25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9OCAK2000PAZAR HABERLER DUNYADA BUGTJN ALİStBMEN Dolmuf mu, DoMunifmu? Sevgili, • AJmanya'ya ilk kez 1962 yılı yazında gitmiş- tim. Sirkeci'den kalkan tren 48 saatte Münih'e vanyordu. 22 yaşında bir Türk gencinin ilk Avrupa gezi- sinin oldukça şaşırtıcı geçtiğini tahmin edebi- lirsin. Hamburg'da kentin varoşlannda oturan bir dostun evinde kaJıyorduk. Ulaşım aracı tram- vaydı. Henüz metro oraya uzamamıştı. Metro ve kamu ulaşjm araçlannın gelişmişli- ği, Almanya ve Avusturya'yı içeren o gezimde dikkatimi en çok çeken noktalardan biri olmuş- tu. Anımsarsın herhalde Sevgili, altmışlı yıllarda nüfusu henüz bir milyon dolayında olan ve Ab- dülhamid döneminden kaimış, yalnızca 600- 800 metretik, "tünel" adını verdiğimiz, kayışla çekilen, Karaköy ile Istiklal Caddesi'nin baş- langıcı arasında kısa bir metrosu bulunan Istan- bul'un belli başlı kara ulaşım aracı dolmuşlar- dı. Dolmuş, 2. Dünya Savaşı'nın zortuk dolu yıl- lannda bulunmuş bir Türk icadı idi ve özellikle altmışlı yıllarda iyice gelişmişti. Hemen her bölgeye; beş, eskiden kalma stra- pontenli lenduhalarda sekiz kişi taşıyan araba- lar, kaldınmda beklerken önünüzde durur, sizi alır, ineceğiniz yer anayol üzerinde ise kapıya btrakırdı. , ' - . *•-<-.-• ••• Toplumsal yaşamımızda, pratik Türk zekâsı- nın enfes bir ürünü olarak algılanırdı "dol- muşlar. Ama Sevgili, ben sonraki yıllarda, gelişmiş ül- kelerin hiçbirinde, dolmuş denen sisteme rast- lamadım. Örada metrolar ile yeraltından, otobüslerle tercihli yollardan sağlanıyordu ulaşım. Hattaza- man zaman gençler, bizdeki gibi 300 metrelik • mesafede dolmuşla indi bindi yapmak yerine, bir-iki kitometreyi yürüyorlardı; geniş, düzgün ve üzerinde arabalann park etmemiş olduğu kal- dınmlarda... Söz konusu ülkeleri ziyaret ettiğimde, pratik Türk dehasının ürünü olan dolmuşu düşüneme- miş olmalanna, önceleri için için gülerdim. Sonra bir gün düşündüm. Bu geniş caddele- ri yapan, gerçek kentler inşa eden, patlamalı dört zamanlı motoru bulan, otomobili yüzyılımı- • an simgesi haline getiren bu insanlar, nasıl olu- yor da pratik dolmuşu kullanmak yerine topra- ğın altını, tramvaylan, otobüsleri yeğliyorlardı? Aslında yanıt basitti. Dolmuş korkunç bir akaryakıt, malzeme, insangücü ve zaman isra- fıtdi. ' Bir araoayla bir sürücü ve beş kişryf taşımak yerine beş vagonlu metroyla yüzlerce kişiyi bir anda taşımak hem daha ekonomikti hem de trafik açısından daha rahat. Aynı gerekçe, ter- cihli yollarda muntazam çalışan otobüsler için de geçeriiydi. Elâlemin, sokağa atacak parası ve zamanı yoktu. Biz ise eğri büğrü daracık Istanbul so- kaklannda, dolmuşlar içinde vakit harcıyorduk. Kjsacası, pratik Türk zekâsı, her açıkgözlük gibi, aslında büyük bir ahmaklık ırmağına akan küçük kurnazlık derelerini andınyordu. ••• Gazetelerin bildirdiğine göre, duvar yıkıldı- ğından berit büyük bir dünya kenti olma yolun- da dev adımlarla ilerleyen Berlin'de, uyanık Türkler dolmuş sistemini yürüriüğe koyacak- larmış; izin çıkmış, uygulama başlıyormuş. Doğrusu sonucu çok merak ediyorum. Baka- lım, dolmuşlu ulaşımda Berlin sokaklan ve tra- fiği ne hal alacak? Acaba Almanlar, pratik Türk zekâsıyla Alman disiplinini birleştiren bir çözümü yaşama geçi- rebilecekler mi? Ama sonuç ne olursa olsun, değnekçilerin anonslan olmayınca, bu işin gerçek tadına va- nlmayacak. Gerçekten, şöyle değnekçiler, Ku Dam'ın kö- şesinde "Haydi Kreuuzbeerg biriki!" diye ba- ğırmadıklan sürece, o dolmuşun tadı olur mu? Kaçırılan Zehra vakfı yoneticileri Poİisegöre en yakın olasılık HİTJbullah SEKTAÇEŞ ANKARA - Istan- bul'da kaçınlan Nurcu Zehra Vakfi yoneticileri ve bazı işadamlannı bul- mak amacıyla yürütülen operasyonlar Hizbul- lah'ın etkin olduğu Gü- neydoğü'yu da kapsaya- cak şekilde genişletiliyor. Emniyet Genel Müdûrü Turan Genç, şu anda net bir şey olmadığını, en ya- kın ihtimal olarak Hiz- bullah.ın üzerinde durul- duğunu kaydetti. 1990'hyülardaGûney- doğu'da satır, pala ve si- lahlı eylemler gerçekleşti- ren Hizbullah'ın tlim Grubu'nun iç çaüşma içi- ne girdiği bildirildi. Nur Tarikatı'nın .kunıculann- dan Said-i .Nursi'nın Kürt yönûnü ön plana çıkara- rak, bu konuda araşurma- lar yapan Zehra Vakfi yo- neticileri ve bu vakfa ya- kın ışadamlannın kaçınl- ması dikkatlerin yeniden llim Grubu'na çevrilme- sine neden oldu. Emniyet Genel Müdü- rü Turan Genç, konu ile ilgili birimlerin çalışma- lannı sürdûrdüklerini be- lirterek, "Şu anda net bir şey yok. Bütün ihtimalkr üzeride duruluyor. En ya- kmihtnnal olarakdaHiz- bnOah üzerinde duruhı- yor" dedi. Zehra Vakfi yoneticileri ile tlim Gru- bu'nun Doğu kökenli ol- duklanna dikkat çeken Genç, "HizbuHah'uı keo- dine karşı görüşiere kar- şı tutumu biündiği için o- nun üzerinde de dunılu- yor" diye konuştu. Genç, Eski Mersin Be- ledıye Başkanlanndan Halil Kuriş'ın akrabası Konca Kuriş'in kaçınl- ması olaymdan da olum- lu veya olumsuz bir so- nuç alınamadığını kay- detti. Emniyet Genel Müdürü Genç, "O da he- nüz izlemede. Yaşryor mu, yoksa yaşamıyor mu bir bflgi akunadık. O da iztediğûniz, günceDiğini koruyan komılar arasm- da" dedi. îşkenceyi belgelemeye yönelik İstanbul Protokolü bu ay uygulamaya giriyor Heküııleıiıı işkeıice savaşmu ASUMAN ABACIOĞLU İZMİR - tşkence konusunda kötü bir üne sahip Türkiye'de 1999 yıh da, kamuoyunu sarsan bir dizı hak ihlalleriyie öne çıkü. Ancak bu kez işkenceye karşı mücadelede Türkiye kaynakJı bir girişün uluslararası anlamda önem kazandı ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 4 Aralık 1999'da onaylanan ve Ocak 2000'den itibaren yürüriüğe gırecek olan işkenceyi belgelemeye yönelik İstanbul Protokohı'nün oluşumuna Türk hekimleri damgasını vurdu. İstanbul Protokolü, çeşitli ülkelerden 34 kuruluşun üç yıllık ortak çahşması sonucu hazırlandı. Protokolün 'tstanbul' adıyla anılmasında, işkenceyi kanıtlayabilmek için 13 yıldır "aJternatif adü üp raponan" hazırlayan Türk hekimlerinin çalışmalannın "model ahnmaa'' etken oldu. Türkiye Insan Haklan Vakfı ve Tüık Tabipleri Birliği üyesi hekimlerin, "işkence yoktur'' şeklindeki resmi adli üp raporlan karşısuıda işkenceyi kanıtlayabilmek için gelişürdikleri yöntenîler, istanbul Protokolü'nde "uluslararası standart" olarak yer aldı. Yaygın ve sıstemaük işkence uygulanan ülkeler arasuıda yer alan Türkiye'de, işkence mağdurlannı tedavinin yanı sıra onlann işkence gördüklerini kanıtlayabilmek için "ieri tetküder" de geliştirmek durumunda kalan Türk hekimleri, bu çalışmalanyla İstanbul Protokolü'ne kendi damgalannı vurdular. tşkence ve kötü muamelenin yasal ve übbi olarak araşnnlması ve belgelenmesı için uluslararası standartlar getiren bir protokol oluşturulması düşüncesı ilk kez Türkiye'de ortaya çıkti. Protokolde, Türk hekimlerinin, alternatif adli üp raporu hazırlama yöntemleri model alindı. Tıbbi teknik geHştirilmeti Türkiye'de işkencenin varlığı kolay kolay kabul edihnediği için, işkenceyi, üzerinden uzun bir süre de geçse saptayabilecek "üeri übbi tetküder'' geliştiren Türk hekimlerinin bu yöntemleri, protokolde, yapdması gereken işlemler arasında yer aldı. Protokolün başlangıç ve hazırlık çalışmalanna katılan kuruluşlara mensup kişiler içinde en "motive" olanlar, Türkiye'dekilerdi. Çünkü kendi deyımleriy le "en çok onlann canı yamyordn". tşkence yaygnıdı ve • Türkiye 'de hekimler işkenceyi *" *~* belgeledikleri için çok ağır baskı alündaydılar. İşkencenin kanıtlanmasında çok büyük engellerle karşılaşılıyordu ve onlan bu konuda "akematif adli üp raponan" çözümüne iten bu" büyük çaresizlık ıçindeydiler. Bu yüzden, dünyanın hiçbir ülkesinde gerekmediği halde, suf Türkiye'de »işkencenin varkğmı lüuuttayabümek için" yapmaya zorunlu kaldîklan sinügrafi ve biyopsi gibi ileri tetkikleri tstanbul Protokolü'ne koymakta ısrar ettiler. Birleşmiş Milletler'de protokolü hazırlayan kuruluşlar adına konuşan Türkiye tnsan Haklan Vakfı (TİHV) tzmir Temsilcisi Prof. Dr. Veli Lök, işkence iddialanna yönelik übbi inceleme, araşürma, muayene, değerlendirme ve rapor hazırlanmasında uyulması gereken standartlan içeren tstanbul Protokolü'nün bir tavsıye belgesi olduğuna dikkat çekerek, bu standartlann uygulanmasında hekimlere olduğu kadar hukümete de sorumluluk yüklendiğini vurguladı. Yapünmı olmamasına karşın, uygulanmadığı takdirde resmi adli üp raporlannın geçersızliğinin daha rahat bir şekilde reddedilmesi olanağı doğduğunu kaydeden Prof. Dr. Lök. "Eskiden 'işkence yoktur' şeklindeki resmi adli üp raponannın vanh^hgm^ vetersizliğini, uluslararası buunsel birikime ve etik knrauara dayanarak hazuiadığunız aJternatif adü üp raporiannda ortaya koyuyor ve mahkemeiere getiriyorduk. Şimdi bu protokole dayanarak yetersiz raportarm reddmi sağlayabieceğiz" dedi. tşkencede yaşamını yitıren Baki Erdoğan ile ilgili davada, yine bir BM belgesi olan Minnesota Otopsi Protokolü'ne uyuhnadığı gerekçesiyle otopsi raporunun yetersızliğını iddia ettiİderini anımsatan Prof. Dr. Lök, buna dayanarak hazırladıklan alternatif adli tıp raporunun Adli Tıp Genel Kurulu'nda resmi adli üp raporuyla karşılaştınldığını ve sonuçta kendi hazırladıklan raporun kabul edildiğini söyledi. Bundan sonra İstanbul Protokolü'ne uyulmadan hazırlanan her raporun hekinı için bir yetersizlik olarak kabul edileceğini kaydeden Lök, bu yetersizliğin ortaya konulmasında alternatif raporlara bir süre daha iş raporiannda uzun süredir kullandıklannı anımsatan Lök, protokolün hükümetlere yüklediği sorumluluğu da şöyle anlattı: 'Sağhk Bakanhğı eğitıneB' "Halkuı şaghgmrian sonımhı olan Sağhk Bakanhğı, protokoMe yer afan ııygııhmahra ilişkin eğitimi hekimlere vermek mecburiyetinde. Aynı zamanda ünrvershelerin de bö>1e bir mecburiyeti var. Adli üp eğhiminde buna göre değişüdikler \^pdmalıdır. Öte yandan protokolde zorunlu tutulan ileri tetldklerin yapdması önemU masraflar getiriyor. Biz bunlan vakfimız kanafayla karşılnorduk. Ancak işkence ola>i hasûnelere vakfimız üzerinden düşeceğini belirtü'. İstanbul Protokolü'ne kadar işkenceyi kanıtlamaya yönelik adım adım yapılması gerekenleri belirleyen uluslararası kurallar bütünü ounadığuu kaydeden Lök, bu eksikliğin yanı sua Türkiye'de hazırlanan resmi adli tıp raporlaruun da büyük bölümünün yanlış sonuçlar ıçerdiğıni ammsatü. istanbul Protokolü Buna; polısın baskısı, hekimin bilgi yetersizliğinin yam sua esas olarak bu raporlann hazırlanmasında gelişmiş tıbbi araşürmalann yapılmamasının neden olduğunu vurgulayan Lök, tstanbul Protokolü'nün bu eksikliği de ortadan kaldırdığuu söyledi. Bu gelişmiş tıbbi araştırmalan, kendilerinin, alternatif adli üp gttmediği zaman, vatandaşlar adli üp mua>enelerinin masrafinı kendileri karşılamak zorunda kahyordu. Bu da, \-atandaşın bu ileri tetkikleri kııBanmamaa sonucunu doğunnt>rdu. Şİmdİ devietin DU hnkânbın ımgtantaa gereldyor. Madem hekhni adli üp raporu vermek için göreviendirdiniz, onu, uygun araşürma ve bdgi>le teçhiz etmeniz gerekir." Türkiye'deki resmi adli üp raporlannın yetersizliği üzerine TÎHV ve Türk Tabipleri Birliği'nce başlaülan alternatif üp raporlannın hazırlanması, mahkemeiere sunulması ve olumlu sonuçlar aunmasının uluslararası toplanülarda gündeme geririlmesi ve ilgi görmesiyle İstanbul Protokolü'nün model oluşturduğunu vurgulayan Prof. Dr. Veli Lök, "Biznn alternatif üp rarjorianmceda kuland^nnız ueri araşürmalann hepsi Istanbal Protokolü'nde yer akfa" dedi. Tıp alanında kullanılan sintigrafı, biyopsi ve MR gibi yöntemlerin, işkencenin belgelenmesinde dünyada ilk kez Türkiye'deki hekimler tarafından kullanıldığını vurgulayan Prof. Dr. Lök, uluslararası platformlarda bu ileri yöntemlerin gerekliliğini savunmak durumunda kaldıklannı ve bir tarüşma zemini yaratüklarmı söyledi. Lök, işkenceyi belgelemeyi amaçlayan uluslararası bir protokolün 'tstanbul' adıyla anılmasının Türkiye için anlamını da şöyle anlattı: "Protokolün tstanbal adını afanasmda, burada daha önce bizkr taranndan Hekimlere baskı Türkiye'de, dürüst ve onuriu hekimlik yaparak, yazdıklan resmi adli üp raporiannda işkenceyj belgeledikleri için hakkmda dava açılan Dr. Eda Güven ile hapse atılan Dr. Cumhur Akpmar örneklerinde olduğu gibi işkenceyi görmezden gehneyen' hekimler üzerinde büyük bir baskı bulunuyor. Diğer yandan, resmi adli üp raporlaruun büyük öiçüde gerçekleri yansırmaması ve "işkence yoktur'' şeklinde hatalı negatıf sonuç içermesi nedeniyie "atternatif adli üp raporu" hazırlayan Türkiye Insan Haklan Vakfı ve Türk Tabipleri Birliği hekimleri de son zamanlarda çeşitli gerekçelerle sindiriuneye çalışılıyor. Gönüllü olarak kanldükJan çahşmalarda, hazırladıklan alternatif raporlarla işkenceyi belgeleyen ve bu raporlann mahkemeler tarafından kabul edihnesiyle işkencecıler hakkında da\-a açıhnasun sağlayan bu hekimlerden biri olan TIHV tzmir Temsilcıliği'nden Dr. Zdd Uzun, terör örgütü üyelerine yardun-yataklık yaptığı suçlamasıyla DGM'de yargılanıyoT. Dr. Zeİd L'zun. aynı zamanda gözalonda işkence gördûğûnû de açıkladı. Yine TIHV tzmir Temsilciliği hekimlerinden ve „. tstanbul Protokolü'nün hazu-lık çalışmalanna katılan Psikiyatr Dr. Alp Ayan, Bergama Cezaevi'nde yargılanmavı bekh'yor. Dr. Alp Ayan ve TTHV tzmir Bürosu çahşanlanndan Gönseli Kaya, Ulucanlar Cezaevi'nde öldürülen Nevzat Çiftçi'mn Aliağa'daki cenazesi sırasuıda, 30 Eylül 1999'da gözaltına almmışlardı. TtHV tzmir Temsilcisi Prof. Dr. \«i Uk, demokratik bir bakkı kullanmanm, yanı cenaze törenine kaülmak için bir köy yohmda toplanmanın, fiili olarak bir cezalandırmaya dönüştüğünü söylemıştı. yürütülen ckkü çahşmalann uluslararası arena>-a çıkmış ohnası etkendir. Diğer bir etken de. Türkhe'nin işkencenin bol olduğu bir ülke olmasıdu-. Uçüncü etken, utuslararası alanda çahşan mesiektaşlanmızm çok rahat bir şekflde gerek Türk Tabçieri Bhüği, gerek Türkiye tnsan Haklan Vakfi ve gerekse AdK Tm Uzmanlan Derneği 3e birfikte ç»hytw oianağı buhnasKhr. Bu kunduşiar konu üzerine çok ciddi bir şekflde eğuerek uhıslararası bihmsel lan-Dtnşlana çok i\i bir dr\alog içine ginnişterdir.'' 'Standartiar ohışturulda' TİHV tzmir Temsilciliği hekimlerinden ve tstanbul Protokolü'nün hazırlık çalışmalanna katılan Dr. Türkcan BaykaL tstanbul Protokolü'nün, yeni standartlar geürmekten çok, dünyada zaten var olan bilimsel etik birikımı bir araya toplayıp tüm ülkelerde uygulanabihr, her konum için geçerii ' • aynnülı standartlar bünınü oluşturduğunu söyledi. Protokolün üç: yıllık hazırlık çalışması sırasuıda en çok değişik koşullar ve ülkelerde geçerii bir elkitabuun olması konusunda zoriandıklannı belirten Dr. Baykal, "Her yer için geçerii standartlar bütünü oioşturabihnek çok zordu. Çünkü hepimizin koşuDan ve öncelik sıralaması farldn.dı'" dedi. Protokolün, hükümetleri yasal olarak bağlayıcı kılabilecek prensipler bölümünde, bir resmi adli üp raporunun hukuksal ve adli üp açısından neleri içermesi gereküğine ilişkin standart ve ilkelerin yer aldığına dikkat çeken Dr. Baykal şöyle konuştu: "Bu prensiplerin temel amaa; arnk hem BM'de hem AB'de ve bem de Dünya Tabipleri BirngTnde işkencenin suç olduğu ve önlenmesi gerekriğine ilişkin yeterince belge var. Arük önemh' olan temel sonın, bu beJgelerin nasıl yaşama geçirfleceğL tşkencenin önlenmesi için kküalann iyi araşorunıası gereldyor. Bu araşünnavı yapryomz demek için de protokoMeki Ukekrin yaşama geçirümesi gereknor. Eğer protokolü uyguhumyorsanız işkencni antsürmad^uuz orta>a cıkacak. Protokol, hukuksal \v übbi yönden hükümetlere de araşürma\ı nasıl yapmalan gerektiği konusunda aynntıh kurallar sunuyor." Protokolün Türkiye'de yaşama geçmesinin, sivil toplum örgütlerinin ne kadar baskı unsuru oluşturabileceğine bağh olduğunu kaydeden Dr. Türkcan Baykal, Türkiye Cumhuriyeü Devleti'nin işkenceyi suç kabul etmesine karşın Türkiye'de işkence ile ilgili iddıalann gerçek biçimde araşanhnadığını, bütün çabanın işkencenin üstünü örtmek yönünde harcandığını söyledi. En motive gnıp Tûrkler Dr. Türkcan Baykal. sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul Protokolü'nün hazniannıasuıa dünyadaki birçok organizas>t>n kadkü. Biz çok morjveydflc, çünkü bizlerin canı çok yanıyor. Motiveydik, çünkü burada işkence var ve işkenceyi kanıüayan hekimler üzerinde çok ciddi basknar >ar; meslektaşlanmız son derece kötü / , dnrumda çahşrvoriar. Resmi rapor \erine alternatif rapor düzenleyen insanlar üzerinde çok sıkı basküar var, rehabflitasyon merkezkri üzerinde baskı var ve işkencenin t """rt gn m»M noktasında Türkiye'de çok ciddi engefler var. Bütün bu araştırmalan yapmamızın, sinugrafi. bhopsi. ruhsal değerlendirmeler gibi standartlan alternatif raporianmızda \aşama geçirmemizin temel nedeni aynı zamanda çaresizhğimiz. Dünyanm her yerinde resmi raportar için ruhsal değerkndirme isteniyor, uygun koşullarda görüşme yupıbyor zaten ve işkence zaten resmi raportar aşamasında araşünhyor. Ama Türkiye'de işkenceden zarar gören insanlar bir de ek olarak işkence gördüklerini kanıtiayamadıklan için aa çekiyonar.'' İstanbul Protokolü'nün hazu-lık sürecinde en fazla tartışılan noktalardan birinin de "ileri übbi araşürmabr" olduğunu \-urgulayan Dr. Baykal, "Tartişmalar ve yaztşmalar sırasmda ferk eöik ki, dünvadaki diğer ülkelenk Idşinin işkence gördüğünü, örneğin falakava yaünldığnu kanıtlaması için i k de sintigrafisini göstermesi gerekmhor. Ruhsal olarak aa çekiyor ohnası ve hekhnin de bu kanaatte ohnası sonuçta işkencenin varhğnun kabulü için yeterfi. Ama Türkiye gibi ülkelerde sadece hekunin kanaat vermesi yetmediği gihi ndakaya yaünkhğmı kanniayabflnıesi için effle üıüüabflir denuere ihtiyaç var. Bu noktada ileri tetküder gündeme geoyor ve biz bu tetkiklerin protokolde ; yer ahnaanı sagamaya çattşnk" diye konuştu. SlFIR NOKTASI /ORAL ÇALIŞLAR oralcalislar@yahoo.com Çocukluğumun önemli bir bölü- mü, Dursun anneannemle birlikte geçmişti. Yaz aylannda dedem Bül- büloğlu Mehmet Emin Efendi, Namrun Yaylası'ndaki bakırcı dük- kânını açmak üzere erkenden anne- annemi de alarak yaylaya taşınırdı. Tarsus'taki dükkânı eski kalfası ve daha sonra ortağı olan Agop Göçe- roğlu'na btrakırdı. Ben de anneannem ve dedemle birlikte yaylaya giderdim. Namrun Yaylası, Toros Dağlan'nın tepesinde, çam ormanlannın ortasında bir say- fiye yeriydi. Hâlâ da Tarsuslular bu çok eski geleneği sürdürür ve yayla- ya taşınırlar. Tarih kitaplannı kanştı- nnca anlaşılıyor ki, yüzlerce, belki binlerce yıldan beri yaz aylannda Çu- kurova'dan Toroslar'a bir göç yaşa- nırmış. Çukurova'nın san sıcağında, ba- taklıklannda üreyen sivrisinek, sıtma salgınlanna neden olur, binlerce in- san bu salgınlarda yaşamını yrtirir- miş. Çukurovalı sıtmadan kurtulmak için canını yaz aylannda Toros Dağ- lan'nın serin yaylalanna atarmış. Anneannemle Eski Bayramlarda... Namrun (Ne hikmetse şimdi adını Çamlıyayla diye değiştirdiler), işte bu yaylaların en eskilerinden. Eski bir Ermeni yerleşim yeri olduğuna ilişkin kayıtlar da var. Anneanneme ben hiç anneanne demedim, onun adı benim yanımda hep "Dursun Anne"yd\. Dedem Mehmet Emin Efendi'nin adı ise "De- debaba"ydı. Sanınm bunlan bana benden 5 yaş büyük teyzem Nuran öğretmişti. Yaylada otururken akşa- müzeri anayola çıkar ve dedemi Nu- ran teyzemle karşılardık. Dedem bir elinde bastonu, bir elinde ortası de- lik yuvarlak ekmekle uzaktan görün- düğünde sevinirdik. Elindeki ekme- ği, başka paket varsa onlan alır, ko- nuşa konuşa yokuştan aşağı evimi- ze yönelirdik. Dedem de, anneannem de beş va- kit namazlannı kılar, oruçlannı eksik- siz tutariardı. Dedem ramazan ayla- nnda Kuran okurdu. Eğitimli bir in- sandı. Hem eski yazıyı hem yeni ya- zıyı çok güzel yazar ve okurdu. An- neannem ise okuma-yazma bilmez- di. Dedemin ve anneannemin kar- deşleri yaşamlannı Çanakkale Sava- şı'nda ve Birinci Dünya Savaşı'nda yitirmişlerdi. Anneannemin yalnızca bir erkek kardeşi hayatta kalmıştı. Dedemin ise hiç erkek kardeşi kal- mamıştı. Dedem, aydın bir Müslümandı. Beş kızının beşini ve iki oğlunu da okutmuştu. Hiçbir zaman kızlannın örtünmelerini istememişti. Bu yüz- den bizim ailede anneannem dışın- da örtünen kadın olmadı. Annean- nem, Osmanh'ya ve Cumhuriyet'in kuruluş yıllanna tanık olmuştu. Bu nedenle Cumhuriyet'in modernleş- me atılımını yürekten desteklerdi. Atatürk'e ve Ismet Inönü'ye çok özel bir bağlılığı vardı. • • • Anneannem, namazını kılıp oru- cunu tutancen İslamcılann gerici tu- tumlanna karşı hepimizden daha ra- dikal tepkiler gösterirdi. Annean- nem, otoriter bir kadındı, bütün to- runlan ondan korkardı, benimle ise özel bir ilişkisi vardı. Benimle oturur, uzun uzun sohbet ederdi. Bir bay- ram günü, karşılıktı derin birmuhab- bet halinde iken ona "Anneanne bü- yûyûp para kazanınca seni hacca götûreceğim" demiştim. Bu onunla benim aramda, bir me- saja dönüşmüştü. Onu her gördü- ğümde, "Büyüyüp, seni hacca gö- tûreceğim" derdim. Bundan çok mutlu olacağını sanırdım. O ise, "Peki oğlum, inşallah" der, geçişti- rirdi. Üniversiteye başladım. 1968 gençlik hareketleri okJu. Sonra da 12 Mart 1971 askeri darbesi. Tutuk- landım. 1974 yılında serbest kaldık- tan sonra anneannemi son kez Namrun Yaylası'nda gördüm. Artık onu hacca götürmekfikrigeride kal- mıştı. Ona dönüp "Anneanne hatır- lıyor musun, sana yıllar önce böyle bir söz vermiştim. Ama hâlâ para kazanıp bu sözümü yerine getire- medim" dediğimde, "Yavrum, ben zaten hacca gitmek taraftan değilim ki. Sen böyle söylediğin için ben de pekiyi demiştim. Onun masrafıyla ülkemize bir yatınm yapmayı, bir yardım kuruluşuna destek olmayı tercih ederim" deyivermişti. Rahatlamıştım. Onunla kucaklaş- tık. Son kez kucaklaştığımı nereden bilebilirdim. Mahkemeler ve ceza- evleri arasında koşuşturmalar sıra- smda anneannemin ölümünü duy- duğumda çok üzülmüştüm. Onun- la aramızdaki hac konuşmasını anımsamıştım. Her Ramazan Bayramı'nda anne- annemi ve dedemi hatırlanm. Onla- nn hem laik hem de beş vakit namaz kılan Müslümanlıklannın Anado- lu'da yerieşmiş bir geleneği temsil ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Türkiye'yi diğer Islam dünyasından daha farklı bir yere koyan bu köklü gelenek, onlann anılarıyla benim açımdan farklı bir anlam kazanıyor. Hepinize, iyi bayramlar diliyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear