25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 TEMMUZ 1999 PAZARTESİ ~n rr OLAYLAR VE GORUŞLER Türk Dili ve Anayasamız Prof.Dr.EdipÇELtK B aşbakan BülentEcevit ın hükümet protokolünü açıklarken değindiği ko- nular arasında Türk di- line ılışkJn olanını dik- katle ve kıvançla dinle- miştim. Ecevit, Türk dilinin yabancı sözcüklerden anndjrılması ve yanlış kullanımının düzeitilmesınden söz edi- yordu. 4 Haziran 1999 günlü Cumhuriyet, bunu "Programa Ecevit TürkçesT b'aş- lığıyla veriyordu. Ne var ki, bu haber ya- zısında (s. 1 ve 5) "Başbakan Ecevit'in, ortaklannın ohınınu alarak bizzat redak- te ettiği hükümet programı bugün TBM\I"d€okunacak" tümcesıni görün- ce dogrusu şaşırdım: daha da ötesi. düş kmklığına uğradım. Özellikle politikacılanmız herhalde Türkçeyi doğru dürüst konuşamadıkla- n ya da eski tenmle "malûmatfuruş- luk" yapmak için, yanm yamalak bil- dikleri (belki de bilmedikleri) bır ya- bancı dili bozup -bozduklannın farkm- da da olmadan- kullanma\a kalkışırlar. "Redakteetmek" bunlardan biri. Oysa Fransızcada (ve hiçbir yabancı dilde) bu sözcük yok. Bu sözcük bizim dilimi- ze "yaanak", "katemeaimak" olarak yer- leştı. Başka bir deyişle Fransızcanın "re- djger" fıili, bizim dilimize *redakte"ye dönüştürülerek ithal edildi Bunun bir başka önıeği de "garantör" uydurmacası. Ör (eur) eki Fransızca, ama Fransız dilinde "garantör" diye bir sözcük yok. Bunun doğrusu "garanfdır ve bizim diplomasi dilimize bile yerle- şen "garantör devtet" deyiminin Fran- sızcası "Etat garanfdır. Umuyorum ki Ecevit'in, hükümet programında da yeralan, Türk dilini ya- bancı sözcüklerden anndırma dileği ger- çekleşir ve en güvenilir yayın organla- nnda da dogru ve temiz Türkçe kulla- nılmasına özen gösterilir. Nâzun Hikmet Kurtuluş Savaşı Des- tanrndaki bir şiirinde Türkçeyi "dün- yanm en diri, en tazedüierinden biri" ola- rak niteliyor ve kullanıyordu. Yazık ki, bu "dünyaıun en diri,en taze dillerinden biri" olan Türkçemiz gittıkçe bozul- makta ve yozlaşmaktadır. Ben dil uzmanı değilim; değilim ama Türkçenin doğru mu yanlış rru kullaml- dığını ya da yazıldığını anlanm. Beni en fazla rahatsızeden (yüzlercesi arasından) birkaç örneği sıralayacağım. Bunlardan biri "duruşma fleri bir tarttıe erteiendi", sanki geri birtarihe ertelenmesi olanak- lı imiş gibi. "Ertetendi" yerine "aükü" demeliydi. "BaşUdT yerine "startaktr demenin anlarru ne? Bir süre önce gazetede bir kamu ku- ruluşu tarafindan verilen bir ilana gözüm takjlnuştı: "Evrak-ı matfoua basünla- cakör", yani evrak bastınlacaktır. 1992 yılında Radyo 2'de haberleri dinliyorum (12 Haziran), birden irkildim ve hemen not ettim: "665391 dolayın- da öğrenci sınava girdi". Üniversite sı- navına gırenlenn tam sayısını ver ve bu- nu "dolaymda" diye belirt! Bir başbakanımız da günün birinde, kendisine yöneltilen eleştirileri, "Bun- lar hayalî varsayımlardır" diye yanıtlı- yordu. Herhalde hayafiobunavan varsa- yunlar vardı da bizim bunlardan habe- rimiz yoktu. , Tutulduğumdevımlerdenbiride"za- manı getmis, de geçmiştir bile". Zamanı geçmişse geçenden söz etmenin ne an- lamı var? -*,* Bir ülkenin anayasasının (ve de bü- tün kanunlannın) yanlışsız biçimde ya- zılmış olması gerekmez mi? Oysa bizim anayasamızın dili evlere şenlik. Yıllar önce bir dersimde öğrencilere anayasanın 90. maddesinı açıklıyordum. Maddenin 2. paragrafi, koşullannı ve ko- nulannı sıraladığı bazı milletlerarası antlasmalann "yayımJanmafleyürürlü- ğeKOXABİ"leceği hükmünü geririyor- du. Paragrafi okudum ve hemen ekle- dim: "Konamaz". Öğrenciler anayasa hükmünü eleştirdiğimi; bu hükme kar- şı çıktığımı sandılar. Açıkladım. "Ant- laşma kuş olsaydı konabilirdi, olmadığı için konamaz" dedım. Oysa aynı mad- denin 3. ve 4. paragraflannda, doğru olarak, "yürürlüğe konulamaz" ve u yü- rüriüğe konulmuş" deyimleri kullanıl- mış. Anayasanın ne denli özenle yazıl- dığının somut kanıtı. Bu deyim o denli yaygınlaştı ki, ör- neğin "Apo yakalanıp lmrah Yan Açık Cezaevi'ne kondu" denilmesine nere- deyse alıştık. Türkçeyi düzgün kulla- nan kimi yazarlanmızın da bu sözcüğün gerçek anlamına özen göstermedikleri- ne -yazık ki- tanık oluyoruz. Amâ anayasamızda benim daha da ilginç gördüğüm bir başka terim soru- nu var: TBMM 'ni oluşturan kişiler "mil- letvekiir mi "TBMM üyesi" mi? Anayasamızda her iki terim de kulla- nılmış. Yaptığımtaramada saptadığıma göre -bazılannı gözden kaçırmış olabi- lirim- anayasanın on maddesinde "mil- letvekili" terimi. on beş maddesinde "TBMM üyesi" terimi kullanılmış, da- ha da ilginci, dört maddede de hem "mü- letvekflT, hem de "TBMM üyes" terim- lerine birlikte yer verilmiş. Bir anayasa yapılır ve yazılırken, bir ya da birkaç maddesi değiştirilirken göz önünde tutulması kaçınılmaz olan, ana- yasa ile getirilmek ıstenen -söz konusu toplumun benimsediği- siyasal yapıdır. Anayasada kullanılan her sözcük bu ya- pıya uygun olmalı, kavram kargaşasına yol acacak -daha da önemlisi- aynı lcu- rum, aynı makam, aynı yetkiler ve aynj kişiler hakkında anlam farkı yaratacak değişik sözcük ve terimler kullanılma- sından kaçımlmalıdır. Buna özen gösterilmez ve önem ve- rilmezse işte TBMM'ne genel oyla se- çilmiş kişiler için hem "milletvekili" hem de "TBMM üyesT terimlerini kul- lanabilirsiniz. ARADABİR FAİK ACAR Eg,itimci Irtica'veTürkçeKuran Türkiye gündeminin en önemli konusu, "Apo da- vası" dışında, "irtica"n\n bir ahtapot gibi devletin tüm sivil kurumlanna kıyafetiyle birlikte yayilmış ol- masıdır. Eldeki bulgulara, ekrana ve sokağa yan- sıyan fotoğraflara göre, irtica tehlikeli boyutlarda- dır. llkin konulması gereken tanı (teşhis) budur: Asker kanadının demokratik biryaklaşımla, uy- gar ülkelerin olumlu tepkisini de yanına çekerek ortaya koyduğu somut belgeler, "Milli Istihba- rat"\n (MİT) verilerine dayandığı için, irticanın vah- şetini ve boyutunu, daha bir güzel algılamak du- rumundayız. Gericilik akımı, ülkemiz ve geleceğimiz için bü- yük bir "toplum sancısı "dır. Toplum sancıiarını "ağn kesici" ilaçlaria ancak bir süre durdurma olanağı vardır. Toplumdaki bu "şeriat" içerikli şiş- kinlik, bır süre sonra daha büyük boyutlara ulaşa- bilir. Çünkü irticanın önü kuru yasaklarta, yapay önlemlerie alınamaz. O nedenle, dayatmacı yöntemlere iltifat etme- den, yüz karası sosyal patlamalan kökünden ön- lemek; laik ve demokratik Türkiye dokusunu irti- cai tehlikeden uzak tutmak için büyük bir "bilim- sel konsültasyon" yapmak gerekiyor. Bu konsül- tasyonun reçetesi, hiç kuşkusuz, "Hdana koşul'un yerine getirilmesiyle yazılabilir: Birincisi, yaşama geçırilen "8 yıllık kesintisizzo- nınlu temel eğitim "\n stılandınlmadan uygulanma- sı. Bu ulusal eğitim, sulandırılmadan uygulanırsa çocuklanmız, 14-15 yaşlarına gelinceye dek her geçen süreçte kişiliğinı bulacak ve "özgürdüşün- ce"öe çağımızın aranan gençleri olacaklardır. Irticayı önlemenin ikinci anakoşulu ise, zaman yitirmeden "Türkçe Kuran" okutulması için, bir "Din Şûrası" toplanmasını sağlamak ve gerekli önemli kararian alabilmektir. Karanlıktan kurtulmak için şafak sökmesini beklemek, şimdiye kadar ol- duğu gibi zaman kaybı ve ömür israfı olacaktır. Böylesine bir gecıkmenin günahından kaçın- mak ve "doğru "ya yönelmek; hem "kanun koyu- cu"nun, hem yönetici kadronun, hem de din dü- şünürünün bir insanlık görevidir. Öncelikle devrim içerikli "Türkçe Kuran" konusunun ayırdına ve önemine varmak önemlidir. Bu konuda savaşım vermek; kendini yenileyen, eskilere takılıp kalma- yan, kültür birikimini insanın onuru için kullanan ve kafasını dimdik tutabilen insanların işidir. Eski Diyanet Işleri Başkanı Ahmet Hamdi Ak- seki, sağlığında, Prof. Dr. Tahsin Yazıcı'ya, genç- lik yıllannda: "Oğlum, dinimiz için bir LuVher(Mar- tin Lutherjgerek" demiş. Düşe ve inanca açık, ama düşünceye ve öğnenmeye kapalı "fetva içenkti" öğ- retiye "neşter" vuracak sayısız "din düşünürü" profesörlerimiz, neden ve nıçin susmaktadır?.. Tann ve insan sevgisi; susmayı, "adam sende- ciliği" değil, topluma hizmeti gerektirir. llk neşte- ri atma şansı, ılk reçeteye imza koymafırsatı her- kesin önündedir. Yeter ki, bu çok önemli ve bir o kadar nazik "Türkçe Kuran "konusuna, "düzoran- fr'dan bakılsın. Çünkü, (hafızlama dışında) Kuran'ın Türkçe okutulmasını içeren ayetler; Duhan, Mer- yem, Zumer, Ibrahim ve Yusuf surelerinde "düz orantı"\\ birer buyruktur... Biz eldeki bu din verilerine karşın hâlâ "dini kör ve pas üretme aracı olarak bırakırsak, (...) fosil- denyaşayan insana geçmekiçin", toplum olarak hem treni kaçırmış hem de "irtica" ile boğuşmak zorunda kalacağız. Gıderek "Maraş, Çorum, Sıvas çığ/ıklan"na yenilen eklenecektir. Antalya'da 1832 m2 tapulu orman içi köyarsası satılıktır. 20.00'den sonra 0 216 418 37 64/0 216 349 01 36 KOCAELİ 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ , EsasNo: 1998/314 Davacı Fatma Kılıç tarafindan davalılar Fermali Gül ve Mehmet Erkan Eruncu aleyhine açılan mad- di, manevi tazminat davasının verilen ara karan ge- reğince: üavalılardan Mehmet Erkan Eruncu'nun tebligata yarar açık adresinin tahkiki ve tespiti mümkün olma- dığından adı geçenin mahkememizde yapılacak olan 9.9.1999 tarihli duruşmada hazır bulunması, duruş- maya gelmediginiz veya kendinizi bır vekılle temsil ettirmediğiniz takdirde yargılamaya yokluğunuzda devam olunacağı ve karar verileceği hususu ilanen teblığ olunur. Duruşma günü: 9.9.1999 Saat 9.00'da. » Basın: 31270 Felsefesiz Din Olmaz... Muhammed DAFİ O kumaktan, yazmaktan yorul- dukça, kendıme eğlence ya da eğlenecek bir şey aradığımda, elimin altındaki eski kitaplara, dergi ve gazete derimlerine, özene bezene hazırladığım ke- sik (kupür) dosyalanma dalanm. Bir süre onlar arasında dolaştıktan sonra dinlenmiş ve bilgilen- miş olarak kendime gelirim. Böyle bir günüm- de kesik dosyalanmdan birini açtığımda ilk say- fada, 16 Aralık 1979 günlü Cumhuriyet gazete- sinden alınmış bir kesikle karşılaştım. Gazete- ye Almanya'dan verilen haberde, dönemin siya- sal partisi APile Almanya'da kuru]an "tslam Kül- tür Merkezleri tşbirUgi" vurgulandıktan sonra AP hükümetince atanan "Hamburg \e çevresi ts- lam Kültür Merkezleri Başimamı Nihat Tar- han"dan övgü ile söz ediliyor. tmamın felsefe- sel yetkinliğini (!) göklere çıkaran "Defn Hacet" başlıklı hutbesinden şu alıntı yapılıyor: "-Vü- cudu insanda vazifeli Allah'ın 384 Melaikesi var- dır. Dikkat edin bunlar; 385 değil, 386 değil, 384"tür efendOer. Bunlardan ikisi insanuı def-i ha- cetini ifa \azifesini yani tuvalet kapısında nöbet tutma> ı tenezzükn kabul etmişlerdir. Bunlann mertebesi diğer 382'den bu vazifelerinden dola- yı, daha >üksek ve daha âli kdınmıştır" buyur- duktan sonrahoca efendı. "tlm-iTınba tev«ceüfc" ederek şu bilimsel (!) bilgileri veriyor "- tnsa- noğlu deH hacetinden sonra,şayetkabdık vepros- tat denilen illetlere yakalanmak istemiyorsa 'el- hamdülıllahıllezıi ezbehe ennilazeve afanı min zalik' demeli. Bunu yapanlarda prostat ve kabtz- bk göriilme>eceği gibi, bu >olla gelen bilumum illetlerden de beri olur. Yalnız unutmaym ki \m iliet başınıza, hela>a sağ ayağınızla girdiğinizden dolayı geüniştir. Bu gibi durumiarda derhal çı- kın,tövbe edia Bu kez sol avağuuzla girin, ferab- lay-acaksuıız." Kuran kaynaklgnna göre, Tannnın bir tür yansunasa sayılan ve uslamlama yeteneğiyle do- natılan insan tslam toplumunda. ne doğru dü- rüst kendini tanıma girişiminde bulunabilmiş, ne de yetkın bir us çağını açma çabasında olabil- miştir. Sultan Abdülmecit'in Ist. Darülfünu- nu'nda anatomidersinın de okutulmasını öngö- ren 1841 tarihli buyrultusu, dinci çevrelerde bü- yük tepkiyle karşılanmış, meşihattan alman "Bi- nâ-yı beşere bedei mevl neşter Mirubnası küfür- dur" fetvasıyla layamakalkışılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, o tarihten yüzlerce yıl önce EJ- Kanun adlı yapıtında " İnsan bedeni bibnmeden bekimlik yapılamaz" diye yazdığı için Ibni Si- na'nın yapıtlannın Osmanlı topraklannda okun- ması yasaklanmış, kendisi de "kâfir" ilan edil- mişn'. Daha başından itibaren Islam toplumu. Tan- n 'nın "tnsanı güzel ettim,onu kendimden yarat- tim" dediğı ınsaıu'insan bedenıni tanımaktan ve tanıtmaktan özenle kaçınmıştır. Sokrates'in "Kendini bil" sözünü hadis gıysisıne sokarak "Kendini bilen Tann'yı büir"e dönüstürüp tz- nik'te kurduğu medresenin duvanna yazdıran MuhyiddiniArabi'ye karşın, insan ve ötekı can- lı bedeninin bilinmesi yolunda öğretici belleti- ci bir yol açılamamıştır. Oysa Islamın ilk yıllan insana, insan bilgile- nne ve doğaya açıktır. Birbakıma Davut\e Mu- sa dinlerinin kansoycul katı kurallanna tepki olarak doğan Munammedilik,daha yumusak, da- ha hoşgörülü ve kansoyculuğu dıllendırmeyen birinanç dizgesidir. lslamın başlangıcındaki bu ussal yaklaşımı yıllar sonra Mevlana, "Gel, gel her ne ohırsan oL, yine geL Ister kâfır. ister put- perest ol gene geL Dergâhınuz umutsuziuk yeri değüdir. Yüz kez tövbeni bozmus olsan da, töv- beni boz gene geL." sözleriyle dile getirecektir. Mevlana'nın bu insansal çağnsı ve lslamın ilk yıllannda benimsenip "Men arefe nefsehu feked arafe Rebbetau" biçiminde Arapçalaştınlan Sok- ratet'in sözleri de gösteriyor ki, insan ve Tann iliskilennde felsefesel biryaklaşım sözkonusu- dur. İnsan "var edildi mi", "var oldu mu" soru- lannın artalanlan kurcalanmaktadır. Bu da do- ğaldır. Kuran'ın söyleminden ve kendisinin ya- şamöyküsünden anlıyoruz ki, lslamın peygam- beri ne gökten inmiş, ne de birdenbire var edil- miştir. Uzun bir ticaret yasamı var tslam pey- gamberinin. Akdeniz'den Asya ortaJanna, ku- zey Afrika ülkelerinden Anadolu içlerine değin gezip görmeleri var. Dinlisi dinsizi, Şamanın- dan Budistine. Musevisinden Isevisine... Edin- diği yüzlerce arkadaşı. dostlan, iş ve alışveriş ortaklıklan var. Gördüğü, görüp tanıştığı yerler- den, insanlardan, dinlerden ve dillerden aldık- lan, öğrendikleri, edindikkri var. Davut'un el- den ele, dilden dile dolaşan "nüshalan" var; Konfüçyus var, lsa var. Onlann yazdıklan öy- küler, olaylar var. Bütün bu var olanlar, Islam peygamberinin gözünden, bilgisinden kaçması olanaksız öncetler, öncüllerdir. Tarihsel gerçek- ler göz önünde bulundurulduğunda, tslam pey- gamberinin, sözü geçen bu öğretici önce] ve ön- cüllerin içine doğmaktan başka seçeneği yok- tur. Üstelik kendisi de şairolan, "Suuk-u Ukaz"lar- da mal alıp satan, "Şuarâ-yi Cahiliy>> e" içinde bulunan ve zaman zaman "El MuaJlakatissebi" de şiirleri askılanan tslam peygamberinin. olay- lara, insanlara ve doğaya insansal bir dünya gö- rüşüyle yaklaşması olağan sayılmalıdır. Ancak bu çok sürmüyor. Herne denli Sokrates'in "ken- dini bil" sözü. "kendini bilen Tann'yı bilir"e dönüştürülse de, günün birinde "eneT-nak" di- yen Hallac-ı Mansur, derisi yüzülmekten ken- dini kurtaramamıştır. Peygamberin eklektik ekin, dil, din ve bilgi birikimi Arap kabilelerinın, Arap şeyhlerinin birbirlerine ve özellikle de kendı ka- nından olmayan insana beslediği nefreti ve ki- ni bastırmaya yetmemiştir. Böylece lslamın ilk yıllannda Batı ve Uzakdoğu dillerinden yapılan çevirilerle başlayan insansal yaklaşım, insancıl (hümanist) dünya görüşü, tslam toplumlannda ve özellikle eğitim düzeninde, felsefesel bir ku- rumlaşmaya dönüşmeden sönüp gitmiştir. Top- lumsal derneşim sürecinde yaşama sevincini besleyen; insansal ve insancıl ilışkileri aktörel bir dokuya dönüştürmesi, bu verilerle kendi fel- sefesini oluşturması gereken din, güdük kaldı. Ya insan-Tann ilişkilerine kapısını kapatan söz- de din bilginlerinin elinde oyuncak oldu, gü- lünç duruma düştü, ya da birtakım tespibçi, teb- liğd, tecimci ve bunlann kiracılan durumunda- ki tetikçilenn elinde siyasallaştı, metalaştı. lnanç felsefesı olmaktan çıktı. kazanç aracı oldu. Din, öznesi-nesnesi ya da söylemi ne olursa olsun, insansal bir yaklaşım sürecidir; insansal bir boyutlanma yoldamıdır. İnsanın özüne bağım- lıdır. Gerçekte insan yoksa din de yoktur. Onun içindir ki, Tann din yayıncılannı başka varlık- lardan değil, insandan, insanlardan görevlendi- riyor. Ancak insan kendini bilir demeye getiri- yor. Yunus'u, Mevlana'a,Haa Bekta^H Veo'siy- İe Anadolu insanı bunun ayırdındadır. Onun içindir ki, Hacı Bektaş-ı Veli: "Hararet nerde, sacda değfl / Keramet hırkada. tacda değil / Her ne arar isen kendinde ara / Kudüs'te, Mekke'de Hacc'da değil" dedığinde tutup derisinı yüzmü- yor, külahını önüne alıp düşünüyor. Tann inan- a, doğası gereği, felsefesel bir kavramdır. Bu da insanda ussal edim ve eylemin öncülüğünü ge- rektirir. Arap çevirmenlerden E. Z. Hassen Bin lshak'ın (809- 873) dediği gibi. "Var oldugunu hesaba katmadan, var edikliğine kapılan insan ne kendi olabUir, ne de bir başkası." Geçenlerde bir parti ileri geleni de "Amacumz doğru dini, doğru İslamı buJmak" demiş. Ona da, H. B. Ah- med'ın "Feisefeninyardnnı olmadan ne din ofaır, ne de dindar" dediğini anımsatalım. duLclnea OO 0&"07,99 / 23 00 P n ) W t Oulcraa Yapmv ISTMeui tonrtas 0*07/99 Cuma/23.00 - <a07/99 CumaHosı 23 00 lann AsstMd davut ftoös Gueguer Fmdsf ftnodes Ke» Boart Ual»MuBo9 Saksakn T»*ayt flenanl T 7,99 Çarşamba/ 23 00 - 1SI0799 Perşemt» ı 23 00 SUtejMm E/dem ""jnakar t ^ v ^ Patpc* Putsmger tutntafa*ruıugraiiMy-po'wrboo*« Heftert Gc*r. aım Mj»*et boart 1&07,99Ojma'23 00 17,07/99 Cumartas 23 00 Erik TnrffK / < M I BUe N«e. SENEVRE Ef* Truftaz tronvet txjg« PamcKtMer pano ten*'*odes Uarcefc G**m etectt^acoustctesdouUe bas «an* Etbena (tnu. vumat çaipUr NYA v*al d u I c I n • • y a p ı m SUPCR0NLINC t«l: 245 10 39 71 t«l-lax- 249 55 70 TÜRKSİLAHU KUVVETLERtNÎ GÜÇLENDtRME VAKFI MADDİ VE MANEVİ KATK- ILAREVDAN DOLAYI YÜCE TÜRKMİLLETİNE ŞÜKRAN VE SAYGFLARIM SÜNAR VAKHN BA.NKA BAĞIŞ HESAP MJMARALARI TÜRKLİRASI T. C.ZıraatBanfcıs! YenişetoAnkara Şubesı 5049.8 no'luhesap T. İş tankası Yeni$efair/Ankaıa Şubesı 66606 no'luhesap VakıflarBankası KavakİKİere, Ankara Şubesı 2028491 SARIYER SULH HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Sayı: 1999/306 Davacı Aynur Kahveci vekili tarafindan Yunus Kahveci'nin vesayet altına alın- ması hakkında açılan davada yapılan yargılama sonunda, Trabzon, Maçka, Ör- nekalan Köyü, cilt 42, kütük 73'te nüfusa kayıtlı Hasan ile Havva'dan olrna 1968 dogumlu Yunus Kahveci'ye aynı yerde nüfusa kayıtlı ablası Aynur Kahveci'nin vasi atandığı hususu ilan olunur. Basın: 31797 KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1998/1038 vesayet Caferağa Mah. Gürbüz Türk Sk. 15/1 Kadıköy adresinde ikamet eden Or- hanDoğu, M.K.nun 359. maddesi gereğince hacir altına alınarak, kendisine aynı adreste ikamet eden kızı 1972 doğumlu Saadet Asuman Vina (Doğu) vasi tayin edilmiştir. Keyfiyet ilan olunur. 1.6.1999 Basın: 31683 "GÜLEN İRTİCA''NIN İ£YÜZÜ FETHULLAH GULEN ŞOK FİYATA Belgeler, bilgiler, fotoğraflarla cami imamlığından hocaefendiliğe, hocaefendilıkten Papa ile buluşmaya varan yolun öyküsü... 2 CD'lik Bir Dizi TÜM CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ SERGİ SALONU VE TEMStLCtLlKLERlNDE y Cumhurtye* Çağ Pazarlama A.Ş. Turkocağı Cad. No.39/41 L ^ kftap kuKJbO (34334)Cagaloğlu-lstanbul Tel. (212)514 01 96 HEPİNtZtN KİTABINI Hûşeyin 2. Bası çıktı Genel dagıtım Ulucan Dağıtım Hakkı Ulu Narhbahçe Sok. No. 5 Cağaloglu/lstanbul Tel: 526 89 94 - 512 04 31 Kirlenen Dünyamızı Fidan Dikerek Arıtalım ORMAN BAKANUĞI AĞAÇI^VfDIRMA VE EROZYON KONTROLÜ GENEL MÜDÜRLÜĞC CUMHURİYETTEN OKURLARA ORHANERİNÇ • ••Emeklilik Tartışılırken Köyün ağası oğlunu Arapça öğrensin diye Mı- sır'a yollamış, Oğlan, gece yaşamındaki rakkase- leri daha çekici bulup Arapçayı bir tarafa bırakmış. Baba parası ile gününü gün etmeye başlamış. Bu yaşam sırasındaki Arapça pratiği ile yetinirken ba- basından "Artık dön" diye ısrarlı mektuplar gelir olmuş. Para kesilince de zorunlu olarak köyüne dön- müş. Baba mutlu. Oğlu, Arapçayı sular seller gibi öğ- renip döndü diye bir kez daha paraya kıyıp şölen- ler düzenlemiş. Yenilmiş, içilmiş. Ama aksilige bakın ki (Hıdırel- lez olmalı) bahçenin bir köşesınde oynaşan kuzu- lar, konuklardan bir efendi amcanın dikkatini çek- miş. Meraklanarak bizim oğlana sormuş "Evla- dım. Arapçada kuzuya ne derler?" Oğlan, şenlikli Mısır günlerini gözünün önünden geçirirken yanıtını da yaptştırrnış, "Kuzuyken bir şey demezler. Büyüsün diye beklerter. Büyüyünce de ganem (koyun) derler." Tam bizJm, SSK fonlannı seçim meydanlannda bol keseden harcayıp neredeyse "beşikte emek- lilik" uygulamasını yaşama geçirmek üzereyken kurtuluş diye "mezarda emeklilik" projesini gün- deme getiren politikacılanmıza yakışır bir hikâye. Türkiye'de emeklilik yaşının değişme süreçleri, sigortacılığın ciltler tutan özel hesaplan yerine, oy avcılığı üzerine kurulduğu için, şimdi girilmiş olan darboğazı aşmanın yollan aranıyor. En kolay yol da prim ödeme gün süresi ile emek- lilik yaşını yükseltmek. Devlet adına konuşanlar, yıllar boyu SSK kay- nakJannı "Hazine bonosu" ya da "Hazine tahvili" almaya zorlayarak normal fatzterin çok altında bir ödeme ile kullandıklannı unutup faturayı çalışan- lara kesmeye çabalıyoriar. Suçlamalara bakarsanız, emeklilik alt sınınnı ka- dında 38, erkekte 43 yaş olarak belirleyen ve sos- yal güvenlik sisteminin iflas etmesine yol açanlar, işçiler. 1950'de kurulan Işçi Sigortalan Kurumu'nun emeklilik yaşı kadın ve erkek için 60 olarak belir- lenmiş; 1965'te kadınlann yaşı 55'e düşürülmüş. 1969'da seçim cülûsiyesi olarak 38-43'e indiril- miş. 1986'da yeniden 55-60'a, 1992'de de 38- 43'e dönülmüş. Bu 38-43 yaşlar öne çıkanlıyor, ama yararlana- rak emekli olanlann, ancak yüzde 1 dolayında ol- duğu biliniyor. Bu yaşlan vurgulamaktaki amaç, iş- çilen baskı altında tutup direnişlerini kırmak, ka- muoyunda da suçlanmalannı sağlamak olmalı. Işsizlik sigortasını, işten çıkarmalara yargı dene- timini bir yana bırakıp 'yeni dünya düzeni'nin kü- reselleşme çarkında kalan işçiterin yaklaşık kırk yıl çalışacaklannı varsaymak, bizim politikacılaraöz- gü bir davranıştır. Hazırianan taslağın iyi yanlan da yok değil. Emekli aylıklanna bir önceki yılın enflasyon ora- nı kadar zam yapılması, bu iyi yanlardan biridir. An- cak bu ilkeyi taslağa yazanlar, hükümetlerin, aylık katsayısını belırlerken gerçek enflasyonu değil, ka- falanndaki hayalî (ve bugüne kadar tuttuğu görül- memiş) enflasyon oranını uyguladıklannı unutmuş olmalılar. Hem de temmuz zamlannın, yine hayalî yuzde- lerle tartışıldığı bugünlerde. Emekli olmak için gerekli koşullar yeniden belir- lenmelidir. Ama bir yandan mantıklı gün ve yaş sı- nırlan düşünülün\en o yaş ve süre içinde çalışılma- sını olanaklı kılan yasal düzentemeter de birlikte ge- tirilmelidir. Kazanılmış haklann bir anlamda yok sayıldığı maddeler de yeniden ele alınmalıdır. Anlatılanlara bakarsanız; işçiler, SSK'yi sadece sömürüyor. Ya ödenen primler? Onun aynntısı da konunun uzmanı arkadaşımız Yılmaz Şipal'in "Ça- lışanlann Sorunlan" köşesinde. • Sosyal güvenlik taslağının tüm toplum kesimte- rini ilgilendiren ve perde arkasında bırakılan yön- leri ile tartışmalı toplantıları Işık Kansu, Emine Kaplan ve llhan Taşçı yansıttı. • Milli Eğitim Bakanlığı'nın Fethullahçı okullarlail- gili çözüm arayışını Ebru Toktar yazdı. • 13. Izmir Festivali'nde New York City Balesi'nin sahnelendiği ortamı ve izlenimleri Ozan Yayman iletti. • Kamuda neredeyse genel kural haline gelen giz- liliğin sessizleştirilmiş toplum yarattığına ve keyfi- liğin kod adının 'devlet sırn' olduğuna ilişkin yak- laşımlan Celal Yılmaz haberleştirdi. • Malki cinayetinin azmettiricisi olarak aranan Erol Evcil'in ihraç ettiği zeytinlerden haksız vergi iadesi almasıyia itgili davada, savcının para yeri- ne, hapis cezası istediğini Necati Aygın duyur- du. • Ülkenin önemli kâğıt fabrikalanndan biri olan BalıkesirSEKA'nın, elektrik borcu nedeniyleener- jisinin TEDAŞ tarafindan kesilmesini ve fabrikada üretimin durmasını Coşkun Yaman haberleştirdi. • Şeriatçı gösteriye dönüştürülen Istanbul Imam- ' Hatip üsesi (İHL) mezuniyet töreniyte ilgili haberi Aykut Küçükkaya hazırladı. • Karanlıkta kalan noktalan, üzerinden 6 yıl geç- mesine karşın halen açıklığa kavuşturulamayan Sıvas kıyımı davalarının seyrini, olayın gelişimini, müdahil avukatının "Bir kişi bile yakalanamadı" görüşünü Ipek Yezdani ve Özkan Güven aktar- dılar. • önümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir hafta geçirmeniz dileği ve saygılanmızla. oerinc(a cumhuriyet.com.tr Aydınlanma devriminin ilk öğretmenlerinden AZİZ TANER Cumhuriyete ve Atatürk devrimlerine olan inancıyla, öğrencilerine ışık tuttu. llkeli ve onurlu yaşadı. Yüce anısına selam olsun. EŞİ, KIZI, ÖĞRENCİLERİ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear