Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
17 AĞUSTOS 1995 PERŞEMBE CUMHURıYET
KÜLTÜR
SAYFA
15
GRAMOFON İCNESİ SELlMtLERt
Bıuiık yaz tatifleıi...Tatil düşkünlügûm var mı. yok mu?
Birtürlü yanıtlayamıyorum. Dörtyıl bo-
yunca tatile çıkmadığıma, Istanbul'dan
yaz boyunca aynlmadığıma bakıhrsa öy-
le denız, güneş meraklısı değılım. Bu-
nunla birlikte, sonbahar gelip çatinca,
beyazcamda rastladığım bütûn deniz,
güneş, tatil görüntüleri neden allak bul-
lak edıyor kalbimi? Bir fırlayıp gitme is-
teğiyle kalakalıyorum.
Ve eski tatiller çıkageliyor Yirmi yıl
önce. tatil dönûşü, adeta esrimeyle yazı
makinesınin başına geçmiş, Her Gece
Bodrum'u yazmaya koyulmuştum. Ça-
pakh bir anlatıtn bana eşlik ediyordu.
Yaz geçmiş, yazı masası başından ayn-
laraamıştım, kış boyunca da sürdü, erte-
si yaz başlangıcı da.
Uç dört yıl üst ûste Bodrum'a gittim.
1981 kışından bu yana Bodrum'un ya-
macmdan geçmedim. (Ya da 'gecme-
miştim' demem gerekiyor: Bu yıl uğra-
dım, daha on beş yirmi gün önce.) Ama
o zaman dilimi içinde beldenin fotoğraf-
lannı gördüm: Bakir deniz kıyısı kasa-
basından. Halikamas Bahkçısı'na bütün
bir eserini armağan etmış Mavi Sürgün
yöresinden geriye sadece cinnet kalmış.
Fotoğraflar her şeyi söylüyordu.
Bodrum'un sonuna yetişmiştim. Ger-
çi bir şeyler hızla değişiyordu, ama de-
niz insanlannın inceliğinden, duyarlığın-
dan, göz kamaştıncı sadeliğınden son iz-
lere de rastlanıyordu. Orada, Halikamas
Balıkçısı'mn hankulade deniz adamlan-
nı bırer ikişer görmuştûm Tabii onlan
değil, vıdıvıdı yaz konuklannı yazabil-
mıştim.
Pansiyonunda kaldığımız beyaz ba-
şörtülü yaşlı kadın hayatımın derin tut-
kulan arasında. Oda kapısının anahtan-
nı istemiştinv. yaşlı kadın: "Biz burda
kapılan hiç kiütlemeyiz_
r
' demişti. Kapi-
lan geceleyin ve gündüzün kılitlenme-
yen, anahtarsız Bodrum şimdi bellekler-
de solgunlaşarak yaşıyor.
1981 kışından
bnyana
Bodrum'un
yamacından
geçmedim.
Ama o zaman
dilimi içinde
beldenin
ibtoğraflannı
gördüm: Bakir
deniz kıyısı
kasabasndan.
Halikamas
Bahkçısı'na
bütün bir
eserini
armağan etrniş
Mavi Sürgün
yöresinden
geriye sadece
cinnet kalmış.
Fotoğraflar her
söylüyordu.
Bir yaz Kaş'a gittim. "Şimdi çok de-
ğjşti, senin gördüğün gîbi değil—" diyor-
lar. Gördüğüm Kaş. değişeceğinı, çok
değişeceğini zaten söylüyordu.
Turistik olmak ereğiyle pansiyonlara,
lokantalarayabancı dillerden sözcükler-
le bezenmiş adlar takılmıştı. Güzelim
'Sabah Yıldm' dururken Ingılızcesi yeğ-
lenmişti.
Yol boyunca da böyle yadırgaücı ad-
larla karşılaşmıştık. Dingin köy kahve-
sinin adı Bizim Dallas'tı. Aynı yaz Bod-
rum'da bedbaht bir travesti kendini "As-
taıda ben Sü Elhn'rnı" diye tanıtıyormuş.
Onunkisi herhalde kara mızahtı.
Kaş o kadar uzun süren, kolay kolay
sona ermeyen yaz mevsımiyle insanda
sonsuz bir yaz uuygusu bırakabilirdi.
Ama ufak ufak dadanmaya başlayıver-
miş büyük kentliler Kaş'ın altından gi-
rip üstünden çıkacağa benziyorlardı.
Durmadan dükkânlar açılıyordu, derici-
ler, incik boncukçular.
Kaleköy'de gönfil eğjtimi
Kaş'ta bir genç kız, yazıp çızdıklerim
dolayısıyla, bana zümrüt değennde bir
salkım üzüm ikram etmişti. O ve ben, bu
soy tatil yörelerinin dinozorlan olacak-
tık besbelli.
Kaş'a bir daha gitmedim. Ama Kale-
köy gönlümde eser durur. Yükseklere
çıkmaktan oldum olasıya korkmama
ragmen, Kaleköy'ün tepelenne çıkmış.
kekik satan kör bir genç kadınla tanış-
mıştım. Bin yıl öncesinin kör bakıcüan
gibi, o da geleceğe ılişkin sözler söyle-
miş. belki de uyanlarda bulunmuştu.
Adlanmızı soruyor, adlanmıza adeta
tasavvufı yorurnlar getıriyordu. Hayatı-
mızdan çıkıp gittiğmi sandığım tasav-
vuf, bu gönül eğitimi, Kaleköy'de Likya
harabeleri ortasında yeniden belinyor,
kültürün ne kadar çetrefıl bir macerası
olduğuna işaret ediyordu. Sonra o kekik
kokusu...
Kör genç kadın, kankoca arkadaşlan-
mın çocuğuna da adını sormuş, o zaman-
ki küçük kız "Nefes" deyince, "Mânâa
derin,mesufiyetibüvüktür_" demişti. Bu
sözü unutamadım. Bu sözü bir romanda.
bir senaryoda bir sûre daha yaşatmak is-
terdim.
Dört beş yıl önce Avşa Adası'na git-
tim. Vapur boyunca güneş, kalabalık, ba-
ğınp çâgiran çoluk çocuk, plastik kutu-
lardaki zeytinyağlı dolmalar, her şey ca-
nımı sıkmıştı. Bunlarbaşlangıcrn izleni-
mi ve duygulanımıydı. Avşa'da on gün
kaldım. Yoğun kalabalık. lstanbul'un kı-
yı köşe semtlerinden gelmiş o insanlar
gttgide sevinç ve mutluluk getırdiler. Ço-
cukluğumun Florya, Salacak plajlannda
dolaşır gibiydim. Dört bir yanımda Or-
han Kemal'in romanı esip duruyordu.
Avşa'da bİT geceydi. Kıyıdaki gazino-
lardan binnde çoluk çocuklu hanımlar
çay, gazoz ve bira içiyorlardı. Işte başör-
tülü büyükhanım çay, çocuklar kola, ga-
zoz, bir iki genç hanım da bira. Sonra
Çingene müzisyenler geldi, şarkılar baş-
ladı.
Büyükhanım, biralan içtikçe şarkıla-
ra daha yüksek sesle eşlik eden bir genç
kadını eteğinden, elbisesınin kolundan
çekiştirdi birkaç defa. Genç kadın dedı
ki: "AUah aşkma ifişme. Ben, bütün kış
bu gecenin rüyasıyla yaşryorum_"
Birden Behçet Necatigfl'in, Ceyhun
Atuf Kansu'nun unutulmaz yazlık bah-
çe, yazlık sinema şiirlerini andım. Genç
kadın o şiirlere sanki bir dize eklemişti.
Avşa'da o yaz ve sonraki yaz yoğun ka-
labalığın nasıl olup da birbinnı rahatsız
etmediğine şaşmıştım. Sokaklar, özel-
likle denız kıyısı boyunca, kumsallar, her
yer anababa günüyken, gürültü patırtı
pek de öyle kafa şişirmiyor, itiş kakış baş
göz yarmıyordu. Anlatuğımda, aziz dos-
tum Hfilya Kocyigit şöyle bir yorum y ap-
mıştı: "Dar gelirli insanlann köklü ter-
bryesini değiştirmeko kadar kolay olmu-
yor. Avşa çokeskiden beriorta halUnin ta-
til bekksi."
Biraz sonra anlatacağım: Bu yaz Av-
şa'ya yine gittim...
Sekiz gün YalıkavakÖnce Yalıkavak'taki sekiz gün-
lük tatilden söz açmak istiyorum.
Dört yaz sonra tstanbul'dan ayn-
labilmek cesaretini, sevgili Çol-
pan Ühan'm ısran olmasaydı, el-
bette yine gösteremeyecektım.
Çolpan, sevgili Gülşenlşıkveha-
vaalanmda tanıştığım sevgili
Sumru, uçağa bininceye kadar
haylı sıkıntı çektik, ama sonra her
şey birdenbıre değişti. Türk Ha-
va Yollan'nın bilgisayarlan bir
azizlik yapmış, bir tek benim bı-
letim 'okey'knmişti.
On sekizde kalkması gereken
uçak, bilet sorunu yüzünden kırk
beş dakika gecikmeyle uçabildi.
Sonra hiç bilmediğim bir hava-
alanına indik ve sevgili Kerem
Altşık'ı görünceye kadar Bodrum
cıvannda biı yere inıp inmediği-
mizın kuşkusunu ıçin için duy-
dum.
Yalıkavak'ı ilk kez görüyor-
dum. Orada Bodrum'un
1970'lerdekı resminden bir şey-
ler hissettim. Sessizdi. Kaldığı-
mız yer, Şamdan, eşine az rastla-
nılacak ölçüde uygardı. Şam-
dan'ın çalıs^nlannı, yöneticileri-
ni, sahiplerini büyük nezaketle-
riyle hatırlayacağım.
Daha ilk gece Kerem ve arka-
daşı Nıhat bizı Bodrum'a götür-
düleT. Yıllaryıb etkisi alündakal-
dığım Bodrum'a, o etki silineli
yıllar geçmişken işte bir gece
hayli geç saatte geliyordum. tlk
gördüğümde başımı döndüren
Kale ışıklar içındeydi. Ama o es-
ki heyecarum, duygular kaybol-
muştu. Belki de gençliğim geç-
mişti.
Bodrum'a bir iki kez daha uğ-
radık. Yalruz gençliğim değil ge-
çen, on dörtyıl sonra dolandığım
Bodrum'da birçok şey geçip git-
miş. Her yer evlerle, sitelerle do-
lup taşmış. Her yer insan kaynı-
yor. Geceleyin bu insanlara gitgit
bir kurtadamhk yapışıp kalıyor.
Kurtadamlar sokaklardan sokak-
lara gezirüp duruyorlar.
Sokaklann şurasına burasına,
ortalık yerine kururmuş tuhaf
meyhanelerden, lokantalardan
müzik seslen geliyordu. Biraz de-
dikodu yapmak istiyorum: Onca
tanıtım gûrültüsünden sonra
Bodrum'da, Turgutreis'te, Yalıka-
vak'ta, Sezen Aksu çalan tek yer
yok. Ama Ebnı Gündeş'in "Fn--
rjnalar"ı dörtbir yanda yankıyor.
Geceleyin Bodrum. hepi topu
birer ikişer saatlik izlenimlerle,
tarihi Roma fılmlerinin bınlerce
figüranlı sahnelenne dönmüş.
Tabii biraz da Sodom ve Gomo-
re'yi çagnştınyor.
Gündüzün Bodrum pazanna
gittik. lstanbul'un kaçak eşya sa-
tan pazarlanna dönmüş. Oraya
özgü her şey ıkinci plana ıtilmış.
Herkes şarkı söylüyor. Her yer-
de müziği andınr bir şeyler var.
Her yerde herkes oynuyor.
Her Gece Bodrum'un karan-
lık, iç karartıcı sayfalarmı ne ka-
dar acıklı buldum, dile getire-
mem, sonra kendimi de çok gü-
lünç_buldum. Boşuna değil, Er-
dal Öz, bu romanın yeni basımı-
nın hiç satmadığmı ikide birde
söylüyordu...
Yalıkavak'ta iki gece, sevgili
Gül Gülgûn'la yemek yedik ve
Şehir Tiyatrolan'nın geçmiş za-
manlanndan söz açtık. Gül Gül-
gûn kimileri ölmüş, kimıleri
emekli olmuş eski ustalann sah-
ne disiplinlerinı, tiyatroya bağlık-
lannı anlattı. Onlan galibayalnız
bizleT anıyoruz, hatırlıyoruz.
Gittiğimizin üçüncü gecesi,
Çolpan tlhan'la birlikte, Yıktoz
Kenter'le Şûkran Güngör'ün ko-
nuğu olduk. Bu iki usta Turgutre-
is'te çok zevkli, küçük bahçesi bir
masal bahçesi kadar güzel evle-
rinde bizi ağırladılar. Yüdız Ha-
nım, lngiltere'de yayımlanmış,
yazan Türk, Türkiye'nin geçmiş
günlerinden söz açan bir kitabı
okumaktaydı. Bize de anlattı.
Şükran Bey'le Türk edebiyatının
dününden ve bugünündenkonuş-
tuk.
Tıpkı Bodrum gibi Turgutreıs
de çok değişmiş. Orası da siteler-
le dolup taşmış. On dört yıl önce-
sinin bomboş kıyısı şimdi çöpbi-
donlanyla şişkin. Kasabanın için-
de kovboy rılmlerinin dekorlan-
nı çağnşrınr bir mimari hûküm
sürüyor.Ama Şükran Bey'le Yıl-
dız Hanım'ın bahçelenndeki
renk renk çiçekli begonvili, az-
man, tombul ortancalan gözlerim
iyi ki gördü.
Bodrum'unkini bılmem, ama
Yalıkavak'ta deniz tertemizdi.
Sevgili Gülşen Işık'ın dürtükle-
mesiyle her gün yanmşar saatten
üç kez denize gırdım. Gülşen'ın
bedeneğitimi öğretmenlerinde
rastlayamadığım bir yöntemi var.
Söyleşisiyle, neşesiyle bırbuçuk
saatlik yüzmelerin yorgunluğunu
unutturuyor. Bedeneğitimi öğret-
menlerime gelince, ikide bırde,
hımbıllığımı yüzüme vururlardı.
Yahkavak'ta son üç günümüze
Gülşen'in dostlan Latife İpek-
çi'yle kızı Yasemin de eşlik ettı-
ler. Yasemın'lebol bol Bodrum'u
çekiştirdik. Yasemin, büyükbaba-
sı ve büyükannesiyle yaptığı,
Bodrum'a kadar uzanan gemi
yolculuklannı anlattı. Gemi yol-
culuklan yıllar öncesinin bır mo-
dasıydı galiba. Bir uçtan bir uca
Karadeniz'in kıyı kentlerini öyle
dolaştığımızı hatırladım.
Yalıkavak'ın pazan Bod-
rum'unkine oranla sahicıliğini
korumuş. Öyle uçsuz bucaksız
bir pazar değil ve daha sade şey-
ler satılıyor. Kekik, lavanta, ka-
ranfıl, kimyon aldık. Bir iki örtü
aldık. Perdelenn güzelliğme ba-
kıp geçtik.
Günler huzur içinde geçti. Dört
yıldan sonra deniz, güneş ve Ak-
deniz beni yeniden ahp götÜTdü.
Bir romana mı? Bunu kendi ken-
dime çok sordum; bir ara arka-
daşlanm da yan şaka, yan ciddi
sordular: "Her Gece Bodrum 2'yi
yazacak mısın?" Yazık kı duygu-
lanmda o eski coşkunluğu bir tür-
lü bulamadım. Dinginlik duyu-
yordum, ama Akdeniz benim için
artık bir sevda yumağı değil, bir
sağlık beldesiydı.
Örnekse yüzmek çok iyi gel-
mişti, kulağımın -sol kulağımm-
kıştan yadigâr akıntısı geçmişti.
Hatta gencelmiş gibiydim. Bun-
lan düşünüyor, Yalıkavak günle-
rinin biteceğine üzülüyordum.
Roman değil, orta yaş bencilli-
ğiydi sanp sarmalayan. Üstelık
Istanbul'a döner dönmez, tatile
çıkmış olmaktan -her zamanki gi-
bi- suçluluk duyup duymayacağı-
mı ölçüp biçmekteydim.
Ertesi sabah dönecektik. Gece-
leyin Şamdan'ın bahçesinde otur-
duk. Ağustosböceklen cırlıyor-
du. Artık ağustostu, beni en çok
etkıleyen yaz, sonbahan haber
verir ağustos. O an, bİT an, yılla-
nn rutkusu yine belirdi: Adı
Ağustosolan bir roman yazmak...
1995lstanbul nemli havasıyla sırt
ağnlannı, bel ağnlannı. buruntı-
kanmalannı başlatır başlatmaz,
Yalıkavak'taki gencelmenin son
gürlük olduğunu elbette anladım,
ama buna inanmak istemedim.
Gitmek düşüncesi yine öne çıktı.
Bana Avşa'yı tanıtan sevgili arka-
daşım Lütfü ve ailesi işte yine
adaya gidıyorlardı. Birkaç gün
daha, neden olmasın?
Önce Nergis Çorakçı'yla Can
Başakda geleceklerdı. Sonra tu-
haf adlı pamuk beyazı kedilerinin
ruh bunalımlan geçirdiği saptan-
dı. Sonrasmda da Şehır Tıyatrola-
n'nda mevsim açılacak, Nergis'le
Can'ın zaten lstanbul'da bulun-
malan gerekecekti. Dahası,kedi-
leri onlann evden aynlmalannı is-
temiyor, onlan çeşitli şekıllerde
süreklı cezalandınyordu. Sözge-
limi Nergis'ın yenı mayosunu
özel kumu sanmakta ısrarlıydı.
Nergis'ı, Can'ı, kedıleriyle baş
başa bırakıp, bir sabah deniz oto-
büsüyle Avşa'ya yollandım.
Deniz otobüsleri iyi güzel de,
soğuk hava donanımıyla o sırt, bel
ağnlannı çarçabuk azdmyor. Ke-
miklerimın sızladığını duyumsa-
ya duyumsaya Avşa'ya vardık. Ve
güneş! Sıcacık güneş! tskeleden
otele yürürken AşkH Memnu'da-
ki zenci Beşir'in kızgm çölleri öz-
lemesi gibi ben de bu kızgm gü-
neşe özlem duyduğumu ayııt edi-
yordum. Lütfü"ye aslmda zenci
ruhu taşıdığımı söyledim. Lütfü
yanıt vermedi.
Lütfü'ler, Avşa'nın evlerle do-
nanmış, sakin, öte ucunda pansi-
yonda kalıyorlardı. Ben, eğlence-
li, neşeh, müzikal uçta kalaca-
ğımdan pek hoşnuttum. Avşa'yı
en çok o kalabahğı, eğlenen in-
sanlan dolayısıyla sevmemiş
miydim? Nihayet, gece, ikide mü-
zik kesiliyor, eğlenti bitiyordu.
Bense ikiden önce nasılsa yatma-
yacaktım.
Evdekı hesabın çarşıya uyma-
dığını ilk gece öğrendim: Av-
şa'nın bu ucunda kalabalık bam-
başka bir özelliğe bürünmüştü.
Alçakgönüllü, orta halli yurttaşa
açık Avşa bu yaz birdenbire dar
gelirlinin az buçuk para kazanmı-
şına tatil beldesi olup çıkmış. Bir
küçük burjuva şenliğidir sürüp gi-
diyor. Şarkılar, nağmeler, hançe-
reler, kıyamettir kopuyor. iki, iki
buçuk, üç... Üçte müzik sona er-
di. Otelin balkonunda tek başıma,
bir an önce uyuyabilsem, diyo-
rum ki, hayli neşeli bir orta yaş
grubunun ta öte uçtan yeni yeni
şarkılar, nağmeler, hançerelerle
çıkageldiğini görecektim. Onlar-
la birlikte uzaklardan diskotekler-
den yankılar da peydahlanır ol-
muştu. tlk gece saat beş buçukta
sona erdi, gün ağanrken galiba
baygın düşmüştüm.
Küçük burjuva şenliği yalnızca
geceleri hüküm sürmüyor. Denız
bisikleti mi, deniz motosikleti mi
denen bir deniz canavan otelin
kumsalında her an meraklısına
hızmet vermekte. İki kişi can ye-
lekleri takıp biniyorsunuz, deniz-
de yüzenlere inanılmaz ölüm, iki-
ye üçe biçilme korkulan verip,
son hızla Ekinlik'e o munis ada-
cığa doğru açılıp gidiyorsunuz.
Deniz motosikleti ilkçağ canavar-
lan gibi uzun bir fıskıyeden sular
fışkırtıyor. Uzaktan görünüşü bi-
le denizde fazla durmamamz ge-
rektiğine işaret etmekte.
Ertesi akşamüzeri Lütfü'lerin
pansiyon kaldığı eve çaya gittim
Orada Yalıkavak'ı çağnştınrten-
halığı. dinginliği. hatta ağustos-
böceği konserini bulunca içim
sızladı. Fakat geçmiş ola...
Ahşap sundurmanın altında
çaylanrruzı içtık, tadı damagımda
kalan tuzlu lokmalanmızı yedik.
Bahçedeki şeftali ağacı yaz baş-
langıcından ham meyvelerle yük-
lüydü.
Yazbitmedi
tkınci gecenin az buçuk sessiz-
liğini kandil gecesine borçluyum.
Gazinolarda pek öyle çatırtı patır-
tı yoktu ve 'altın çocuk'lar,
l
züm-
rût çocuk'lar. 'Avşa'nın sanat gü-
tteşT filan şarkı söylemiyorlardı.
Baİkonda uzun süre denizin ses-
lerini dinledim. Fışırtılar iyi gel-
di; lokantada yanımdan aynlma-
yan, biraz yaşlıca sarman kediyi
düşündüm. Kedicikler, hepsi bir-
birinden güzel adaköpekleri kışın
nasıl besleniyorlar?..
Ada'da şöhretimin geniş bir
skalasıyla karşılaştım. Bır iki ki-
şi: "Aa! Sefim Bey_"falan dedik-
ten sonra, dahaçok, DoktorStress
olarak tanındım. Bu kez: "Aa! Ne-
dim Bey değil misinK?"' diyorlar-
dı. Bir hanım da Sinan Erkoç ol-
duğuma karar verdi.
Kim olduğum konusundaki tar-
tışmalar sürerken sevgili Metin
Çekmez, eşi ve kızıyla karşılaş-
tım. Metin'in çeyresinde Süper
Baba'nın izleyicileri ikide birde
toplaşryorlar ve Metin'i elbette ta-
nıyorlardı. O ara yine Doktor
Stress olup olmadığım soruldu.
Avşa'nın en büyük sürprizi me-
ğerse üçüncü gecede sakh durur-
muş. Erkertce yatayim, uykumu
kaçırmazsam müzikal ve küçük
buıjuvasal gürültüyü duymam
umuduyla lokantadan çıktığımda,
kalabahk ön yoldan değil, tenha
arka yoldan otele girmeye karar
verdim. Uzayan bir yürüyüşten
sonra yolumu kaybettiğimi fark
ettim. Bir türlü denizkıyısma ula-
şamıyordum. Derken ışıklar azal-
dı, hiç kalmadı. Ağustosta ayışı-
ğı solgun aydınlığıyla yol göste-
riyor, ben de Avşa mezarhğında
tek başıma yürüyordum. tki ya-
nımda servıler, mezar taşlan; ha-
yatın gehp geçiciliği konusunda
derin düşüncelere dalrp gitmişim.
Bir yandan da uzaktaki ışıklan
görerek, korkmuyorum-korkmu-
yorum, diyorum...
Uzaktaki ışıklar, düşündüğü-
mün tersine, deniz kryısının ışık-
lan değilmiş. Avşa mezarlığmın
bıtiminde hayli büyük bir disko-
tek lstanbul Kuruçeşme'den sah-
neler sunuyor. Mezarlığı yaradı-
lışıma daha yakın bularak gerisin
genye döndüm; bir buçuk saate
ulaşan gece yürüyüşünden sonra
Yarar Otel'e varabildim.
Dördüncü gün deniz otobüsle-
rine ek sefer konduğunu belediye
anonslanndan işitir işitmez gişe-
lere koştum ve bilet değiştirdim.
Kumsala dönerken bu kez de yan-
gın anonslan başladı; on beş ya-
şından altmış yaşına kadar bütün
erkeklerin kazma ve küreklerini
alarak yangın mevkiine gitmele-
ri istendi. Kazmayı, küreğı heye-
candan bir türlü gözümün önüne
getiremiyordum; anonslar üst üs-
te, bütün şiddetiyle akşama kadar
sürdü. Akşam: Yangın söndürül-
dü.
Ertesi gün: Dönüş yolculuğu.
Ama daha deniz otobüsü kalkar
kalkmaz o burukluk: Yaz bitme-
di-yaz bitmedi!
ODAK NOKTASI
AHMETCEMAL
Demokpasi Kulturunde
Dünya Görüşü'nün YeriTürkiye'de demokrasi kültürünün yeterince kök
salamamasının belki de en önemli nedeni, Türkiye
demokrasisinin yoluna hep ya dünya görüşünden
yoksun, ya da sahip olduğunu ileri sürdüğü dünya
görüşünü yetennce karartılıkla ve ödünsüz savuna-
mayan siyasi partilerle devam etmek zorunda
kalışıdır. Süreklı yinelediğim bir noktayı, burada da
vurgulamak gereğini duyuyorum: Hangi alanda olur-
sa olsun, kurumlan biçimsel bağlamda var etmek,
kurumlaşma yolunda atılan son değil, ancak ilk
adımdır. Bu nedenle, partiler demokrasisine geçmek
amacıyla siyasi partilerin kurulması, işin yalnızca
başlangıcıdır, sonrası ise, o partilerin ne oranda
gerçek anlamda partileşebildiklerine bağlıdır. Bu
süreç, vanlması gereken yeriere vardınlamadığı
takdirde, demokrasi de -bugün ülkemizde olduğu
gibi- daha çok biçimsel yanı ağır basan, çarpık bir
yapılaşma olarak kalır.
Günümüzün yerieşik demokrasilerinde temelini
herhangi bir dünya görüşünde bulmayan bir siyasi
görüşü savunan siyasi partilerin varlığı söz konusu
bile değildir. Kökleşmiş demokrasilerin parlamento-
lannda temsil editen partilerin sayısının düşüklüğü de
bu nedenden kaynaklanır, aynı dünya görüşünden
yola çıkarak bir siyasi görijşe varanlar, sonunda -
doğal olarak- aynı çatılar altinda toplandıklanndan,
böyle ortamlarda herhangi bir partinin "ötekilerden"
farklı olduğunu, hangi noktalarda aynldığını anlaya-
bilmek için ozel bir çaba harcanmasına gerek kalmaz.
Partiler demokrasisinin temellennden birini oluştu-
ran "Muhalefetsiz ıktidar olmaz" ılkesı de, yetennce
kökleşebilmek ıçin özde partıleşebilmiş siyasi parti-
lerin variığını gereksinir. Ve yerieşik bır demokraside,
iktidara gelmeyi hedeflemenin her parti için doğal ol-
ması gerçeği, en az bunun kadar önemli bir başka
gerçeğin, muhalefetin de demokrasi açısından on-
suz olunamaz bir işlev ve görev niteliğini taşıdığı
gerçeğinin göigelenmesine yol açmaz.
Türkiye'de ise durum, onyıllardır ne yazık ki çok
farklı bir tabloyu yansıtmaktadır. Ne pahasına olursa
olsun -bu arada, savunduğu ilkelerden dönme ve o
ilkeler açısından ancak öldürücü sayılabilecek ödün-
ler verme pahasına bile!- iktidara gelme anlayışı
bunun doğal bir uzantısı olan "Keşke muhalefet hiç
olmasa!" düşüncesi, öte yandan muhalefetin "nepa-
hasına olursa olsun karalama" anlayışıyla bir tutul-
ması, temelde hep aynı hastalığın, sağlam bır dünya
görüşü bağlamındaki özüriülüğün belirtileridir.
Ülkemizde partilerin seçim vaadleri arasmdaki
ayrımlan ortaya çıkarabilmek için herhalde
mikroskop kullanmak bile pek ise yaramayacaktır.
Buna karşilık bütün bu vaadlerin temelinde yatan
herhangi bir dünya görüşünü, dünün deneyimlerinin
ışığında bugünün ve yannın dünyasına bakışı ve o
dünyada Türkiye'nin olası yerini belırten sağlam
düşünceleri aramak, çoğu kez bir sonuç vermeye-
cektir. Neredeyse bir bayram gibi kutlanan anayasa
değişikliklerinin sonuçta ancak "gümrükbiriiği" olayı
kapıya gelip dayandıktan sonra yapıldğını düşün-
mek bile, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde
temsil edilen partilerin dünya görüşlerinin
sağlamlığını yeterince aydınlatabilir.
Oysa kanımızca anayasa değişiklikleriyle ilintili
olarak yapılması gereken, "Meclis 'in tarihinde ilk kez
özgür iradesiyle anayasa yapışını" kutlamazdan
önce, şu acıtıcı soruyu sormaktı: Bu değışiklikler,
gümrük biriiği gündemde olmasaydı da bunca kararlı
bir tutumla gerçekleştırilecek miydi? Bu sorunun
yanıtının hayır olduğunu herhalde en azından geç-
miş yıllann deneyimleri göstermeye yeterlidir. O za-
man acı gerçek, ortaya kendiliğinden çıkmaktadır.
Bugün bu anayasa değişikliklerini gerçekleştirmiş
olan partiler, bu adımı örneğin özgürlük temeline
dayanan dünya görüşlerinden ötürü değil, ama
yalnızca pratik amaçlarla atmışlardır. Kanımızca salt
bu gerçeğin yeterince saptanabilmesi ve değer-
lendinlmesı bile, gelecek için iyi sonuçlar doğurabilir.
Bunu yapacak yerde kutlamalarla yetinmek ise, yine
olayı biçimsel yönüyle bırakmaktan başka bir işe
yaramayacaktır. Bunları söylemek, kimilerince
yapılanlan küçüksemek diye yorumlanabilir; gel-
gelelim demokrasi, bir haklar ve özgüriükler rejimi
olduğu kadar, yapılanlann neden ve nasıl yapılmış
olduğuna ilişkin hesabın her an çıkanlmasını gerek-
tiren. güvencesinı ancak böyle birtutumda bulabilen
bir rejimdir.
Bizde dünya görüşünün eksikliği, soaınun yanlış
sorulmasına yol açmaktadır. Bugün sorulmuş olan
soru, şudur: Gümrük birliğine giımesi gereken bir
Türkiye, nasıl bir anayasaya sahip olmalıdır? Oysa
sorulması gereken soru: Yenı biryüzyılın eşiğindeki
Türk toplumunun haklan ve özgühüklen, nasıl bir
anayasayla güvenceye bağlanmalıdır?
Ama dediğim gibi, sosyal demokratlar tarafmdan
bile yalnızca ağızlarda gevelenen, fakat bir türlü
açıkça ve ödünsüz sorulamayan bu soruyu sora-
bilmek, bir dünya görüşü sorunudur?
'Oryantalist
Kütüphaneler'
Tartışılıyor
Költür Servisi - IFLA
'95 lstanbul Konferansf na
bağlı olarak düzenlenen
" VVorkshop on Orientalist
Libraries and Orienta-
lism" başlıklı toplantı, ya-
nn lstanbul Üniversitesi
Edebıyat Fakültesi Kurul
Salonu'nda başlayacak. tki
gün sürecek toplantıya tn-
giltere, ABD, Almanya.
Türkiye, Zagreb ve Ku-
düs'ten katılan konuşmacı-
lar, toplam on bildiri suna-
caklar. Toplantı sırasında
Süleymaniye Kütüphane-
si'ndeki "Doğu Yazmalan
Sergisi" ile lstanbul Onı-
versitesi Kütüphanesi Nadir
Eserler Bölümü'ndeki
"Yıldız Sarayı Kütüpha-
nesi'nden Seçilraiş Batı
Nadir Eserleri" sergileri
de izienıme sunulacak.
Toplantıya katılanlar ara-
sında, Cambndge Üniversi-
tesi'nin lslam Kitaplan Bib-
liyografya Uzmanı ve lndex
tslamicus'un ve Al- Furqan
Foundation (Londra) tara-
fından yayımlanan World
Survey of Islamic Manusc-
ripts'in editörlüğûnü yapan
Dr. GeomieyRoperda bulu-
nuyor. Roper toplantıda,
"Ahmed Faris al-Shidyad
and the libraries of Tur-
key and Europe" başlıklı
bir bildiri sunacak.
Yann başlayacak toplan-
tıda l.Ü Edebiyat Fakültesi
Kütüphanecilik Bölümü'
nden Dr. Tûba Çavdar'm,
"19. yy lstanbul' unda tlk
Batdı Kütüphane" konulu
bıldirisın yanı sıra. Londra
Üniversitesı'nden Peter
Colvm ve Kaliforniya Üni-
versitesı'nden A. Paula-
Churukian'ın da bildırileri
yer alıyor.
Toplantının Çarşamba
günkü bölümünde ise tsra-
il, Ingiltere, ABD, Almanya
ve Zagreb 'den gelen katı-
hmcılar "Oryantalizm ve
Oryantalist Kütüphaneler"
kavramım, sunacaklan bil-
dirilerle tartışmaya açacak-
lar.