25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 HAZİRAN 1997 SALI 10 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Gençlertiyatromuzaomıız veriyorProfesvonel topluluklann dönemi ka- patıp turneye çıktıklan nisan ayı. genç- lenn oluşturduğu özgür tiyatro dönemi- nin başlangıcı olagelmiştir. Yalnız Istan- bul \e Ankara'da değil, tüm kentlerde sahneler gençlenndir bır süre için. lki büyük kentimizde ıse gençlerin oluştur- duğu etkinlikler, kimi zaman şölene dö- nüşür. Ankara. nisanla haziran sonu ara- sında böyle verimli bir dönem yaşadı. Önce Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvan öğrencilerinin sunduğu Sartre'ın "Sinekler"i... Hocalan Erhan Gökgücü'nün sahneiediği bu özenli ya- pımda Devlet Tiyatrolan'nm genç ku- şak sanatçılan olmaya aday öğrencile- rin, almış olduklan eğitimle pekiştirdik- lerı yeteneklerini son derece disiplinli ve duyarlı bir sahne ortamında değer- lendirdiklerini izliyoruz. "Sinekler"bi- raz eskimiş bir oyun. Ancak, Gökgü- cü'nün gerek oyunculuk, gerekse diğer görsel işitsel öğeler bağlamında oluş- turduğu sahne estetiği, Sartre'ın, varo- luşçu felsefesinin pek de usta işi olma- yan bir tiyatro anlatımıyla dile getirdi- ği metni, beğenilerek izlenen bir yapı- ma dönüştürmüş. Yine de epeyce kısal- tılmalıydı diye düşünüyorum. Sonra ODTÜ Tiyatro Şenliği... Bir- çok genç topluluğun oluşturduğu şen- likte yalnızca iki gösteri izleyebildim. ODTÜ Oyunculan'nın sunduğu Brecht'ın "Üç Kuruşluk OpenTsı ile Ti- yatro Araştırma Laboratuvarı'nın "ge- İişme sürecinde çalışma" olarak nitele- nen "Sınırlar" başlıklı gösterimı. Aylâ Algan ve 'Sınıriar' Farklı dallarda eğitım yapan OD- TÜ'lü gençlerin zekâ, hüneı. birikim ve yaratıcı güçlerini buluşturarak çı- kardıklan oyunlarda her zaman bır pa- nltı. özgün bir yaklaşım görülür. Çok ağır bir ders programının yorduğu be- yinlenn sanatsal bir uğraşa sanlmışlı- ğının. artık gelenekleşmiş olan ODTÜ Tivatro Şenlığı'nde ev sahibi olarak yetkın bır üriın sunma isteğinin. bir yer- leşke üniversitesi olmanın sağladığı ola- naklardan yararlanma kolaylığının oluş- turduğu buolumlugelişim,90'lı yıllar- da. mezun olmuş ODTÜ'lü oyuncula- nn da arkadaşlanna destek vermesiy- le. "Marat-Sade", "Bahar Noktası", "Godot'yu BeklerkeıT, "Troilus ve Cres- sida" gıbı övgüye değer ürünlerin or- taya çıkmasını sağladı. ("Godot'yu Bek- lerken" aynca profesyonel tiyatrolarla bırlikte değerlendirilerek Sanat Kuru- mu En Başanlı Yapım Ödülü ile Tiyat- ro Eleştirmenleri Birliği Ankara Ödü- lü"nü kazanmıştı.) Geçen yıllar içinde ODTÜ Oyuncu- lan"nın gitgıde sağlamlaşan bir altya- pı oluşturduğu görülüyor. Artık tüm gösterilercanlı orkestranın sunduğu öz- gün müzıkte sergileniyor. Topluluğun müzisyenleri. bestecileri. üniversite sah- nesinde deneyim kazanmış çevre-giy- si-ışık tasanmcılan var. Ve her yıl en az mezun olanlann sayısı kadaryeni oyun- cu katılıyor topluluğa... Bu nedenle de pek çok profesyonel topluluğu kara ka- ra düşündüren kalabalık kadrolu oyun- lar, ODTÜ Oyunculan için sorun olmu- yor. Abdullah Cabaluz'un sahneiediği "Üç Kuruşluk Opera", kırk oyuncunun katılımıyla gerçekleşmış. Brecht'in met- ninin neredeyse olduğu gibı sahneye getirildiği bir süper yapım... Ancak Kurt VVeill'in müziği yerine Miraç nkara, nisanla haziran sonu arasında gençlerin oluşturduğu etkinliklerle verimli bir dönem yaşadı. Geçen yıllar içinde ODTÜ Oyunculan'nın gitgide sağlamlaşan bir altyapı oluşturduğu görülüyor. Abdullah Cabaluz'un sahneiediği "Üç Kuruşluk Opera" Brecht'in metninin neredeyse olduğu gibi sahneye getirildiği bir süper yapım. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde ise nitelikli bir patlama yaşanıyor. 'Cç Kuruşluk Opera' ODTÜ Oyunculan (solda), "Kadın OyunlarT A.Ü.D.T.C.F Tiyatro Bölümü (sağda). Ozar'ın özgün müziği kullanılmış. Özar, çok yetenekli ve başanlı birmüzikçi. Bu- na karştn. ODTÜ yapımında, keskın bir iletinin yumuşak ezgilerle buluştu- rulup dengelendiği Brecht-Weill çalış- masındaki büyü eksik. Bunun temel ne- deni. Brecht-\Veill aracılığıyla "sarla" biçiminde sunulan iletilerin bu yapım- da "resitatif" biçemde sahneye gelme- si sonucunda seyircinin sürekli olarak "söz" ve "düşünce" bombardımanına turulması. Bır başka sorun da yönet- men Cabaluz'un sahne olayına ekledi- ği şık ve çarpıcı görsel anlatım bölüm- len sonucunda, oyunun gerektiğinden çok uzaması (K.anımca metin daha çok kesilmeliydi.) Yine de müthiş etkileyi- ci bir şenlik oyunu v ar karşımızda. Gör- meyenler kaçırmasın. Oyun önümüzde- ki günlerde yine sunulacak. Ayla Algan'ın denetiminde sunulan "Suurlar" ise Tiyatro Araştırma Labo- ratuvan'nın yıllardırsürdürdüğü çalış- manın bir uzantisı. Ayla-Beklan Algan ve Erol Keskin'in oluşturduğu "Troya" çalışması, seyircinin de "taruşma" bo- yutunda katılımıyla her gelişim aşama- sında yeniden sergilenmiş ve yıllara ya- yılmıştı. "Suuriar"ın gösterimcileri Ya- şar N. Eyüboğlu, Betül Kızılok ve Na- dir Güler. Üç genç sanatçı... Ayla Al- gan, yapılan çalışmadan sunulan kısa- cık bir süreci bireysel dünyalan ve du- yarlıklan doğrultusunda canlandıran genç sanatçılann bireysel ve toplu düz- lemde oluşturduklan göstergeleri se- yircinin tartışmasına açıyor. lki yönlü bir çaba içinde. Bir yandan oyuncunun kendi gizil gücünü yakalamasına yar- dımcı olurken bir yandan da "yarancı seyirci" oluştuıma amacı güdüyor. Ne ki "gösterge"ler u göstergedizgeleri"ne dönüşmeden, bir başka deyişle çalış- ma ilerleyip daha bir bütünlenmeden, seyircinin sahnedeki olaya katkısı sınır- lı, rastlantısal kalmaya tutsak... "Bü- tün"ü "parça"lara ayırarak algılanz, bu doğru. Ancak, izlediğimize ilişkin yeterince referans noktamız yoksa, spe- külasyon yapmaktan öteye gidemeyiz seyirci olarak. Ayla Algan'ın "Suur- lar" çalışmasının sonucunu merakla bekliyoruz... Uç başarüı çalışma Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde ise nitelikli bir patlama yaşanıyor Bu yıl üç yapım birden sunuldu. Yücel Er- ten'in sahneiediği Aristofanes'in "Ba- nş"ı, Nurhan Karadağ'ın yedi ayn ka- dın oyuncuyla çalıştığı yedi Dario Fo- Franca Rame oyunu ("Kadın oyunlan") ve araştırma görevlisı Gül Ebru Su- ri'nin yorumuyla sunulan Mrozek'in iki kişilik oyunu: "BüyülüGece." Fark- h oyunculuk hünerlerine yönelen. bir ara- da değerlendirildiği zaman da tiyatro- culuk hünerlerinin tümünü kapsayan üç başanlı çalışma... Yücel Erten yıllar önce Ankara Sa- natevi'nde sunduğu *Banş"ın -günümü- ze uygun- yeni bir "nüsha"sını sunu- yor bu kez. Müzik yine Cem İdiz'in An- cak Erten metni ve oyunculuğu eski ya- pımdan çok daha katmerli bir "gülme- ce" çizgisine yerleştirmiş. Genç oyun- culann bedensel kıvraklığını alabildi- ğine değerlendiren, "gjrgır" yapma ye- teneklerinden sonuna dek yararlanan bu son derece hareketli ve disiplinli ya- pımın en etkileyici yanı, sahneyi dol- duran yirmi dolayında genç oyuncu- nun, üstlendikleri ağır yüke karşın, yap- tıklan tiyatrodan son derece keyif alma- lan. bu keyfi seyirciyle paylaşmalan. "Banş" öğrencilerin birikimini özel- likle toplu oyunculuk disiplini bağlamın- da sınayan bir yapım. Karadağ'dan kadın oyunlan Köylü Seyirlik Oyunlan'ndan kaynak- lanan örgelerden, örüntülerden ve de- vinimlerden yola çıkarak Anadolu in- sanını konu alan oyunlar için görsel/işit- sel düzeyde çarpıcı bir sahne anlatımı oluşturan, "Emrem Yunus"un. "Tazi- ye"nin, "Misafir"in yönetmeni Nur- han Karadağ ise bu kez, sahneleme hünerlerini geri düzlemde bırakan. oyun- cuyu odak noktası yaptığı bir çalışma içinde müziğini Nedim Yıldız'ın hazır- ladığı yedi tek-kişilik Fo- Rame oyunu- nun gerektirdiği trajik- komik-trajiko- mik oyunculuk biçemlerinden her biri. ince aynntılar titizlilde göz önüne alı- narak komik ve trajikomik konumun gerektirdiği kıvraklığın ortaya çıkma- sı gözetilerek yapılmış. Özenli bir ça- lışma. Yedi genç kadın oyuncunun sah- neye tek başlanna egemen olma gücü sınanıyor... Gül Ebru Suri'nin "Büyülü Gece" çalışmasında iş yolculuğu gereği bir otel odasını paylaşan meslek sahibi iki erkeğin bir gecelik yaşantısı dıle geli- yor. Oyunun çoğunluğunu oluşturan ikili söyleşim düzeninin üstesinden gel- meyi deniyorgenç oyuncular. Suri'nin yalın sahne düzeni onlara bir oranda destek oluyor. Ancak genç oyuncular, dramatik bir oyunu alçak bir platform- . da, seyircİDiasoluğunu enselennde du,- - yarak oynamanın zorluğunu da yaşı- yorlar. Seyirciyle aralanndabiraz daha çok fiziksel uzaklık olsa daha rahatla- yacaklar belki. Yine de bu zorlu sınavı başanyla göğüslüyorlar. Aynı bölümün araştırma görevlile- rinden Selçuk Göldere 41. yılını kutla- yan, Ankara'nın ve Türkiye'nin en uzun ömürlü amatör topluluğu Ankara De- neme Sahnesi'nde Lorca'nın "Yer- ma"sını sahneledi. Yetenekli tiyatro müzikçisi Nedim Yıknz, bu oyuna da öz- gün müziğiyle katkıdabulunuyor. Kent ya da yurtdışında olduğum dönemlere rastladığı için ne yazık ki izleyemedim. Aynı nedenle izleyemediğim genç ya- pımlar arasında Bilkent Üniversitesi Ti- yatro Bölümü tarafından sunulan Mk- hael Frayn'ın "Oyunun Oyunu" yapı- tı da var. Izleyebildiklenmden büyük tat aldım. lzleyemediklerim bağışlasınlar. Tiyatro adına yeşerttikleri umutta hep- sinin payı var... Adolf Hitler fle yeğeni ve sevgilisi olan Angela 'Geli' Raubal. Geli veAlfamcası KültûrServisi- 18 Eylül 1931 yı- lında 23 > aşındaki .<\ngda "GeB" Ra- ubaL Münih'teki dairesinde. kalbın- de bır kurşun deliğiyle ölü bulundu. Ola>. polis kavıtlanna "intihar"' dı- ye geçti v e unutuldu. Yıllar sonra, bu "Geü"nin. Hitier'in yaşamına giren en önemli kadınlardan biri, dört yıl- lık hır ılışki yaşadığı yeğeni Geli ol- duğu ortaya çıkınca. tarihçiler olayı irdelemeye başladı. Ronald Hay- man'ın bu kadının esrarengız ölü- mü ve Hitier'in kadınlarla olan ilış- kisinı ele aldığı kıtabı "HWerveGe- B" yayımlandı. Kitap, y Hitler'ınözel yaşamına dair ilginç saptamalarda bulunu\or. Gelı'nin ölümüyie ılgıli tarihsel bulgular, Hitler'e ışaretediyor. Olay, polis kayıtlanndaki ötekı ıntıhar olay- lan gibi görünse de. ölen kadın, Na- zi partismin lıden Hitier'in yeğeni ve dörtyıllık sevgilisiydi... Üstelik yay- gın bir söylentıye göre. Hitier'in se\ - dığı tek kadındı. Peki ne oldu? Geli gerçekten intiharettiyse. ardındakı ne- denler son derece bulanık... Kadının "çok bildiğT gerekçesiyle, liderle- rinin gittikçe güçlendiği bir dönem- de, partiye zarar gelmemesi için Na- zilerce öldürülmüş olması daha bü- yük olasılık... Ronald Hayman. kitabında olayı iki yönden ele alıyor. Hitier'in cin- sel yaşamını irdelerken, yaşammda- ki cinsel ilışkilerin hep ölüm ya da intihar olgusuyla olan bağlannı ku- ru\or. Hitler'in sadomazoşıst ve ik- tidarsız olduğunuve yaşamına giren kadınlann çoğunun sonunun intihar olduğunu yazıyor. Yazar, Geli'nin ölümünden sonra inhhara kalkışan Hitier'in, bir bakıma bundan sonra bir tür "ölüm makiııesi"ne dönüştü- ğünüimaednor. Geli Raubal. Hitier'in yaşamına 1927 yılmda girmiş. 1929'da, "Alf amcası''ylabirlikte. Münih'tedokuz odalı bir dairede yaşamaya başlamış- lar. Geli'nin, Hitler'i yaşamındabir "baba (îgürû" olarak gördüğünü ve onurı tuhaf cinsel isteklerini tatmin etmek ıçın büyük çaba harcadığını ya- zan Hayman, tarihın sayfalan ara- sında unutulmuş bır genç kadının kısa yaşamını açıklığa kavuşturuyor. Sinem Banna Eyüboğlu Danimarka'daki Beyin ve Öz Sergisi'nde birinci oldu 4 Her şey bir sanat yapıüdır 9 GÜL ERÇETtN Sanatçı ve bilim adamı nasıl bir ilişki içindedir? Amerika'nın .^rizona Üniversitesi. Danimar- ka'da düzenlediği birsergiylebu konuyu sorgulattı sanatçılara. Beyin ve Öz (Brain & Self Ex- hibition)başlıklı sergiye binler- ce başvuru arasından iki yüz iş katılırken etkinlik kapsamında düzenlenen yanşmanın birin- cilik ödülünü Amerika Bırleşik Devletleri'nden katılan Türk platisyen Sinem Banna Eyü- boğlu kazandı. Eyüboğlu 1990'dan bu yana Amerika'da yaşamasına karşın tam bir İstanbul âşığı. Türki- ye'ye dönerse mesleki açıdan şu anda sahip olduğu pek çok ola- nağı kaybedecek olduğunu bi- liyor ancak aklının ve kalbinin bir köşesi hep Boğaz'm serin rüzgârlannda, Uzun bir aradan sonra gerçekleştirebildiği İs- tanbul ziyareti sırasında sanat- çıy la sanatı ve kazandıği birin- cilik üzerine söyleştik. Eyüboğlu'nun Pbstikus (Ar- ka Oda) başlıklı işi bilgisayar disketlerinden oluşuyor. Beyin ve Öz'ü irdeleyen sergi için in- san beyni ile bilgisayar arasın- dakı ilişkinin en uygun konu olduğunu düşünmüş sanatçı. Seçici kurulun da bu ilişkiden etkilendiği ortada. Metal dis- ketlerden oluşan işin içindeki müzik kutusu kurulduğunda bir disk döruneye başlıyor. Müzik- le birlikte canlıya özgü yoğun • 1990 yılından bu yana ABD'de yaşayan Türk sanatçı Sinem Banna Eyüboğlu, Arizona Üniversitesi'nin Danimarka'da düzenlediği yanşmada birinci oldu. Sanatçı Beyin ve Öz başlıklı sergiye, insan j beyni ile bilgisayar arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir işle katıldı. bir yumuşakhk. çocuksuluk kaplıyor ortamı. Bilgisayann soğukluğunu, mekanikliğini si- lip atıyor. İşi daha canlı, daha sıcak kılan bir başka ayrıntı da dış yüzeyini kaplayan tüyler. Bilim adamı varolara keşfe- der ve sunar, sanatçı ise üretir. Eyüboğlu karşıt gibi görünen bu iki kesimi birbirinden ayırmı- yor. u Bilim ve sanat dallannda çabşan berkes insanlık için ses- lerini duyurabilmek adına elle- rinden geleni \apıyor. Bilim bu- nun için daha doğnıdan bir yön- tem kullanıyor, sanat ise görsel bilim olarak duyunıyor sesinL" Genç sanatçı, bilim ve sana- tı ortak bir paydada toplarken sanatın sınırlannın da çizile- meyeceğini belirtiyor çünkü, çevTemizdeki her şey sanat "Sa- natı malzemeyle sırıırlamıyo- rum" diyor Eyüboğlu, "Rüzğâr. konuşmak, su içmek, mutfak eşyalan, saçımızın teli, hepsi kendi başlanna sanat zaten." Eyüboğlu'nun kendisini ifade ederken en uygun bulduğu mal- zemeler günlük yaşamında en çok kullandığı, sürekli ilişkide bulunduğu eşyalar. Bu neden- le de sanat günlük yaşamdan aynlmıyor onun yapıtlannda. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sera- mik Bölümü'nden mezun olan ve Amerika'da Heykel ve Sera- mik Bölümü'nde lisans üstü eğitimini tamamlayan Ej'üboğ- lu. tuvalle hiç uğraşmamış. Ha- yatta her şey zaten bir düzen- leme olduğu için de düzenleme- yi tercih ediyor sanatında. Ancak bu öteki dallara kapa- lı olduğu anlamına gelmiyor. Bir anda gelen bir duygu yoğun- luğunu bazen bir tek çizgiyle. bazen de kocaman düzenleme- lerle anlatmak gerektiğini be- rjrten sanatçı, kendini ifade yön- temi konusunda da herhangj bir sınırlamaya gitmiyor. Bu ne- denle de düzenleme sanatçısı olarak nitelemiyor kendisini çünkü her an tualin karşısına da geçebilir. Peki Amerika'da yaşamak Eyüboğlu'na ne gibi olanaklar sağlıyor? "Her zaman bilgiye yakınsı- nız bu ülkede. Genç bir ülke ol- duğu için tarihin altında ezil- miyor, çok daha esnek kuralla- ra sahip. Bu da elbette sanatçı- yı daha da sırursız kıhyor". Arizona Üniversitesi Eyü- boğlu'nun yapıtım kalıcı ko- leksiyona alrnak istese de sanat- çı bu konuda şimdilik kesin bir karar vermiş değil. Konuya yat- kın, işi taşıyabilecek bir sergi olursa ileride verebilir işini. Eyüboğlu 18-24 ağustos tarih- leri arasında Danimarka'da hal- ka sunulacak serginin açılışına davetli. Sanatçı. İstanbul- Ame- rika arasındaki yoğun trafiğini ayarlayabilirse, bu tarihler ara- sında Danımarka'da işin gös- terimine katılacak ve sanat- severle söyleşecek. YAZIODASI SELİM İLERİ Yaz Kış Kürklü Adam Okul yıllarımdan beri Marcel Proust'u çok oku- dum. Çünkü bir efsaneyle çıkagelmişti. Fransız edebiyatının en büyük çağdaş nDmaıcıs) oteluğu söy- lenirdi. Galatasaray Lisesi'nde öyle işitmiştik. Ben Ga- latasaray'dan aynldıktan sonra bile efsane dinme- di. Yaşar İlksavaş gelip gider, Mösyö Dubois'nın Proust yorumlayışlarından söz açar, gönlüme kıs- kançlık tohumlan ekerdi. Romanlar yazmak istiyordum. Çat pat bir Fran- sızcayla Fransız romanını özümsemeye çalışırdım. Tünel'deki Hachette Kitapevi hemen hemen tek uğrağımdı. Hachette'ten kitap çalarken yakalanmış- tım bile. Livre de Poche'lardan bütün Proust'ları toplayıp evime getirmiştim. Belki de J'ai lu'dendi, belki baş- ka bir yayınevi. Günün birinde tütün rengi maroken ciltli, ön kapak ve sırt yazılan altın yaldızlı Proust'la- nma kavuşuncaya kadar o ucuz edisyonun kitap- lannı şurasından burasından açıp açıp okurdum. Birçok yazarda.. sevdiğim birçok yazarda oldu- ğu gibi, Proust'u da baştan sona, bir sıra izleyiş yön- temiyle okumam sonralara rastlar. Birçok yazar dedim ama, abarttım; bunlar hep birbirini andınr, büyük üslûpçu yazarlardır: Hâlâ Sa- lambo'sunu okuyamadığım Flaubert (Madam Bo- vary'yi de yıllar yılı bölük pörçük okumuşumdur), tüm eserini belki de hiçbir zaman okuyamayaca- ğım Henry James, uzun ve görfcemli cümleleri ara- sında yittığim Conrad... Bizden Tanpınar, Abdül- hak Şinasi, düzyazı verimiyle Zrya Osman Saba... Ziya Osman Saba'nın adeta özellikle okumadı- ğım bir iki hikâyesi var. Onları "yann" okuyacağımı ummak bir umut gibi geliyor bana, mutluluk veri- yor. Proust üzerine de çok yazı okudum. Artık han- gisindeydi, hatıriayamıyorum, galiba Andre Mauro- is'nın bir yazısıydı; işte o yazıdan, Proust'un yaz kış kürklü bir paltoyla dolaştığını öğrendim. Çok üşür- müş. Çevresindekiler onun bu halini, kürklü palto- sunu yadırgariamnış. Proust bu yüzden kendisini çok sevenlerle görüşür olmuş. Başka bir şey daha hatırladım şimdi. Onu mu- hakkak Andre Maurois yazmıştı. Proust'un ilk ve- rimi Hazlar ve Günler'üe yer alan, öykümsü bir ya- zıda, genç bir adam ölüm döşeğindedir, âşık oldu- ğu genç prensese biraz daha yanında kalmasını ri- ca eder. Ama prenses çağnldığı baloya gidecek-'. tir... t Yazıda deniyordu ki, genç Proust bu sahnenin et- • kisini yıllar boyunca hıssetmiş, aynı sahneyi Swann'\a Guermantes Düşesi arasında bir daha kaleme ge-; tirmiş. Belki yazarlık, romancılık da böyle bir şey. Kur- tulanılamayan sahneler var. Her birinin en güzelini, en yetkinini yazmak için ömür tüketiliyor. Proust'un Ruskin'den etkilendiği, özünü Ruskin'i' okuduktan sf»nra yakaladığı söylenmiştir. Vene- dik'e o yüzden gitmiş... Mina Urgan Ingiliz Edebi- yatı Tarihi'ni yazmasaydı, Türkçede Ruskin konu-' sunda neredeyse bilgisiz kalınacaktı. ,. Ama dilimızde Prpusfu açımlayan özlü yazılar söz-; konusu. Swan'lann Semtinden'ın yüklüce bir bö-' lümünü çeviren Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir bakıma ilk tanıtıcıdır. Tahsin Yücel'in Anlatı Yerlemleh kitabındaki Proust bölümü birçok açıdan aydınlatır bizi. ; Şimdilerdeyse Leylâ Pamir'in "Proust'un Yitiri- • len Zamanın Aranışı Romanına Bir Giriş" inceteme- sini okuyorum. Proust'taki müzik temalanna deği- •, niyor yazar. • Leylâ Pamir şaşırtıcı bir Geçmiş Zaman Ardında özeti çıkarmış. (Leylâ Pamir, Yitirilen Zamanın Ara- nışı; Roza Hakrnen, Kayıp Zamanın Izinde diyor- lar. Ben hâlâ Geçmiş Zaman Ardında'da ısrarlıyım galiba). Özete şaşırtıcı dedim; öyle sanıyorum ki, Geçmiş Zaman Ardında "özetlenemeyecek' tek romandır. Bir bakıma ne başı vardır, ne sonu. Ama Leylâ Pamir bu büyük eseri ne çok okumuşsa, ne çok özümsemişse, hiç olmazsa yazısı için gerekli bilgileri bir özetieyişte sunmuş. Yazıda Bergson-Proust ilişkisine de değiniliyor. Hemen Bergson okuyuşlarım geldi aklıma. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan arasında çıkmış Berg- son kitaplanm bugün de kitaplığımın görülür bir köşesindedir. Yalnız itiraf edeyim, onları okumaya kalkışır kalkışmaz baygınlık basar. Yaz kış sırtı kürklü adamı kavramak için belki bir gün Bergson'un hiç olmazsa bir eserini baştan so- na okuyacağım. Leylâ Pamir'in incelemesi emek ürünü. Zaten Müzik ve Edebiyat'ta yazar sevdiği yazarlann, ör- nekse Proust'un, Thomas Mann'ın, E. M. Fors- ter'in eserlerindeki müzik çağnşımlanna eğiliyor. Bir edebiyat ve müzik sevgisini bizimle paylaşıyor. Dilegim var Leylâ Pamir'den: Gönlünü çelerse, bizim romanımıza da bu açıdan yaklaşsın. İlginç yo- rumlar getireceğine inanıyorum. Takvimde İz Bırakan: "Proust'un önemsizmiş gibi görünen ve sayısız aynntıdan oluşan yazı üslubunda, birbirlerine ge- çen, bağlanan cümle parçacıklanyla uzayan ve zohaşan cümleler, üstün incelikler içindeki anlam ve anlatımlan büyütürier, evrenselliğe ulaştınrtar". Leylâ pamir, Müzik ve Edebiyat, Varlık Yayınlan, 1996. BUGUN • ELEŞTİRİ KİTABEVİ'nde saat 14.00'te yazarlar ve şairler toplantısı yer alıyor. • BEKSAV'da saat 18.00'de Aian Parker'm 'Mississipi Yanıyor' adlı filmı izlenebılir. • TARANTA BABL' KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 16.00 ve 19.00'da Yılmaz Güney'in 'YoP adlı filmj yer alıvor. • AKSANÂT'ta saat 12.30 ve 18.00'de Brahms'ın 1 ve 2 No'lu senfonileri laser-disc'ten ızlenebilir. • FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 15 30 ve 19.00'da Eric Rochant'ın 'Vatanseverler' adlı fılmi izlenebüir. 25. ULUSLARARASI İSTANBUL MUZIK FESTIVALI BUGUN • AKM Konser Salonu'nda saat 21.30'da Süleyman Erguner ve Topluluğu yer alıyor. • Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da Gidon Kremer'den Tango Ezgileri izlenebilir. YAMN • AKM Büyük Salon'da saat 21.30'da Katia & Marielle Labeque piyano ikilisi izlenebilir. • A>-a trini'de saat 19.00'da Gabrielli Consort & Gabriellı Players yer alıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear