17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
EYLUL1999 PAZAR CUMHURİYET SAYFA JvUJ-iJ. U . K [email protected] 15 Ferit Edgü, yeni kitabmdaki minimal öykülerle dilin içindeki cevhere varmaya çalışıyor Kısanın olağaniistii yoğunhığu GÜLERÇETİ1N Ferit Edgû'nün yeni öykü kitabı 'Işte 'Deniz,Maria' YapıKrediYayınlan'ndkn çıktı. Beşi, yazann 1950'lerde oluşan öy- kx anlayışını sürdüren 35 öykü yer alı- yor kitapta. Kitabın ikinci ve üçüncü bö- İününü ise kısa, çok kısa öyküleri oluş- turuyor. Kendi deyimiyle *tüm fazlalık- budan anndınlmış, ayıklanmış, dilin için- deki cevhere varmaya çaJışan minimal öyküteri" - 'Binbir Hece'den bu yana minimalist öMtülereyer verdiğiniz üçüncü kitabuuz 'I^e Deniz, Maria'. Öykücülüğünüzde sia minimalizme çeken ne? FERİTEDGÜ-1962'deyayımlanmış 'Bozgun' adlı bir öykü kitabım var. Ge- çende onu yeniden yayına hazırlarken minimalist öykülerimin ilk örneklerinin o kitapta olduğunu gördüm. Aslında biz- den çok önce, heraianın olduğu gibi mi- nimalist öykülerin de öncüleri vardı. Ye- nileyin Yapı Kredi'den çıkan 'Çehov'un Yeni Buhınmuş Öyküleri' örneğin. tkin- ci bölümde yer alan metinlere çok şaşır- dım okuduğumda. 1880'lerinbaşlannda yazıldıklanna inanmak güç. Sanki Çehov tarafından yazılmamışlar. Bugünün mi- nimalıst anlayışına çok yakın örnekler. Da- ha sonra Kafka. Beckett ve Borges de bu tarzın örneklerini verdi. Başlangıçta bu kısa öyküler için minimalist sözcüğünü plastik sanatlar dünyastndan ödünç ala- rak kullandım. Benim minimalist öykü- lerimden iki yıl kadar sonra Fransa'da Ispanyoi bir yazann öyküleri yayımlan- dı. Benim gibi o da minimalist sözcüğü- nü kullanıyordu. Geçen yılın sonlannda Fransa'da yeni bir atılım yapan yazarlar çevresinde ilk kez bu minimalist sözcü- ğü (cullanılmaya haşlandı Budi—- "m'>- listöykülenn aynı olmadığıru ama gerek- sinmeden doğduğunu gösteriyor. -'EylüTün Gölgesinde Bir YazdTyı 'ro- mansı' oiarak nitelendirmiştiniz. Mini- malist (i> külerle de >eni > nllar dt>ni> orsu- nuz. Sizi >azın alanında bu denemelere iten ne? FERİT EDGÜ -Minima- list öyküler yazayırh diye yola çıkmadım. Öykücülü- gümün sonucu beni buraya getirdi. Edebiyatta ciddi bir tıkanıklıkyaşanıyor. Bugün postmodern denen, moder- nizme karşı bir edebiyat tü- rü oluştu. Bu türün benim de dahil olduğum kuşağın bu- güne dek karşı çıktığı, sanat dünyasından elden geldigin- ce temizlemeye çalıştığı faz- lalıklan yeniden edebiyata ve sanata sokuşturulduğu- nu görüyorum. Minimal öy- küler aslında bunlara da bir tepki. Sanki Sait Faik'ler. Orhan Kemal'ler yaşama- mış gibi. Buunutuşbirtep- ki olabilir, ama tepki değil. Birikim gerçekleşmiyor. Bu- nun beni en rahatsız eden yansıması dileoian saygının yitmesi. Bugün genç yazar- lann yazdıklan dile saygıla- nyok. 'Sanatbkandı' B'ırgızımı vereyim size: Örneğin 20 sözcükten fazla kullanma diyorum. Zenginleştirme yerine yoksullaştırma yolunu izliyorum. Bu öykülerimde hikmetli sözler söylemeye değil de, bir olayı çok az sözcükle dile getirmeye çalıştım. fılmlere uyarlanıyor. Ancak kısa zaman sonra siliniyor. Bir süreklilik yoksa ede- biyatta hangi taşın üzerine hangi taşı ko- yacaksmız ki o adına edebiyat dediği- miz yapının yükselmesini sağlayacaksı- nız? 'Göz boyamaktan korkannT - Binbir Hece'deki minimalist öyküle- rinize baktığımızda dil ve zekâ oyunlan- nın daha ön plandaolduğu görülüyor. Ye- ni öykülerde ise 'oiay' daha ön planda. Mi- nimalist öykülerinizde gözettifiniz en önemli unsur ne? tinlere de minimalist diyordum ancak o metinlerde öykünün yapısını oluşturan olaya çok önem vermediğimi gördüm. Sanki oradaki buluşlar beni aldı bir yer- lere aötürdü. on'nrın 3İın .;u fv.ifiUiırn. Tehlikeli bir şey bu. Bugün ise olay ör- güsüne daha fazla dikkat ederek çok sözcükle anlatılması olası bir öyküyü olağanüstü diyebileceğim bir yoğunluğa indirgeyip en az sözcükle anlarmaya ça- lışıyorum. Dolayısıyla gözleminiz doğ- ru. Bugün Buıbir Hece'deki metinlerin bir- çoğuna minimalist öykü diyemem. Minimalist öykülerimde kimi zaman bir sözcükten yola çıkıyorum. Bir gizi- mi vereyim size: Örneğin 20 sözcükten fazla kullanma diyorum. Zenginleştir- me yerine yoksullaştırma yolunu izliyo- rum. Bu da beni zora sokuyor. Ama o zo- ' • < • • . R" kitapta yer alan öykülerde hikmetli söz- ler söylemeye degil de, bir olayı çok az sözcükle, sıfat imge kullanmadan dile getirmeye çalıştım. 1;; minin):ıli?î m ulaşmak istediğiniz noktanın 'kunı, ya- lın hatta renksiz' ö>kü)er olduğunu be- lirtijorsunuz. Öykülerinizin okurda zen- gin çağrtşunlanı >ol açbğını gözönüne ahr- sak bu sıfatlan biraz açabilir miyiz? FERİT EDGÜ - Giacometti diyor ki, -Ressamlar için konulargend oiarak bir vesiJedir,öylederler. Benim için bu söz ko- nusu degil. Benim için gerçekiik varmak istediğim şejdir." Açacak olursak bir el- manın gerçeklıgi, bir iskemlenın gerçek- liği... "Ben bütün ömrümü bir iskemle- nin karşısında sadeceonu resmederek ge- çirebilirim*' diyor. Örneöin Italyan res- hemen aynı renkierle şışeier, Kavanoziaı yapmıştı. Bu tek yol değildirelbette. Mo- randi'yi Pkasso ya da Matisse gibi çok renkli, çok zengin ressamlara tercih edi- vorde3il'frı.,tii,a hö'-le bir vui AJ *.•*.: J.7 Edebiyata gelince, düş gücünüz varsa olağanüstü bir öykü kurmak kolaydır. Ama o olağanüstünün aynı zamanda ya- pısını ve sözcükJerini de bulmaruz gere- kir. Yazarken hiç sıfat kullanmam. kul- lanmamayaözel bir çaba gösteririm. Çün- kü aldatıcıdır. Okurun gözünü boyayabi- lir. Ondan çok korkanm. O nedenle müm- kün olduğunca dar bir alan seçip, o dar alanın içinde mümkün olduğunca az söz- cükle; metafor, istiare, benzetmeden ka- çarak yazmak isterim. Ama hiçbir şekil- de okurun o sözcükleri okurken gözünün önüne ne getireceğini kestiremem, onu da engellemek istemem. 