Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 14MAYIS1999CUMA
HABERLER
Türbanneyî öıtüyor?Siyasi tslam sokak, okul ve Meclis'te şimdilik türbanı kullanıyor. Demokratik haklar isteminin
ardındaki niyeti anlamak için FP'den milletvekili seçilen Merve Kavakçı örneğini iyi anlamak yeterli
BERTAN AĞANOĞLL
Fazilet Partisi'nden milletvekili seçi-
len Merve Kavakçf nın 2 Mayıs pazar
günü yemın töreninin yapıldıgı genel
kurulatürbanlagirmesi sonrasındaTür-
kıye gündemıne "türban" oturdu. DSP
milletvekılleri alkjşlarla Kavakçıyı "DH
şan, dışan" diye bağırarak protesto
ederkenFP'lilerdekarşıprotestoyageç-
tiler. ANAP, DYP. MHP sıralan ise ses-
siz kaldı..
Gerçi. seçmenine "Türban zulmüne
son vereceğiz'', "Ürkekçe değü, erkek-
çe" vaatleriyle seslenen MHP'nın tür-
banlı milletvekili Nesrin Ünal başını
açarak yemin ettı. Ancak grup toplan-
tılanna türbanıyla geldi, Anıtkabir' i tür-
banıyla ziyaret etti...
Işte, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa-
sı'nındeğiştirilemez"laiklikilkesi''tar-
tışmalan ve bağlı olarak yıllardır sıya-
setin gûndemine oturtulan "türban",
merkez sağ partilenn bu "tavırsızuk"
tavn nedeniyle TBMM'de kriz yarata-
cak noktaya geldi.
1950'de Demokrat Partı, kırsal kesi-
min ezilmiş ve dışlanmışlığına karşın
"dini kullanarak" ezicı bır çoğunlukla
iktidara geldi. 1960'lann ikinci yansı.
sol hareketlere karşı dinci ve gericile-
rin desteklendiği yıllar oldu. Üniversi-
telere başörtülü girme tartışmalan
1968"de Ilahiyat Fakültesi'nin "sıkma-
başh" kız öğrencileri tarafından başla-
tıldı. tlahiyat Fakültesi ve Ankara Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi, başörtülü
okula girme amacıyla boykot ve açlık
grevlerine sahne oldu.
l980"e gelindiğinde generaller. 12
Eylül asken darbesinin gerekçelerinden
birini, "şeriatçıgüçlerüıgiderekgüçlen-
mesi" olarak gösterdıler. Ancak 1980"lı
yıllar. din derslerinin zorunlu kılınma-
sı, imam-hatip liseleri ve Kuran kursla-
nnın sayısının neredeyse patlamasıyla
geçti.
Yine aynı yıllarda MEB'e baglı okul-
lara başörtüsüyle gırmeyi yasaklayan
yasalara karşın "başörtüsü" ve "tür-
ban" tartışmalanyla geçti. Yasalar "ek"
maddelerle. kararnamelerle delinmeye.
Prof. Arat'ın degerlendirmesi
Siyasibaskûar
vecyUaygpsı
YUSUFZİYAAY
lstanbul Üniversitesı Kadın
Araştırmaları \e Uygulama
Merkezi Başkanı Necla Arat,
"başörtüsü" sıkıntısının başlan-
gıcını 1980"li yıllara bağlıyor.
Arat'a göre 1982 yılından itiba-
ren yavaş yavaş olay netleşıyor,
yükseköğretım kurumlannda ör-
tülü kızlann sayısının artmaya
başlamasıyla bırlikte tartışmalar
genişliyor. Necla Arat, üniversi-
telerde örtünmeyle ilgili yasal
sürecı incelerken siyasal baskı-
ların ve siyasal iktıdarlann oy
kaygılanyla nasıl şaşırtıcı uygu-
lamalar veya "uygulamama"lar
yaptıklanna dıkkat çekıyor.
YÖK'ün 20 Arahk 1982 ge-
nelgesınde yükseköğrenim ku-
rumlannda kız ögrencilerin ba^-
lannın açık olması hükmüne
rağmen YÖK'ün 1984tarihinde
bir karar daha aldıgını anımsatan
Arat. şunları söyledi:"Yükse-
köğrenim kurumlannda sayıla-
n az da otsa kız ögrencilerin mü-
essese içinde ba-
şörtüsü kullan-
dıklan konusu
üzerindedurula-
rak bu dunımun
etkin bir suretk
önlenmesi için
ancak •modern'
bir şekilde " tür-
ban" kullanabüe-
cekleri görüşü
çoğunlukla be-
ninısendi."
Arat. bu ge-
nelgeyle ilgili
olarak "Türban
o dönemdeki
• ÎÜ Kadm
Araştırmalan ve
Uygulama Merkezi
Başkanı Prof.
Necla Arat
"Modern bir
şekilde türban
kullanılabilir"
yorumunun
bugünleri ipotek
altına aldıgını
vurguluyor.
YÖK Başkanı Ihsan Doğrama-
cı'nın tanımıdır" degerlendir-
mesi yapıyor ve sorunun bugün-
lere gelmesinde herkesin sorum-
luluğu olduğunu anımsatıyor.
13Ocak 1987'derektörlükten
çok ivedı kaydıyla bir yazı gel-
diğini anlatan Arat, sözlerinı
şövle sürdürüyor: "Buna göre
YÖK'e bağlı kunım dershane,
laboratuvar, klinik ve koridorla-
nnda çağdaş kıyafet dışındaki
bir kıyafct \ e görünümde bulun-
mamalannın sağlanması ama-
cıyla kapüarda denetleme yapıl-
ması, başlan örtülü olanlann
Öğrenci Disiplin Yönetmeli-
ği'nin 7. maddesinin h ftkrası
uvannca disiplin suçu işlemiş
olacaklan karan bildirilhor"
Türbanlı kızlann sayısının art-
ması üzerine üniversite yönetici-
lerinin tepkiler karşısında sıkış-
tığını ve siyasetçılerin durumu
idare etmeye çalıştığını belirten
Arat, süreklı gidıp gelen karar-
nameler, genelgeler. \ asalara ek
maddelen yenıden gözden geçi-
rirken bazen gülünç noktalara
gelindiğinı ıfade ediyor.
10 Arahk 1988'de TBMM'de
ANAP'ın çoğunlukta olduğu
dönemde, 2547 savılı kanuna
geceyansı getirilen ek 16. mad-
de ile "Yükseköğrenim kurum-
lannda dershane, laboratuvar,
klinik ve koridorlannda çağdaş
görünümde olnıak zorunludur.
Dini inanç sebebiyle boyun ve
saçlann örtü ve türbanla kapa-
ülması serbesttir" ifadesi getiri-
lıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı
Kenan Evren ek 16. maddenin
anayasanın 2., 10., 24. ve 174.
maddelerine aykınlığı nedeni ile
iptalı istemiyle Anayasa Mahke-
mesi'ne başvuruyor. Anayasa
Mahkemesi, 7 Mart 1989'daek
16. maddeyi iptal ediyor. Anaya-
sa Mahkemesi sonuç olarak
2547 sayılı YÖK Kanunu'nun
44. maddesinin değıştirilmesi ve
bu kanuna eklenen ek madde
16'nın anayasayaaykın olduğu-
na \e iptaline oy çokluğu ile ka-
rar veriyor.
Arat. 1993 yılında Avrupa tn-
san Haklan Mahkemesi 'ne baş-
vuran ikı türbanlı kız öğrenciy-
le ilgili karara dikkat çekiyor.
Avrupa Insan Haklan Komisyo-
flti 5 Mart
1993'teşu karan
alıyor:
"Avrupa tnsan
Haklan Sözleş-
mesi'nin 9. mad-
desi din ve vicdan
özgürlüğünü gü-
vence altına alır.
Bu çerçevede bir
dinin uvgulan-
ması. öğrenimi,
ayinlerini ve tö-
renlerini de gü-
vence altına alır.
Ancak sözleşme-
nin kamuya açık
alanlarda bir dinin ya da inaıu-
şın emrettigi şekilde davranma
nakkını da kişhc mutlak olarak
tanıdığışeklindevorumlanamaz.
Laik bir ülkede. iaik bir üniver-
sitede eğitim gören kişi büriin ku-
rallan kabul etnüstir. Bu kural-
lar ögrencilerin dini inançlannı
yerinegetirmelerini gerekyer, ge-
rek şeldl açısından bazı sınıria-
malara tabi tutabilir."
Ay nca kararda özetle 5u ifade-
ler de kullanılıyor: "Ban dini
akımlann öğrenimde kamu dü-
zenini bozmamalaru ihlal etme-
meleri için kurallarla suurlama
getirUebiurr
Arat, türban konusunda siya-
si baskılar nedeni ile uygulama
yapılamadığını ve Merve Ka-
vakçı olayına kadar gelindiğini
belirterek sözlerini şöyle sürdü-
rüyor: "Türban siyasi simgedir.
FP'nin önde gelen isimlerinden
Bülent Annç da "Evet siyasi
simgedir' dedL Ne>in simgesl Si-
yasal Islamın simgesi. Demokra-
si olanaklanndan ve firsatiann-
dan > araıianarak paıiamentoya
kadar gelebilen biri siyasal ba-
şörtüsünü örtmekte direnhor.
Oysa shasal İslam ve demokra-
si birlikte düşünülemez."
İstanbul Ünhersitesinin önü ve Beyazıt Meydanı sık sık türban gösterflerine sahne oldu.
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın
türbanı yasaklayan kararlan değiştiril-
meye calışıldı.
Türkiye'de Islamcı hareketler güçlen-
diği yıllarda dünya da tslamcı siyaset-
leri, radıkal Islamcı hareketleri tartışı-
yordu.
Iran'da şahı deviren 1979 hareketi, Is-
lamı kendisine bayrak edindi. Humev-
niönderhğındeki mollalar. devnmi bir-
likte gerçekleştırdikleri sol güçleri şid-
detle ezerek dini esaslara dayalı birdev-
let oluşturdu. Iran devrimiyle birlikte
yeni bir malzeme keşfe-
dildi: "Kadın".
lran devriminin başan-
ya ulaşmasında en önem-
li etkenlerden bıri olan ka-
dın artık siyasal malzeme
olarak sokaklardaydı. Ka-
dınlar Iran'da misyonlan-
nı tamamlayıp evlerine
döndüler. Ülkemizde de,
kadının dini inancı ya da
gelenekleri gereği kullan-
dığı başörtüsü siyasal Is-
lamcı hareketin bayrağı,
ünı\ersiteler bu savaşımın
alanı haline getirildi.
Islamcı erkekler "yasa-
lara aykm olmayan" kı-
yafetleriyle üniversiteler-
de okur, bürokraside
önemli yerlere gelebilir-
ken inançlannın kapan-
mayı gerektirdığini söyle-
yen kadınlar "kamu alan-
lannın dışında" kaldılar
12 Eylül sonrasında gı-
derek artan imam-hatip li-
selerinde, Kuran kursla-
nndaörtünen kızlara, üni-
versite kapısına geldikle-
rinde başlannı açmalan
"buyuruldu". TV'de ya-
yımlanan bir tartışma
programında bir öğrenci
"Başımı açtım, ama ba-
şörtüsü kafamda" sözle-
riyle yeni neslin nasıl bir
ideoloji ile yetiştirdildigi-
ni gösteriyordu.
îslamın kendilerini "öz-
gürleştirdigini'' söyleyen
' kadınlar, üniversite kapı-
sında, dini kurallann ken-
dilerini eve kapatan yü-
züyle karşılaşrılar.
Başlannı kapatarak öz-
gürleştiklerini iddia eden
kadınlar, kamu alanına
din ilkeleriyle girmeye ça-
lıştılar. Ancak laik devlet
ilkeleriyle karşı karşıya
kalan kadınlar hâlâ kendi-
lerini "karanlığa" mah-
kûm edıvorlar.
GERİCt HAREKET KAYBETTÎĞt MEVZİLERİ KAZANMAK İÇİN SOKAĞAİNDİ
28 Şııbat'ın dur dediği an
HATİCETUNCER
1997-1998 ve 1998-1999 öğretim yıllan tür-
banın en çok tartışıldığı dönem oldu. Bu dönem,
28 Şubat MGK kararlannın da siyasal temelini
hazırladı.
Şubat başlannda ordunun türban konusunda
rahatsız olduğu ve REFAHYOL hükümetinde
sağlanan, türbanm serbest bırakılması konusu-
na sıcak bakmadığı haberleri yayımlandı.
MGK'nin 28 Şubat 1997'deki kararlannda Is-
lamcı hareketler en hassasiyet göstenlen konu
oldu ve türban "layafet yasasına avkın gjyim"
olarak nitelendi.
28 Şubat'ın ardından kamuoyunda başlayan
8 yıllık eğitim tartışması dolayısıyla Sultanah-
met Meydam'nda Mayıs 1997'de sanklı, cüp-
peli, çarşaflı, türbanlı şeriatçı topluluk imam-
hatiplerin kapatılmasına karşı miting düzenle-
di. Temmuz ayında Sıvas Cumhuriyet Üniver-
sitesi Hemşirelik Meslek Yüksekokulu mezu-
niyet törenine 25 türbanlı öğrencinin alınmak is-
tenmemesi eylemlere neden oldu.
1987 YÖK Disiplin Yönetmeliği'ne eklenen
bir hükümle yükseköğrenim kurumlannda, ka-
palı mekânlara türbanla girilmesi yasaklandı.
Milli Eğitim Bakanhğı'nın 15 Eylül 1997tarih-
li genelgesi de okullara türbanla girmeyi yasak-
lıyordu. lstanbul Cniversitesi'nde. kayıt evTa-
kında başörtüsüz fotoğraf istenmesı üzerine,
rektör Bülent Berkarda'yı protesto eylemleri
yapıldı. lstanbul Ünaersıtesi'nde ve dığer ünı-
versitelerde eylemler ekım, kasım aylannda tır-
manarak sürdü.Türban sorunu yalnızca ünıver-
sitelerle sınırlı kalmadı. Tıp fakültelen hastane-
lerinde türbanla çalışan doktor ve hemşırelere
soruştumıaaçıldı.
Bu arada, Yargıtay kasım ayında, duruşmay a
türbanla gırmek isteyen ve mahkeme salonun-
dan dışan çıkanlan ıki avukat hakkında. "Ka-
dın avukat duruşmada türban takamaz" kara-
n verdi. 23 Şubat 1998'de sakallı, başörtülü ög-
rencilerin üniversiteye ahnmaması konusunda-
ki genelge, yeniden türban merkezli tslamcı
gösterilere neden oldu.
24 Şubat'ta, Beyazıt'ta yapılan ve öğrenciler
dışındaki cüppelı-sankhlann katıldığı gösteri-
ye bazı sol gruplardan da destek geldi "Rektör
sakaü kestiremez sakalı", "L stura Kemal" gi-
bi sloganlar bu kez yeni rektör Kemal Alemda-
roğhı'nu hedef aldı. Dönemin Başbakanı Me-
sut Ydmaz. kılık-kıyafet uygulamasında Kemal
Alemdaroğlu'nu suçlayan bir tututna girince
rektör gelecek yıla kadar genelgeyi geri çekti-
ğinı açıkladı.
Cumhurbaşkanı Süleyman DemireL mart so-
nunda gerçekleştınlen rektörler toplantısında
türban yasağının uygulanmasını istedi.
Başörtülü ögrencilerin kimliklerine başı açık
fotoğraf verme zorunluluğu ve sınav larlabirlik-
te eylemciler yenıden sokaklara döküldü v e ey-
lemler dığer ünıversitelere de yayıldı. Haziran-
da tÜ'dekı yasağı protesto için Ankara"ya yü-
rüyüş yapıldı. Türbanlılann temsilcileri, TB-
MM Başkanvekilı YasinHatipoğlu'ylagörüştü.
Ünıversıteler 1998-1999 öğretim yılına yine
türban kriziyle girdıler. Üniversite rektörleri,
açılış törenlennde yaptıklan konuşmalarda bir
siyasal bayrak haline gelen türban etrafında fır-
tınalar kopanlması yerine sorunun temeline inil-
mesinı ve eğitim polıtıkalannın gözden geçiril-
mesini istediler. Bazı tslamcı gazete yazarlan-
nın da destek vermesıyle 11 Ekim "tnanca say-
gı, düşünceve özgürlük için el ete" eylemı Istan-
bul'da büyük bir Islamcı gövde göstensme dö-
nüştü. Aralannda Millı Gazete yazarlanndan
Abdurrahman Dilipak'ın da bulunduğu bazı
vazarlar gözaltına alındı.
Türbanı meşrulaştırma mücadelesi üniversi-
te dışındaki alanlarda da devam etti. Basın Kart-
lan Komisyonu kart almak için türbanlı fotoğ-
rafla başvuru yapan kadın gazetecilerin dosya-
lannı görüşmeden geri çevirdi. Türbanlı fotoğ-
rafla hâkimlık ve savcılık başvnrusunda bulu-
nanlar reddedilirken Sıvas'ta 92 öğretmenın,
hastahk gerekçesiyle "türbantakmasıgerekir"
raporu aldıgı ortaya çıktı.
BIRBAKIMA
SERVER TANİLLİ
Strasboupg'da
İkiYazar
Strasbourg'da arka arkaya iki yazarımızı
ağıriadık. 24 Nisan'da Demir Özlü, 7 Mayıs'ta
da Necati Cumalı, Türk Etütleri Enstitüsü ile
Vis â Vis Derneğı'nin çağrılısı olarak, Dernek-
ler Evi'nde bir salonda, seçkin bir dinleyici kit-
lesi önünde birer söyleşi yaptılar. Sanatlann-
dan, insan ve toplum sorunları karşısında ta-
kındıkları tavırdan söz ettiler; eserlerinden ör-
nekler verdiler. Sanat özgürlük, ama bir yerde
de sorumluluk demek. Her iki sanatçı, bu iki
kavramın ne anlama geldiğini sergilediler.
Strasbourg'daki ınsanlanmız unutamayacak-
ları iki gün yaşadılar.
O iki günü özetlemek de bu yazının zevkli
konusu...
•
Okuriara uzun uzadıya hatırlatmanın anlamı
yok: Demir Özlü, yazarlığının ilk dönemini içi-
ne alan varoluşçu bir dünya görüşünden, son-
raki yıllarda sosyal gerçekçi bir doğrultuda
esertere yönelmiştir. Başlarda çevre, toplum
ve doğa bağlantılarından soyutlanarak ele alı-
nan kişiler, daha sonraki dönemde yerli yeri-
ne oturtulur. Şimdi altmışını aşmış sanatçı, bir
otuz yılı geçen yazarlık serüveninde, bize ro-
manlar, öyküler, günlükler verdi. Son bir ese-
ri, Paris Günlüğü de şu sıralarda yayımlana-
cak.
En iyi anlattığı da "/cüçü/f bu/7'uva"lanmız ol-
du.
Bir Uzun Sonbahar'm (1976) arkasından Bir
Küçük Burjuvanın Gençlik Yıllan (1979) ve on-
ları izleyen çoğu ürünleri, bu tipi gözler önüne
serer. Yazarın, bir yerde kendisini de anlattığı
bu romanlarda, Türkiyeli küçük burjuvaların,
6O'lı 70'li yıllarda demokrasi mücadelesinde,
özellikle de sol yelpazede oynadıkları önemli
rolü de görür, tanınz. Direnişin ön saflanndan
bir yerde olmuştur küçük burjuvalar ve bizzat
yazanmızın yaşamında olduğu gibi, büyük acı-
lar çekmişlerdir.
Ister istemez akla geliyor: Yeni bir yüzyılın
eşiğinde nelerle meşguldür acaba son kuşak
küçük burjuvalarımız?
Demir Özlü, Türkiye'de politik kavganın ge-
lip durduğu noktadan, hepimiz gibi pek tedir-
gin. Cumhuriyet Devrimi'nin karşılaştığı bü-
yük saldın, solun geleceği onu çok kaygılan-
dınyor. Özellikle CHP'nin durumu, onun da
üzerinde dikkatle durduğu bir konu: Strasbo-
urg'dan dönüşte, Stockholm'den bana yolla-
dığı 1 Mayıs 1999 günlü mektupta şu satırlar
var "Bu CHP'nin durumunun önem kazandı-
ğı konusunda hemfikirim. Yalnız -son gazete-
lerde de gördüm- bu partinin bir 'illeti' vardır.
Gene başkan vb. kadrolan kendi içlerinde an-
yortar. Bu parti kavgalı bir aile gibiğjr, Bu yyo.-
den bugüne kadar kendi dışına taşamamışttr.
Oysa Türkiye'nin sorunu, artık ciddinin de öte-
sinde. Bunlar bütün 'ilerici' hatta 'uygar' in-
sanlan partilerine toplamazlarsa, gene de bir
şey yapamazlar. Bu oyunun devamı olur."
Ne dersiniz, haksız mı Demir Özlü?
*
Necati Cumalı 78 yaşında!
Şair, öykücü, roman ve oyun yazan; ürün
verdiği türlerın hepsindede büyük başan gös-
teren, örneğin oyunları en çok sahnelenen bu
sanatçımızt, bir hastalıktan yeni çıkmış da ol-
sa, pek dinç buldum, sevindim.
Yıllara meydan okuyor Cumalı, daha da oku-
yacak...
Necati Cumalı'yı. önce şiirlerinden, sonra
başta Urla olmak üzere, Ege kasaba ve kırsal
kesim insanlarını anlattığı öykü ve romanlann-
dan tanıdık. Kim unuturZe//ş'i, Yağmurlar ve
Topraklar"\, Acı Tütün'ü? Sonra, Anadolu in-
sanının cinsel tablosunu çizdiği Ay Büyürken
Uyuyamam'öak\ o çarpıcı güzelim öyküleri?
Son yıllarda, bir başka konuya el atarak öy-
küleştirip romanlaştırdı: Makedonya bu! Yüz-
yıllarca barış içinde yaşamış, arkasından mil-
liyetçi akımların kanlı bıçaklı ettiği, içinde ya-
şadığımız yıllarda da Sırp vahşetinin acılannı
sırtlanan Balkanlar'da bir köşe Makedonya.
Orada doğmuş bir Türk yazan olarak, etnik
kavgaların ötesinde, Balkan halklarının ara-
sındaki kardeşliğin bir destanı yazdığı Cuma-
lı'nın. Türkiye'de basım üstüne basım yapan
eser, şu önümüzdeki günlerde Fransızcada
da yayımlanacak ve sanınm büyük yankılar
yapacak.
Bir eli sevgi, sevinç. özlem gibi bireyin gün-
cel kaygılarında, bir eli de çağın sosyal sorun-
lannda olan bu büyük yazarın yazdıklarının on-
ca yaygınlık kazanmasında, sanıyorum dil, o
hünerle kullandığı şiirsel dil başrolü oynadı.
Son bir çözümlemede eseri yüklenen, dil de-
ğil midir zaten?
Okuyunuz, bütün olarak okuyunuz Cuma-
lı'yı.
Adam Yayınları, yerinde bir iş yapmış, şiirle-
rinden seçmeler yayımlamış. Geçen yıi çıkan
kitabın şimdi de dördüncü basımı elimizde.
Demek hâlâ tutuluyor şiiri.
Çok yaşasın "Güzel Aydınlık"\n şairi!..
SIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR oralcalislar6iturk.net.
Zihni (ANADOL) Ağabey, uzun bir
hastalık dönemınin ardından yaşama
veda etti. Zihnı Anadol, Türkiye'de sol
düşmanlığını. özgürlük düşmanlığını
yüreğinde yaşamış, bütün ömrü bo-
yunca bu ülkeyi yönetenlerin cadı ka-
zanlarında kaynatılmış su katılmamış
bir sosyalistti. "Komünistler Mosko-
va 'ya", "Komünizm hergörüldüğüyer-
de ezilmelidir" diyerek bu ülkeyi bir ge-
ricilik bataklığına çevirenlerin gazabına
uğrayanlardandı.
Ömrünün uzunca bir bölümünü ce-
zaevinde geçirdi. Işkencelere uğradı,
okulundan atıldı, işınden oldu, aç kal-
dı. susuz kaldı, dört çocuğunu yetişti-
rebılmek için büyükfedakâriıklara kat-
landı. Onu hep izlediler, hep yok etme-
ye çalıştılar. Bütün bunlara rağmen, o
pınl pırıl beyni ve direnciyle hep ayak-
ta kaldı. Her karşılaştığımızda, onu eri-
tip bitiren hastalığına karşın okuyordu,
olaylan izliyor ve yorumlamaya çalışı-
yordu. En son Mehmet Kemal Ağa-
bey'in cenazesinde karşılaştık. Soh-
betlerimizi daha sonra telefonlarla sür-
dürdük.
Zihni Ağabey'i dün toprağa verdik.
Onun sıkıntılaria dolu yaşamını düşü-
nürken, geçmişı yeniden anımsama-
mak mümkün mü? 1940'larda Zihni
Anadol'lan işkenceodalannave hapis-
hanelere yollayan anlayış ne ölçüde
değişti? Solun ve demokrasinin önünü
kesmek amacıyla islamı ve milliyetçili-
ği besleyip büyütenler bir yerlere mi
gittiler? Onlar hedeflerine ulaştılar, şu
anda şoven milliyetçi ve Islamcı parti-
lerin toplam oy oranı yüzde 35'lere
ulaştı. Geriye kalan partiler de bu iki
partiyle Islamcılık ve milliyetçilik yanşı
halindeler.
Ölenler, ölüp gittiler mi?
Zihnı Anadol'u birömürboyu izleyen
milliyetçi ve Islamcı bağnazhk, bugün
ülkemizin en etkili siyasi güçleri haline
geldiler.
Bu ülkenin kaderine 50 yıldıryön ve-
ren anlayış, Zihni Anadol'u uğurladığı-
mız günde artık meyvelerini toplayacak
noktaya geldi. Meclis'teki parlamen-
terlerin geçmişini araştırdığımızda
önemli bir kısmının, geçmişteki şove-
nizmin ve dinciliğin yüzeyselliğinde ve
acımasızlığında kulaç salladıklarına şa-
hit oluyoruz.
"Türkün Türkten başka dostu yok-
tur" türünden bir içe dönüklük, "Bir
Türk dünyaya bedeldir" türünden kof
böbürlenme, şu anda ülkeye egemen
bir anlayış haline dönüştü. Bir insanın
mensup olduğu din ve milliyet. onun
doğuştan kazandığı kimliği olduğu hal-
de, böyle bir mensubiyetin böbürlen-
meye dönüşmesi ancak bir ilkelliğin dı-
şa vurması olarak kabul edilebilir.
Din ve milliyet, daha çok buna fazla
bir şey ekleyememiş sıradan insanın
övünç vesilesi olabilir. Bizde ise, top-
lumayön veren anlayış bu mensubiyet-
lerle övünme üzerine inşa ediliyor. Zih-
ni Anadol'lar kendi mensubiyetlerine
çok şeyler ekleyen insanlar kuşağın-
dandı.
Dünyaya evrensel gözlüklerle bakar,
ırk, din, dil, cinsfarkı gözetmeksizin in-
sanları eşit sayarlardı. Eşitsizliğe isyan
ederler, haksızlıklara boyun eğmezler-
di. Işte bu nedenle bağnazlığın hedefi
haline gelirierdi.
•••
22 yaşında Sıvas'ta Islamcılığın bağ-
nazlığında can veren Hasret Gülte-
kin'in müziklerini dinledim. Bağlamayı
bu kadar güzel ve etkili çalan çok az
müzikçi dinledim. Olağanüstü bir mü-
zik ustası ve güçlü bir ses. Onu dinler-
ken, Türkiye'nin kötü kaderine yandım.
Nice değerli sanatçımız, bağnazlığın
cenderesinde, genç yaşlarında yok
olup gittiler.
Şimdi, siyasi tartışmalan izliyorum.
Hasret'in ölümünden sonra doğan 5.5
yaşındaki oğlu Roni Hasret Gülte-
kin'i, eşi Yeter'i düşünüyorum. Ülkü-
cülerin öldürdüğü Ecevit'in yakın dost-
larının yakınlarını düşünüyorum. Abdi
Ipekçi'nın, Doğan Öz'ün, Kemal
Türkler'ın. Ümit Kaftancıoğlu'nun,
Bedri Karafakioğlu'nun, Bedrettin
Cömert'in, Ali ihsan Özgür'ün, onlar-
ca değerli aydınımızın eşlerini, çocuk-
larını düşünüyorum.
Ne kadar çok aydınımızı, cinayetler-
de, bağnazlıklarda yitirdik. Bir çoğu-
nun katili yakalanamadı. "Herşeye ka-
dir devlet" aydınlarımızın katillerıne ge-
lince birden çaptan düşüverdi. Türban
giyme ve çıkarma konusunda canını
dişıne takarak dövüşenler, iş katillerin
aranmasına. büyük kınmlann sorumlu-
larını bulmaya gelince birlikte sakinle-
şivenyoriar. Söylenenieri duymazlıktan
gelip, hemen bir ittifaka yöneliyorlar.
Hasret Gültekin'in, içli içli çalan bağ-
laması gecenin karanhğında geçmişi-
mizi ve geleceğimizi anımsatıyor. Zih-
ni Ağabey'in acılarla dolu kaderi, Tür-
kiye'nin kaderiydi.
Ölenler öldükleriyle mi kaldılar?
Düşündükçe yüreğim sıkışıyor.