Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 18TEMMUZ1995SALI
12 KULTUR
Resim ve Heykel Müzesi'nde yer alan " 16. Günümüz Sanatçılan Istanbul Sergisi"nde 58 yapıt sergileniyor
Rekabet baştan ayntncıbklır
CANAN BEYKAL
Resım ve Heykel Müzeleri Derne-
ği'nin her yıl düzenlediği "GünümüzSa-
natçdan İstanbul Sergisi**nin 16,'sı Istan-
bul Resim ve Heykel Müzesi Şeker Ah-
met Paşa Salonu'nda açıldı. 10 temmuz
-10 eylül tarihleri arasında açık kalacak
olan serginin bu yılkijürisi; Saim Bugay,
Metin Deniz, Tayfiın Erdoğmuş, Semra
Germaner, Mehmet Gülervüz, Nur Ko-
çak ve Gamze Tckin'den oluşmaktaydı.
Seıgiye 323 yapıt katılmış ve bu yapıt-
lardan jüri ancak 58 yapıü "sergüenme-
ye değer" görmüştür. Geriye sergilenme-
" ye değmeyen 50'şer yapıtlık 3-4 seıgi
- oluşturabilecek kadar yapıt kalmıştır.
- Sergılenen 58 yapıttan üçûne başan ödü-
lü verilmiştir.
Gönül Nuhoğju metal üzerine yazılar-
dan ve fotolardan oluşan bır çalışmasıy-
la, Murat Işık Batı karşısrndaTürkiye'yi
konu alan ve kültür ikilemini mizahi ola-
rak işleyen Tenten tiplemesiyle, Nur
Gökbulut beyaz bir tûlbent ve boş çer-
çevelerle oluşturduğu çalışmasıyla ba-
şan ödülüne değer bulunmuşlardır. Tu-
ba Ersen, kölelerin boynuna asılan sera-
mik bir kalıptan ürettiğı çalışmasıyla
UPSD ödülünü ve EMf Çelebi de j ûri özel
ödülünü kazanmışlardır.
Öncelikle belirtmeliyim ki, jüri özel
ödülünûn anlamıru hiç anlamış değilim.
Sanatçının yapıtıyla ilgili değil bu anla-
mayışım. Güzellik yanşmalannda hal-
kın sempatik bulduğu bir güzel dairna
vardır ya, işte onun gjbi jüri "özeP bir
ödül verme gereğini duymuştur ve bu
' ödül benim için gızli bir anlamı haiz gö-
rülmektedir.
Neden başan ödülleri dörde çıkanla-
mamıştır ya da paylaşOnlmamıştır? Na-
sıl olsa parasal bir karşılığı yoktur bu
ödüllerin. Jüri özel ödülü diğer başan
, ödüllennden daha mı üstündür, bu da
meçlfctl benim için. Neyse burada küçük
, bir anlayışızlığımdan söz ettim, o denli
de önemlı değil oysa.
Asıl önemli olan müzenin mekânının
bu denli kalabalık bir katılıma yetmedi-
ğidir. Hele 323 yapıttan ancak 50 adedi-
' ni sergilenmeye değer buluyorsanız, bu
"değer"lerin alternatıflerinı değerlendi-
' remiyorsanız, iyi ya da kötü diğer çalış-
• malann elenmesinden üzüntü duyuyo-
• rum. Çünkü her zaman yinelediğim gi-
bi bu gençlerin deneme-sınama alanla-
•" nna yanşmalı sergilerden daha fazla ge-
•' reksinimleri vardır.
Bunu yınelemekten bıkmayacağım;
1
ancak iyi iş yapmaya, açmazlannı gör-
' meye, çözmeye, kendi kişiliklerini oluş-
. tnracakyapıtlarüretmeyedeneyerekalı-
- şacaklardır. Yoksayıldabırkezyanşma-
ya girsin dıye o pahalı, şık yapıtlan sü-
rekli üretebümek için ancak deli olunma-
sı gerekir ki, bu gençlenn deli olabilmek
- için hiçbir lüksleri olmadığını biliyorum.
Şimdi bazılan bana Cnristoörneğini ve-
. recekler, Berlin'de yaptığı devasa paket-
lemesini. Ama buyüzden değil midirki,
dünyanın önde gelen sanatçılannı izledi-
ğimiz için işlerimiz hep yaşlı gibidir. Ül-
kemizin devasalığının ölçüsünde Ame-
rika'nın boyutlanyla karşılaşnnlamaz el-
bette. Bazen bizim gençlerimiz beni bi-
le şaşırtıyorlar o çok pahalı malzemeler-
le ve şıklıklanyla. Ancak bunlar sürekli
gerçekleştirilebilecek şeyler değildir el-
bette. Insan bu pahalı malzemelerle oy-
namaya bile kıyamaz, nerede kaldı dene-
me yapmak, laboratuvar çalışmasına
araç gereç etmek.
Rekabetçi dünyada başanya
oynanması
Bu yıl sergide görmeye başladığım
şey, rekabetçi bir dünyada başanya oy-
G
ünumuz
sanatçılan
Sergisi de
rekabetten payını
almaktadır. Onun işi
diğer işlerle, onun
malzemesi diğer
malzemelerle, onun
yapıtı diğer yapıtlarla
rekabet içinde
geleceğe adım atıyor.
Bu erişkinlerin
rekabetçi dünyasının
yansıdığı her şeyin,
gerçek yaratıcılığı ve
smırlan aşan
düşgücünü ve ütopik
yaratıcı beyin gücünü
engellediğini
görüyorum.
(Fotoğraflar: DE VRİM BARAN)
nandığıdır. O nedenle genç vannı yoğu-
nu ortaya koyuyor, ya kazanıyor ya kay-
bediyor. ortası yok bunun. Dünya ger-
çekten rekabet dünyası. Reklamcılık gü-
uün en gözde mesleği ve dünyayı rek-
lamcının sihirli değneğiyle görüyoruz ve
ona koşullanıyoruz. O marka bu mar-
kayla, o gazete bu gazeteyle, o kanal bu
kanalla, o okul bu okulla, o çocuk bu ço-
cukla, o kadın diğer kadınla (kadınlarla)
sürekli rekabet halinde.
Rekabet bıze artık üç yaşından itiba-
ren öğretılmeye başlanıyor, heterojen ve
hetoroseksüel (gerçekte hep öyle olma-
dığı halde öyle gibi görüntülenen) erkek-
si dünyamızda herkes bu rekabete koşu-
yor. Bir kadın bir erkekle rekabet etmi-
yor ama, kendi etrafinda çerçevelediği
her şeyle rekabete zorlanıyor. Onun ço-
cuğunun diğer çocuklarla, onun sevgili-
sinin diğer sevgililerle, onun partisinin
diğer partilerle, onun devletinin diğer
devletlerle, onun fırmasının diğer firma-
larla ve onun silahının diğer silahlarla
rekabeti için koşturulup duruyor. Hiç ol-
mazsa gençliğimiz homojen bırakılamaz
mı? Erişkinlerin bu lanet olası rekabetçi
dünyasına bir an önce adım atmak için
gösterilen bu zorlama neden?
Günümüz sanatçılan sergisi de bu re-
kabetten payını almaktadır. Onun işi di-
ğer işlerle, onun malzemesi diğer malze-
melerle, onun yapıtı diğer yapıtlarla re-
kabet içinde geleceğe adım atıyor. Bu
erişkinlerin rekabetçi dünyasının yansı-
dığı her şeyin, (zaman zaman içimdeki
çocuksu ve oyunbaz küçük kızın dünya-
sından baktığımda) gerçek yaratıcılığı
ve sınırian aşan düşgücünü ve ütopik ya-
ratıcı beyın gücünü engellediğini görü-
yorum. Belkj de Günümüz Sanatçılan
Sergisi'ni I. Genç Etkinlik'in hemen ar-
dından izlemiş olmamın da bunda etki-
si büyüktür.
Ancak bahçede; bir yanda ödüllendi-
rilmişler ve sergiye değer bulunmuşlar,
diğer yanda uç bir iş. sunduklan için ya
da düşüncelerini iyi biçimlendiremedik-
leri için (haklı ya da haksız) elenmişler-
le görüştüm. Rekabet baştan aynmcılık-
tır zaten.
Henüz deneme-sınama safhalannı re-
kabetsiz bir yaratıcılık ortamında ger-
çekleştirebilme olanaklanndan yoksun
bir gençliğin homojenitesini bozacak
bundan daha iyi bir neden olamaz.
Şöyle denilmektedironlara; hoşgeldi-
niz erişkinler dünyasına. Siz yanşmak,
seçilmek, elenmek. başanlı ve başansız
ınsanlar olarak aynlmak üzere buradası-
nız.
Deneyeceğiniz, sonra beğenmeyip yır-
tıp atacağınız, jürice değil sadece kendi
kararlannızla beğeni ölçütlerini geHşti-
rip vazgeçmeyi becerebileceğiniz, dene-
melerinize tekme atabıleceğiniz ya da
seçıp iyi bir yere koyabileceğıniz, her de-
nemeden sonra sıfirdan başlamayı göze
alabileceğiniz, oyun oynar gibi keyifle,
laboratuvar çalışması yapar gibi ciddi-
yetle diğer yaşıtlannızla sorgulayabile-
ceğiniz bir sanatı denemeye hiç mi hiç
vaktiniz yok.
Aynca bizim de sizin bu boş şeyleri-
nize ayıracak zamanımız, onlan sergile-
yecek mekânımız, onlan oluşturmak için
size vereceğimiz paramız da yok. Bir yol
aynmındasınız daha şimdiden, Oturun,
düşünün.. bir yıl vaktiniz var. Paralan
bulup buluşturun, göz alıcı malzemele-
n satm alm, sanki hayatınızın şaheserini
yaratıyormuşçasına, büyük yanşa hazır-
İanıyormuşçasına ve sanki bir daha asla
böyle bir şansı yakalayamayacakmışça-
sına ve böylesine bir işi yaptıktan sonra
"bir daha asla" diye yemin ettirecek zor-
luldan aştıktan sonra "Attan da Vurur-
tar" adlı fılmdeki gibi 50 yapıt arasına
girebilmek için koşuşun, sonra ilk 5 ve
ilk üç... Ve ardından hoşgeldiniz erişkin-
lerin erkeksi rekabet ortamına. Geriye
baktığınızda nerede gençliğinizin ucu-
çu, düşsel, dansediyormuşçasına hafıf,
hayata gülerek bakan ironiniz? Bir düşü-
nün.
Sanatınız her yaşınızda kilolannızda-
ki artış gibi ağırlaşmakta, biraz daha sa-
natsal olsun diye eklediğiniz her ağdalı
düşünce ve malzeme şık ve şuh yapıtlar
oluşturmakta, sonunda bu yapıtlar 30 yaş
sınınnda evde kalmış kız psikozuna gi-
rerek koca avcılığına soyunur gibi jüri
avcılığına kalkışmaktalar. Bitmiş, önü
kapanmış, biçimsel olarak gencin yara-
tıcı denemesini tıkamış yapıtlann değer-
lendirildiğini görünce zaten uçup gide-
cek bir gençlik coşkusunun bastınldığı
izlenimi uyanıyor bende.
Laboratuvar aşaması
gerçekleştirilmeli
İşte bu yüzden genç meslektaşlanma
yıl boyu ekonomik, düşüncede anklaş-
maya eğilimli, düşgücünü zorlayıcı pro-
jeler oluşturmalannı, teke tek yol almak
yerine gruplaşmalara ağırlık vermeleri-
ni, kendi içlerinden düşünürlerini, yazar-
lannı, eleştirmenlerini oluşturacak yol-
lan yaratmalannı önermek boşuna değil.
Giderek Günümüz Sanatçılan tstanbul
Sergisi, özellikle I. Genç Etkinlik'te
gençlerin sınrrsız yaratıcılığını sergileye-
bildiklerini gördükten sonra, bana fazla-
ca aceleci bir erişkinler dünyasının lanet
olası rekabet ortamına atılmak için ko-
şuşturan bır gençlik görüntüsü sunuyor.
Oysa yınelıyorum, gençlik rekabet orta-
mına atılmadan önce hiç olmazsa kısa-
cık genç yaratıcılık dönemlerinde mü-
kemmel bir kimlik oluşturabilmek için
laboratuvar aşamasını gerçekleştirmeli-
dir, bunun olanaklan sağlanmalıdır.
Günümüzün hâlâ alternatifsız yanş-
malı sergisi olan Günümüz Sanatçılan
Sergisi, "senede bir kez" yapıldığı için
bütün bir yılın ağırlığını taşıyan yapıtlar-
la dolu görünüyor. Yaşlı müzemizin loş
mekânında romatizmalı kemiklerini kı-
mıldatmadan oturan ağırlaşmış beden-
leriyle yapıtlar, bana sanki içlerindeki
gençlik ateşini bir an önce söndürmeye
aday beğenilere uyumlanmış gibi görü-
nüyorlar.
Duvarlardan kopmaya korkan ama ne
de duvarla bütünleşebılen, gelecek vaat
edermiş gibi, ama bitmiş olduğundan ge-
leceği tıkanmış olan, her parlak şeyin bi-
raradalığıyla şıklaşmış, yapay gözalıcı-
lıklaıia süslenmiş ve agır bir rnakyajın al-
tmda erken çökmüş bir ruhu görmek
doğrusu bu kez üzücü geliyor bana.
' Yaşamının tek yatınmı' kitaplanydı
İFFETASLAN
Bilge Karasu hakkında şu sırada böy-
le biryazı yayımlanmasını yadırgayanlar
olabilir Fakat o "Bilge Karasu Adh Biri-
nin 50. VaşıÜzerine" başlığını taşıyan ya-
zısında kendisi hakkında bakm ne diyor.
"Bir yerlerde yazdığımız. Karasu'nun
kendi yaşamı için de doğru: Bu adam so-
yunmak, (çok gerekli, vazgecilmez sayıla-
bflecek üç dört parçaşe\ d^ında evini çev-
resini doÜduran her şeyden) sıynlmak is-
ter_ Kimi zaman sevgilerinden, sevdikle-
rinden bile. Kısacası ardında arûk bırak-
mamış bir ölü oimak ister. Çırpuur; ama
başarmak pek güç otacağa benzer."
Bilge o güç işi de çoktandır yoluna
ko>TOuş görünüyor. Ömeğin "Ne kitaph
Ne Khapsız'' başlığını taşıyan yazısında
"yaşamımın tek yatınmı" dediği kitapla-
nnı üniversite kıtaplıklanna bağışlarnış
bulunuyor. Toplamı üç binı bulan kitap-
lannın felsefe ile ilgili olanlan Hacette-
pe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi ola-
rak yirmi yıldır çalıştığı felsefe anabilim
dalı bölümünün kitaplığına, sanatla ilgi-
li kitaplan ile müzik notajaraıı ve deıie-
diği resimleri Anadolu Üniversitesi'ne,
edebiyat kitaplannı da Hacettepe Üni-
versitesi'nin genel kitaplığına.
Bu dunıma ben üzüldüm. tsterdim ki
sahip olduğu tüm kıtaplar ve sanat yapıt-
lan bir yerde "Bilge Karasu Khaphğı ve
Sanat DağaroğT adım taşıyacak bir bö-
lümde, örneğin Hacettepe Oniversitesi
ana kjtapiığının bir duvannda, ama bir
arada ilgileneceklerin incelemesine su-
nulabilsin. Bütün öteki kitaplıklanmız
gibi Hacettepe Oniversitesi kıtaphğının
da böyle bir uygulaması yokmuş; sadece
aldıklan kitaplann kapağı içine Bilge Ka-
rasu bağışıdır damgasını vurabilirler,
sonra hepsi diğer kitaplaria harman edil-
miş olarak kendi tasnif düzenlerine uy-
gun yerlere yerleştirilirmiş. Yahıız Esla-
şehir Oniversitesi kendilerine ge-
lecek kitaplann ve resimlerin ko-
nacağı yere Bilge Karasu bağışı
olduğunu belirtecek bir levha da
asılacağını bildirmiş.
Yazık. Üniversite ve bu arada
Gazetecilik Müzesi kitaplığı gi-
bi bazı özel büyük kitaphİdar, be-
nim önerdiğim uygulamayı be-
nimseseler alacaklan bağışlar
çoğalmaz mı? Bilgisayar çağın-
da kitaplık işletmeciliği açısın-
dan bunun herhangi bir zorluğa
yol açması soz konusu olamaz.
Ama kitaplar daha renkli, daha
çekici mekânlar haline gelebilir
ve bu bölümler birçok gence as-
lında şöyle bir gezmek için kitap-
lığa girmiş olsalar bile ilgınç gö-
rünerek sahibi hakkında daha
fazla bilgi edinmeyi, hatta bir
araştırma yapıü ortaya çıkarma-
yı ilham edebilir.
Gelen kuşaklann, geçen ku-
şaklara sahip çıkabilmesini ko-
laylaşnracak bu gibi uygulama-
lara ihtiyacımız yok mu? Bil-
ge'nin yoluna koyma gayreti
içinde olduğu başka bir güç iş ise
kendi yapıtlannın ilerideki telif haklan-
nın değerlendirilmesi ile ilgili. Birkaç ar-
kadaşını bu işle görevlendirmiş. Istediği,
1963-64 yıllannda Rochefellerbursunun
kendisine Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde
bulunmak firsatını verdiği gibi, yazarlık
ile ilgili olarak başan vaat eden kımsele-
re, telif haklanndan oluşacak bu meblağ-
lann elverdiği ölçüde, kendilenni geliş-
tırebılmek için ıhtiyaç duyduklan bazı
fırsatlann saglanması.
Bence bu isteğinin de hukuki belgeler-
le desteklenmesi halinde gerçekleşme-
mesi için hiçbir sebep yoktur. Hatta onun
başlatacağı böyle bir uygulama, sonra
başkalannın da katkısı ile genişleyebılir
ve birçok Bilge adaylanna hizmet verir
hale gelebilir. Bence amaç bu olmalıdır.
Bilge'nin sıynbnak isteğinin "sevgûerin-
den, sevdiklerinden bile" ile ilgili kısmı
ıse daha güçlü bir ırade gerektırdiği hal-
de, onun da üstesınden geleceği görülü-
yor. Geçen gün kedisi "Bryık"! ortalarda
görmeyenler 'Nerede' diye sorunca; bi-
raz mahzun 'Gitti' diye cevap verdi. Çok
önceden kararlaştınlmış olduğu gibi,
asıstanı almış götürmüş, Sonra emin el-
lerde olduğunu bilmenin huzuru içinde
ekledi: 'İyi imiş. Yeni evinden memnun-
muş.' Bu durumunda bile, olabildiğince
verici bir sevgi yeteneğine sahip olduğu-
nu sergıleyen Bilge, işte kedisinden de
aynlabilmişti. Ancak onun
sevgi pınanndan beslenmenin
tadını almış olan dostlan,
onunla iletişim kurmaktan
yoksun kalmak istemedikle-
rinden yanından aynlmaya so-
nuna kadar direneceklerdır,
kuşkusuz. Nar ile Incire Ga-
zel'de Bilge'nin sevgi yetene-
ği şu satırlarla sergileniyor:
"Kokularun, seslerim, gö-
rûntülerim, anıianmsın sen
benim. Dokunduğum, okşadı-
ğım, en gizfi tadını tatüğun-
sm»"
"Seni la>-anta kokan bir sa-
bunda; bir kavun diliminde,
açık, uçuk gümüş rengi bir ço-
rapta: bir yasemin dannda;
adım bilmediğim. bilmcmek-
ten utanç duyduğum halde öğ-
renmek istemediğim, tek bikli-
ğûn görünüşüne bakılırsa tu-
tulayla bir hısımuğı olması ge-
rekrigi sabun kokulu, el büvük-
lüğünde, fildişi renkli bir çiçe-
ğin açılışında; yıkık kemerler-
de uyuklayan kedilerde; gece-
nin soğumuş kumunu döven,
patlayan dalgalann sesinde, günün ilk
ağırosında-karanlık saatler boyunca da-
ğıOp durduğun vatağında sabahın serin-
Bği çıplakhğma işlemeye başlarken-uyan-
maksızın, omuzlanna doğru çektiğm, ör-
tündüğün bir çarşafin ınk, ak mutiulu-
ğunda bulacağım; dirim içimden çekile-
siye-."
Bır ağır hastalık ister istemez bır son
ayrüık olasılığı çağnştınyor. Bilge o son
hakkında da şunu söylüyor: "Evet_ ölen
ile ölünmediğini herkes bir gün öğrenir.
Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak,
bir yeri koparak yasand^ınLJ' Bir de üs-
telik, örneğin benim dünyam nıcedir hep
tenhalaşıyor. Oysa dünya nüfusu korkunç
bir hızla artıyormuş, kime ne! Gidenle-
rin yerleri dolmuyor ki! Yas, geride ka-
lanlann içine dolan özlemin yansıması
hiç kuşkusuz. Son, acaba bu tür özlem-
lerin bir yenisine artık yer kalmayışının
da mı bir nedeni?
Bilge, gidenler hakkında bir yazısında
3200 yıh aşkın bir süre öncesine ait ol-
duğunu belirttiği bir papirüs üzerinden
aktanlmış şu avuncu sunuyor
".-Insan ölür. gövdesi yeniden toz olur,
benzerlerinin hepsi toprağa döner yeni-
den; ama kitap. anısımn. ağızdan ağıza fle-
blmesini sağlar. Bir kitap sağlam bir ev-
den yeğdir, ya da Batı'da bir tapınaktan,
bir kaleden de yeğdir."
Bilge'nin hasta yatağındaki metaneti-
ni, vakannı, sevecenliğini izledikçe. Bil-
ge, son geldiğinde, sonsuza emanet ola-
cağını bilmenin huzuru içinde, diye dü-
şünüyorum.
Cumhuriyet benden Bilge Karasu'yu
anlatan bir yazı istedi. Bu, kırk yıh aşkın
dostluğumuzu gözden geçirerek kımi
amlanmı yeniden yaşamama vesile ol-
du. Bunun için Cumhuriyet'e teşekkür
ederim. Isteğı yerine getirmek için elim-
den geleni yaptım. Ama anlatabildim mi?
Daha söylenecek ne kadar çok şey var.
Bilge, yazılannın bir yerinde, "Bir ada-
mı anlatmaya kalkarsnuz ya, ANLATA-
BİLMEK başanlması güç bir iştir." der.
En iyisi Bilge'yi kendi kaleminden, ilk
elden tanımak. Ben bu yazıda kitaplan-
nın yalnız son çıkan ikisinden alıntı ve-
rebildim.. Kıtaplannın tam listesi ekte.
Yayınlan: Troya'da Ölüm Vardı-1963,
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı-1970,
Göçmüş Kediler Bahçesi-1979, Kısmet
Büfesi-1982, Gece-1985, Kılavuz-1990,
Ne Kitapsız, Ne Kedisiz-1994, Narla In-
cır'eGazeI-1995.
Çevirileri: Ölen Adam-1962, Sessiz
Ölüm-1966, Peter Pan-1966, Dr. Martina
Bella'nın Ölümü.
YAZIODASI
SELİM İLERİ
Ne Şarklı Ne Garplı
Doğu ve batı üzerine yazıp çizmiş Ahmet Hamdi
Tanpınar'ın bu çabası, yaşadığı dönem süresince
pek anlaşılamamış, hatta önemsenmemiştir. XIX.
Asır Türk Edebiyatı TarihPnde kültür gömleği değiş-
tirmenin sancılan adım adım duyumsanabilir. O ka-
dar ki, eşsiz eserin yazan bile zaman zaman tered-
düte düşmüştür.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın özel defterleri öteden
beri merakla bekleniyordu. Bekleyenler, elbette yal-
nız edebiyatseverter. Türkiye'de Tanpınar gibi büyük
biryazann yaşamış olduğunu bugün acaba gerçek-
ten kaç kişi biliyor, algılayabiliyor...
Irili ufaklı özel defterleri, yakın çağ edebiyatımıza
uçsuz bucaksız hizmeti geçmiş Inci Enginün'le Zey-
nep Kerman, yıllardır değerlendiriyorlardı. Zeynep
Kerman'dan dinlemiştim: Huzur romancısı kişisel
defterine duygularını, düşüncelerini, görüşlerini es-
ki yazıyta yazmış. Aynca aynı sayfada değişik zaman-
larda kaleme alınmış satırlar yan yanaymış.
Bu defterlerden birini görme fırsatı buldum. Eski
yazımızı bılmiyorum ama, Tanpınar'ın öyle okunaklı
yazmadığı anlaşılabiliyor. Harflerden içsel fırtına çı-
kıyordu. Sayfa kenarlannda önceki satırlara dikey
başka satırlar yazılmıştı.
Inci Enginün, epey zor sökülmüş yazılan şimdi bö-
lüm bölüm Dergâh dergisinde yayınlıyor ve Tanpı-
nar'ın yazdıklan yine iç yakıyor. lleride, sanınm, ince
ama çok öziü bir kitap oluşacak.
Dergâh'ın 64. sayısında Tanpınar, Melih Cevdet
Anday'ın bir yazısından yola çıkarak, doğululuk ve
batılılık üzerinde duruyor. Bu notlar, bu keskin dilli çi-
ziktirmeler 1960 sonrası kaleme getirilmiş olacak.
Melih Cevdet'in hangi yazısından söz açıldığını bir
türiü çözemedim.
Tanpınar şöyle yazmış:
"Melih Cevdet'in makalesi ûç sûtun. Bütün me-
se/e, iki ayn kültürümüz olabilir mi! (...) Mesele hiç
de yersiz değil. Hakikaten konuşulabilir. Fakat sof-
taJığın dışında. Halli ne kadar basit halbuki. Hem
şarklı, hem garplı olabilir miyiz? Elbette hayır. Fakat
garplı bir şarklı olabiliriz. Şark bizim şimdilik çektiği-
mizdir. Ve galiba da uzun zaman öyle kalacaktır. Hü-
viyetimizden milletçe çıkmak imkânımız olmadığına
göre kabil değil."
Anılan yazı, öyle sanıyorum ki, Melih Cevdet'in
Doğu-Batı (1961 j kitabında yer alan denemelerinden
biridir. Orada "ifdcikültür" endişesiyle konuşan Me-
lih Cevdet görülür.
Tanpınar, doğu ve batı seçenekleri konusunda,
cumhuriyet aydınlan arasında hayli farklı bir tutum
sergilemiştir. Bir aşk çevresinde dönenir görünen
ünlü "Yaz Yağmuru" hikâyesi bır de bakarsınız, kül-
tür gömleği değiştirmenin derin huzursuzluğunda
odaklanır, büyük yangında kavrulup gitmiş mazi, bel-
lekte yaşayakalmıştır.
Kabul etmek gerekıyor ki, yaşadığı dönem, pek öy-
le düşünmüyordu. Aydın batıdan umudunu kesme-
mişti. Ziya Gökalp'in Kurtuluş Savaşı'nın sonunda
Halide Edib'e söylediği bir söz vardır: "Bu doğu
mefkûresi denilen şey de ne olur, Halide Hanım?
Türk'ün mukadder olan kültüründen bu bizi uzaklaş-
tırmaz mı? Türk, Orta Asya'dan geldiğigünden be-
ri yüzünü batıya çevirmiş değil mi?" Bu söz, henuz
hükmünü koruyordu. Üstelik Ziya Gökalp'in ülküsü-
ne oranla çok daha incelmiş, anlamla donanmış,
zengin kılınmıştı.
İşte o ortamda Tanpınar, bambaşka sorunlara de-
ğinmektedir:
"(...) şarkı bilmeyen ve bizi en basit unsurlanmız-
la tanımayan bir ınsan, ne dereceye kadar kendisi-
ni -Tün\ mılletini inkâr etmek şartıyla- hakiki münev-
veraddedebilir?(...) Tesadüfen Dede'y/ tanımıştım.
Insanlığın ayn bir yüzü olduğunu öğrenmiştim. Yu-
nus diye bir şairim, Naci dıye acayip bir şairim var,
o halde niçin bilmiyorum!.. Bilmesem rahat edebi-
lir miyim!.. Ve mesele kendi kendime, oh bugün bu
Dede Efendi'yi de unuttum, yann da Krfden kurtul-
sam.. Diyebilir miyiz? Dememiz doğru olur mu?"
Belki en acıklı olan şu: Dünün, yüzünü batıya çe-
virmiş aydını da Dede Efendi'yi, Yunus'u ve Itrfyi, bu-
günün insanlanndan çok daha fazla biliyor ve belki
de seviyordu. Tanpınar'ın tedirgin sorulan nihayet
yanıtsız kaldıkça "insanlığın ayn yüzü" büyük ölçü-
de silindi. Bugün sadece silik hayaller üzerinde ko-
nuşabiliyoruz.
Artık ne şarklı ne garplı, ne de "garplı bir şarklı"
olabiliyoruz. Hayatımızı her anlamda belirieyen mo-
dalar, bambaşka güçlerin denetımi altında. Doğu-ba-
tı tartışması bile sona erdı. Çünkü günün insanı ne
doğuyu, ne batıyı kavramak istiyor. Ona uyarlan-n
ve öğretilen, gelgeç değerler ya da değer görünü.. ı-
lü değersızlıklerle bır ömür tüketmek, ömür tüketti-
ğinin ayırtında olmamak.
Bugün Yunus'u ya da Montaigne'i değil, Tar-
kan'ın Amerika'da yabancı dil öğrenip öğrenmedi-
ğini, Mirketam'ın nereye koştuğunu merak ediyoruz.
Tarkan yabancı dil öğrense ne olacak, Mirkelam'ın
nereye koştuğunu çözsek ne olacak? Bunu düşün-
müyoruz. Dörtbir yanımızı kuşatmış alevler umuru-
muzda değil.
Yanıyoruz, umurumuzda değil.
Avrupa Gençleri'nin Tıyatro
ANKARA (ANKA) - Ankara 95 Sanata Evet
projesinin 3 etkinliğınden biri olan "Avnjpa
Gençleri'nin Tiyatro Buluşması"çoşkulu başladı.
Avrupa'nın 21 ülkesinden 210 gencin katılımıyla
ODTÜ Mimarhk Fakültesi'nde kurulan Uluslararası
Panayır'da oyunlanm sergileyen gençler aynca her
ülkeden bir kişinin katılımıyla oluşan bır grupla 15
gün boyunca "Sanata Evet" temasını yorumlayan
çalışmalar gerçeldeştirecekler.
Gündoğan 1. Kültür ve Turizm
Şenliği
BODRUM (A.A.) - Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı
Gündoğan beldesinde düzenlenen 1. Kültür ve
Turizm Şenliği 21-23 Temmuz günleri arasında
yapılacak. 3 gün sürecek şenlikte kültür, sanat ve spor
gösterilerinin yanısıra paneller de yer alacak. Şenliğin
ilk gününde, Yazar Hidayet Karakuş ve Aydoğan
Yavaşh'nın imza günleri, halk oyunlan gösterileri,
plaj voleybolu turnavası, dans gösterileri yapılacak.
lkinci gün ise "Çevre ve Turizm" konulu panelın
düzenleneceği şenlikte son gün de çeşitli geziler ve
spor müsabakalan gerçekleştirilecek.
Alaaddin Cami 17 Yıl sonra
ibadete açıbyor
KONYA (A.A.) - Zemindeki kayma nedeniyle, 1978
yılında ibadete kapatılan tarihi Alaaddin Cami,
yeniden ibadate açıldı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü
yetkilileri, Selçuklular döneminden kalan ve 800
yılhk geçmişe sahip Alaaddin Camii'ne zemin
güçlendirme çalışmalan yapıldığını, kayma ve
çökmeye karşı tamamen koruma altına alındığını
belirterek, bugüne kadar çalışmalar için 25 Milyar TL
harcandığını ifade ettıler.