'Çok düş goren biriyim' - Ö\küleriniz fantastik olanlar. fantas- tik olma\anJar oiarak ildye a>nlı\or. Bir öyküde de gerçekçi bir öykü anlatılması istendiğinde 'çığhk atarak uyandım' ya- nıtıgen>w. Düşlegerçek arasında nasıl bir sınır kovuyorsunuz? FERİT EDGÜ-Çok fazla düs dünya- sında yaşayan biri değilim ama çok düş gören biriyim. Kimi zaman korkacak ka- dar çok görüyorum. Nerde başlıyor. ner- de bitiyor kestiremiyorum. Kitaba adını veren öykü 4 tşte Deniz, Maria' öyle bir öyküydü. Onu bir gün deniz kenannda bir sabah yaşadım. Sonra baktım ki, öy- le bir şey yok. Bu bir anlık bir sann mıy- dı, bilemiyorum. Ama o imajdan çıkarak birtakım şeyleri siz kendiniz ekliyorsu- nuz, Maria'yı, denizi... Eğer bireysel bir gerçeklik varsa o öykü h'npvsoi btr cer- çekliğinyansımasıydı. Çünküünuvaşa- dım. - Öykünün aduun ttalyanca bıralol- masının nedeni bu mu? FERfT FDGf - rm-v ^ar"-d" ec-- düm onlan- ıkız kardeş gıbıydıler. K.aı- dıgım yerde çok aradım onlan ama bu- Iamadım. Konuştnadılar. Onlara siyah giysiieri ben friydirdirp. Bir de Dünya edebiyatında da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük birgelişme ol- madı. Savaş yıllannda orta- ya çıkan Beckett gibi, Ca- musgibi büyük yazarlar çık- tı ama büyük bir edebiyat gerçekJeşmedi. Bugün baş- ta resim olmak üzere plas- tik sanatlarda bu tıkanıklık daha açık görünüyor. O alan- daki yeni denemelerin büyük bir çoğunluğunu izliyorum ama anlamaktagüçlük çeki- yorum. Sanatta böyle tıkanıklık- lar olabilir, hatta sanatta bir gelişmeden söz etmek de belki doğru değildir. Ama yapıtlar kendi yüzyılıru. top- lumunu ortaya koyar. Bun- lar sanatsal oiarak her za- man çok büyük yapıtlar ol- mayabilir ama bize bu çağ- da yazıldıklannı, bu çagın in- sanının kaleminden çıktıgı- nı duyururlar. Bugün deği- şik toplumlarda o kadar bir- birine yakın, o kadar benzer yapıtlar ortaya çıkıyor ki, bir de bakıyorsunuz bunla- nn ortak noktalan günümüz- den çok öncelere gidiyor. Geçenlerde Le Monde gaze- tesinde Japon edebiyatında yeni bir yazardan söz edili- yorda llk kitabı çıkmış, müt- hiş birilgi odağı. Yazarla, ya- zış biçimiyle, konusuyla il- gili verilen bilgiler bire bir Orhan Pamuk. Japon yaza- nn Orhan Pamuk'u okuyup da o kitabı yazdığını san- mam ama dili konusunda söylenenler, burda Pamuk'a yöneltilen eleştirilerle aynı. Şimdi durup düşünmek ge- rekiyor. Etkilenmek çok do- ğal ve gereklidir. Ama bu- radaki benzerlikler benim için korkutucu, çünkü ede- biyatın dışında tartışılacak, araştınlacak bir gerçekliğin sonucu. Bir edebiyaftürü geliyor, çok büyük ilgi uyandınyor, Lütfîi Özkök'ünportrelerden oluşanfotoğrafları Paris y te Fnac 'ta sergileniyor Aşk bahçesindeşcdrieringizemUyüzleri NECMİSÖNMEZ Yaşamını 1951'den beri Stockholm'de sürdüren Lütfü Özkök'ün fotoğraflanndan oluşan geniş kapsamlı bir sergi, "Lütfü Öz- kök, un poete photographe r başlığı altında Paris'teki Fnac'in fotograf galerisinde açıl- dı. FrançobWfeyergans'm önerisiyle düzen- Ienen bu sergi, yaşarmnı şiirle fotoğraf ara- sındaki "garip dryalog'' üzerinekonumlan- dırmış olan sanatçırun öncelikle şair ve ya- zar portrelerinden oluşuyor. "Garip diya- log" derken, biri sözcüklerin, diğeri ise gö- rüntülerin imgelerini oluşturan iki yaratı alanında çalışmalannı sürdüren sanatçırun bu sayede yakalamış olduğu "gizemM anh- öm diimi" vurgulamak istiyorum. Yaratıcı kişilerin özellikle "yüzterindeki'' ifadeler üzennde yoğunlaşarak o kişinin ruhunda- ki atmosferi ele veren "anlan" yakalama- yı başaran Özkök,böylece 20. Yüzyıl Mo- dern Fotoğraf Sanatı içinde pek az fotoğ- rafçınm ayak bastığı bir alanda çaiışmala- nnı yoğunlaştırarak sözcüklerle tanımlan- ması kolay olmayan birbütünsellige varmış- nr. 1949'da birdahadönmemek üzere Istan- bul'dan aynldığında özkök, Orhan Veü'nm etrafinda kendi sesini arayan genç kuşağın (Cahit Irgat Muzaffer Ta»ip. Sabahattin KudretAksalvb.)ıçındeyeraJıyordu. Fran- sız kültürü ile çocukluğundan itibaren üiş- ki içinde olan Lütfü Özkök, ilk gençliğin- de bir yanda Modern Fransız Şiiri'nden, öte yanda ise Orhan Veli'nin gerçeküstücü- lûğü de kucaklayan "açık w öriü" biçim- den etkilenerek şiirier yazmışO. II. Dünya Savaşı'nın yıkıntıknnı üzerindenatmayaça- lışan Paris'e 1949'un Mart ayında varan sanatçı, kendisini derinden etkileyen bu kentte de iki yıl kaldıktan sonra eşi Anne- Marie'nin ülkesi olan lsveç'e gihniştir. Yflzfin topografisini biliyor Stockholm"de Türkçeden ve Franstzcadan çeviriler yapan sanatçı, şairlerin fotoğraf- larmı yayımlamak istediğinde fotoğrafçıla- ra ödenen yüksek telif ücretlerinden ürkmüş ve bu masraftan kurtulmak için 1953'te al- dığı küçük bir Zeiss- fkon kamerasıyla bir- çoğuyla yakından dostolduğu şairlerin, ya- zarlann, ressamlann portrekrini çekmeye başlamıştı. Önceleri amatör bir çerçevede sürdürdüğü fotoğrafçılık 1960 yılından iti- baren onun temel ugraşlanndan biri oimuş- Marguerite Duras, 1%2. aratıcı kişilerin yüzlerindeki ifadeler üzerinde yoğunlaşarak, o kişinin ruhundaki atmosferi ele veren anlan yakalamayı başaran Özkök'ün bu etkileyici sergisi '20.Yüzyıl Çağdaş Edebiyatı'nın imge antolojisi. tur. Uluslararası yazar kongrelerinde, top- lantılannın, kendi deyişiyle, yan karanlık köşeierinde çektıği portreleri önce Kuzey Avrupa gazetelerinde sonraönemli Fransız, Alman ve Amerikan gazetelerinde, dergi- ierinde yayım lanarak ona uiuslararası bir ün kazandırmıştır. Paris'te neredeyse bir ret- rospektif karakterinde sunulan sergideki portreler, Özkök'ün 1960'lardan itibaren nasıl kendi stilini oluşturduğunu, özellikle yaratıcıüısanlarmvûzünûbirtür u ınetafcr'' oiarak yorumladıgını eticileyici bir biçim- de ortaya çıkanyor. Burada sorulması ge- reken soru, aşağı yukan yûzlerce fotoğraf- çının çektiği bir edebiyat insanını Lütfü Özkök nasıl yorumluyorki. onun fotoğraf- lanna bakıldığında hissediîir birfarklıiık ken- dini duyumsatabiliyor. Bu sorunun yanıtını bulmak kolay değil. Ama sergide de yer alan fbtoğrafiardan yo- laçıkarak sanatçırunportrelerindeortaya çı- kan kimi temel özellikleri (Leitmotive) sap- tamak mümkün. Özkök öncelikle portreci. Ellerin, vücudun. ayaklann değil, sadece yü- zün topografisini biliyor. Fotoğrafinı çeke- ceği kişinin yüzünün bir kısmını karanlık- ta bırakarak, kafanın olağan simetrisini kı- rarak, detaylann daha da ön plana çıkma- suu sağlıyor. Hiç kuşkusuz kendisınin en önemli çalışmalanndan biri olan Samuel Beckettportreleri bu özelligi açıkça ortaya çıkarmaktadır. Böylece onun fotoğraflan, sözcüklerle tanımlanması zor olan bir "de- riniğe", gizeme bürünmektedir. Fotoğrafyü- zeyinin önemli bir bölümünükapsayan çeh- reye bu kadar yakınlaşmasını açunlarken unutulmaması gereken bir özellik, onun kendi kendisini yetiştirmiş olmasıdîr. Kla- sik fotoğrafkurgulannı, perspektifi bilme- mesi Özkök'ü sadece özgürieştirmelde kal- mamış, ona "uçlarda" konumlanan bir sa- natçı pozisyonunu kazandmnıştır. Modelivle mesafe>i hep korudu Fotoğrafinı çektiği sanatçılarla oldukça yakm ve uzun süreli dostluklar kurması, onlann yapıtlanyla düşünsel açıdan da ken- disiyle akrabalık kurması onun ReneChar, Nâzun Hikmet Paul Celan,Arthur Lundk- vist başta olmak üzere birçok portre çalış- masına farklı bir zenginlik getirmiştir. Ki- şisel dostluğunun kazanımlannı fotoğraf- lanna aktanrken Özkök'ün kendisiyle mo- deli arasmdaki mesafeyi her zaman konı- AndreBreton duğunu da belirtmek gerekirburada. Sahip olduğu arşivde bin beş yüzden fazla edebi- yatçının. sanatçmm imgelerini yan yana getirmeyibaşaran Lütfü Özkök'ün Paris'te- ki buetkileyici sergisini, 2ü.Yüzyıl Çağdaş Edebiyatı'nın imge antolojisi oiarak yo- rumlamak yanhş olmayacak. Çalışmalan dünyanm dört bir tarafmdaki önemli mü- zelere, arşivkre kabul edilmiş olan sanat- çaıuı ülkemizde hiçbir fotoğraf kitabmın, sergi kataloğunun yayımlanmamasını anla- makkolay değil. 1978'de"İçirofadekiSıla'\ 1993'te (biryığın baskı yanlışlanyla) "Uza- |£n Yakml^ı'' isimli şiir krtaplannı yayım- layan Lütfı Özkök. kendi tercihi olan göç- menliğini, "sHrgûnlfige'', gercekliği gerçe- küstüne taşıyarak etkileyici bir *lbto^af dffi* oluşturmuştur. Yazıyı onun bu özelli- ğini ortaya çıkaran şiirlerinden birisiyle noktalamak yanlış olmayacak: "Dur Arkanabak Mucize Sensm." "Lutrü Özkök, an poete photograpoe'" sergisi, Paris'te Galerie photo Fnac Mont- parnesse'da 13 Kasraı 1999'a dek izlenebüır. Komşular ve kimlikleri OliverMusoik'in'Neighbors'(Komşular)İMHiıı ^ ıuşınası, 1999. Kültür Senisi - 6. Uluslararası Istanbul Bienah'nin Makedonyalı konuğu OiherMıısoik'in 'Neighbors' (Komşular) adlı çalışması Dolmabahçe Kültür Merkezi'nde sergileniyor. Musoik kendi çevresinın insanlannın sıradan. kişisel yaşamlanna ve yazgıianna sürekli ve ısrarlı bir ilgiyle yaklaşıyor. Musoik 'in çalışmalannda işsizler, emekliler. öğrenciler, fabrika işçileri ve işsizlik ödeneği alanlar gibi kişiler yaşamlannda ilk kez başrollere çıkıyor. Oliver Musoik'in 'Komşular' çalışmasının apartman sakinleri hayli ilginç. Daire 1- O bir boyacı. Daire 2- Onlann bir kedisı var. Daire 3- Burada sanatçı annesiyle birlikte yaşıyor. Daire 4- Çocuklar onun huysuz, yaşlı bir kadın olduğunu düşünüyor. Daire 5- Yeni komşular. Daire 6-Bır süredir burada kimse yaşamıyor. Daire 7- O bir avukat. Daire 8-0 apartmanı temizleyen kadın. Daire 9- O çiçeklerle uğraşmayı seven bir kadm. Daire 10- O bıçkın bir adam. Daire 11 - O. apartman yöneticisi. Daire 12- O yaşlı ve yavaş bir kadın. Daire 13-0 işsiz bir adam. Daire 14- O bir yeniyetme. Daire 15-Bir önceki kiracılar tahlıye edilmiştı. Daire 16- Kısa bir zaman önce aileden biri evlendi. Daire 17- lyi insanlar. Daire 18- Yaramaz çocuk. Daire 19- Burada arkadaşım oturuyor. Daire 20- Isınmak ıçın odun kullanıyorlar. KUŞBAKIŞI MEMET BAYDUR 1835 Şili Depremi "Ancak çok mutsuz bir insanın başka bir insan için üzülmeye hakkı vardır." Oruç Aruoba'nın Türkçe- siyle aktardığım bu VVİttgenstein cümlesi bizi, hepi- mizi bu yıkım günlerinde ciddiyete davet ediyor san- ki. Bahçeli ya da Bahçesiz Dupleks bir ülkede ctu- ruyorsanız ve bütün bir ülkeyi yasa boğan bir fefa- kete rağmen surlarınızda bir delik olsun açılmamış- sa mesele yok demektır. Milli Takım bir yabancı ta- kımı yene ve bizlerde üç hilalli bayrakları açar, klak- son çalarak dolanırız ortalıkta... Oysa ancak çok mutsuz bir insanın başka bir in- san için üzülmeye hakkı vardır demiş ademoğlu y:l- larca önce. ••• Charles Darvvin 1809 yılında doğmuş ve henuz yirmi iki yaşındayken Beagle adlı bir gemıye bınip de- nize açılmış. Beş buçuk yıl süren bu yolculuktan döndüğü zaman bu genç adam biyoloji bılımini ar- tık geriye dönülmeyecek haline yerteştirmeye hazır- dır. Darvvin önündeki elli yıl boyunca Beagle yolcu- luğunda gözlediği olgular üstüne düşünup yazacak, ortaya Türlerin Kökeni başlıklı büyuk yapıt çıkacak- tır. Darvvin'in kendi kaleminden çıkmış Beagle'ın Yol- culuğu'nu okurken, on artıncı bölümde deprem me- selesi çıktı karşıma. 228. sayfada.... 1835 yılının şubat ayında Güney Amerika'nın Pa- sifik kıyısında, Şili sahillerinde seyrediyorlar. Concep- cion kentiyle Chiloe adası arasında, Valdıvıa'da ka- raya çıkmışlar. Yirmi şubat gunü muthış bir deprem oluyor. Yer sarsıntısı başladığı zaman Darvvin kara- da, bir ormanın içinde yere uzanmış dinleniyormuş. Birdenbire geldi ve iki dakika sürdü diyor. O iki da- kika çok uzun sürdü diye ekliyor. BÜHU bizim kırk beş sanıyeyi birinci elden yaşayan insanlarımız hemen anlayacaklardır. Deprem zamanı, gerçek zamandan çok daha uzundur. Darvvin, yer trtreşimlerinin nere- ö£f.. ha'igi vönden oe'&.-yn'- a^'amadıklan1 -:! so- ;'kT !- yor. Toprâk altlarından çeKiımış gibi. Insamri agıriıg altında eğilip bükülen ince bir buz tabakaanda ka- yar gibiydik. Bundan sonra şunlan yazıyor bu büyük bilim adamı: Berbat bir deprem, inandığınız her şe- dığinız her şey bır sanıye ıçınae artık tutunamaya- cağınız bir kâbus haline geliyor. Saatlerce düşünse- niz ulaşamayacağınız bir karabasan. 9y g dac.gtnt iıisseütnı an-a bunur, scnuçianisn ne.qi- duğunu bilmiyordum henüz. Kaptan Fitz Roy ve su- baylar deprem anında şehirdeydiler. Orada tam bir felaketyaşanmış. Ahşap evlere bir şey olmamış. (...) İki gün sonra Valdivia'dan demir aldık ve dört mart günü Concepcıon limanına demirattık. Quiriqina ada- sının belediye başkanı orada felaketin boyutunu an- lattı. Concepcion kentinde ayakta kalmış bir tek bi- nayoktu. Talcuhano'dadaöyle. Yetmiş köyyene bır olmuştu. Sonra büyük bir dalga gelip yıkıntılan ve geriye kalanlan da alıp götürmüştü. Bu son mese- lenin gözle görülür kanıtlan sahildeydi. Bütün kum- sal sanki binlerce gemi batmış da artıklan sahile vurmuş gibi tahta ve mobilya doluydu. Iskemleler. masalar, kitaplıklann yan sıra birçok evin çatısı, dam- lan da olduklan gibi kumsaldaydılar. Talcuhano dük- kânlanndaki bütün mallarda kumsala saçılmıştı. Pa- muk çuvallan, yerba ve diğer kıymetli mallar. Ayn- ca daha önce deniz altında olan birçok kaya parça- lan da artık sahildeydiler." ••• "Ada deprem felaketinin büyüklüğünü olduğu gi- bi yansıtıyordu; kumsal ise depremle gelen büyük dalganm kötü sonucunu. (Kırk bin civannda insanın öldüğü tahmin ediliyor 1835 Şili depreminde, ama denizden uzak küçük köylerdeki ölümler bu sayının içinde değil.) Quiriquina Belediye Başkanı deprem başladığında atının üstünde bir yere gidiyormuş. Saat sabahın on bir buçuğu. Adam bir de bakmış hem kendisi, hem de atı yerde debeleniyoıiar, aya- ğa kalkmaya çalışıyohar. Kalkarkalkmazyine düşü- yorlar. Başkan yattığı yerden, yandaki tahada otla- makta olan birkaç ineğin yuvaıianarak denize düş- tüklerini gördüğünü söylüyor. Körfezin ucundaki bir köyde, büyük dalga nedeniyle yetmiş kadar büyük baş hayvan boğulmuş. Şili depreminin kayıtlardaki en büyük felaketlerden biri olduğu düşünülüyor. Concepcion 'un halini gördükten sonra birçok insa- nın nasıl sağ salim kurtulduklannı anlayamıyorum." Darvvin'in yazdıklarını dikkatle okumaya devam edeceğiz. Sahi yahu, bir de şu geldi aklıma. bzi yö- netenlerin içinde Danvin'e hak verenler ka işidir acep? Bursa Devlet liyatrosu Müdiirü istiffa etti • BURSA (AA) - Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürii Selım Gürata, görevinden istifa etti. Gürata yaptığı yazılı açıklamada, Bursa'nın en sağlam, en köklü kültür ve sanat yuvası olan Bursa Devlet Tiyatrosu'ndaki müdürlük görevinden, sanatçılık görevi 'uhdesinde kalmak' üzere istifa ettiğini bildirdi. Gürata aynca bölge tiyarrolannın merkeziyetçi yapıdan kurtıılup, özerk yapıya kavuşmasıyla kendi kişiliğıni bulacağına inandığını belirtti. BASSO'dan deprem çocuklan yararına konser • Kültür Servisi - Bilkent Senfonı Orkestrası, deprem felaketinde zarar gören çocuklar yaranna 22 Eylül Çarşamba günü bir konser verecek. Dünyaca ünlü Bolşoy Tiyatrosu'nun şefi Fuat Mansuro\ 'un yönetimindeki orkesrraya, konuk keman sanatçısı Maxim Fedotov eşlik edecek. Orkestranın "'deprem felaketinde kaybolan yaşamlar anısına, zor koşullardakı çocuklar yaranna" sloganıyla vereceği dayanışma konserinde, Sibelius'un "keman konçertosu" ve Brahms'ın 1 No'lu senfonisi seslendirilecek. Bilkent Oniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi Gişesi'nin yanı sıra, Çanka\a Çar>ı Mağaza^ı. Be>nı>n Mdgaza^ı Karuni Şubesi. Dost Kıtabevi ve Bağdaş Kıtubevı'nde satışa sunulan biletlerin fiyatı, 5 milyon lira oiarak belirlendi. Harem Suare'den AKlfT'a destek • Kültür Servisi - Ferzan Ozpetek'ın son filmı "Harem Suare"nin galası, Arama Kurtarma Derneği (AJCLJT) yaranna gerçekleştirilecek. Filmin galası yann akşam Beyoğlu Emek Sineması'nda, Özpetek ve filmin oyunculannın yanı srra iş ve medya dünvasınin önde eelen isirnlennın Ifatıhmıyla gerçekleşecek ' nr. _ > -t\i-ıi'dcr> nbaren 43 sinemada göstenme girecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear