinde İş Sanat'ta konserler veTecek. Maisky, İş Sa- nat'taki konserlerinde Bach ın "Viyokmsel Sntle- ri"nin tamamını seslendı- recek. (tş Kıtleleri, 4. Levent, Tel (0212/31600 00. Kon- ser bilet satışları Biletvc kanahyla gerçekleşiyor. (0216/45415 55) YAZI ODASI SEIİM tLERİ Oteller Otellerle tanışmam, belleğim beni yanıltmıyor- sa, Kıbns'tan Istanbul'a gelen akrabalanmıza ote) arayışlanmızla başlar. Gerçi daha önce, epey önce Almanya'da bir ge- ce bir otel odasında kalmış, ertesi sabah uçakla Istanbul'a dönmüştük. Fakat bu geceye ilişkin tek anı, otel odasında çekilmiş bir iki fotoğraf; ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Servet Yenge'yle Tevflk Amca o yaz Istanbul'a geleceklerinden ve bize "zahmet vermek" iste- mediklerinden, onlaraotel aramaya koyulmuştuk. O yaz dediğim, nüfusu canavariaşmamış, tenha Istanbul'un yazlanndan biri... Parkotel üzerinde durulmadı. Oysa evimize en yakın otel, Parkotel'di. Onun seçilmemesinln se- bebi, hayli pahalı oluşuydu. Parkotel'de ancak zenginler kalabilirmiş. Beyoğlu otellerinden biraz ürkülerek söz açılıyor- du. Zaten büyüklerimizde Beyoğlu'na karşı kolay kolay dinmeyecek bir uzaklık hissolunurdu. Ben, sinemalanna, mağazalannın süslü vitrinlerine, ka- ranlık cephelerinden gizem fışkıran yapılanna tut- kunken, büyüklerimiz, Beyoğlu'nu gidilip ille dö- nülecek bir yer olarak görürlerdi. Bununla birlikte Tepebaşı'na gittik. Eski Dram Tı- yatrosu'nun karşısında birkaç otele baktık. Büyük Londra Oteli'nin odalan beğenildi. Caddeye bakan bir odanın balkonuna çıktık. Balkona çıkış bana büyüleyici gelmişf. Engin gö- rünüm bir yaz başlangıcı sabahının ışıklannı kuşan- mıştı. Yalnız ışıklannı değıl; ince buğudan bir tülü de kuşanmıştı. Büyük Londra Oteli'nden fryat alındı. Mermer sü- tunlu kapı, yol halılan, armalı camlar, girişteki avi- ze çok hoşuma gitmişti. Hâlâ unutamam. Sonra Sirkeci'ye gittik. Sirkeci otelleri için de öyle pek ahım şeyler söylemiyordu büyüklerim. Bir iki otel dolaştık. Necip Fazıl'ın keder dolu "Otel Oda/an"nı o zamanlarokumamıştım. Günün birin- de okuduğumda, hep o yaz sabahı ve Sirkeci otel- leri... Sirkeci'de, şimdi adını yanltş harjrtamıyorsam, Ipek Palas beğenildi. Yengemle amcam orada kalabi- lirlerdi, Ipek Palas'tan da fiyat alındı. Böylece otellerle karşılaşıyordum. Tuhaf bir mut- luluk duymuştum lüksçe, derli toplu otel odalann- dan. Bu duygu bende sürdü. Yerteşik ev düzeni be- ni çoğu kez boğmuştur. Otellerin dünyasında hep başını alıp gitmek vardır. Kıbns'tan geten akrabalanmız o yaz Büyük Lond- ra Oteli'nde kaldılar. Bir başka yaz da Ipek Palasta. Derken bir sonbahar Almanya'dan tanıdtğımız Profesör Rnk ve kansı, Ikinci Dünya Savaşı sıra- sında sığındıklan Istanbul'a yeniden geldiler ve Parkotel'de kaldılar. Parkotel'i o zaman görebildim. Şaşaasını büsbütün yitirmemişti. Küçük bir or- kestranın çaldığı büyük yemek salonu, Beyoğ- lu'ndaki Yeni Melek sinemasında seyrettiğimiz Hollyvvood filmlerinin görkemli sahnelerini çağnş- tınyordu. Hilton'un kat kat yüksetmesi IstanbuJ'da başlı ba- şına bir olay oldu diyebilirim. Hele otelin iç döşe- mine başlandığında, Hilton neredeyse bir efsa- neydi. Açıldıktan sonra, herkes akın akın Hitton'a gitti. Çarşısı, salonlan, yıldız ışıklı Şadırvan'ı, şusu bu- su çok konuşuldu. Biz Hilton'a gitmedik. Parko- tel'den de pahalı, hem de çok pahalı Hilton'da çay içmek, bir şeyler atıştırmak aile bütçemize denk düşmüyordu. Hilton'u çok uzun yıllar sonra gördüm. Hilton ben- de, babamın anneme bir zarf içinde teslim ettiği *maaş"ıyla iç içe, hayli buruk yaşar. Divan, Maçka Oteli, Tarabya Oteli derken, Istan- bul usul usul bir oteller kenti olup çıkryordu. Pera Palas nostaljisi de o sıralara rastlar. Yımni yıl önceydi, Edip Cansever'in sesinden: "Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim/ Geçmem kapınızdan bile artık." An, ben hâlâ bir otelden bir otele savrulup gide- bileceğim günleri düşlüyorum... Takvimde Iz Bırakan: "Gitmek!yazmışım defterime çoktan/Rıhtımlar, gûz halatlan, daha bir sürü şey/ Şuramda darmada- ğınık." Edip Cansever, Kuşatma". liyatrokare yeni sezonda I Kümlr Servisi - Tiyatrokare, 2000-2001 sezonunda çocuklar için bir oyunu sahneliyor. 'Benim Güzel Pabuçlanm' adlı oyunu da repertuvanna katan tiyatro, 'Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Birimi'nde, yönetmen Dersu Yavuz Altun'la çahşıyor. Oyun; savunmasız bir çocuğa yüklenen teknolojik bombardımanın giderek onu yahıızlaştırdığı bir dönemde edilgin bir seyirciye dönüştürüldüğü gerçegini irdeliyor. Afroıft heykefi Bergama Müzesrnde • BERGAMA (AA) - tzmir'in Bergama ilçesi Yortanlı Barajı sahası içinde bulunan Allianoi antik kent kazısı srrasında bulunan 'Arrodit' heykeli, Bergama Müzesi'ne getirildi. Yaklaşık 15 gün önce Allianoi kentinde bulunduğu yerden çıkanlan Afrodit heykeli, temizlenerek Bergama Müzesi kapalı bölümde sergilenmeye başlandı. Afrodit heykeli, Allianoi kenti kazılannda bulunan eserlerle birlikte daha sonra Bergama'nın başka bir köşesinde yapılacak ayn bir müzede sergilenecek. Kamaımame tamamlandı • KAMAN (AA) - Japon sosyolog-yazar Prof. Dr. Morino Ono tarafindan kaleme alınan ve 'Kamanname' adı verilen kitap tamamlandı. Tokyo Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan sosyolog-yazar Ono, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi Yönetim Kurulu üyesi olması dolayısıyla bu merkez tarafindan Çağırkan beldesi yakınlannda sürdürülen Kalehöyük kazı çalışmalarının kıtabın haziTİanmasında etken olduğunu belirtti. Kaman'a 1994'te geldiğini ve ilçe halkıyla kaynaşarak onlan yakından tanıdığını söyleyen Ono, Japonya'da Türkiye'nin komşu ülkeleri gibi tutucu Islam anlayışıyla yönetildiğinin düşünüldüğünü, ancak Türkiye'ye geldiğinde hiç de öyle olmadığını, Atatürk'ün kurduğu çağdaş bir ülkeyle karşılaştıklannı kaydetti. Kitap, Japonya'da şubat aymda yayunlanacak. Ono'nun birçok ülkede yayunlanmış 10 kitabı bulunuyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear