22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 NİSAN 1997 PERŞEMBE 10 DIZIYAZI Çocukluğu sıkıntılar içinde geçen Kerim Afşar'm umudu ağabeyinin subay olmasıydı -erim Afşar daha 4.5 yaşındayken anne ve babası aynlırlar. Bahriye Hanım, üç çocuğunu alıyor yanına, Kurbağalıdere'deki dededen kalma ahşap eve sığmıyor. Bahriye Hanım, oğullanmn adını uyaklı koymuştur: Büyüğü Kenan, ortancası Adnan, en küçüğü İlhan. r937'de, İlhan'ın elinden tutar, ilkokula yazdıracak. Çıkarlar müdürün karşısına. Müdür sorar: Oğlum adın ne? - İlhan efendim? - Nasıl olur oğlum? Senin adın Kerim!.. însanın 7 yaşından sonra isminin değişmesi ne kadar korkunç bir şey bilir misiniz? Kerim Afşar, kurbağalıdere'deki dededen kalma evin önünde ailesiyle (Önde fıskıyeye elini dayayan). Adını 7yaşında öğrendi K erim Afşar da- ha 4 5 yaşında. Anne ve baba aynlıyorlar. Bahriye Ha- nım, üç çocu- ğunu alıyor yanına, Kurbağalı- dere'deki dededen kalma ahşap eve sığınıyor. tki dayı da o evde. Çoluk çocuk derken, sofra ku- ruldu mu. en az 8-10 kişi oluyor- lar. Dayılar marangozluk yapı- yor. Geçim. kıt kanaat. Büyük ağabey asken okula yazdınlıyor. Bahnye Hanım. oğullanmn adı- nı uyaklı koymuştur: Büyüğü Kenan. ortancası Ad- nan, en küçüğü İlhan. 1937'de. ilhan'ın elinden tutar, ilkokula yazdıracak. Çıkarlar müdürün karşısına. Müdür sorar: - Oğlum adın ne? - tlhan efendim? - Nasıl oluroğlum? Senin adın Kerim!.. Sonrasını Kerim Afşar anlat- suv. "Aney. tam aney... Anneme döndüm, 'Nasıl olur bu?" An- nem, 'Sahi. bak hiç aklımıza gel- medi...' demez mi! Meğer ba- bam, Itimseyedamşmadan eöne- den gitmiş niifus dairesine. Ke- rim yazdırmış adımt Nüfiıs ka- ğıdı lazım değil. Atümış sandığa, kimse bakmamış... İnsanın 7 ya- şından sonra isminin değişmesi ne kadar korkunç bir şey bilir misiniz? Havdi biz okulda Ke- rim. ailede İlhan olduk..." O yıllara denk gelir, ailede ya- şanan bir aynlık öyküsü. Baba, Eskişehır'den gelir. ortanca kar- deş Adnan'ı kaçınrgötürür. Ke- rim Afşar*ın minik yüreğinde bir yandan kardeş özlemi. bir yan- dan korku: "Ya babam beni de kaçınrsa?" Yağmurlu bir gün. Kerim Af- şar'ın içinde kuşku. okulun ka- pısında da arkası dönük bir adam. Okulun etrafından dolaş- malı. Öyle de yaptı. Baktı, o. Ba- bası da gördü onu. Kovalamaca başladı. Yakaladı. vurdu omzu- na götürüyor. Kenm Afşar, avaz avaz. Derken polis geldi. Küçük Kerim yakaladı mı polisin kayı- şını. "Oğlum bırak". Bırakmaz. Karakol. şu bu, derken Kerim Afşar anneye teslim edildi. Ge- ride kısılmış bir ses ve teneke çantanın kestiği yaralı birel kal- dı. Savaş ve acı tlkokul paltosuz, pardösüsüz, yanm yamalak ayakkabılar ile bitti. Tek beklentı: "Büyük ağa- beyim subay çıkacak, bize baka- cak." O sıra abandı tüm sıkıntılany- la savaş. Anne. Eskişehir'e kaçı- nlan ağabey Adnan'ı geri getir- di. Ekmek vesikayla. Sabahle- yin yumurta görmek bir ulaşıl- maz düş. Bir yumurta 40 para. Bahriye Hanım, satmak ıçin per- de örüyor. Ağabey Adnan ile teyzenin oğlu aynı yaşta. Çi- nimürekkebinden taklit karne yaptılar kı. daha fazla yıyecek alabilinsin. Biruzun "OfflT'çe- kiyor Kerim Afşar tam burada: "Adnan ağabeyim, çaresiztik- ten 'Ben' dedi, 'Leblebı satayım okulda.' Arınem patiskadan tor- ba yaptL 5-6 kilo sakız leblebLsi alındı, ağabeyim başladı okulda leUebi satmaya." Bir anne düşünün. daha orta- okul birdeki oğluna desin ki; "Oğlum öğle yemeğine gelme." Kahredici umarsızlık dedirtti bunlan. Kerim Afşar da açlığını bastırmak için ağabeyinin sattı- ğı leblebiden çaldı. Beklenen oldu, büyük ağabey Kenan subay çıktı. Gelibolu'ya tayin oldu. Küçük ağabey Hay- darpaşa Lisesi'ne kaydedildi, anne ile Kerim Afşar da Gelibo- lu'ya taşındı. Ağabeyin üsteğ- men maaşı 40 lira. Deniz kıyı- sında kiralık bir ev turuldu. Eh, okul da deniz kenannda. Gel de yüzme: "O zaman ortaokul bitirirken sınavlar vardı. Baktun suıav kuy- ruğu uzun, cup atladım denize. 'Sıran geldi' diye bağırmazlar mı? Don gömleği zor giydik, bir gfizel de azar işittik." Tiyatro göz tarpıyor tnsan yaşamının dönemeçleri vardır. Bir söz, bir olay, bir oyun öyle bir göz kırpar ki sana, tez vurulursun, sevdalanırsm o yap- tığın işe. Kerim Afşar annesi ve ağabeyleri ile (kısa pantolonlu). Halkçı cumhuriyetçiliğin üretken uygarlık kurumlandır Halkevleri: "Necmettin Karakaya çok muhterem bir insandı. Halkevi- nin temsil koluna aldı bizL 'Ça- nakkale Geçilmez'müsameresi sahneye konacak. Necmettin Bey, bıyığunızı yapıştırdı, subay elbisesini giydirdi. Oynadık. Oyundan sonra Necmettin Ka- rakaya çağırdı beni, 'Ortaokul bitince ne yapacaksın?' diye. Ne yapacağız ki, parasız yatılı bir okulun sınavına gireceğiz. Aske- ri okul var, orman okulu var. 'Yav'dedi, "Sen konservatuvara gitsene." Ne ola ki o? Bilmiyoruz. Tiyatro bölümü varmış, şu ka- dar seneymiş. bir de yatıüymış™ Anaaa, ne güzeL Uçmaya başla- dımnu!" Konu anneye açıldı. Acı çek- miş. yaşamın sillesini yemiş an- neler çoğu zaman güvensiz mi oluyor? "Yok"oldu ilk tepkisi, "Ben oğlumu hokkabaz okuluna filan göndennem.'" Son bir umut ağabeyde. O da "Annemin iste- diği olur" deyiverdi! Yelkenler suda... Peki, Kerim bencileyin nere- ye gidecek? Ağabeyin yanında biryedeksubay var. Sultanahmet Sanat Enstitüsü Müdür Muavini. Oraya yatılı yazdınlacak. Anan yahşı. baban yahşi. çaresiz bo- yun eğme. Bir güverte bileti, doğruTstanbul'a. Sultanahmet'e kaydı yapıldı. İlk gün atölyeye götürdüler, bir demir parçası verdiler. Mengeneye sıkıştınp bır eğe tutuşturdular eline... 'Usta dayım, çocuksu dayım' Burada dondurup zamanı, yıl- lar öncesine uzanalım. Kerim Afşar, aktarsın anılanru: "Demiştim ya, dayım Sabri Şengür marangozdu. Kurbağa- lıdere'deki ev fakirdi filan ama, acayip neşesi vardı. Dayım bah- çeye havuz yapar, içine renkli ışıklar koyardı. Vagon rulman- lan getirir. araba yapardı onlar- dan. Ama önce kendi biner, bize iftirirdi. Çok iyi cila yapar, bize deöğrerjrdi. Bir de ağabeyim an- I I I I I I I I I I Yunus Koray Mehmet Ali Kûıçbay Attila Kanbir Arthur Koestler Vasquez de Sola Durmuş Akbulut Osman Cemal [Kaygılı] Ratip Tahir Burak Suavi Süalp Necati Abacı Semih Gümüş Ali L/îvi Carles Miralles Siegfriedjâkel Pierre Mac Orlan Zanusuz Kapusta Roch de Chamfort Norman Knox I I I I 1 I I I I ?r?s Gûldıkcn. Don Aylık Mırah Kûlıürû Dergısı, Kı$ 1997, Cılt 5. Sayr 12 Yazısma Adresi: Gûldıken Dergısı, P K. 42 Baharıve S13! 1 lsi.ınbul • Telefon: 0.216.414 30 64-65. Telesckreıer-Faks: 0.216. 414 30 66 I _ J latmışû bir kızak öyküsü: Ev, bir bayınn üstündeydi. Kışın dayım gelmiş, bayirdan aşağı kova kova su dökmüş. dondurmuş. Almış ağabevimi kucağına. binmişler kızağa. Kayıyoriar. O zamanlar köylüler Kurbağalıdere'ye eşek ile odun taşırlardı. Onlardan bi- ri geçiyormuş tam o sırada aşa- ğıdan. Sen vur eşek ile köylüye. Köylü kızmış tabii,' Ulan' demiş dayıma, 'Haydi şu çocuğu anla- dım da. sana ne oluyor, kazık ka- dar herif Dayım böyle bir adamdı. Çocuğu gibi bakmıştı bize_." Sultanahmet Sanat Enstitü- sü'ne geri dönelim. Kerim Af- şar" ın bir elinde demir parçası, bir elinde eğe. Akşama kadar sürt baba sürt. Düşünmeye baş- ladı: "Ne halt edeceğim ben? Sece- nek yok. Ağabey > anına. Gelibo- lu'ya dönsek yük olacağu. Bu okulda kalsak olmayacA)M>u iş bana göre değil. Burada oku- mayacağım...** Küçük ağabey Adnan liseyi bitiımiş, ış bulamıyor. Dayıdan cila yapmasını öğrenmişler ya. hem de en ıyisinden. Talk pud- rası katıp en bilinmedik teknıği kullanıyorlar. İki kardeş Yük- sekkaldınm'agider. vanrlarmo- bilyacıya "Biz cila yapanz, iş varsayapalımr Usta. "Birgöre- fim" der. Söz, Kerim Afşar'da: "Ağabeyim, bir paket pudra aldı, döktük. Usta, 'Ne o ulan' dedi, 'Yoğurtlu patlıcana çevir- diniz bunu.' Ama cilayı bir par- lattık ki çok beğendi herif. Bir hafta orada çalışok. Akuk para- lan." Kerim Afşar. bir geceyansı Gelibolu iskelesine indi. Anne- si ve Kenan ağabeyi ordugâhta. Ağabey. şaşırdı doğal olarak. Dönüşe gerekçeler bulundu ve Kerim Afşar tek bir sivilin ol- madığı o ordugâhta tam bir yıl kaldı. Küçük bir bakkal dükkâ- nı açıldı. Sonuç: lflas. Sonunda Kerim Afşar. anneyi de, ağabe- yi de kandırdı ve konservatuvar sınavına girmek için İstanbul'a gitti: "Sınav, Galatasaray Lise- si'nde. Heyette uzun boylu bir adam var. Sonradan öğreniyo- rum Muhsin Ertuğrulimiş. Ma- hir Canova da heyette. Gelibo- lu'dan Necmettin Bey, Ham- let'ten bir pasaj vermiş. Onu okuyacağım, hi mi? Hamlet oy- nayacak adam mıyız biz o za- man? Yıllar sonra, 1%5'te misa- fir sanatçı olarak Rumelihisa- n'nda oynadun Hamlet'L. Ney- se, okuduk. çıktık. Kapı açridı. Mahir Canova, bir daha içeri ça- ğırdı. Ohhooo, diğer çocuklar kutluyor benL. Girdik içeri, Al- man şan hocası ile piyanoda se- simc baktüar. Çıkardılar. Sonra üçüncü kez çagınp, şiir okuttu- lar. Yav ne oluyor? Çocuklar omuza aldı bu kez. Mahir Cano- va çıktı, sonucu açıkladı: Bu se- ne imtiham kimse kazanama- mışnr.*' İnsanın içinde camlar kınl- maz mı, düşler uçurumlara yu- varlanmaz mı! Neyse ki. bır uzak ışık yanmış o gün. Muhsin Ertuğrul,"Bir ara Şehir Tiyatro- su'na gel, beni gör" demiş. Ke- rim Afşar, gitmiş gıtmesine tı- yatroya da, kocaman bır kapıcı var, koymaz bir türlü içeri. Al- lem kallem, sonunda Muhsin Er- tuğrul çıkıp gelmiş. bembeyaz ipek gömlek ve tiril tiril panto- lonla. Şöyle demiş: "Haydarpaşa Lisesi'nin yatılı ücretini öğren. Bu yıl orada okur, gelecek yıl bir kez daha girersin sınava_" Kerim Afşar, öğrenmiş ki yıl- lık 441 lira Haydarpaşa. Ama Muhsin Ertuğrul bu parayı bula- mamış. Tilkinin dönüp dolaşıp gideceği yer kürkçü dükkânı. Gelibolu. Ağabeyin "Hoşgeklin, sefa gekün"ı. Ertesi yıl bir kez daha dene- miş şansmı Kerim Afşar: "Bu kez Muhsin Ertuğrul yok heyette. Bana yine not vermiyor- lar. Sonradan öğreniyorum ki Mahir Canova,' Bu çocuk geçen sene kazandı, ama tek kişilik si- nıf açılacağından büyük masraf olacağı ıçin almamıştık. Haksız- lık oldu. Şimdi bu çocuğu ala- lım, şubatta ilk eleme ımtıhanın- da, olmazsa haziranda atanz' de- miş. Atamadılar sonra, başlan- na kaldım." Konservatuvar. yıl- lardır erişilemeyen pencere. Bekle geliyor o çocuk... Orta- okula da paltosuz. pardösüsüz giden Kerim Afşar'a. ağabeyin Harbıyeiden kalma ıki yüzlü par- 4 kara. Söylev ile tanı$ma Demokrat Parti iktidara gel- miştir. îlk uygulamalanndan bi- n. Türkçe okunan ezanı Arap- ça'ya çevirmek olmuşrur. "Tan- n uludur, Tanrı uludur, Tan- n'dan başka yoktur tapacak. Haydin namaza, haydin na- maza^çağnsının değişmesi K- erim Afşar ile Kenan ağabeyi arasında önemli bir tartışmanın odak noktasını oluşturur. Kerim Afşar'a göre ezanın Arapça okunmaya başlaması. cum- huriyet devrimlerinden geri adım atmanın, Atatürk il- kelerinin reddedılmesinin ilk önemli göstergesidır. Kerim Af- şar. Atatürk'ün Söylev'ini oku- maya başlar. Atatürk'ün bağım- sızlıkçı. halkçı sesinden algılar ulusal kurtuluşun ve devrimlenn özünü. Okudukça bağlanır bu yurtsever öyküye. O coşkudur kı 1960 sonrası Söylev'deki gür s- esi radyolardan mılyonlara ilet- menin itici gücü olur. İlk oyun Büyük Tiyatro"da Yaz Dönümü Gecesi Rüyası oy- nanacak. Orada bir periler pa- dişahı var: Prens Oberon. Büyük de bir rol. Konservatuvara çok emeği geçmiş Carl Eberth, bu rol ıçin ıstediği oyuncuyu bir tür- lü bulamamıştır. Bir gün derler ki Kerim Afşar'a, "Eberth seni is- tiyt>r." Gider' "Eberth bana aşağıdan yukan bir baktL İki dörtluk\erdi,' Bunu ezberle de gcl'Hiüiii_ Yüreğim küt küt çarpıyor. Tiyatronun helasına girdim. Ezberledim. E- berth, "Asansörü yükseltin' dedL Çıktık. Elinıe de bir mızrak ver- dilcr. ucu mikalı. Zangır zangır titriyonım. Gebereceğim. O- kudıık. Eberth'in ağzından Al- manca iki sözcük döküldü: Sehr schön! Çok iyi. Rolü bize verdiler. Verdiler vermesine de, öğrencryiz diye para vermiyoriar. Büyük Tiyatro gece yanmda bitiyor. Vasrta yok. O soğukta yürüyerek Samanpazan yokuşunu tırman, aşağı in, okula gel. yat Bir de sınavlara iyi hazırianamamışız diye sınıfta bırakmaya kalk- mastnlar mı! 7 ile geçiliyor, 6.5 ile kalacağız. Birisi fazla numara verdi de sıyırtnk." Kerim Afşar, konservatuvann yüksek bölümünden mezun olur: Diksiyon: 10. Fonotik: 10. Sah- ne: 10. YARIN: Aydin Menderes ve Halil Tunç ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Uygar Kişi Saynıevinde ÖlürL Prof. Hüsnü Göksel, kız kardeşim, ablam Mer- yem'in saynevinde öldüğünü öğrenince şöyle dedi: - Rahat ölüm, uygarlığın bir simgesidir. Uygar in- sanlar, saynevinde doğar, saynevinde ölür! Bu en büyük avuntu oldu. Kardeşim, Keçiören Sa- natoryumu'nda 10 Nisan Perşembe günü sabahı gözlerini yummuştu. O gece yansı, bir sayn telefon etti: - Sizi sayıklıyor, gelin dedi. Gecenin bir yansı, ga- zeteden araba istedim. Sedat geldi, eşim Aldoğan, kızım Eylem üçümüz gittik. Oksijene bağlanmış, se- rum takılmıştı. Yeğenim Perihan başucundaydı. Güçlükle soluk alıyordu: - Abla, bak ben geldim, aç gözlerini! ' "• Gözlerini açtı, elini tuttum. Konuştuklan anlaşılmı- yordu: - Ne diyorsun? -Allah, diyonjm!.. (Yanm yamalak anlaşılıyordu.) Daha önce gittiğimde de pek konuşmamıştı. Ye- ğenime sormuş: - Ne dedi, dayın benim için? . : - Bir şey demedi, ne desin? Sen konuşmadın ki! - Arkasından boylu boyunca baktım, ama gider- ken... 10 nisan öğleye doğru, cankurtaranla onu doğum yerimiz Hadim'e gönderdik. Yeğenim Perihan'la, eşi Şimşek cankurtarandaydılar. Saynevine ilk yattığın- da. akciğer fîlmine bakan bir sağın, "Bu ciğeri fare- ler yemiş" demişti. Bir ay yatıp, Antalya'ya grtmişti. Yeniden Ankara'ya saynevine gelince, sağınlardan Nihal Başay'a şöy- le demiş: - Sizleri yeniden gördüğüm için çok sevıniyonjm. Sizleri çok seviyonım. Bana çok iyi baktınız. Sağ oL un! Cumhuriyet'e ilan filan vermedik. Ne anam, ne ba1 - bam ilanla ölmüşlerdi. 15 Nisan Salı günü 'Ankar& Notlan'nüa, 'Güç Bir Yazı Denemesi' başlıkJı yazı çık;- tı. Kızım Özlem, Ankara'da yoktu, ona hemen duyu^ mak da istemiyorduk. Hüsnü Göksel, yazıyı okumuş telefon etti. - Ne zarif bir yazı dedi. Gönlümü bir daha aldı. • Daha önce yazdım ya, Meryem Ablam, benım ik£- zim gibiydi. Ancak, benim gibi kara değildi. Yüzü bt- raz daha açıktı. llkokulu bitirdıkten sonra, ortaokula giderken okul dönüşlennde, Halkevi'nde, temsiller yapardık. Kız oyuncu bulamadığımız için, bir arkadaş kadın, kız rolüne çıkar, çeşitli oyunlar oynardık. Bir gün ablam, çeşmede su doldururken bizırn oyunlardan birini gören genç memurlardan biri, b&- ni sanarak seslenir: - Mustafa! ', Ablam da döner bakar. Sen misin dönüp bakan!' - Vay canına, demek kadın kıyafetine girdin deyin- ce, ablam testisini bırakıp hızla kaçmaya başlar. Me- mur kovalar: - Kaçma, seni yakalayacağım! Kaçarken 'Anaaa' diye bağınr ablam. Bereket ev yakın, kendinı eve atar, kurtulur. Adam, gerçekten ablam olduğunu öğrenince çok utanmış! • Çok küçüktüm, dört beş yaşlannda varyoktum. Bir gün, Muharrem Amcamın evine gitmiştik. Sıdıkâ Yengem, aynlırken bize bir tane kelek verdi. KeleK, kavunun yavrusu. Yengem, büyük olduğu için abla- ma vermışti. Kavunun mevsimi geçmişti. Çiktıktalı sonra, pörtakal büytUOğündeki keteği, bâfla*öJm4 si için yalvanyordum: - Ne olur, bana verben taşıyayım! (Aslında nasıl o^- sa birlıkte yiyecektik!) - Olmaz diyordu. Göğsüne bastırdıkça bastınyor- du. Yalvarmalanm boşunaydı. Eve yaklaşıyorduk. Anam kapının önüne çıkmıştı. Ben bağırmaya baş- ladım: ; - Anaaaa! Kızın divlek çaldı! Meryem sesini çıkatr mıyor, kıpkırmızı biryüzle, keleği göğsünde saklıyorz du. - Anaaaa, kızın divlek çaldı! Anam seslendi: \ - Biraz daha bağır oğlum, sesin iyi duyulmuyor! J - Anaaa! Kızın divlek çaldı! ; Anamın elleri arkasındaydı. Meğer bir elinde taş varmış, bizim yaklaşmamızı beklermiş. Yaklaşınca taşı fırlattı. Taş vınlayarak başımın üstünden geçtt Ben 'anam' diyerek kaçtım. Kelekten detadamadıml Kardeşimin ölüm haberini alan dostlar, okuriarteî- lefonlar ediyor, başsağlığı diliyortardı. ', istanbul'dayaşayan Cumhuriyet okuru Müfide G, Anadol'dan şu mektubu aldım: ; "Mustafa Bey, > 15 nisan tarihli Cumhuriyet gazetesindeki 'Güç B^ Yazı Denemesi!' isimli içli, hüzünlü bir şiir; yoğun bır hikâye güzelliğindeki yazıntzı okudum. ' Sizizaten severim. o güzel insan, kardeşiniz Mer- yem Hanım'ı da sevdim... Ona, o güzel insana Tann'dan rahmet, sizlere sa- bırtar diliyorum. Saygı ve sevgilerimle..." Dostlara, okurtara buradan teşekkür etmek istiyo- rum, sağ olsunlar! BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7SOLIKN SAĞA: 1/ Degerh ya da değersız maden ya da taştan ya- pılmış, çoğun- lukla taklit süs 3 eşyası. 2/ Büyük erkek kardeş... Çeşitli deliklere taşlan koyup al- maya dayanan bir Afrika oyunu. 3/ Emile Zola'nm birromanı... Gö- 8 zü kapalı ınanı- g lan düşünce, dog- ma. 4/ Erden çavuşa ka- dar olan-askerlere verilen ad... Birbağlaç. 5/Girişi- lecek bır ışin hayırlı olup olmadığını riiyadan anla- 3 mak için aptes alıp dua 4 okuyarak uyuma. 6/ Ru- tenyum elementinın sim- gesı... Eski ve bilinmeyen bır tarihı anlatmakta kul- lanılan deyim sözü. II Düz ve geniş arazı... So- nuçsuz. 8/ Yurdumuzda bır dağ... Bir nota. W Sinema fılmlerinın sanat. eğitim ve kültür amaçlan göz önünde tutularak toplandığı ve korun- duğu kurum. YUKARIDAN AŞAĞrYA: 1/Zilsiz büyük tef... Bır spor takımınm gözde oyuncusu. 2/ Kaz Dağı'nın mıtolojik dönemlerdekı adı.. Finlandı,- ya'nın resmı adı. 3/ Amerika ve Güney Avrupa'ya yaşa- yan bir kürk hayvanı... Atlann taşınması ıçin yapılmış ka- palı taşıma aracı. 4/ Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantr. 5/Uzaklık işaretı... Fütüvvet şeyhi... Kemıklenn yuvarlak ucu. 6/Alan Parker'ın bır fîlmi... Üstün bir yetkinin gücünü sımgeleyen değnek. 7/ Evcil bir geyık... Satrançta özel birhareket. 8/Katma, ekleme... Düşünce. 9/Tecrübeli, us- ta.. StefanZvreig'ın birromanı. j
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear