14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27AĞUSTOS 1995 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 'Rap beni yarhn, rap benT ZEKİCOŞKUN Tam da "Işık Doğudan Yükselir" sloganıyla lanse edilen müziğin mer- kezde üretildiğini, bu nedenle de iddia edildiği gibi "mozaik" olmadığım söy- lüyorduk ki "karakafalar"ın sesi yük- seldi: Cartel! Cartel (ya da Karakafalar) önemli. Yalnız "beyaz Türkler"in karşıtı oldu- ğu için değil; yaptıklan müzik (rap) farklı olduğu için önemli. Seslerinin, sözlerinin ritmi farklı. Hem bildik, hem bambaşka. Galiba asıl müzikal mozaik burada. Daha önemlisi "sivil ses"in, "sivil tavır"m habercisi gibi du- ruyor rap ve onu Türkçe icra eden Cartel. Tam değilse bile nüve. Bunlara değineceğiz. Ama önce ilginç bir denk düşmeden söz edelim. "Beyaz Türkler'in türküsü" dediği- miz yeni popüler müziği tartışırken ga- riptir, her nedense Almanya'daki Türk- ler'i anmıştık. Rastlantı! Türkü, ilahi, horon, vb'nin müzikal "form" olarak alınıp yeni sözlerle yeniden "inşa" edilmesi bir dönüşümün işaretiydi: "Türküleri artık köylüler, 'halk' (ve ozanlan) değil, şehirdekiler ve onun Batı'yı özümsemiş olanlan yapıp söy- leyecek" demiştik. Batı. Doğu'yu zap- tediyor, onun sesini alıp kendi dili, se- siyle yoğurup yeniden Doğu'ya satı- yordu bir bakıma. Popun ötesine geçen "Beyaz Türk- ler'in türküsü" böyle oluşuyordu. Bu oluşumla birlikte Almanya'daki Türk- ler'in halet-i ruhiyesini anmıştık: Hani, Türk işçi "siz dünyanın en iyi makina- lannı yapıyorsunuz, ama benim annem de güzel pilav yapar" diyordu. Al- man'ın "benim annem de güzel pilav yapar" yanıtı üzerine zıvanadan çıkan Türk, elinde matkap Alman'ı kovalı- yordu: "Bir pilav be. Alt tarafi pilav... Onu da senin anan yapar ha! Yok mu ulan it, bizim yapabi- leceğimiz bir şey şu yeryüzünde?" Oyküyü şöyle bağ- lamıştık: "Pilav doğu- nun temel gıdası, ba- tının garnitürü, yan yemeği. Türkü, ilahi, oyun havası, saz (bağ- lama) doğunun 'pi- lav'ı. Batının yan ye- meği, garnitürü. Batı şimdi onu da alıp 'en güzeli'ni yapıyor. Bu- raya dikkat." (Aglama diye diye ağlatan mü- zik, Cumhuriyet, 6 Ağustos, Pazar) Yazı- ^ — — — ^ - ^ — lanlar, kulağımızı (aynı zamanda gözü- müzü, her ikisinin bileşimiyle zihnimi- zi) dolduran "yeni ses" karşısında ilk - ve kişisel- duyumlardı sonuçta. Anlaşı- lan bu türden "duyum paylaşımlan"na gereksinim varmış. Yazılar epey ilgi gördü. Yazıdan yapılan alıntılann, ora- daki görüşlerle ilgi röportajlann öte- sinde asıl önemli olan aynı günlerde Cartel'in Türkiye müzik piyasasında bulduğu karşılıktı. Çünkü Cartel, "Bu- raya dikkaf'e adeta eşzamanlı bir ya- nıt. Daha ılginci, açıklama-yanıtın tam da işaret edilen yerden; Almanya'daki Türkler'den gelmesi. Varoşlar Konuşuyor Cartel her ne kadar Almanya'da doğsa da, Türkiye'de müziğin yakın Cartel her ne kadar Almanya'da doğsa da. Türkiye'de müziğin yakın geieceği için bir haberri. Merkezin reddertiği. dışladı- ğı, aşağüadığı varoş seslerinin arbkbaşkabir ton, ritm, edaylayükseleceğinin habercisi. (Fotoğraf: DEVRİM BARAN) Gökyüzü, parmak ve müzik Yerleşik baiaştn dışındaki her görüş. her söz bakanın diline "tercüme " edilir. Bu sayfalarda yayımlanan üçyazıyı herkes kendinceyorumladı. ("Ağlama diye diye ağlatan müzik ". "Beyaz Türkler'in türküsü", "Türkü lazımsa, onu da biz vapanz "; 6, 7, 8 ağustos) Kimileri bu yazıları Işık Doğudan Yükselir'in iyi mi-kötü mü olduğu tartışması gibi, kimi "alaturka'nın, Idmide Türkiye de popüler müziğin tarihı gibi okudu... Evet, yazılanlar bunlann hepsi ve hiçbiri! Çünkü, sesten çok onun yayıhiığı dünyaya, hayata, oradaki karşılığına bakmayı deniyoruz burada. Gökyüzünü göstermek üzere havava kalkan parmak karşısında ınsanlartn gökyüzüne değil de parmağa bakmalan gibi. buyazı da "rap "çi olduğum yolunda okunmaz umanm. geieceği için bir habercı. Merkezin reddettiği, dışladığı, aşağıladığı varoş seslerinin artık başka bir ton, ritm. edayla yükseleceğinin habercisi. Bu ses Türkiye'de henüz varoşlar dolmadan. sadece taşradan yükseldiği sırada "uluma" diye anılmıştı, bıliyo- ruz. Uluma, 1960'lardan 80"lere perde perde yükselip biçım ve hava değiştirerek "arabesk" adıyla şehre hakim olmuş- tu. Onu da biliyoruz. Hakimiyet içselleş- meyi; aykın çizgile- rın, tonların törpü- lenmesini getirdi. 90'lar pop patlaması bir bakıma arabeskin ve onun yedeğine al- dığı -ama otantikliği kazınmış- doğu/folk ezgileri üstüne yük- seldi. Merkez ve ka- muoyu oluşrurucula- rı (başta Ertuğrul Özkök), varoş sesle- rine koyduklan am- bargoyu ancak pop patlamasıyla kaldırdılar. Bir zamanlar tiksinilen sesler, "Sen çok yaşa Ibra- him Tatlıses, sen çok yaşa Orhan Gen- cebay, bize daha nice İdasikler bırakın" sözleriyle selamlanır oldu. Selamlamayla aynı sıralarda "ithal" ama "yerli" bir seş olarak Cartel'in yükselişi önemli. Çünkü öteden beri müziği iğdiş ettiğinl söyledigimiz "ste- rilizasyon"un tam karşıtı Cartel'in yaptığı müzik. Daha doğrusu kendile- rine seçtikleri tür (rap) sokağın ürünü. Ağzı bozuk. Fütursuz. Salt sözel an- lamda değil, müzikal olarak da fütur- suz. Rap, sokağın. "merkez dışı"ndaki- lerin kendilerine karşı uygulanan her tür "şiddef'i yukanya ve "dışarf'ya ay- nen iade etmesi. (Doğum yeri Amerika ve zenci gettoları.) Endüstri ve ege- u topraklarda pek kökü olmasa da Cartel ve onun şahsında rap bir anda patladı. Daha tuhafı, ırkçı şiddete karşı söylenenler buranın faşizanlannca sahiplenildi! Ne de olsa, "sen Türksün, sen Türksün" diyordu Cartel... Ama "sen Türksün"ler arasına sıkıştınlan "Almanyalı" sözü atlanıyordu. menler, nasıl sokağın sesini yağmala- mışsa, rap de endüstrinin mallarını yağmalıyor. Ne yapıyorlar: Piyasada iş yapan, hoşlanna giden plaklan alıyorlar, farklı plaklardan işlerine gelen bölümleri "miks" edip, ortaya başka bir müzik çı- kanyorlar. Bunun üstüne başının sonu- nun olup olmamasına, kimin ne anla- yıp anlamadığına bakmaksızın kendi sözlerini döşüyorlar. (Adeta koşar adım ve tabii ağız dolusu.) Sokağın ço- cuklan "merkez"e karşı saldın silahını: rap'i böyle üretiyor. Yapılan, apartık kolaj görünümüyfe "post-modern" do- ku ve zihniyete uyarlı. Ama görünü- mün ve ritmın ötesi; söz, eda, tavır mo- dem zamanlan da postmodem hali de aşıyor. Ornek yine ABD'den: 1990'lann ba- şında Los Angeles'ta patlayan zenci ayaklanmasının bir numaralı katalizörü olarak görûlüyordu rap, özellikle de rap gruplarının en radikallerinden Public Enemy! Rap'i varatan tepkisel duyarüğın anahtan Şimdi gelelım bizım rap'çilere. "Ce- hennemden çıkan çılgın Türk'ierin se- si Cartel de bir bakıma Public Enemy'yı andırıyor. Örneğin şimdi Cartel içinde yer alan "Karakan", 1993 Solingen yangmından sonra "De- fol Dazlak'Ma bir anda Neonazılere karşı Türkler'in ortak duyarlığını ses- lendiriyordu: "Dansı senin başına kel kafa' Sıçıcaz senin ağzına". Şu son iki dize rap'i yaratan tepkisel duyarlığın anahtaFi. Müzik, sonuçta "duyarlık" üretir ve iletir. Rap (bir par- ça da rock) dışındaki türlerde modern zamanların yok ettiği duyarlığı (ro- mantizmi) yeniden yakalama çabası vardır hep. Rap'te ise romantızmin ça- re olmadığı açıkça bilinir ve söylenir. "Nağme" yoktur onun için. Olsa olsa ironi, alay. istihza, daha ötesi küfür... V_^aı Cartel. müzik (ve genelde sanatlar) için epeydır unulmuş bir eğilımı de seslendiriyor: "Şimdi size mesajımızı getirdik" diyor. E\et, bütün "ciddi- yet"!eri (sanatsal vb) reddetse de rap'te, diğer müzik türlerinde pek ol- mayan bir "ciddiyet" var. Yapılan işin, söylenen sözün anlamı, amacı. hedefi var. Cartel, bir yanda "Yetmedi mi' Yetme- di mi" diye soruyor, bir yanda "Yeter be" diyor. Bütün şov hali- ne karşın rap'te "oyun" yok!... Yükse- len canhıraş bir çıg- lık. İsyan. Bu topraklarda pek kökü olmasa da Car- tel ve onun şahsında rap bir anda patladı. Daha tuhafı, ırkçı şid- dete karşı söylenenler buranın faşizanlann- ca sahiplenildi! Ne de olsa, "sen Türksün. sen Türksün" diyordu Cartel ... Ama "sen Türksün"ler arasına ^ ^ ^ ^ " ^ ^ ~ ~ " sıkıştınlan "Almanyalı" sözü atlanıyor- du. Her neyse, yeni olan her şeyde bu tür paradokslardan geçılir. Kaldı ki paradoksun daha büyüğü birkaç yıl önce yaşandı. "'90'lar pop patlaması" içinde müzik endüstrisi her yolu sınarken "rap" Vitamin'i de taşın- dı Türkiye'ye. "Rap beni yarim, rap behi/ Gel ten- halarda öp beni" şaklabanlıklan denen- di. Daha ötesi, bir ıdam hükümlüsünün (Nevzat Çelik'in) kaleminden çıkan ve hapishane kapısını işaret eden "Beni buralarda arama anne" sözleri aynen alınıp genelev kapısı için kullanıldı o şaklaban "rap" içinde... Aynı şehir züp- pelerinin -ve endüstnnın- elinde. dilin- de rap, tabiatına aykın olarak "köylü, kıro, maganda, zonta" dedikleriyle alay artel bir haberci. Bir yanda "Beyaz Türkler'in türküsü" yayılıyor. "Ne Ağlarsın" türküsüyle "milli birlik ve bütünlük" kuruluyor. Öte yanda tam da "oriental" tavırlı (yani ışığın yükseldiği yerden; doğudan) "rap" yükseliyor. Ankara'nın "Misket" havasım kullanarak "Gel gel, Cartelee gel..." çağnsı yapıyor. etme. onlan aşağılama, dışlama aracı olarak kullanıldı. Endüstriyel "Vitamin" biraz iş yapsa da geldi geçti, bütün pop rüzgan gibi. Çünkü rap bozması eğlencelik, eşyanın tabiatına. o müziğin ruhuna aykın. Cartel'in önemi ve anlamı burada. Merkez'in dışında yaşıyorlarlar ve ora- dan sesleniyorlar. Gerçi Türkiye'de "merkez". "dış ses- ler"i (örneğin yüzyıl- ların gizli dinsel tö- renlerindeki; ayini cem ezgilerini, se- mahlan) alıp kullan- mada maharetlidir. Bunun çok örneği var. "Sufi"ler, şunlar bunlar aradan yüz- yıllar geçtikten sonra "ehilleşip" pazarda karşılık buluyor, hat- ta yüceltiliyor. Ama aynı merkez, bugün dışladığı "çevre"nin yeni seslerini (bu- günkü "dış sesler"ı) pek kolay hazmede- meyecek. Çünkü yakından bakıftrsa Almanya'da örneğin Kreuzberg'deki Türkler'le tstanbul'da E-5'in üstüne yerleşmış "dışanlıklı" Türkler'in halle- ri arasında pek fark yoktur. Onlar ora- da da "karakafa", burada da. Cartel bir haberci. Bir yanda "Be- yaz Türkler'in türküsü" yayılıyor. "Ne Ağlarsın" türküsüyle "milli birlik ve bütünlük" kuruluyor. Öte yanda tam da "oriental" tavırlı (yani ışığın yükseldiği yerden: doğu- dan) "rap" yükseliyor. Ankara'nın "Misket" havasını kullanarak "Gel gel, Cartelee gel..." çağnsı yapıyor. Çağn- nın içinde haber de var "Her gün savaş var/ Caddeler kan/ Kan bile kırmızı de- ğil/ Karakaaan..." Buraya da dikkat, bizden söylemesı. Günter Grass'ın kitabına eleştiri yağmuru KüHür Servisi- Günter Grass'ın yeni kitabı orta.ığı kanşhrdı. Yazann Alman- ya'nın birleşmesini konu edinen, 28 ağus- tosta piyaaya çıkacak olan kitabı edebi- vat ve sıyaset çe\Telerinde tartışma yarat- tı. Grass, 'Ein Weites FekJ" kitabıyla Al- mm tanhine nesnel bir bakışla yaklaşma- ya çalışıycr. Kitapta, yazar, 19. yüzyılda Berhn'de vaşayan yazar Thedor Fonta- ne*yi 1990 a, Doğu Almanya'ya taşıyarak özslleştinte ıdaresınin başına getiriyor. Kitabın ana karakteri Fonty, eski bir STASI ajatıyla Alman tarihı hakkında tar- tışmalar yjpar. Grass, düzen ne olursa ol- suı muhbriık yapan tam bir düzen adamı OIMI bir tıp çiziyor. Fakat 784 sayfalık bu kjap eleştrmenler tarafindan eleştiri yağ- rruruna tuııldu. Uzmanlar, bu kitabın, Al- mınya'ruren ünlü, Nobel 'e aday göstenl- m ş yazarndan beklenmeyen bir başan- sı:lık old^unu söylüyorlar. "Teneb Trampefin yazan, kitabıyla, pszar ekoromisine hızlı ve vahşi bir geçiş scnucu çöten ve kimliğinı kaybeden Do- g ı Almanannyanındayeralıyor. Fonty, kiapta "Afaıan birüği, küçük kafalı zengin- Bcrin işL Eddden huzurlu ve rahat bir dik- •acBrlüğünûz vardı" diyor. Grass, devle- tede sıkı eeştinler getiriyor. Stern dergi- si/le yaptıiı bir açıklamada, 1991 yılında girevdenaınan Özelleştirme ldaresi Baş- lcaıı için, "Pis işter yapıyordu. Helmut K>hl'ün ps işlerini" sözlerini kullanıyor. •"nsanlan sa>gı duymayan birrejim,tep- Etiere şaşjauunak." Henüz ayımlanmamış olmasına rağ- wısn kitapîimdiden geniş yankı uyandır- <± Bild gsetesı, Grass'ı, ülkesini sevme- 1-ıekle suçadı: "Neredeyaşadiğmı ve kimin mçn yazdçnı unutmamalı. Bu kitap, ruh- 35iz v« ba sözJerden oluşuyor." Der Spi- «;el, eleştmen Marcd Rekb-Ranicki'nin Ictabı yırtrken gösterildiği bir foto mon- ^«^ı kapakyaph. Reich-Ranicki, Grass'a ^ızdığı açs mektupta, yazan, yeni hıçbir ^ y yazmanakla, Fontane'nin anısına boy- Jı bir kitap kullanarak saygısızlık etmek- Kı ve kafe^oğu Alman rejimine övgüler •Mİzmeklençladı. Yayıncıır Birliği başkanı Dedev Hensc- -fe,kitabaeğil, yazara saldınldığını belirt- Harlem'de dans engelleıi aşar Kültür Senisi- Ünlü neo-klasik dans topluluğu "Harlem Dans Tryatrosu" Istanbul'a geliyor. Topluluk, Yapı Kredi 'nin kuruluşunun 51. yılı kutlamalan çerçevesinde, 12-15 Eylül tarihleri arasında lstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ve 18 Eylül'de Izmir'de, "Dougla", "Concerto in F"ve "Ateş Kuşu" adlı performanslardan oluşan 5 gösteri sunacak. "Balenin gelecek vaadeden en heyecan verici topluluklanndan birisi" olarak nitelenen Harlem Dans Tıyatrosu. ünlü sanat yönetmeni, koreograf ve dansçı Arthur MitcheU'ın, 1968 de Martin Luther King'in bir suikast sonucu öldürüJmesinden hemen sonra, Harlem insanına verdiği bir söz üzerine kuruldu. : Dans dünyasında 40 yıldır adından övgüyle sözedilen yönetmen Arthur Mitchell, Nevv York Balesi'ne kabul edilen ilk Afrika kökenli dansçı. Martin Luther King'in öldürülmesi üzerine Harlem'deki yoksul çocuklan korumak ve onlara gelecek sağlamak için, bir garajda dans dersleri vermeye başlayan sanatçının kurduğu Harlem Dans Tiyatrosu, daha sonra bünyesine bir de okul ekleyerek, dünyanın dört bir yanından yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Aralannda Princeton, Harvard ve NY üniversitelerinin de bulunduğu 14 okul tarafindan fahri doktorluk ünvanıyla onurlandınlan Mitchell, Kolombia Üniversitesi Barnard Madalyası, Kennedy Center Onur Ödülü, Amerikan Sanat Akademisi Ödülü, NY Handel Madalyası ve NY ICütüphanesi Altın Aslan Ödüllerine de sahip. 36 kişilik dans ekibi ve 75 çeşit koreografîsi ile dünyanın en ünlü neo- klasik dans topluluğu olan Harlem Dans Tiyatrosu, Lbndra Kraliyet Balesi'nde sahnelenen gösterinin ardından 1988 yılında Sovyetler Birliği'ne turne yapan ilk ABD'li bale topluluğu oldu ve Kirov Tiyatrosu'nda yaptıklan gösteri ayakta alkışlandı. 1992'de Güney Afrika'da da sahneye çıkan topluluğun, televizyon prodüksyonu olarak gerçekeştirdiği "İhtiras Tramraryı" ve "GiseUe" de Amerikan televizyonlannda beğeniyle izlendi. ABC televizyonu için hazırladıklan"Gûz Nehri Efsanesi" adlı yapım da "En Başanlı Gösteri" ödülünü kazandı. Grubun lstanbul ve tzmir'de sunacağı performanslardan "Dougla" dünya dans mozağinin en ilginç örneklennden biri. Koreografîsi ve müzik düzenlemesi GeoflFrey Holder tarafindan yapılan 6 bölümlük gösteri, Afrika'da yaşayan Dougla halkı içinde bir evlilik törenini anlarıyor. Koreografisi Bilh >\llson, müzikleri ise. caz dehası George Gershvvintarafından hazırlanan "Concerto in F", caz ile klasik dansın birlikteliğinden doğan 3 bölümlük bir şov. İlk kez Rus dansçılan tarafindan 1910 yılında Paris Operası'nda sahnelenen Ateş Kuşu ise, ormanda avlanan genç bir avcı ile düşler prensesinin aşkını ve ormandaki karanlık güçlerle, Şeytanlar Prensi'ne karşı verdikleri -, savaşı anlatıyor. 1982'den beri topluluğun repertuvannda bulunan 7 bölümlük gösterinin koreografisi John Taras'a, müziği de Igor Stravinsky'ye ait. Arthur Mitchell'in 27 yıllık gururu ve tutkusu olan Harlem Dans Tiyatrosu, bugün dünyanın birçok köşesinden her yaşta insana ulaşabilen bir ekol ve enstitü olmayı başardı. Topluluk kuruluş amacında yer alan eğitıci- sanatsal- toplumcu misyonundan hareketle oluşturduğu okulu ve "Dance EngeDeri Aşar- Dance Through The Barriers" programlan ile dünya halklan arasında bir köprii olma görevinı de üstlendi. 1994'dekurulan Harlem Dans Tiyatrosu Okulu, çeşıtli ülkelerinden 1300 öğrencıye bale, caz, dans, step, etnik danslar. dans tarihi ve müzik teorisi eğıtimi veriyor. PENALTI MEMET BAYDUR Omurga Nabokov anlatıyor. a) Insanların benimle ilgilenecek bir nedeni olrna- masıyla öğünürüm. Hayatımda bir kez olsun sartıoş olmadım. Öğrencilerin ağzında dolaşan müstehcen sözcükleri bir kez olsun kullanmadım. Hayatım bo- yunca ne bir dairede çalıştım, ne de bir kömür ma- deninde. Hiçbir zaman herhangi bir ekıbe, örgüte, hizbe, klana, kliğe, partiye üye olmadım. Hiçbir akı- mın ya da okulun etkisi olmadı üzerimde. Siyasi ro- manlardan ve sosyal içerikli dedıkleri yazından her zaman sıkıldım. Gerçekten nefret ettiğim şeyler ba- sittir: Aptallık, baskı, suç, eziyet, hafıf müzik. Sevdi- ğim işlerse yazı yazmak ve kelebek avlamaktır. b) Gerçek, son derece öznel bir meseledir. Gerçe- ği yalnızca bir çeşit bilgı birikimı, bir konu üstüne yo- ğunlaşmayla anlatabilirim. Bir çiçeği alın, örneğin bir leylak, doğabilimci için, sıradan bir insana göre "da- ha" gerçektir. Öte yandan bir bitkibilimci için "daha da" gerçek olabilir bir leylak. Yalnızca leylaklar üstü- ne uzmanlaşmış bir bitkibilimci içinse, leylağın ger- çekliğı daha da artacaktır. Gördüğünüz gibi, durma- dan yaklaşabilirsiniz gerçeğe ama dokunamazsınız, çünkü gerçek dediğimiz mesele, sonsuz basamak- lardan ibaret, algılama düzeyleriyle bağlantılı, tuzak- laria dolu, ulaşılması ve çözümlenmesi son derece zor bir noktadır. Bir şey hakkında sürekli, daha faz- la, daha çok bilgi edinmek mümkündür. Ama bir şey hakkında herşeyi bilemeyiz. Umutsuz bir çabadır bu. c) Şiir nasıl başlamış olabilir? Taş devri öncesinde bir çocuk düşünüyorum. Kendi boyundakı otlann arasında, "Kurt! Kurt!" diye bağırarak mağarasına doğru koşuyor. Oysa ortada kurt murt yok. Çocuğun maymunsu anasıyla babası, gerçeğe şüphesiz dört elle sanldıklan için, koruyup saklamışlardır çocukla- rını. Ama şiir orada doğuyor işte. Olmayanı anlatmak için, kendi boyunda otlann arasında koşturmak ge- rekiyor. d) Herhangi bir dil ile düşünmüyorum. Ben görün- tülerle düşünürüm. Insanların dıl ile düşündüklerine inanmıyorum. Düşünürken dudaklarını oynatmaz in- sanlar. Okurken dudaklannı oynatanlarsa bir cins ca- hillerdir yalnızca. Herhangi bir sanat eserının, herhan- gi bir toplum için önemi olacağına da inanmıyorum. Yalnızca birey için önemlidir sanat eseri. Okur da yal- nızca birey olarak önemlidir benim için. Cemaat, top- lum, kalabalık umurumda değildir. Konuşma özgür- lüğü, düşünce özgürlüğü, yaratma özgürlüğü. Bü- tün istediğim bunlardan ibaret. Ideal devletin sosyal ve ekonomik durumuyla fazla ilgılenmiyorum. Ben haddimı bilirim. Bir de şunu bılıyorum: Devlet baş- kanlannın portreleri. bir posta pulundan daha büyük olmamalı. Işkence ve ölüm cezası olmamalı. Hepsi bu. e) Kelebek avlamak ve yazı yazmak, ınsanca ke- yiflenmenin birbirine benzemez yöntemleri. Ikisi de, bu işleri hiç denememiş insana tarifi mümkün olma- yan işler. örneğin yazı yazmanın keyfi, tümüyle oku- ma keyfiyle özdeştir. Haz! Yazar ile okurun bir eüm- lede paylaştıklan bayram... İyi okurlann hepsi hayat- lan boyunca birkaç (gerçekten) iyi kitap keyfini tat- mıştır nasıl olsa. Bu keyfin derinliğinı analiz etmek, iki taraf için de gereksiz olabilir. Ben bütün yazdıkla- nmı sanatçılar için yazıyorum. Kardeş sanatçılar için ve benim peşime takılan sanatçılar için. Oysa ders- lerime giren öğrencılere, birçoğuna bir türlü açıkla- yamadığım bir şey var: iyi bir okur olmak için yürek- li olmak yetmiyor - yürek aptal bir okurdur, beyin de yetmiyor iyi bir okur olmaya. Beyninizle ve omurga- nızla (belkemiğinizle) okumanız gerekir. Baylar, ba- yanlar, sırtınızdaki ürperti, yazann duyumsayıp size aktarmayı amaçladığı meseleyi anlatıyor! Ataç okumaya ara verdim gördüğünüz gibi. Na- bokov okuyorum şimdi. Yukarıda Nabokov'un ilginç bir cümlesi var, yaklaşık otuz yıl önce söylediği bir şey. Devlet başkanlannın portreleri, bir posta pulun- dan daha büyük olmamalı. Nabokov'u ikinci cumhu- riyetçi olmakla suçlayamayacağımıza göre, tedavisi mümkün olmayan bir "pulsever" olarak adlandırabi- lir miyiz? Bir kaç yıl önce, televizyonda bir açıkotu- rumda (son derece kapalı bir oturumdu) söz sırası ba- nageldiğinde "sorumsuz" olduğumdan, giderek da- ha da sorumsuz olmak istediğimden söz açtım. Bir felsefe öğretmeni azarladı beni. Sorumsuz olmayı, sözcüğü dahil olmak üzre anlamıyordu. Ona göre sorumsuz olmak, vatanhaini olmak gibi birşeydi. Ya- ni resmi ideolojiye karşıyım demek mi istiyorsunuz gibi bir şey soruyordu. Bense kendim dışında herkesin bana "yazar" ola- rak yüklemeye çalıştığı bütün sorumluluklara karşı sorumsuz olduğumu anlatmaya çalışıyordum kem küm ederek! Leylaklara, kitaplara, tarihe yalnızca yü- reği ve beyniyle değil, omurgasıyla bakarsa daha iyi anlıyor insan bu haberleşme kopukluğunun neden- lerini. Omurga önemlidir. TSE, karikatür yarışması düzenliyop ANKARA(UBA)-Türk Standartlan Enstitüsü'nün kuruluşunun 41. yıldönümünde. artık geleneksel hale gelen karikatür yanşmasının 7.'sı düzenlenecek. TSE'nin 10 ekim-10 kasım tarihleri arasında kutlayacağı Dünya Standartlar ve Kalite Günü nedeniyle yapılacak olan etkinlikler bünyesinde düzenlecek karikatür yanşmasının konusu "standart- kalite" olarak belirlendi. Standart ve kalite konusuna sanatçılann ilgisını çekmek, onlan bu konularda araştırma yapmaya teşvik etmek ve eserlen ile verecekleri mesajlarla halkı bilinçlendirmek amacıyla düzenlenen yanşma, seçicı kurul üyelen hariç herkese açıkolacak. Seçıcı kurul GazetecilerCemiyetı Başkan Yardımcısı tbrahimCingay, TSE Genel Sekreterlik Müşaviri Hüseyin Özdamar. Karikatürcüler Derneği Ankara temsilcisi Metin Peker. karikatüristler Emre Becer ve Seçkin Temur'dan oluşuyor. Yanşmada büyük ödül 30, ikincilik ödülü 25, üçüncülük ödülü 15, dördüncülük ödülü 10 milyon, mansiyonlar ise 5'er milyon lira olacak ve toplam 180 milyon dağıtılacak. Antalya Müzesi'nde 'Karikatürlenle Türkiye' sergisi ANT.4LYA (AA> Karikatürist Orhan Coplu'nun 'Karikatürlerle Türkiye' konulu 12. karikatür sergisi, Antalya Müzesi'nde açıldı. Bugüne kadar 25 bın dolayında yerli ve yabancı konuk tarafindan ilgiyle izlenen sergide. Coplu'nun 50x70 ebadında 35 calışması yer ahyor. Sergide yer alan eserlerden bazılannın poster, kart ve tişört olarak basıldığı ve dünyanın çeşitli ülkelerinde Türkiye'nin tanıtımına katkı sağladığı bıldirildi. 7 Eylül tarihine kadar gezilebilecek olan 'Karikatürlerle Türkiye* sergisi, Antalya Müzesi'nden sonra 10-30 Eylül tarihlerinde Göreme Açık Hava Müzesi'nde izleyicilere sunulacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear