29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 TEMMUZ 1999 PAZARTESİ DIZIYAZI Bombadaki Lamba: Tolga'nın öyküsü-1 Diliçözülmediuzunsüre14 Ocak 1994 gecesi. 4 ayn otobüste patlamalar olmuştu. Oiaylar, ertesigün gazetelereyansırken haberierde küçücük aynntılar vardı: "Kınkkale, Bolu ve Kızılcahamam da 4 otobüste dün meydana gelen patlamalar sonucu iki kişi öldü, biri ağır 16 kişiyaralandı.... Dün geceki dördüncüpatlama, Kızılcahamam Yeniçeltek mevkiinde. Ankara-lstanbul otoyolunun 78. kilometresinde meydana geldi. Tolga Suyolcuoğlu ve Mehmet Bozkurt un yaralandığı, Suyolcuoğlu 'nun dunımunun ağır olduğu bildirildi. Otobüslere konulan bombalardan terör örgütü PKK'nin sorumlu olduğu açıklandı." Yalm adlarla anılmıstı, ölenler, yaralananlar. O denli yalındılar ki; onlar da anneleri, babaları, düşleri. sevdalan, çocukluk anılan, günlük telaşlan, gelecekten beklentileri, hzdıkları, sevindikieri, özel eşyalan, paylaştıkları, tehlike diye sakuıdıklan, giz niyetine sakladıklan, berber aynasmda gördükleri yüzleri, işleri, güçleri, okuduklan kitapları, açılmadık sayfalan, ağnlârı, sızılan, yoksullukları, varsılhklan ile "insan "dılar. Kimisi, ölümün kapısını çaldı, içeriye buyur edildi. Kimisi. eşikte bekledi. Hiç görmediği, hiç tanımadığı, birlikte kafa tozlu sokaklarda misket yuvarlamadığt, anasmın uğruna nasıl saçım süpürge ettiğini ve çatık kaşlı babasının aslında üzerine titrediğini bilmediği "insan "ın kulak tozuna ya da başının üstüne barut kokulu bir sinsi bomba koymanın anlamı ne ki? Tolga Suyolcuoğlu, haberierde adı "aynntı" olarak geçenlerden biriydi. Yam "baş "ında bomba patladı. Ağır bir ameliyat geçirdi, bilgisini ve el becerisini kullanan Hipokrat'ın torunu bir hekim tarafından kurtanldı. Ankara 'ya götürüldü. Oençlik uçurtmasının mektubunu elleriyle takamadı, özgürlük ipine. Yıllarca hastanelerde geçti günleri, yakınlanyla, sevdiklerinin acılı gözlerine baka baka. Yürüseydi, belki Meşrutiyet Caddesi ndeki topal boyacıya ayakkabısını bile boyatacaktı. Yürüyemedi, geceler vegündüzler boyunca. İki çift lakırdı etseydi, belki içinde biriktirdiklerini anlatacaktı. Dili çözülemedi uzunca süre... Şiiriere gönderdi sessiz derinliğini. Kitabımn adını "Kıymetli Evrak" koydu. Okuyacağınız röportaj, baldıran gibi, ağıotu gibi insancı değerleri sarsan şiddetin bir gencin üzerindeki gelgUleridir... IŞIKKANSU 7 4 Ocak 1994. Saat 20.30... Var oluş ıle yok oluş arasındaki incecik çizgi aşıldı aşılacak. Ölüm meleğinin, kulağın dıbinde islık çaldığı an. Gök gürültüsü yanında hall etrniş, öyle bir patlama. Beyin kıvnmlarında dolaşan şimşek, yançapının sonsuza uzanmasına rarnak kalmış bır karanlık. Acı kadar yakın çığlıklan \e iniltilerı yudum yudum bogan sımsiyah boşluk... • • • Yıl 1975. Pendik'te bır apartman dairesi. Tüm masumluguyla uyuyan 6 yaşındaki çocugun göz kapaklan kıpır kıpır Düş gördügü besbelli. Düş değil belki. \armak istediği gerçeklik: "Kalktım. pijamalanmı değiştirdim, gömleğimi pantolonumu giydim. Apartmanın arkasında iki katlı bir ev vardı. Arka bahçe> i dolandım. -Vpartman ile evi ayıran du\arı ittiııı. Başka dümaya geçtim. Çok renkli bir dümasdı bu. Panayır gibi renkli. Küçük küçük insanlar, yaratıklar vardı. Oyuncaklar. atlı kanncalar... Oynadım, oynadım, doyamadım. Bir minnacık adam geldi, Tolga dedi, annen merak eder, uyumaya çalış."" Sabah oldu, annesı uyandırdı. Kahvaltısinı etti. çıktı. O duvan ıttı. önce okşayarak, sonra sızlanarak bir daha. ardından ağlayarak bir daha. Açılmadı ışte. Neden aldatmışlardı Tolga'yı? Neden "Uyu" demişlerdi ki o küçük insanlar* 1 Yok olmuştu. o\un dünyası. atlı kanncalara açılan masalsı du\ar... • • • Tolga'nın beyninde çakan yıldınm: sevgilinin, dostlann. anne babanın yüreğıne düştû. Ayça gelmiştı Bolu'ya onu görmeye. Hocalan, arkadaşlan, ailesi de- Bolu'ya yeni atanan ellen dert görmeyecek beyin cerrahı, tomografisiz ameliyat etmişti. yokluklar içinde. Bolu'dan Bayındır Hastanesi'ne. oradan Numune'ye nakil. Gerçeklik ile düş arası, silik, sisler içinde ikinci yaşam... • • • Yalova. Tavla pullannın şakırtısı. annenin içinde kınlan aynalann sesi olmasın sakın? Anne ile baba. ilişkilerinin altıkapıya alındığını. hapsedildiğinı hissediyorlar olmasın sakın' 1 Annenin adı Nesrin: "Tolga, babana dönmek ister misin?" 15 saniyelik düşünme süresı, bır ömre bedel: "Anne gideüm, babamı bulalım." Yalova'dan Ankara'ya döndüler: "1975'ten bu yana annem \e babamla hiç aynlmadık. Hep üç kişhdik. Hayata karşı duran Uç silahşörlerdik!" • • • Yattığı yerden ılk Ayça'yı gördü. Görmek sayılmazdı pek. ıpeksi dumanlar arasmda duyumsuyor gıbiydi. Saçlan fonlüydü Ayça'nın. Çok güzel makyaj yapmıştı. Kot vardı üstünde, siyah boğazh kazak \e vişne çürüğü kadıfe ceket. Bır de kesik kesik, yıtip giden, apansız yeniden bilinçte çakan insan yüzleri. Herkes önemlıydi zaten o günlerde. Aynntı değıllerdi hiç. düpedüz hayatın '•' kendisiydiler. • • • • - ,, Baba Doğan Suyolcuoğlu ıle Tolga'nın küçük çahşma odasındakı fotoğrafından tanışız. Otlann arasına bağdaş kurmuş. Üstünde haki asker üniforması. Yanındakı transistörlü radyo, ılık müziğin imgesı. Gazetenin orta sayfasını okuyor, arkada bır ağacın gölgesine sığınmış, yıkık gibi duran küçücük kulübe pastoral tabloyu tamamlıyor. El kadar kırmızı kaph bir defterde yazılı. yaşam felsefesi. Hiç basılmamış bu el yazması gizemli kıtabı oğluna imzalamış: "Dünyada hiçbir şey için yüzsuyu dokme. özgür hayat ancak böyle olur. Başanlar, baban..." • • • K.oma. Hiçligin karabasanı. "" • '5 Tam 21 gün komada kaldı. Derin uykunun körlenmiş ucu yine de bılenmiş olmalı: ' "Komadayken sanırım. bir şeyler alın adlarla anılmıştı, ölenler, yaralalanlar. O denli yalındılar ki; onların anneleri, babalan, düşleri, sevdalan, çocukluk anılan, günlük telaşlan, gelecekten beklentileri, \ kızdıklan, sevindikieri, özel eşyalan, paylaştıklan, tehlike diye sakındıklan, giz niyetine sakladıklan, berber aynasında gördükleri yüzleri, işleri, güçleri, okuduklan kitaplan, açılmadık sayfalan, ağnlan, sızılan, yoksulluklan, varsıllıklan ile insandılar. Kimisi, ölümün kapısını çaldı, içeriye buyur edildi. Kimisi, eşikte bekledi. gördü m. Öyle haürlıyorum. Her yan beyazdL Beni yıkaddar, terrikr ceket pantolon diktiler. Kokular sürdüm. Çok şık beklivorum. alınmay L Çok sıkıküm. Beni hâlâ niye alıp götürmü>orlar? Tarifsiz bir sıkmö. Almadriar." ••• Kınlgan ve duyarh kışiliği soyut olarak babanın. somut olarak da dedenin korumasında. MKE'den emekli Yaşar dedesi, ürüyemedi, geceler ve gündüzler boyunca. îki çift lakırdı etseydi, belki içinde biriktirdiklerini anlatacaktı. Dili çözülmedi uzunca süre... Şiirlere gönderdi sessiz derinliğini. Kitabımn adını "Kıymetli Evrak" koydu... Yükselış Koleji'nde muhasebecilik yapıyor. Yükseliş Koleji, zeki ve çalışkan Tolga'ya burs veriyor. "Ev, babamın üç ayhğı ile dönüyordu. O üç aylık ki sıruf arkadaşlannun 20 günlük cep harçlıgı demek oluyordu. Zenginligin. güç ve iktidar anlamına geldigini flkokuMa algdadım. Ancak yaşama önem kazandıranın da düşüncenin gücü olduğunu, erdetnin ne anlama geldigini İ0 yaşındayken annem ve babamla birlikte öğrendim." Bütün bunlar, başında patlayan bomba sonrasının felsefı ve düşünsel hazırlığı mıydı? • • • Sağ tarafi tümüyle felç. Kendi deyimiyle "insan enkaa." Konuşma yok, yürüme yok. Düşünme? Düşünme var ama: -Sanınm şubat ayıydı. Numune'de sandalyedeyim. Hiçbir yerim tutmuyor. Sol kolum iyi. Bilincim açık ve düşünüyorum. Natura, ruh gibi bir şeyim. Ayn bir alandayım sankL" Kendi iç sessizliğinde bir gürültü, bir çekişme... Ya çekip gidecek ya da benliğine saygısızhk yapmayacak, yani direnecek... Çekip gitmeyi algı kompartmanının bir rafına yerleştiriyor, tozlansın diye. Direnecek... Dışanda kar yağıyor hem... • • • Robinson Cnısoe'yu okumuştu çocuklukta... Son Mohikan'ı da. Yalnizlık, terk edilmişlik, haksızlık, acı çekme ve çaba... Hey, sen! Evet. evet sana sesleniyorum. Duymamazlıktan gelme 400 metre koşan çocuk... 1970'li yıllardaki bir olimpiyatta. düşüp kalkan, yine de uzun bacaklan, çukura kaçmış gözleriyle yenilmezliği bitiş noktasına taşıyan sanşm rekortmen Finli atlet Lasse Viren'e öykimmüştü belki de, kimbilir... Basketbola başlamıştı sonralan. Yükseliş, Ankaragücü, MTA, Ormanspor: "Basketbol dediğin, basit bir şey degiL Dayanıklılık, çaba, hırs, kazanç, takım oyunu, birey sellik. fizik güç_." Sürecek GÖRÜŞ FAIK BLXUT Fethullahname Olay yaratan kasetlerin yayınından sonra, paniğe ka- pılan ıslamcı basın tartışma ahlakına aykın her türiü yola başvurmaktan geri kalmadı. Halk diliyle söyler- sek, sürekli belden aşağı sarmaya başladı. llginç olan. 'demokrasi, hoşgörü' adına postmodern vaazlar ver- meyi alışkanlık haline getiren Nevval Sevindi gibi ahir zaman müridesi ve tannçasının, ağzını her açışta kü- für etmesiydi. Anlaşılan, tarih öncesini araştırmayı ko- nu edinen antropolog Sevindi'nin, Birand'ın 32. Gün programında kaba küfürieriyle uygarlık öncesi davra- nışlar sergilemesi ve Fethullah cemaatini postmo- dernleştirmek uğruna 'soyunan antropolog' unvanını hak etmesiydi. ikide bir 'don lastiği' deyimini kullan- ması, izleyicilerden bana aktarılan tepkiye göre, "Va- hu bu kadıncağız, don/külot lafını ağzından düşûrmü- yor, sakın uçkurla aklını bozmuş olmasın" türünden yakıştırmalara hedef oldu. Bir tepkiyi daha aktarma- lıyım: "Fethullahçılan savunanlann en hoşgörûlüsü Nevval ise, vann gehsini siz düşünün!.." Siz Sevindi'nin, 'tezgâhı bozdum' türünden avuntu dolu ve gerçek dışı demecine bakmayın; bizzat ken- disi, söz ve davranışlanyla kamuoyu nezdinde, avu- katlığını yaptığı cemaate büyük zarar vermiştir. Fethullahçılık ekseninde yaşanan gelişmeleri derie- yip toparlamak gerekirse, ilk saptamalar şöyle sırala- nabilir: Bir: Fethullahçılık, başta siyasi kadrolar olmak üze- re, basın ve medya yoluyla şişirilip 'postmodem siya- si önder, bektenen Mehdi, Türidye 'nin ihtiyacı olan nev- zuhur evliya' haline getirildi. Toplumun beyni yıkandı; Fethullahçılık, insanlar üzerinde maddi ve manevi bir hegemonya kurdu. Halbuki son kasetler, bu cilalı ima- jın, bu postmodern göriintünün yıkılmasına neden ol- du. Medya yoluyla yüceltilenin, aynı kanalla tepetak- lak gitmesi mukadderdi. İki: Fethullahçıların ne kadar höşgürülü olduklan, aynı gelişmelerie birlikte ortaya çıktı. Kasetleri yayım- layan herkese, her basın yayın kuruluşuna olmadık if- tiralarda bulundular. Demek ki hoşgörünün ölçütü, Fethullahçılığa hizmet edip etmemeden öteye geçmi- yor. Üç: Olaylar, Fethullahçılann amacı hakkında yazıp çizenleri doğrulamıştır. Hikmet Çetinkaya'nın üslu- buna, yazılarının biçimine itirazlannız olabilir. Ancak, 25 yıldır konu hakkında yazdıklannın esasta doğru ol- duğu ortaya çıkmıştır. Bir araştırmacı ve gazetecinin en büyük keyfi, tarih açısından doğrulanmış olmaktır. Dört: Kasetlerin resmi çevrelerden geldiği, özellikle şeriatçı basın tarafından ileri sürülmekte. Atatürkçü ol- duğunu söyleyen bir profesör ise kasetlerin 'emekli Or- general Kemal Yavuz tarafından basına sızdınldığı- nı' ileri sürdü Aksiyon dergisinde. Tümüyle rastlantı so- nucu karşılaştığımız demokratik kitle kuruluşlartnın bi- rindeşuna tanık oldum: Kemal Yavuz, söz konusu ka- setlerin varlığı ve ıçeriğinden sadece bir gün önce ha- berdar olmuştu. Kasetler Fethullahçı camiadan dışa- nya sızdınlmıştır. Beş: 'Islamcı Sermaye Nereye' isimli kitabımda, Işık Üniversitesi, bir redaksiyon hatası neticesi ve son oku- mayı yapmamam nedeniyle, yanlışlıkla Fethullahçıla- nn Işık evleri isimli illegal mekânlanyla kanştınlmıştır. Nedeni ne olursa olsun, kitaptaki biricik bu maddi ha- ta bana aittir. Basın açıklamasıyla bunu ilan ettim. Fa- kat, haberi veren Islamcı medya, sanki 'keyfi biçimde listelerden isim çıkarıp veya dahil ettiğim' izlenimi ve- ren haberler yayımlıyor. Varmak istedikleri sonuç şu- dur: "Bulut bu hatayı yapıyorsa, kitapta Islamcılara ait her şey hatadır." Halbuki 300 sayfayı aşan kitapta bir hatanın olması, diğeıierinin doğruluğuna engel değil- dir Kaldı ki, hatayı kabul etmek bir tevazu ve ahlak so- runudur. Öte yandan, bir hatadan yola çıkarak bizleri tümüy- le yanlış yolda gösterme çabasındaki şeriatçı çevre- ler, ona buna ilişkin iftiralar yayımlarken hiç özeleştiri yapmazlar. Mesela, Zaman gazetesi, hakkımda, "Fi- listin'e ilişkin hiç kitabı yoktur, üç ay dışında gazete- cilikyapmamıştır" derken nasıl yanıldığını henüz açık- lamamıştır. Oysa 'Filistin Rüyası' ve ıntifada Dersle- ri' isimli iki çahşma yaptığımı, 15 yıllık bir gazetecilik geçmişim olduğunu herkes bilir. Altı: Istiklal Marşı'nın özü anti emperyalizmdir. Birül- kenin işgalcılerden kurtuluşunu simgeler. Halbuki yurt- dışında Istiklal Marşı, bayrak, Atatürk posteri kisvesi altında yapılanlar, bu tür milli değerlerin Fethullahçılı- ğa ve Amerikancılığa ram edilmesi olayından başka bir şey değildir. Itiraz edilen nokta, Istiklal Marşı'nın Fet- hullahçılık ihracına alet edilmiş olmasıdır. Yedi: 'Fethullahçılann kara para akladığı' yolunda basın ve medyada çıkan haberler doğruysa eğer, o za- man bu cemaate ait basın-yayın kuruluşlannda çalı- şan bazı 2. Cumhuriyetçi ve postmodern demokrat- ların da bu kara paradan dolaylı biçimde nasiplendik- leri sonucu çıkar. Namuslu tutum, buralarda çalışma- yı bırakmaktır. Sekiz: Fethullahçılık önemli darbe yemiştjr. Cema- atte moral bozukluğu ve çözülme eğilimi başlamıştr. Demokrasi adına buralarda savunma mekanizmalan ikame etmeye çalışan nevzuhur postmodern cumhu- riyetçilerin demokratlıkları, kesinlikle Amerika ve tari- kat patentlidir. 32. Gün programında bize demokrat- lık dersi vermeye çahşanlann, Mehmet Barlas'ın vil- lasında Susurluk kahramanlarından Tansu Çiller'e akıl hocalığı yapmalan; deyim yerindeyse, Susuriuk'ta- ki kirli çamaşırtan aklama malzemesi işlevi görmeleri de tarıhin garip cilvesidir. Dokuz: Önemli olan cilalı Fethullah devrinin kapan- mış olmasıdır. Bu düzlemde cemaatin Işık evleri, pa- rasal mekanizmalan önemli bir darbe yiyecektir. Bu- rası aşağı yukan kesindir. Ancak ülkeyi yöneten siya- si kadrolar ve Türkiye, dini birlidere muhtaçtır' diye demeç verip kendi işlevlerini yok sayan parti liderle- riyle Fethullahçılığın hemen sona ereceğini düşünmek yanılgı olur. Gelişmenin yönünü, kamuoyunun duyar- lılığı ve karar mekanizmalarına baskısı belirieyecektir. İIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR oralcalislarraturk.net. FRANKFURT - Helsinki-Frankfurt uçağına yorgun binmiştim. Dört gün boyunca ilk kez gördüğüm Helsinki'de Avrupa işçi Sendikaları Konfederasyo- nu'nun kongresini izlemenin yanında, dünyanın en kuzeyi sayılabilecek bu ülkesini az da olsa keşfetmek istedim. Bu nedenle dört gıinü çok yoğun ge- çirdim. Dönüş için uçağın koltuğuna yerleştiğimde rahatlamıştım. Kısmet değilmiş. Yanımda oturan oraların deyimiyle "kara kafa"\\ genç bana dönerek Ingilizce olarak şikâyet- te bulundu. "Sigarasızlığa dayanamı- yorum. Bu yasak insanın özgürlüğünü ktsrtlıyor. Sizce haksızlık değil mi?" Yor- gundum. Laf fazla uzamasın diye "Haklısınız" sözcüğüyle geçiştirmek istedim. Yanılmışım. O, konuşmayı sürdürdü: "Sen Iranlı Kürdüm. Ama şimdi Isveç yurttaşıyım. Birlsveçliyleevliyim. Ûçkı- zım var. Hepsini çok seviyorum, eşimi de çok seviyorum. Bu uçakla iş için Amen'ka'ya gidiyorum. Mühendisim, Isveç'te iş bulamayınca internet yo- luyla ABD'nin Seattle kentinde iş bul- dum." Meraklanmaya başladım. Sempatiy- le gülüyordu. Kanım kaynadı. Bu ara- da benim hangi ulustan olduğumu sor- du. Türk olduğumu öğrenince daha bü- yük bir yakınlık gösterdi. Türkçe bilmi- yormuş, Ingilizce anlaşmaya devam ettik. Kız kardeşinin birTürk'le evli olduğu- Ömer mi Ted mi? nu ve Türkleri çok sevdiğini söyledi. "Öcalan'/n asılması konusunda ne düşünüyorsun" diye sordu. Siyasi ve insani nedenlerle karşı olduğumu söy- ledim. O da bunun üzerine, Öcalan'ın siyasi çizgisıni beğenmediğini, yaptık- lannı onaylamadığını, ancak idam ka- rarına çok üzüldüğünü, bu kararın uy- gulanmaması umudunda olduğunu, aynca bütün ailesinin de bu karara çok üzüldüğünü belirtti. Yol arkadaşım Iran yönetiminden de çok baskı gördüğü- nü anlattı. Bu minval üzerine sohbeti gi- derek koyulaştırdık. Ben viski içiyor- dum, o Fin votkası. Bana da Fın votkası içmemi önerdi. Fin votkasının dünyanın en güzel vot- kası olduğunu söylemeyi unutmadı. Buzlu Fın votkasının etkisiyle aramız- daki sıcaklık arttı. Neden Stockholm'de oturduğu halde Finlandiya'dan Alman- ya'ya gittiğini sordum, ABD'ye Stock- holm'den direk uçakla gitmek çok da- ha pahalıya mal oluyormuş. Bu neden- le önce Finlandiya'ya gelmiş, oradan Al- manya üzerinden ABD'ye gidecekmiş. Almanya'da bu arada kardeşlerini gör- me olanağı da bulacağı için sevinçliy- di. Içkiler gelip gittikçe samimiyetimiz artıyordu. Onun evlilik hikâyesini din- lemeyi bitirdikten sonra, benim oğlumun Almanya'daki üniversite öykülerine geç- tik. Uzun bir sohbetin ardından adımı sordu. Artık uçağımız inişe geçmişti. Ben de onun adını öğrenmek istedim. Birazdurdu, "Aslında Ömer'di, değiş- tirdim. Isveç vatandaşı olunca Ted is- mini aldım. Zaten hangi ulustan oldu- ğumuzun ne önemi var? Soyadımı da değiştirdim. Eşimin soyadı olan Jon- son'u kullanıyorum. Bana Ted de di- yebilirsiniz, Omerde..." Yüzüne bakakalmışım. İranlı Kürt, adını soyadını değiştirmişti. Isveç'ten ABD'ye mühendis olarak çalışmaya gi- diyordu. Isveçli eşini ve kızlannı ancak üç ay sonra görecekti. Bir iki nesil son- ra her şey değişecek, farklı bir nesil or- taya çıkacaktı. Uçak inişe geçtiğinde sızdı. Artık da- ha fazla konuşamadık. Uçak alana in- diğinde o hâlâ uyuyordu. Yüzüne bak- tım, uyandırmalıydım. Ne diyecektim, Ted mi, Ömer mi? Ismini söylemeden koluna dokundum. Zorla uyandı. Ba- na baktı, "Öcalan'ı asmazlar değil mi? Türkleri çok seviyorum." Yüzüne tekrar baktım. Ted mi ömer miolduğunabirtüriü karar veremedim. Uçaktan aynlırken, o hâlâ kendine ge- lememişti. Adının ne önemi vardı. O dünya vatandaşıydı. Duygulanyla tipik bir Doğulu, dünyaya bakışıyla Batılt. Ted miydi, Ömer miydi... Hâlâ düşü- nüyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear