22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SA/FA CUMHURİYET 24 EKİM 1996 PERŞEMBt 12 DIZIYAZI raştırmanın raştırılması Araşürmacılar ve reklamcılarşımartmayagelmezongrenin teknik boyutlan konusunda söylenebileceklerin "izteraıe* olanağı . ^ L J ^ . bulurvabılenlerve lerkesin kendi "beğeıu""si ile sınırlı kalacagı açıktır. Bu sınırlılık burada yapılan değerlendirmeler için de gîçerlidir. Cncelikli söylenebilecek olan. longredeki iki "gen«r oturum vipıldığı. yogunluğun ıse "paralel" oarak adlandınlan oturumlarda olduğu oacaktır "Markanın geleceği" ve *veni kitie iletişim araçlannın etkileri" bışlıklı "genel" oturamlarda taiışılanlann güncelliği konusunda hcrhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Cerçekten de bir tarn gün tartışılan "narka" ıle yanm gün tartışılan -ve iser istemez "elektronik medya"dan ycğunlaşılan- "yeni kitle iletişim araçları" konulan, sadece "pazar aıaştırması" -\ e giderek pazarlama- bcyutuyla değil. bireylerin -ve kırumlann- "giindelîk yaşamı"nı etkileme boyutuyla da güncellik ta.'imaktadır. Marka bağımlıfarı ve umursamazlar "IMarkaıun geJeceğine" ilişkın olarak sunulan bildinler ve yapılan konuşmalar-ki içlerinde Türkiye'den Yaman Akalın (Plus Remark) ve Mehmet Ali Berkman'ın da (Arçelik) görüşleri yeralmıştır. "marka bağımulan" bir yanda. "marka umursamazlan" öte yanda olmak üzere, geniş bir "ydpaze"de yer alan tüketicilenn "marka tercihleri" üzerinde durdugu gibi söz konusu tercihleri değiştirmek amacıyla izlenmesi gereken şirket marka stratejilerinin ne olacağına da ışık tutmuştur. Üzerinde görüş birliğine vanlan bir nokta da "marka"nın da artık bir şirketin "mal varlığı" içinde - teknik deyimiyle "akrir*inde-. yer alma durumunda oldugu olmuştur. Konu çerçevesinde izleyebildiğim bildiriler içinde en çok ilgımi çeken ise. "nıarka'" dendiöinde akla gelen "Coca Cola". "BMYV~, "Sony" vb belirii "ürün"lerle ilişkisi olan markalann dışında kalan. bir "hizmet"le, "turizm" ile ilgili yaklaşımı sunan bildiri oldu. ' : "Iguassu" adını dev ekranda gördüğümde "bu da ne ola kFdiye aklımdan geçirdim. ama sıra süre içinde dünyanın ikinci büyük çaglayını olduğunu, Puerto (guazu (Arjantin)- Foz de Iguaçu (Brezilya), Ciudad del Este(Paraguay)arasındaki sınır bölgesindeyeraldığını. son yıllarda buraya gelen "turist" sayısının azaldığını, Fozde Iguaçu'dan birgrup işadamının çözüm arama>a başladığını vb ögreniverdim. Çözüm bir kez daha "araştırma"da aranıyor ve "Mguassu Çağlayanr bir "marka" gibi araştırılmaya başlanılıyor. Sonuçta "pazar araştırması" yeni bir "marka" yaratılmasında başanlı oluyor; Brezilya'daki Foz de Iguaçu kenti **odak"olmaktan çıkanlıyor; çaglayandan çıkan olan üç ülke işbîrliğine gidiyor. Bu amaçla Mart 1996'da. üç-uluslu birsivil toplum kuruluşu olan "International Iguassu Center Institute" kuruluyor. Bu "marka'nın nasıl birgelişme göstereceğini merak etmedigimi söyleyemeyecefim... Oturma odası için savaş "Veni IdtJe iletişim araçlannın cfkisi" deyince akla ilk gelen, "elektronik medya" başlığı altında toplanan ve teknolojik açıdan gerçekten baş döndürücü bir gelişme göstermekte olan üriinler oluyor. Nitekim Hollanda'dan. Philips Sound & Vision'dan James NVoudhuysen'in yaptıgı konuşmasının başhğı da "oturma odası için veriten savaş"tı. Dünkii oturma odanızı düşünmenizi. bugünkünü gözünüzün önüne getirmenizi ve yannkini düşlemenizi öneririm. Ya da annenizin. babanizın \ideo. bilgisayar, CD-Rom, Internet vb gelişmeler karşısındaki şaşkınlığını gözünüzün önüne getirip, yann aynı duruma düşmekten nasıl kurtulabileceğimizi düşünedurun... Aynca "birey" olarak bu tür gelişmelere ayak uydurmak da yeterli değil -ve olmayacak: "ülke ortaiaması" olarak ne düzeyde olduğunu irdelemek gerekiyor. Üstelik, yakalanması gereken -ve hiç yakalanamayan- "çağdaş uygarlık"ise Türkiye'den daha geri düzeyde olan Uyelik m Ulke %76 3 1 i Faaliyet S2 n m denHaag fetenbui denHaag istanbu) Afaştmiîa KuSlama Afaştımacf Dfğer + Kutlanıa I U>e olmayan I Lhe olan I Avrupa dışı 3 Doğu Avnjpa I 1 Doğv Avrupa I den Haag ülkelerle karşıla^tırmalar yapmanın aldatıcılığına da hiç kapılmamak gerek... Söz gelimi, Federal Almanya'da, Ağustos I995'te. hane halklarının yüzde 28.5"inde "kişisel bilgisayar" olduğunu, aln ay sonra Mart 1996'da bu oranın yüzde 29. 6"ya çıktığmı bilmek. bunlann yüzde 17"sinin -modem bağlantisı" olduğunu öğrenmek, aynı süre içinde Internet kulananlann oranının da yüzde 18.3'ten yüzde 31.1 "e çıktığını öğrenmek sizi "karamsar" olmaya itmiyorsa. biraz ileride karşımıza çıkacak "mutlu insanlar"dan olmamanız için bir neden olmadıgını düşünüyorum. Kongre boyunca düzenlenen "paraleP oturumlarda tartı^ılanlara gelince. "genel" oturumların genelliginden uzmanlaşmaya doğru bir gidisj görmek mümkün oldu. Örneğin "nitel araştırmalar". "nitel araştırmalann gelecegi", "araştırmada etik standartlar". ">eni üriin gelışrirme". "Doğu \\rupa pazannda araştırma". "Latin Amerika'da araştırma" v b konulan, gerek kullanılan araştırma teknikleri. gerek yönelinen "pazar"a yönelik yaklaşımlar açısından dinlemek, bu tür bir uzmanlaşma ile yiiz > üze gelmek anlamına geliyordu. Izleyebıldiklerim arasında ilgimi çeken iki bildiri "tüketiciye kulak verilmesi"ne ilişkin bir örnek olayın sunuldugu bildiri ile "odakgnıp toplantısı"na katılacak kişilerin seçımine ilişkin bildiri oldu. Birincisi, 1995 yılında. en yakın rakibinden 1.5 mil>on kasa çok satan "Bailyes Irish Cream"ın deneyimini yansıtıyordu. Ingiltereden Tracey VVTıiteile trlanda'dan Mark O'Dohcrty'nin birlikte yaptıklan sunuşu dinler. dev ekrana yansıyan bir olayı anımsamadan edemedim. UludaS'ın önde gelen otellerinden birinde "Irish Cream" istemiş \e "yok" yanıtını almıştık. Çıkarken barda "Bailejs Irish Ceram" şişesini görmüş. barmene "neden 'Irish Cream yok' dediniz, vanrnş" dediğimde. "o Baile\s" vanıtını almıştım. Gene de bu anımı kendime sakladım. Tracey ile Mark "a aktarmadım: araştırmacıları bir. reklamcılan iki, şımartmaya hiç aelmez... Fkinci bildiri ise "İspama". üstelik "Madrid" imzasını taşı>odu. "nitel araştırma" yöntemlerinden biri olan ve on-on beş kişinin biraraya getirilerek belırli bir konu çevresinde görüşlerini belirtmeleri. tartışmaları temeline dayanan "odak grup toplantılan"na katılacak kişilerin. daha önceden benzer birdeneyimi "çok-örneğin beş ve daha yukan"(=uzman)- >a da "sınırlı" -örneğin bir. iki kez- geçirnıış kişiler olduğunda mı havatlarında hiç böyle bir deneyim geçirmemiş kişiler olduğunda mı daha iyi sonuç -konu araştırma olduğundan "bilgi''- alınabildiğini tartışmaya açıyordu. 1987 ve 1996 yıllarınd'a yapılan araştırmalann bulgulan. hiç deneyimı olmayanlann daha çok enerji harcadıklarını. bu nedenle de "bilgi alma" anlamında daha yararlı olduklarını sergiliyordu. Hindistan"dan Debi Prokash Basu'nun sunduğu. "tüketinı araştırmalannda 'etnografik'yöntemlerin uygulanmasrna ilişkin bildirinin ise, dinleyenlerin dağarcıklanna yeni -ve özgün- bir şeyler kattığını düşünmüyorunı. kongrenin son gününe damgasını vuran ise -kanımca- "paralel" oturunıların ikıncısi oldu. Aııcak. bütün bildirilere > ırmibeş dakika sunuş süresi avnldığı halde "kongrenin en iyi bildirisı" seçilen bildirinin sunuşunu onbeş dakikaya sığdıran, Isviçreden Chriftof Buri-Andrew Findlay, kendi bildirilerinın sunuşunu kaçırnıama neden oldukları gibi Ingiltereden Julia Cartside'ın "en hi sunuş" ödülünü alan bıldirisinı izleme olanağımı da neredeyse yok edeceklerdi. Bereket kılı kılana yetişebildim de Julia'nın gerçekten kısa. ama öz ve özgüvenli. üstelik "ante fre?e" gıbı ancak meraklısını ilgilendiren birürünle ılgılı bildirısıni sunuşunu ilgiyle izleme olanağını buldunı. Microsoft ile ilgili bildirinin biraz "marka"nın arkasına sığındığını. oysa "enivi örnek olay" ödülünü alan Hong - Kong'dan Khushi Khanna'nm ödülünü gerçekten de hak ettiğini düşünüyorum. Dev pazar Çin Dev ekranda çekikçe gözlü bir kız çocuğun renkli vesikalık fotoğrafı. Yümuşak bir .ses duvuluvor: "Size birini tanıtmak isti>orum." Sonra yapılan araştırmalann. Çm'de çoeuğa verilen önemi gösıerdiğınden başlıvor. birailedeki altı >etışkının (ana-baba ve her ikisinin anası, babasıl çocuk üzerine nasıl titrediklerini anlatı>or\e çocuğu niteliyor: Küçük imparator... Ekliyor. "çocuk de>ip de geçmeyin" v e Çin koşullannda yetışkinlerden biraz harçlık alan çocuk sayısının 300 milyon olduğunu, bunun ise vılda yaklaşık 6 mil>ar ABD Dolan tutan bir pazar oluşturduğunu anımsatiyor. Pepsr Cola'nın bu büvoik pazara yeni bir ürün sunması için yapılan çalışmalan anlatarak sürdürüyor konuşmasını. Sonuç: Meyve adam (fruitman) adı verilen. "gerçek" ile "fantezirı yi birleştiren bir "kahraman" ve "Fruit Magix~ diye bir marka... Oturumun adının neden "işiniziyi yapın.."anlamına geldiginı anlamam için ıse verilen dört ödülden üçünün bu oturumda sunulan bildırilere verildiğini görmem gereki>or... İki arada bir derede salon değiştirip "paralel" oturumların birincisıne gıdıvorum ve çok da ivı edıvorum. Fransa'dan Jacques Braun ve Pierre Calnıard itnzalı bildiri "adressiz basılı maizemenin alıcıları"üzerine -kendileri kongrenin dördüncü ödülünü. "en iyi yöntem" ödülünü alıvorlar- Türkiye'de pek yaygın olmamakla birlikte. özellikle Batı Avrupa'da çok vavgın olan -^e kâğıt tüketımi üzerindeki etkisi başlı başına bir araştırma konusu oluşturan- ev lerin girişlerıne. posta kutulanna atılan basılı maizemenin kimler tarafından alındığının ve okımduğunun nasıl saptanabileceği sorusunu yanıtlavarak bu ödülü hak ettiklerinı düşünüyorum. Öğleden sonra da -bana göre- "paralel'" oturumlardan ikincisinin egemenlıği süriivor Bu kez "yaşamın niteligi" üzerine dört ilginç bildiri eıkıvor karşımıza: bildiriler kadar sunanlarda ilginç. ~Zaman"ı bir-ve önemli- "gerilim yaratma", bu nedenle de "> aşanıın niteligini olumsuz etkileme" öğesi olarak ele alan Rudolf Bretschneider'in sakalını "zamandan tasarruf" için kesmedığıni, araştırmacılık dışında da spordan müziğe kadar uzanan becerileri olduğunu öğreniyoruz. ltalya'dan Marco Vecehie ise "opera sanatçısı" olanıadıgından araştırmacı olmuş (!); sunduğu bildiri ise "tuvalet kâğıdı"nın önemı üzerine. Kullandığı sözcükler ise özenle seçilmiş: "Bedenimizin nazikbiryeri". bunlardan sadece bınsı. ABD'de yaşayanların sadece yüzde 10u mutlu Hollanda'dan Carl C. Rohde, "şirketlerin toplunısal sorumluluklan"nı gündeme getirerek kongrenin son bildirisıni sunuyor. Ama bana kalırsa. kongrenin Türkiye'de yapıldıgı göz önüne alınarak Thomas MiMer'ın bildirisı ileüapanmalıydı kongre... "Mutlu insanlan mutlu vapan nedenler"ın irdelendiği bildiri, ABD'nde 1994'te yapılan araştırmaya göre ABD'nde yaşayanların sadece yüzde lO'unun "mutlu"olduklarını sereilemekteydi -bu oran Rusya'da !995'te vüzd'e l ımiş- peki. ABD'deki yüzde lÖ'un "mutlulukreçetesi"... Miller'a göre bu "mutlu" insanlan dığerlerinden avıran "şans" değil; çok tarklı davranış biçimlerine ve öncekilere sahip olmaları. Yaşamiarını kontrol edebiliyorlar; sadece bugünün değil. varının dünyası ile de mücadele etme>e hazırlar; çok paralan olduğundan değil. öncelikleri öyle olduğundan paranın >aşamlarına hükmetmesine izin vermiyorlar. uzun enmlı çözümler üzerinde yoğunlaşıyorlar; yaşamı günlük bir "seriiven" olarak algılıyorlar. "Mutlu" Anıenkalılann önceliklerine ilişkin siralamada 125 "değişken" var. En >onda ver alan on beş "değişken"i ventıek. Türkive'de vaşajan bizler için "mutluluk"düşlerinin yıkılmasına vetıvor. Tüketilen alkol miktan. kılisenin toplumsal yönü. yerel vönetimler. görünüşünüz. kongrenin başarımı. havat pahalılığı. ırk sorunian, ulusal egitim sistemi. sağlık tıziksel durum, hava. çevre kirliliği. kamu borçlan, toplumsal sorunlar, başkanın başanmı. ABD'nin dış polıtikası. hak ve hukuk ile ilgili politikalar. Bekir Coşkun'un unutamadığım bir yazısı geliyor aklıma: özü - anınısadığım kadarıyla- şöyleydı: Gelişmiş ülkelerde. bızim gibi "sokaktaki insanlar" pariamentonun nasıl çalıştmhnası gerektiği. milletvekillerinin nasıl daha verimli olabilecekleri- hükümetin neden toplanmadığı vb üzerine kafa yormazlar. bu siyaset adamlannın işidır. Türkiye'de ise bu tür sorulara bizler kafa >oruyoruz. siyaset adamlarını ise bu tür sorulan hiç mi hiç ilgılendirmiyor... Bu durumda. Miller'ın ölçütleri kullanıldığında. Türkiye'deki mutlu insanların siyaset adamîan olduğu sonucu çıkarsa şaşırmamak gerekir. SÜRECEK ÇALIŞANLARIN SORULARI / SORUNLARI YILIVL4Z ŞIPAL 5 yıl tabandan ve 26 yıl tavandan priın ödeyen iki sigortah Soru: Eğitimim, Edebiyat Fakültesi Türkoloji dalıdır. 1952 yılından 1978 yılına kadar 26 jil öğretmen olarak görev yaptıktan son- ra 1978 yılında SSK'den emekli oldum. 1982 SSK bildirgesine göre 1. derece 6. kademeden, 831 göstergeden \e yüzde 70 ay- lık bağlama oranı Ue emekli aylığı almakta\ım. Temmuz 19% maaşım 10.814.713 TL. Ağustos 19% maaşım 25.728.703 TL. Eylül 19% maaşım 16J50.000 TL. Buna göre Evlül 1996'da aldıgım maaş doğru mudur? Doğru ise >üksekögrenim gören ve 26 yılın bedeli, asgari ücretin altı- na mı düştü? Asgari ücretten ayhk alan apartman kapıcımıza: Asgari ücret 17.010.000 TL. Sigorta primi 5.700.000 TL. ödüvoruz. Aynca lojnıan, eltkrrik ve su parası da ekleniyor. Ben 26yıl en yüksek primi ödeyerek yüksek tahsil yapmış öğretmen olarak çalışmış olduğum halde. asgari ücretin altında mı kalı- yorum? Ağustos ile eylül aylan arasındaki maaş farkı nereden kavnaklanıvor'.' V'.A. YANIT: Kamuoyunda "Süper Emeklilik Vasası" olarak bilinen 3395 sayılı yasa iîe SSK aylıkları arasındaki dengeferalt üst olmuş- tur. Daha önceki yazılanmızda bu konuya sıkça değindik. 1982 yılındanönce emekli olanlardan. süper emekli ler dışında ka- lanlann aylık oranları yüzde 70'te kalmıştır. 1982'den sonra 26 vıl (9.360 eün prim ödeyen bir siaonalının aylık bağlama oranı vüzde 79'dur.) 1982'den önce 5 yıl (1.800 gün) asgari ücretten prim ödeyen bir sigortalı. bugün en azyaşlılıkaylığıolan (alt sınır aylığı) 15 milyon 292bin900liraalmaktadır. Bunakarşılık26yıl(9.360gün)env'ük- sek ücretten prim ödeyen bir başka sigortalının aldıgı aylık. 17 mil- yon 784 bin 250 liradır. 21 yıl fazla prim ödeyen sigortalı. 5 > ıl prim ödeyenden sadece 2 milyon 500 bin lira fazla aylık almaktadır. 21 yıl fazla prim ödemenin bedeli 12 milyon 500 bin liradır. 1982'den önce 26 yıl büyük bölümünü tavandan prim ödeyerek emekli olan bir sigortalı. 16 milyon 250 bin lira alırken 1996 yılın- da 26 vılın yalnızca son 8 yılının primini tavandan ödeyerek emekli olan bir başka sigortalı. 24 milyon 551 bin lira aylık almaktadır Kısaca. 1982 yılından önce 26 vılın primınin tümünü de tavandan ödeyen bir sigortalıva vüzde 70 ten 16 milyon 292 bin 500 lira aylık ödenmektedir. Alt Gösterge tablosu I. derece 6. kademeden yüzde 70 üzerinden ay lık alan bir sigortalının yeni göstergesi. 6.488'dir. Yaptığımız he- saplamava göre I Temmuz 1996'dan geçerli 2.550 katsayı ile 4 mil- von 690 bin lira sosyal yardım zammı ile birlikte Eylül 1996aylığı- nız 16 milyon 271 bin 80 liradır. Ağustos 1996 aylıkları. I temmuz 21 ağustos (ya da I temmuz - 23 ağustos)arasındaki sürenin farklan daeklenerek ödenmiştir. Ağus- tos 1996 ajlığınızdaki fazlalık bu farklardan kavnaklanmaktadır. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Bakanlık 2-0 Önde Başlıyor... Beterin beteri var, 12 Mart'ın beteri 12 Eylül'dü. 12 Eylül'de generaller, alanlarda, demeçlerinde söy- lediklerini pek beğenmekteydiler, yargı ile ilgili ola- rak şöyle diyorlardı: - Efendim, biryerde yargıç ile savcı kavga ettiler, Adalet Bakanlığı 'ndan giden müfettiş, savcı hakkın- da rapor düzeniedi, savcı görevinden alındı; yargıç müfettiş gitti, Yüksek Yargıçlar Kurulu, yargıcı gö- revinden almadı. Çifte standart oluyorefendim, çif- te standart! Dillerdeki buydu, çifte standart! "Böyle olmaz" diyorlardı. "Bunu birüniteryapıya kavuşturalım, tek çatı altında toplayalım, yargıç- savcı bir arada olsun. Karma bir kurul yapalım, tek çatı altına, Adalet Bakanlığı bünyesine alalım" de- diler. En büyük kazık orada atıldı. Yargıçları, savcı- ları siyasal gücün buyruğuna verdıfer. Savcıların tam bağımsız olması gerekmiyordu hu- kukçufarın çoğunca. Dünyanın hiçbir yerinde de savcılar tam bağımsız değildiler. Savcının bir yanı, devlet ayağında olacaktı. Hukukçulara göre yargı- cın bağımsız olması ışi çözerdi. Savcının bir kamu- ya dönük yanı vardı. Dünyadaki uygulama da böy- leydı. Bir adalet bakanı savcılan açığa alabiliyor sav- cılara yönerge gönderebiliyor, "Şu konuda dava aç" diyebiliyor. Bizdeki gibi "olayı kapat" diye emir ver- miyor yalnız. Türkiye'de bir de genel yapıdan kay- naklanan sıkıntılar var, o ayrı. Ama yargıçlar bağım- sız olursa, savcı şöyle de böye de yapsa, yargıçla- rın bağımsızlığı sorunu bir noktada çözebilır diye düşünmekte kimi hukukçular. 12 Eylül'de yargıçlar. savcılar tek çatı altına alının- ca, bunun adı hemen kondu: "Yanm porsıyon ba- ğımsızlık"; savcılar için yanm porsiyon bağımsızlık, yargıçlar için de yanm porsiyon bağımsızlık gibi. Iki- si de tam bağımsız olmayan iki organ yaratıldı dev- let içinde. Ikisi de Adalet Bakanlığf na bağlanıp, ba- kanlık denetçilerinın denetimine sokuldu. Bakanlı- ğın, idarı yönden yolladığı genelgeler, yargıçları da bağlar duruma geldi, anayasa hükmü gereği. Böy- le bir ortam doğdu. 12 Eylül'ün yaptığı ilk iş. Yük- sek Yargıçlar Kurulu'nu kapatmak oldu. Kimı üye- ler. Yargıtay'a döndüler. kimi emekli oldu aynidı. Yeni yapıda, kurul 7 kişiden oluşuyor, bunu biliyo- ruz. Bakan ile müsteşar, oylan da var, kurulun önü- ne gelen hergirişim, maça2-0galip başlayan birta- kım görüntüsünde. Çünkü, kurulun sekreterliği, per- sonel genel müdürlüğü onlara bağlı. Onların yöner- gesiyle hazırlanıyor her şey. Toplantılara 2-0 önde giriyor. Atama işlemi, disiplin işlemi, herçeşit işlem- de. Personel genel müdürlüğünün hazırladığı bir ta- sarrufa, bakan, müsteşar karşı çıkmaz. NecJen çık- sın? Zaten onlann yönergesiyle hazırlanıyor. Bir ka- rarname taslağını önce personel genel müdürlüğü hazırlar. - Bunu kararnameye koyun, ben kurulda bu ka- rarı savunacağım dıyor. bakan ile müsteşar. Kendi- lerine göre birtakım gerekçeler de buluyorlar. Tabii bu arada maça 2-0 başlıyorlar zaten. Kendilerine ya- kın iki kişiyı de buldular mı yedi kişilik kurulda 4-3 gitti! Birçok işlem 4-3 geçiyor, kimi de oybirliğiyle ge- çiyor. Peki, bunları önlemek ıçın ne yapmalı? Daha önce de vurgulandığı gibi konu anayasadan kaynaklanıyor, anayasal değişiklık gerekiyor. Yargıçların özlük hakları ile ilgili dünyada çeşitli dü- zenler (sistemler) var. Bunlardan biri. Fransızların "cooptation" dedikleri bir yöntem var: "Kendi üye- sini, kendisinin seçmesi" demek. Sadece, •Uğraş (meslek) mensuplanndan bir kurul oluşturulur. 1961 - 1971 yılları arasında yürürlükte olan Yüksek Yargıç- lar Kurulu gibi. Bakanın, müsteşann oy hakkı olmaz, salt uğraşsal bir yapılanma. Bu, bizde uygulandı. Dünyanın birkaç yerinde daha böyle uygulamalar var. Genellikle yüksek yargıçlardan oluşan bir kurul yapısı. Bizdeki Yüksek Kurul yöntemi, bugün dünyanın üç ülkesinde var: Fransa'da, italya'da bir de Türki- ye'de. Model ise Fransız-ltalyan karması. Ancak, italya'daki kuruluş modeli şöyleydi: italyan Yargıç- lar-Savcılar Kurulu, 23 kişiden oluşmaktaydı. Ital- yanlar 1987'de kurulun yapısını değıştırdiler. On ki- şi daha ekleyip 33'e çıkardılar. Kurulun başkanı cum- hurbaşkanı oldu. Yargıtay Başkanı ıle Yargıtay Baş- savcısı doğal üye oldular. 33 kişi böyle. Gerıye ka- lan 20 kişi, uğraş mensuplan arasından, bunlar yük- sek yargıç. Bir bölümü kürsü yargıçları, 20 kişi böy- le. On ikisi de barolardan, hukuk fakültelerinden. profesörlerden gelen kişiler. italyanlar. "Temiz Eller"eylemine böyle başladılar. Yüksek Kurul'dan başladılar işe. italyanların bir de İsa'dan Önce 500'lerde bir Roma Hukuku yarattık- larını düşünmek gerek. Böyle bir ulusun uygulama- ları da çok değişik oldu elbette. italya'da yargıçla- rın atamalarını Adalet Bakanlığı yapıyor, bu kurulun aldığı çerçeve kararlar gereğince yapıyor atamayı. Atamaya itiraz olursa yüksek kurul toplanıyor. Ata- ma işine gırmiyor İtalyan Yüksek Yargıçlar Kurulu. Fakat bildirildiğine göre orada atamalara şimdıye değin ciddi bir itiraz gelmemiş. Daha doğrusu, Ada- let Bakanlığı konulan çerçevenin dışına çıkmamış. Öyle ilkeler koyuyorlar ki, bunlar bizdeki Yüksek As- keri Şûra'ya benzer bir düzen. Yılda birli dönemler- de toplanıyor, ilke çerçeve kararlannı alıyor. ilke ka- rarları doğrultusunda rutin atamalar yapılıyor... Türkiye'de atamalann nasıl yapıldığını yinelemeye gerek var mı? B U L M A C A SEDAT YAŞAYAS 1 2 3 4 5 6 7SOLÖ4NSAĞA: 1/ Orhan Ke- mal'ın. sinemava da aktarılmış bir romanı. 2/ Bir sa- \ı... Birdenız tek- 3 nesinın başka hır tekneyevadaiske- leyeyanını vererek vanaşması. 3/ Bil- yelı vatak... Bırgı- damaddesı.4/Tec- rübelı. usta... Bü- yük Okyanus'ta 8 bir ada-devlet. 5/ g Saniyedebırjullük iş yapan bir motorun güç bınmı... Rady urnun simge- sı. 6/ Genellikle hayvan postundan yapılan başlık... İkmci derecede olan. 7/ 3 Düşünce... Bir ılimiz. 8/ Evlerdeyatak.yorgankoy- maya yarayan büyük do- lap... "Hayır" anlamında kullanılan söz. 9/ Hayvan- lara vurulan damga... Has- 8 ta olmama durumu. esen- n lik. 9 V LKARIDAN AŞAĞnA. 1/Hüse>in RahmiGürpınar'ın bir romanı. 2/Olağandan öte- de. hayal ürünü. ilginç... Tavız. 3/Bır balık. 4/Eksiğı olma- yan... Bir renk... Bır nota. 5/ Yurdumuzda tunstik bir göl... Ekmek. peynır gibi maddelerın üzerinde. nem ve ısının et- kisiyle oluşan yeşil renkli mantar. 6/ Derıde sinırler boyun- ca birtakım agrıiı fıskelerin dökülmesıy le beliren hastahk... Okyanusya halklarının erkeklik ve bereket tanrısı. 7/Güzel sanat... Asya ıle Avrupa'yı ayıran dağ sırası. 8/ Istanbulun eski adlanndan biri. 9/Eskıden Karagözoynatılan kahvelere verilen ad... Bıber.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear