29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 1995 PERŞEMBE 14 KULTUR 253 yıllık bale topluluğu, Esbank'm 68.yıldönümünde 'Şımank Kız' balesini sahneleyecek •- Kirov Balesi IstanbuTa geüyorKültfir Servisi- Dünyanın en köklü ve büyük bale topluluğu Kirov. tam 200 yıl- dır dünya sahnelerinde izlenmekte olan* Şunank KJZ" (La Fille Mal Gardee)"ı sahnelemek üzere lstanbul' a geliyor. Es- bank"n 68. yıidönümünde 253 yıllık Ki- rov Balesi üç gösteri sunacak. 15 ev lül'de AKM'de bır gala gösterisınden sonra 16 ve 17 e>lül tarihlerinde yine AKM'de sahnelenecek olan iki gösteri ise sanat- severler tarafından biletli olarak ızlene- bılecek. Tarihi adı Sankt Petersburg Academic Mariinsky Theatre Kirov Balesi olan topluluğa gösterilerde Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşlik edecek. Şımank Kız", çagımızın önde gelen koreograflanndan Oleg Vinogradov'un yorumuyla sahneye konuyor. Göstenler- de 1982; de Vama Uluslarârası BaleÖdü- lü'nüalanMargaritaKullikveaynıödü- lü 1983 yılında kazanan Vladimir Kim ik Feton Miottsi ve İrina Badaeva dans edecekler. Baş solıstlenn dördü de Vaga- nova Bale Akademısi'nden mezun, dün- yaca ünlü sanatçılar. Kirov Balesı'ne eşlik edecek olan An- kara Devlet Opera ve Balesi Orkestra- sını ''Şımank Kız" balesınde 35 yaşın- daki şef Valery Ovsyannikov yönetecek. Oleg Vinogradov, 1977 yılından beri St.Petersburg Academic Mariinsky The- atre Kirov Balesi'nin sanat yönetmenli- ğini yapıyor. Vinogradov'un, daha önce sahneledığı. Adamın "Giselle" balesi. Marius Petipa'nın "Süvarilerin Konak- laması" ve "ArlekinadaT "sı. Tişenko'nun müziğini bestelediği "Yaroslavnar bale- si. Bryantsevile birlikte yaptığı"Gusars- kaya Ballada" komedisi. Gogol'un taşla- mâsı"Müfettiş"\ "Kaplan Derili Pehli- van", "Poterakin Zırhlısı", Coppelia ve .ırov Balesi üç gösteri sunacak. 15 eylülde AKM'deki gala gösterisinden sonra 16 ve 17 eylül tarihlerinde yine AKM'de sahnelenecek olan iki gösteri ise sanatseverler tarafından biletli olarak izlenebilecek. 1994te Şımarık Kız' ile 1995'te yo- rumladığı "Cinderella "oldukça beğeni topladı. Sanatçı. 1990 yılında \Vashing- ton'da, St.Petersburg ekolünden gelen bale uzmanlannın ders verdiği Uluslarâ- rası Bale Akademisi'nı kurdu. Oleg Vi- nogradov, Rusya'da Rusya Devlet Sanat- çısı, Rusya Devlet Nişanı, 1979'da Pa- ris'te *Marius Petipa', 1982'de Parıs Dans Akademisi Nişanı, 1987" de ABD 'PicassonunAlhnDansçısr Nişanı. 1990 Leonid Massinı Uluslarârası Nişanf na layık görüldü. Tarihi adıyla Sankt Petersburg Opera ve Bale Topluluğu. yeni adıyla Kirov Ba- lesi, 1740yılındaÇar Petro'nun kızı Kra- liçe EBzabeth Petrovna tarafından kurul- du Fran/ Hilferding ile Gasparo Andji- otini"den Arthur Sen Leon v e Marius Pe- tipa'ya kadar Avrupa'nın en ıyi koreog- raflannın yapıtlannı sergileyen topluluk ile birlikte. Lui Düpor. Mariya Taryoni, Fanni Elssler, Virjinya Tsukki, Pyerina Lenyani, Kartotta Briatsa, Enriko Çeket- ti gıbi bale yıldızlan gösteriler yaptılar. 19. yüzyılda tüm dünyanın hayranlığı- nı kazanan Kirov Balesi. 1890 yılında Marius Petipa ve Ivanov'un birlikte sah- neledıkleri "Uyuyan Guzel", 1892'de sahneledıği "Fmdıkkıran", "Kuğu Gö- lii", 1899'da "Raymonda" balelen ile diinya sanat literatürüne geçti. 20. yy'ın başında Paris'te düzenlenen'*RusSezoıı- lan"nda ünlü koreograf Mihail Fotdn'in yenilikçi yapıtlanyla tanışan Avrupa, bu tcmsillerde Anna Pavlova, Tamara Kar- savina, Vatslav Nijinsk)' gibi ünlü dans- çılan izleme olanağına kavuştu. Kirov, zaman ıçinde hem gelenekler- le yeni arayışlan kaynaştırmayı başardı hem de Bolşoy gibi ünlü balelere dans- çı ve koreograf yetiştiren bir okul oldu. Otga Spesiftseva, George Balanchine. Ru- dolf Nureyev, Nataliya Makarova, Kons- tantan Sergeev, İrina Kolpakova, NataB- ya Dudinskava. Galina l larmva, Marna Semenova v e Mihail Banşnikov gibi dün- yaca ünlü sanatçı iar Kirov sahnesinde dans ettıler. Klasik Rus bale repertuvannı sürekli yenileyen çalışmalar yapan Kirov Bale- si, "La Sylphide", "GbeJle", "La Baya- dere", "La Corsair", "Uyuyan GüzeT, "FındıJdanuıVKuğuGölüVBahçesa- ra> Çeşmesi", "Romeo ve Jülyet" ve "Ferhat ile Şirin"ı hâlâ sergılemeyi sür- dürüyor. Vınogradov'un, 199O'lı yıllar- da kariyennin başlangıcında yarattığı "Coppelia", "Şımank K E " , "Cinderel- la" gibi neoklasik baleler de, zaman za- man sahnelenmekte. Şımank Kız'ın hikâyesi, Liza ve Ko- len adlı iki gencin büyük aşkının üzeri- ne kurulmuş. Kızını fakir olduğu için Kolen'leevlendirmek istemeyen Marse- lina en sonunda uygun bir damat adayı bulur. Zengın değirmenci Mişo'nun oğ- lu Alen. Liza'ya taliptir. Umutsuzluğa düşen ama birbirlerinden vazgeçemeyen Liza ve Kolen, düğünden hemen önce birlikte olurlar. Daha sonra da Marseli- na'nın önünde dız çöküp, af dilerler. Marselına sonucun değişrneyeceğini an- lar, köy kilisesindeki nikahtan sonra neşeli bir düğün töreni başlar. TÜRK ROMANININ SON YİRMt BEŞ YILI D E ĞERLENDİRİLÎ YOR Türk romanı bir değişim içerisinde. Kendi geleneksel çizgisiniyenilemek mi istiyor? Yoksayepyeni birgiysi kuşanmak mı? Tabii şi4 da göz önünde tutulabilir: Türk romanımn geleneksel çizgisi eleştirel süzgeçten yeterince geçmiş midir? ı Son yirmi beş yılın roman çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 2 Türk romanı ne ölçüde incelenip eleştirilmiştir? MEMET FUAT 1- Türk romanımn yal- nızca kırsal kesim gerçekle- rini anlattığı bir dönemı var- dır. O dönemde çok büyük yazarlar yetışri, başyapıtlar yazıldı. Anlatılanlann kent- lerde yaşayan roman okur- lan için çok çarpıcı olması yüzünden, uzun süre ro- mancılanmız köy gerçekle- rinden başka bır şey_e değin- mez olmuşlardı. Oylesine ki o dönemde kırsal kesim yaşamını bilmeyen gençler roman yazmaya heves bıle etmezlerdi. Yoksul köylüle- rin nasıl ezildiğinin, sömü- rüldüğünün, ne güç koşul- lar altında yaşadıklannın sergilenmesi elbette çok önemliydi. Amaromanlann yalnızca kırsal kesim yaşamını ele alması bir yanılgıydı. Son 25 yılda önce bu yanılgı aşıl- dı. Köy yaşamının yanı sıra kent yaşamının çeşitli görünümleri de romanlara İconu oldu. Aynca gerçekçiliğin sınırlan genişletildi, hatta aşıldı. Olabilecek şeylerin yanı sıra olamayacak şeyler de anlatılmaya başlandı. Düz anlatımın çeşitlenmesinin ötesinde şi- irsel anlatim yollan da denendi. Bugün Türkiye'de çok çeşitli anlayışlar- la, birbirine hıç benzemeyen romanlar ya- zılıyor. Birtakım denemeler yapılıyor. Kit- le iletişim araçlannın yarattığı yakınlaşma- Gerçekçiliğin sınırlan aşıldı lardan yararlanarak başka ülkelerin roman örnekle- rinden büyük oranda csin- leniliyor. Bu arada yazann dünya görüşleri de çeşitlendı. Eskiden romanlann çoğu toplumsalcıydı. şimdi ki- min neden yana olduğu pek seçılemiyor. Bu düşünce, yaklaşım. anlatım alanındaki çeşit- lenmeler, roman eleştir- menlerinin işinı hayli güçleştirdi. Gene de her şeyi günü gününe izliyor- lar. Sorarsanız, sıze fiıtbo- lumuzla birlikte romanı- mızın da gelıştiğini söyle- yeceklerdir. Ama ne yan- dan bakarsanız bakın. en büyük. bugün de. öncekı dönemden kalma, kırsal kesim romancısı Yaşar KemaL 2- Eleştinye doyulmaz. Hiçbir zaman ye- terli diyemezsiniz. Ama Türk romanı baya- ğı iyi incelenip eleştirilmiştir. Cevdet Kudret,Tahir Alangu, \edat Gün- yoL, Fethi NacL Berna Moran, Murat Belge. daha başkalan, roman konusunda çok başa- nlı çalışmalar yapmış, kitaplaryayımlamış- lardır. Aynca bir de Selim tkri var, umıtu- lup gitmiş piyasa romanlannı bile bulup okuyan, romana verilen heremeği değerlen- dirip yeniden ilgilere sunan, duygu yüklü bir eleştirmen. FAİK BAYSAL 1- Bence romanımız hâlâ kendini bulma çabası içınde. Gende kalan yir- mı beş yıla baktığımızda umut verici bazı geİişmeler sağlandığını görme- mek insafsızlık olur. Yalnız. önemli bir noktayı da çekinmeden belirtmek ge- rek. Niye ille Batı? Bu hastalıktan kur- tulmalıyız artik. Tanzimat kafasıyla hiçbir yere varamayız. Türk romancı- sı. deneme dönemini aşmıştır ve daha çok gecikmeden kendi türiinü. kendı tekniğini yaratmak zorundadır. Bunun bilincine varmanın. günümüzde yeni- den hortladığını gördüŞümüz mılİıyet- çilık ve köktencilikle hiç bir ilgisi yok- tur. Romanımız; kendine özgü yapı ve çerçevesinde kendi rengıni, insanını ve dünyasını vermelidir. fmrenerek oku- duğumuz Rus romanı, başansını buna borçludur. Nıtekim söz konusu süre içerisinde medyanın büyük bır utan- mazlıkla göklere çıkanp okurlara yut- turmaya çalıştığı sabun köpüğü bazı yapıtlara karşın zamana damgasını vu- ran bır romanla karşılaştığımız söyle- nemez. Burada. hangı roman gibi bir soru da sorulabilirdi. Ne yazık ki bu so- runun yanıtı. hiç de iç açıcı nitelikte de- ğil. Sıyaset dünyasındaki kısırlığırruz, Aqinos'un "Bir ulusun politikası ne>- se edebiyab da odur" sözünü doğrular nitelikteki belırsizliklerimiz romanı- mızda da sürüp gidıyor. Daha açıkça- sı böylesine uzun bir süre geçmiş ol- masına karşın roman alanı fakir top- Yirmi beş yıl boş yere yitirilmedi raklar gibi karşımızda durup duruyor. Tarihi, bılım kurgu, biografik ve polı- sıye roman hâlâ yazannı bekliyor. Da- ha ne kadar bekleyeceğiz bilmem. Ben yine de içtenlikle inanıyorum. Son yıl- larda sevindirici sıçramalar yapan ya- zarlanmız bu boşluğu da dolduracak- lardır. Yeter ki medyanın tuzağından, edebiyat lobilerinin sahte ve uyuşturu- cu övgülerinden kurtulsunlar. Bununla birlikte ben. hiç de umut- suz değilım. Yazar. her zaman muha- lıftir. Bu nedenle oligarşık yönetimler ona bir umacı gözüyle bakarlar. ltilip kakılırlar. Susturulmak istenirler. Tıp- kı bizde olduğu gibi mahkemelerde sü- ründürürler. Bütün bu olumsuzluklara karşın romanımızın belirli bir aşama- ya geldiği inkâr edilemez. Yani yirmi beş yılın boş yere yitirilmemiş olduğu- nu söylemek ıstiyorum. 2- Hemen söyleyeyim, bu konu ede- biyatımızın kanayan bir yarasıdır. Biz- deki sözde eleştirmenin temelinde tıp- kı iğrenç polıtik tezgâhlamalarda ol- duğu gibi ikiyüzlü dostluk lobileri yat- maktadır. Bunlardan birine girmeyi ba- şanrsanız, hiçbir değeri olmasa da ya- pıtınızı göklere çıkanrlar. Gazete ve televizyonlann sık sik saygıdeğer ko- nuğu olursunuz. Eğer bir gün lobiden koparya da buna benzer bir talihsizlik- le karşılaşırsanız çok geçmeden bir bez gibi silkelenirsiniz. Yapıünız değerli olsa bile düşünce yönünden sizi alkış- layanlarla ters düştüğünüzde karalan- maktan yine kurtulamaz ve üstünüze çekilen kürek kürek sükût külü yığm- lan altında karanhklara terk edilirsi- niz. Türk romanımn incelenip eleştiril- mesi mı dediniz ? Hadiyin canım siz de . Beni güldürmeyin allahaşkma. Yalnız burada Tahir Alangu ve Asım Bezir- ci'yi saygıyla arunadan geçemeyece- ğim. Onlar edebiyatın meyhane ve tek- kelerinde içkinin etkisiyle sayıklayan ikiyüzlüler değillerdi. Biraz daha yaşa- salardı romanımızı enine boyuna ince- leyip eleştirisıni yapabilecek kültür ve beceriye sahip kişilerdi. Bu nedenle en verimli çağlannda öldükleri için çok üzülüyorum. IŞELDAK VE YELPAZE ATİLLA BİRKİYE Bir Serginin Ardından-2: Selçuklular ve Koçan Hüsamettin Koçan'ın Alanya Tersanesi'nde ger- çekleştirdiği sergi, onun "Anadolu'nun Görsel Tari- A/"dizisinin üçüncü fasikülü ve bu fasikül Anadolu Selçuklu uygariığını içeriyor. Koçan, sergisini gerçekleştirirken yalnızca Selçuk- lu uygariığının öğelerine gönderme yapmıyor: Sel- çuklu kavrayışını ele alıyor, birlikte yaşayan Şaman ve Bizans ile kurduklan kültürel ilişkiyi, bir Islam top- lumu olmasına karşın "ötekine ait olanı kendi kültü- rel mirası olarak benimsemesini", Anadolu'nun tüm değerlerinin kullanılmasını, özellikİe Selçuklu format- lanndan yola çıkarak ele alıyor. Tüm bunlar Koçan'ın konuşmalannda, sergi için hazırlanan krtapta var. Özcesi vurgulanan Selçuklunun inkâr etmediği kendinden öncekini ve yaşayanı benimsediği yani ötekinin varlığını kabul edışi; ve ötekini kendinde ya- şama ile kendini ötekinde yaşatma. Bir sanat yapıtına çok çeşitli açılardan bakıp de- ğişik yorumlar yapılmasının gerektığine inanıyorum. Bunlar zaman zaman 'uçuş'lara neden olsa da. Beş gözden oluşan Almanya Tersanesi'nin orta bölümünde yer alan kılıçlar, denizden tersanenin içi- ne doğru gidildikçe toprağa gömülüyor. Koçan bu- rada Selçuklunun savaşla geldığini (ki kılıç ortaça- ğın hatta tüm insanlık tarihinin savaşçı yanının sim- gesi olabilir) imliyor. Toprağa gömülmesi de banşçı bir bildiri içeriyor. Bitimdeki duvar olduğu gibi aynay- la kaplı ve sonsuzluğu, zamanı aşmayı ifade ediyor "Belki de bütün kılıçlann zamanın içinde gömülme- si, savaşlann artık geçmişte kalması ve sonsuzluğa yolcu edilmesi gerekiyor..." Koçan bir söyleşisinde 198 kıhçtan söz ediyor. An- cak kılıçlar 182 tane ve yedıli sıralar halinde zaman- la tersane tçinde meyil kazanmış toprağa gömüle- rek yukanya doğru devam ediyor. 18 sıra böyle; on- dan sonraki sıralar altılı ve yedili. Koçan kılıçlann ça- lındığını söylüyor. Bunlann herhangi bir "matematik- selkarşılığı olmadığı"n\ belirtiyor. Ne var ki yedili sıranın sanatçının bilinçaltında da olsa bir göndermesi olduğuna inanıyorum. Yedi sa- yısının etrafında dolaşıyorum; neden sekiz ya da al- tı değil. Tekli bir sayı. Doğu kültüründe özellikİe de "Binbir Gece Masallan "nda tekli sayılar çok önem- lidir. Yedi sayısı mekânla da ilgili olabilir kuşkusuz. Zaten Koçan, mekânın yer yer belirieyiciliğini belir- tiyor (Büyük Ayı diye bildiğimiz yıldız takımı, Anado- lu'nun birçok yerinde Yedikardeş olarak adlandırılır, yine "yediler" birçok yerde ermişler anlamına gelir, vbj. Öte yandan kılıçlar, tersanenin beş gözüne yayıl- mış serginin akışını bir "an" kesiyor. Bunun kılıcın maddi durumuyla yani kesici olma özelliğiyle bir iliş- kisi olabilir mi? Ya da uygarlık geçişliliğinin zaman za- man -tarihte- kesintiye uğratılması olarak da betim- leyebilir miyiz? Ayna bana Borges'i anımsatıyor. Bu kez aynanın önüne gelip sergiye aynadan bakıyorum. Kılıçlar yer- den çıkarak denize doğru açılıyorlar. Yani tersane mantığıyla da uyuşuyor. Kılıç, savaş. Tersane, donan- ma için gemi. Denize açılış, fetihler, yeni egemenlik- ler. Bu, aynı zamanda geçmiş olan zaman dilimi. Önünüzde ise bir "öteki" var yani Selçuklulardaki öteki: Kendinde yaşatma. (Her ne kadar sizin ya da bir nesnenin görüntüsü, bir yansıması ise de...) "Borges ve Ben" başlıklı denemesınde Borges (Çev: Cetal Üster Afa Yay.) şöyle yazıyor: "Aramızın bozuk olduğunu söylemek işi biraz faz- la büyütmek olur; ben yaşıyonım, kendimi yaşama bırakıyorum ki, Borges masallannı ve şiiherini yaza- bilsin. Ve o masallarla şiirter beni doğruluyor. Kaldı ki ben tümden yok olup gitmeye yazgılıyım, yalnız- ca bellibiranım ötekinde varlığını sürdürecek... Ben, kendimde değil Borges'de kalacağım (eğer ben bi- riysem tabii), ama kendimi onun kitaplanndan çok, başkalannın kitaplannda ya da bir gitann kılı k\n\ ya- rarcasına akort edilişinde tanıyabiliyorum... Anlaya- cağınız, benim yaşamım sürekli bir kaçış; ben her şeyi yitiriyorum ve herşeyya unutulup gidiyorya da ötekine kalıyor." Kültür, uygarlık, hep ötekinde yaşamıyor mu? Bu yaşatmada ötekinin (hangi öteki; öteki de birden faz- la) önemi büyük değil mi? Görev, sorumluluk, yara- tıcılık, etik, estetik, değerbiliriilik, sahiplenme, sa- vunma, benimseme, sevgi vb. bir başka ötekine düş- müyor mu? Zaten sorun ötekinin varlığını kabul et- mede değil mi? Ülkemizde 'ilk' kez 'Batılı' anlamda 'Bir Yazar Bir Kitap' tanıtım galası yapıldı! Gökyüzüne uçurulaıı4 hir bardak su'Kültfir Servisi- 14 Ağustos 1995 Pazar- tesı gecesi Istanbul'da bir 'ilk' daha gerçek- leştı. Ülkemizde 'Batılı anlamda', 'Bir Ya- zar Bir Kitap'bır tanıtım galası yapıldı. Ta- nıtılan. Real Yayıncılık'tan çıkan Nigar BU- gen'ın ilk yapıtı -Tak Koluna Sepeti'adlı öykü kitabıydı Tanıtım, farklıhğinı önce gönderilen da- vetiyeyle göstermışti. Davetiye. vazann ki- tabıydı ancak ilk sayfada çağn metnı ve son- rasında ise 1. hamurdan bembeyaz ama boş tam 104 sayfa vardı. 'Basının bestecilerine, yazarlaruıa. çizer- lerine,aranjörterine, sestisessizorkestra şef- lerine, beyaz camın devlerine, yöneticileri- ne. medyanın başanlı askerlerine ve medya- yıyaşatan özeldavettilere" gönderilen bu boş davetıye-kıtapta aynca dıpnotlar da bulunu- yordu: Çiçekler dalında güzeldır ı Kadınlar hangi davette ne giyeceğıni bilır, erkekler ise smokınleriyle çok çekici ve hoş oluriar. 'Tanıtım galası' Boğaziçi Üniversitesi'n- de Kennedy Lodge'da düzenlenmiştı. Em- lak Bankası Eski Genel Müdürü Bülent Şe- miler. Ziraat Bankası Genel Müdürü Coş- kun l lusoy. Sakıp Sabana'nın eskı dama- dı Erhan fapan. Yapı Kredı Bankası Yöne- tım Kuruiu üyesı Osman Berkman. gazete- cı-yazar Doğan Hızlan. gazetecı FatihAltay- b ve bestecı Atilla Ozdemiroğlu'nun katıl- dığı kokteylde ışadamlan çoğunluktaydı. Beyaz tüllerle bağlanmış, san büyük ba- lonlar kokteyl ıçın aynlan bahçenın köşele- nnı süslüyordu. Yayınevı sahıbı Turgay Ya- ğan hemen kürsüye çıkarak konuşmasına bır telgrafla başladı:" Kitabınızı kııtlar. ba- şanlannızın devamı dilerim. Başbakan Tan- su ÇiHer." Gereken etkı yaratıldıktan sonra Yağan. aslında Amerika'yı yeniden keş- fetmediği'ni ıtıraf ederek. böyle bır tanıtı- mın kendı buluşu olmadığım, Almanya "dan gar Bilgen. 'bir bardak s u ' °la r a ^ tanımladığı ilk yapıtı 'Tak Koluna Sepeti' adlı kitabmı balonun altındaki sepete koyup "Umuyorum bu sepet içindeki kitap, yüklendiği onca misyonla suya düşmez" diyerek gökyüzüne uçurdu. uyarladığını söyledı. Sonra da tanıtımın sı- ralamasını konuklaraaktardı: Önce yayıne- vi sahıbi ardından editör (edıtör de kendisi) ve kitabın yazannın bırer konuşmasıyla de- vam edecek, yazann kitaptan bir bölüm oku- ması ve matbaadan çıkan ilk kitabın hedıye edilişiyle son bulacak. Yağan, gazetecılerin tepkılerine karşın. 'orjinal' bir davetiye yaptıldanna inanıyor- du. Yine Batı'da olduğu gıbı, kıtaplar konuk- lara dağıtılmayacak, satılacaktı. Elbette amaç. konukiann 150 bin lıralannı almak değil, yazara 'en büyük onur'u sunmaktı. Bu arada konuklar yayınevı ve politikası hakkında da bılgilendırildi. Real Yayıncı- lık'ın 'beş yılda beş kitabuun birinci sıraya çıkogı'. bunun, Avrupa'dakı yayıncılar top- lantısında 'müthiş veolağanüstü' bıçıminde yorumlandığı, böyle bır örneğın Avrupada bıle olamayacağı. üstelık Turgay Yağan'ın meslektaşlarının aksıne 'Türk mühendisli- ğinin şaheseri Şahin marka otomobil kul- lanmakla' gurur duyduğunu öğrenen ko- nuklar bu arada "Avnıpa'daki beş kitabı bi- rinci sıraya çıkamamış yayıncılaria, Türki- ye'de beş kitabı birinci sıraya çıkmış yayın- a' arasındakı ayrımı da anlamaya çalıştılar. Yayıncılığa 'küçük de olsa bir soluk' ge- tıren Real ^"a\ıncılık. her şeye karşın 'yima- dan. kitapta kalitedevTİ'nı başlatıp, özveny- le sürdürmeyı amaçlıyordu. Aytuna Tosu- noğlu'nun "Başınu Vastığa Koyduğum- da"adlı kitabıyla başlayan yeni çızgi. Nigar Bilgen'le ve ardından ZuhaJ Barbaros'la sü- recekti. Sonunda beklenen an geldı ve Tur- gay Yağan, baskıdan çıkan ilk kitabı yaza- nna sunarak. 'yeni bir yazan ve yeni bir ki- tabı' takdim ertı konuklara. Özenle yapılmış san, lüle saçlan, gece mav ısi, dekolte, uzun ve geniş yirtmaçlı kostümüyle yetennce çe- kıcı olduğuna ınanan Nigar Bilgen. neden- se konuşmasına 'korktıyla veheyecania' baş- ladı. Bu kitabı * bir bardak su'vdu ama. okurlara sonraki kıtaplanyla 'ırmaklar. ok- yanusiar' verebilırdı. Böylece herkes için bır kitap yaratabilırdi! Nigar Bilgen, daha sonra kitabını. balon- lardan bınnm aitındakı sepete koyup "Umu- yorum bu sepet içindeki kitap, yüklendiği onca misyonla suya düşmez" diyerek gök- yüzüne uçurdu. Sepetın bir okuyucuya ula- şamdma olasılığı da düşünülmüş; kitabev- lerinden binndekı bir kitabın ıçine konulan notu bulana bir 'misyon' yüklenmiştı: Para- sı geri verilecek ama 'kitabı elden ele* öteki okurlara ulaştıracaktı. Kitaptan bir bölüm okuma sırası geldığinde. yazar nedense 'utancından ve korkusundan' anısını aktar- mayı veğledi ve kitabı ımzalamaya koyuldu. Böylesı ıddıalı. gösterişlı. şık 'ilktanıtun galası'na yaklaşık 40 kişı katılmıştı. Belkı de. yaşadığımız promosyon ve tanıtım çıl- gınlığında bir kitap tanıtımı ıçın küçümse- necek bır sayı değildı. Dogrusu. yayıncılar kitap ıçın ılan vermekte zorlanırken, bu tür tanıtımlann üstesinden herbabayığıt yayın- cınıı. .^Ikamayacağı da kesındi. Ama İteş- ke tanıtıma verilen önem, kitabın basımına da venlseydı... Okunmak için tek formül: Genç ve güzelolmak Turga> Yağan Nigâr Bilgen Telesekreterdeki duygu Nigar Bilgen, 14Temmuz 1967'de Is- tanbul'da doğdu. tş hayatına bankacı- lıkla başlayan Bilgen. üç yıl sonra halk- la ılişkiler ve reklam pazarlamaya geç- ti. 1990-1995 yıllan arasında radyo ve televızyon programlan yapmayı dene- dı, bu dönemde çeşitli medya kuruluş- lannda reklam müdürü olarak görev al- dı. Yazann bu ilk öykü kitabı 'Tak Sepe- tı Koluna'nde şiirlere de rastlanıyor. "Telesekreterlerde Duygu Yok Mu- dur?" adlı öyküsünden olduğu gibi: "Her aşkı yüreğinde başkay' "Bu defa başka". diye yaşayan adam. ' Ne za- mandır bır ses olmadın kulaklanma. / Dilerim kalbin deli gibi çarpıp, / Yine avuçlann terliyordur. / Ne kalır geriye dünden / Aşkı heyecanı çıkar, / Kaçır- dığımız bugüne böl. / Bir dostluğumuz varsa elimizde / onu bugüne ver. / Dü- nü unutup biz vazgeçsek de,' Dostluğu zamana ertelesek de,' bugünler yannın habercısidir. / Bakış açılannı değiştirsek de! / Adresi aynı. kendisi aynı / birini unutuyorsun geride..." Kültür Senisi- u Edebi- yatla yazarukdüzeyinde il- gilenen biriyseniz, okunan ve tanınan bir v azar olmak için y apacağınız tek bir şey var: Kadınsanız. bakımlı görünmeü, erkekseniz mutlaka çekici olmalısı- nız" diyor edebiyat eleştir- menlerinden Derek Johns. Edebiyat dünyasında say- gm bir yer edinmek için, bakımlı ve hoş görünmek gerekiyor. Peki bunun bir formülü var mı? Dilerseniz, bir kadın ya- zann bu yüce amaç için iz- lemesi gereken yol ve yön- temlere bir göz atalım... Öncelikle haftanın ilk gününden başlayarak "Na- sıl daha guzel görünebili- rim"in yanıtı aranmalıdır. Bu amaçla sabah erkenden kalkıhr, tercihen size şe- hirdeki en tanınmış güzel- lik salonlannm adresini verecek bir arkadaşla yol- lara düşülür. Öğleden son- ra yine popüler bir cafede bir kadeh bir şeyler içilir. Daha sonra dişçi ile olan randevuya gidilir. Bu ara- da ne yazık ki üzerinde ça- lışılan romana aynlacak bir tek saniye bile buluna- madan günün sonu edilir. Ertesi gün, yapılacak çok önemli(!) işîer beklemek- tedir yazanmızı. Şov ve eğlence dünyasında da isim yapmak kaçınılmaz olduğundan, sık sık tele- vızyonda boy gösteımek gerekmektedir. Ancak gü- zel görünmek için bir uz- manın görüşlerine danışı- hr. Bu kişi sayesinde, tele- vizyon ve gazetelerde çı- kacak röportajlarda en iyi profilin nereden verilece- ği. hangi rengin sizi açaca- ğı, el, kol ve bacak pozis- yonlannızın nasıl olması gerektıği konusunda engin bilgilerle donanıtıhrsınız. Akşam eve döndüğünüz- de, kafanızda hep o yaz- mak üzere oldugunuz ro- man vardır. Ama farklı olarak daha güzel yürüme egzersizleri sırasında, ba- şınızın üstüne yerleştiril- mişbirşekılde... Sonunda, romanı yayın- cıya teslim erme vakti ge- lir. Kitap daha yayımlan- madan tanıtım kampanya- lan, reklamlar, davetiyeler, televizyonlarla görüşmeler ayarlanır. Genellikle ülke- nin en seçkin dergilerinde çıkan röportajlarda. ilk ki- tabını yayımlayan yazara cömertçe övgüler düzülür. (Sunday Times, Lucy Ellmann)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear