22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28MART1995SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Prof. Cevad Memduh Altar, bugün saat 11.30'da MSU'de yapılacak törenden sonra toprağa verilecek Gerçek bir aydım yitirdik•Bugün toprağa verdiğimiz müzikolog Cevad Memduh Altar, Cumhuriyet Türkiyesi'nin kültür yaşamında önde gelen isimlerdendi. EVtNtLYASOĞLU Cevad Memduh Altar, giderek kaba sabalaşan toplumumuzun örneği tûke- nen zarif insanıydı. Gencecik biröğren- cıden. sıradan bir besteciye. çiçeği bur- nunda bir yazardan, ılk kez sahneye çı- kan bir soliste kadar. herkesi sevecen bir saygıyla kucaklardı. Ona göre herkesin kendmi bir aydın olma yolunda eğıtme- si ve aydın olmanın da bedelini ödeme- si gerekirdi. Her aydın, toplumda bu özelliğın. aydın olma ayncalığının so- nımluluğunu taşımalıydı. Kendi külnir birikımı kadar yabancı dillen bılmesi, uluslararası aydınlarfa boy ölçüşebilme- si gerekirdi. Cevad Memduh Bey ile her sohbeti- mizde keşke hemen teybime uzanıp açı- versem, her söyledığıni yakalasam tela- şını yaşamışımdır Başlıbaşına bir cum- huriyet tarihi anlatırdı. BülentTarcan'ın çocukluğundan Saygun'un gençliğine. Atatürk'ün sofrasından ılk radyoculann coşkusuna. müziğin eskı çağlanndan ye- ni çağlanna, değişen topluma, değişen kültür- sanat anlayışına, sanat müziğın- den pop müzığine kadar neleri konuş- mazdınız ki onunla! Bcnim "25TûrkBestecisrbaşlıkIı ki- tabıma yazdığı önsözde yine her zaman- ki inancı doğrultusunda Atatürk Türki- yesi'nin aydınlık geleceğıne değinmışti. "Bu kitapta. Atatürk'ün de ele aldığı re- form ilkelerinin. çoksesli çağdaş Türk sa- nat müziğuiin evrenseUeşnıe çabasıyla if- gili bilançosunu, kendine özgü bir >ön- tem içüide açıklayabilmek ne güze) şey. İş- te bilanço, ulusâl kültür ve sanatlarda, çağdaş bilimin ortak tekniğiııden yarar- Lanabilmenin uygar toplumlara neler ka- zandırabilecegini de bizlere açık seçik gösteriyor." (Pan Yayıncıhk, 1989). Cevad Memduh Altar, Osmanlı İmpa- ratorluğu'ndan Cumhuriyet dönemine geçiş yıllannda ilk gençliğini yaşamış: ALINTILAR Zeynep AJtar,Ce\ad Memduh Altar ve Evüı llyasoğlu 1990 yılında bir TY programı setinde. • Cevad Memduh Altar, giderek kaba sabalaşan toplumumuzun örneği tükenen zarif insanıydı. • Ona göre herkesin kendini bir aydın olma yolunda eğitmesi ve aydın olmanın.da bedelini ödemesi gerekirdi. Avrupa "da eğitım gören ılk kuşağın üye- lennden birisı olmu!} ve yırmincı yüzyı- lın neredeyse ılk günlerinden son günle- rine kadar tanıklığını yapmış birentelek- tüeldı. Ilk kez radyoda açıklamalı klasik müzik programlan hazırlayıp sunması: Musikı Muallim Mektebf ndeki öğret- menliği, güzel sanatlar müdürlüğü, ya- kın yıllara kadar Mimar Sınan Üniversi- tesi Devlet Konservatuvan'ndaki müzik estetigi dersleri, yayınlan ve özellıkle dört ciltlik opera tarihi ve Türk sanat dünyasına büyük hizmetler verdi. Bırtelevizyon programındaki söyleşi- mizde uluslararası nitelikte bir besteci- yi şöyletanımlamıştı "Uluslararasıare- naya eserini verecek bestecinin mesleği- nin gerektirdiği teknik bilgileri çok iyi bi- leceği gibiötesindeki konularada vakif ol- ması gerekir. Genel kültür! Bcsteci ope- ra yazacaksa sanat tarihi bilmelklir. De- korasyon bilmelklir. Bir dekoratöre ha- valeedilerek iş bitmez. VVagner,'Gesamt- kuntswerk' olarak adlandırnuş operayı: Bütün sanatlann birleşüniyle me>dana çıknuş bir ortak birleşim. Resim, he> kel mimari, tümüyle müzik var. Esask bir kültür birikimi. Felsefe, dünya tarihi, sa- nat tarihL edebiyat, ülkesinin opera>a ko- nu olacak anektodlan, kendi memleketi- nin tarihi, dünva tarihi, medenivet tari- hi, tasavvuf. A>nca dünyada müzik kül- türüne birinci derecede katkıda bulun- muş memleketlerin müziğini deçok iyi ta- nıması lazını. Uluslararası nitelikte eser verebilmek için yalnız opera bestedsi için değtt, senfonik şür yazan için de bu geçer- lidir. Besteci her şeyi ile bir bütün oluşru- rur. tşte Cevad Memduh Bey sanatçı- nın çok birikimli, çok boyutlu olmasının altını da böyle çiziyordu. Öylesine alçakgönüllü bir insandı ki, şımdi benim bu yazımı okumuş olsa mutlaka telefonu açıp. "Aman Evin Ha- nım kıam,teveccüh buyunnuşsunuz" di- yecekti. Oysa şunca satır içinde ben o- nun ancak birkaç yönüne, birkaç özelli- gine değinebildim. Yine onun görüşün- de bir dilekle bıtırmeliyım sözümü: Ce- vad Memduh Bey gibi aydınlan genç ku- şaklarda da yetiştirebilmek özlemı ile! Prof. Memduh Altar kjmdir? ~ Müzikolog Prof. Cevad Memduh Al- tar, 1902'de tstanbul'da doğdu. 1922- 1927 arasında Almanya'nın Leipzigşeh- rinde müzik ve sanat tarihi öğrenimı gör- dü. Aynı yıl yurda dönerek Dil Tanh Cografya Fakültesi'nden lisansını aldı. Musikı Muallim Mektebı"nde müzik na- zariyatı öğretmeye başladı. 1935'te Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Şube Müdürü, I943'te Radyo Dairesi Müdürü, aynı yıl Basın ve Yayın Genel Müdürü oldu. Ilk kez radyoda açıklamalı konser programlan sundu. Goethe ve Sanatı, Müzik Tetkikleri, Sa- nat Büyükleri, 4 ciltlik Opera Tarihi, YüzyıllarboyuncaMüzikbaşlıkh kıtap- lan yayımlandı. Ödülleri arasında Mi- mar Sinan Üniversitesi'nden aldığı ödûl, Sevda Cenap And Müzik Vakfi'nın al- tın onur madalyası var. tstanbul Festiva- li 'nın ilk kuruluşuna Nejat Eczacıbaşı ile birlikte emeği geçen en önemli ısimler- den bıridir. Söyleyecek sözü olan birnîhilistKültür Servisi - Baudrillard adı, 1970"li yıllarda Fransa'da akademık çevrelerin dışında he- men hemen hiç bılinmezken sı- radışı felsefeci 80'li yıllann or- talannda çağdaş toplum çözüm- lemeleriyle dünyanın dıkkatinı çektı. Jean Baudrillard, postmo- dern çagda entelektüel bir yol gösterici olarak selamlandı. New York'taki avant-garde sanatçılar. onun "taldifteorile- rini tuvale uyguladılar. "Politi- kada cinsivetdeğişikliği" kavra- mı, Ingiliz üniversite öğrencile- rini heyecanlandırdı. Baudnllard, kaçınılmaz ola- rak, birdenbıre tartışma yaratan düşüncelerini ve kjşkırtıcı ifa- delerinı çabucak yutan medya- nın hiti haline geldi: "Amerika bir kurmacadır", "Michael Jackson değişikliğe uğranuş yal- nız biridir*' ve en ünlü sözü "Körfez Savaşı ohnadı". "Simulacre and Simulati- on"gibi ilk yapıtlannda, Baud- rillard tükericı toplumunu par- çalamaktan ve kuramını, rekla- mın anlamı çökerttiğini söyle- yecek kadar ileri götürmekten mutluluk duymuştu. "Bir rek- lam panosuna baktığımız za- man, nesneyi (bir Coca Cola şi- şesi) değil. işareti (Amerikalı ol- ma) tüketiyoruz" dıyordu. Yenı kitabı u Le Crime Parfa- ft"de ise "takütieri" altında yi- ten yalnızca kola şişesi değıl, gözden kaybolan bütün dünya. Kitabın ılk tumcesinde u Bu bir suçun, gerçekligin öfdürülmesi- nin öyküsü" diyor Baudnllard, Felsefe dünyasının Tarantino'su Baudrillard kendısıne vakış- tınlan son etiketin "felsefe dün- vasının Quentin Taranti- no'su"olduğunu söylüyor. Daha önce deneleryakıştırmadılarkı: "Süpermarket felsefecisi, ente- lektüel sahtekâr, turucu, faşist.. tnsanlar sürekli beni bir katego- riye sokmaya çalışıvorlar. Yaz- Baudrillard, aydınlar sınıfinın üyelerine duyduğu ldnj koruyor. Kitabın bölümlerinden birinde "aciz entelektüeUer"e, Bosna'da yaşananlarda payı olan herkese sataşıyor. • 'tnsanlar sürekli beni bir kategoriye sokmaya çalışıyorlar. Yazdıklanma derin bir kuşkuyla yaklaşıyorlar, çünkü yapıtlanm herhangi bir ideolojiye çevrilemiyor. Okurun eline bir deste kâğrt tutuşturuyorum, ama oyunun kurallannı vermiyorum.' dıklanma derin bir kuşkuvla yakiaşıyorlar, çünkü yapıtlanm herhangi bir ideolojiye çevrile- mi>or. Okurun eline bir deste kâ- ğıt tutuşturuyorum, ama oyu- nun kurailannı vermiyorum" "Le Crime Parfait"de Baud- rillard yalnızca okura oyunun kurallannı vermekten kaçın- makla kalmıyor, sürekli kâğıtla- n kanştırarak kuramlannı deği- şik biçımlerde dağıtıyor. Kuantum mekanığıni tartışır- ken birdenbire Vladonna'nın jimnastiği sabit fıkir haline ge- tirmesini çözümlemeye geçiyor Zaman zaman VVrttgenstein ve îVietzsche'den. zaman zaman da Borges ve .\rthur C. Clarke'tan ahntılaryapıyor. Bunuşöyleaçıklıyor: "Sanınm kavTamİan kurma- ca gibi ele ahyorum. Bir düşün- ceyi sonuna dek savunup sonra kendi mantığının üzerine çök- mesini sağiıvorum. Anlamı üre- tip sonra tahrip ediyorum. Bir kurmaca yazan gibi doğru dili buhnak için uğraşıyorum. Ken- dimi yavan sözlerle ifade ermek istemiyorum. Ama pek az eleş- tirmen kitaplanmın \ankş biçi- miyle ilgileniyor. Diİİe değil de düşunceleıie ilgüt'niyorlar." Belki de tartışma yaratan gö- rüşleri, sözcük oyunlannın ın- celiğini gölgeliyor. "Yapraanm- da her zaman kışkırtıa bir öğe var" sözlenyle bunu itiraf edi- yor. "Önıeğin Körfez Savaşı ol- madı derken insanlan öfkelen- dirmek istiyordum. Ama tepki- lerin şiddeti beni şaşırtü. Bazı in- sanlar. sanki 'Toplama kampla- n hiçbır zaman var olmadı' de- mişim gibi beni tarihteki deği- şikîik taraftarlanyla karşjlaşOr- mava başladılar" diyor. Şımdı artık insanlar yavaş ya- vaş onun ne demek istediğini anlamaya başlıyor ve "Belki de hakhydı" diyorlar. Cünkü savaş gerçekten olmamış gibi. Yalnız- ca herhangi birkazanç sağlama- dığı için değıl, tarihsel açıdan da çolc önemli bir olay olmadığı için... "Le Crime Parfair. Baudril- lard'ın bundan önceki patlama- lanndan daha az polemık yarat- tı. Kıtap. sanal cinsellik ve sanal ekonominin havada uçuşan sim- gelerini kucaklamak üzere ger- çeklikten giderek daha çok uzaklaştığımız postmodern dünyanın absürdlüğünün ironik bir incelemesi olarak silikon devrimine karşı küçültücü bir eleştiri olarak değerlendirilmi- yor pek. Aydınlar sımfina kin duyuyor Baudnllard, aydınlar sınıfinın üyelerine duyduğu kinı koruyor. Kitabın bölümlerinden birinde "acizentelektûeller''e, Bosna'da yaşananlarda payı olan herkese sataşıyor. Baudrillard kendini entelek- tüel olarak görmüyor. Bu söz- cüğü sev miyor. Ona göre entelektüeller bu- gün tehlikede, uluslararası olay- lara müdahale etme yetileri yok artık. Bugünlerde üstlendikleri rol yorumculuğa indirgenmiş du- rumda. Nelerin ters gittığini açıklayabiliyorlar, ama bazı olaylann önüne geçme güçleri yok. Entelektüel değilse ne peki? O, kendini "uç olgular ûzerine düşünen biri" olarak görüyor. 'Resmedilen o andan' en'olağanüstü' kesitTİJENŞİKARÖZGELEN Zühal Parla, Alcbank Beyler- beyı Sanat Galerisi'nde resimle- rini sergiliyor. 14 martta açılan sergi, 31 mar- ta kadar gezilebılecek. 1972 yılında Ankara'da doğan sanatçı. 1990-1995 yıllan arasın- da Mimar Sinan Ünıversitesi Gü- zel Sanatlar Fakültesi Resim Bö- lümü"nde öğrenim gördü. Çeşit- li karma sergılere katılan sanatçı- nın ilk kişisel resim sergisidir. Ana tema birey Resim sanatmda ızlenımcilık- Je başlayan ve günümüze kadar süren oluşumlann geleneksel sa- nattan aynlan en belirgin yönleri resmin konulannın ve boyama yöntemlerinin değişmesidir. Tek- nolojik aşamalar ve değişen ya- şam koşulian ile sanatçının top- lumsal konumunun farklılaşması sonucu yüz yüze geldiği toplum içindeki aşın yalnızlığı ilgı alan- lannı değiştırmiştir. Sanatçı do- ğal gerçekligin yerine kendi kişi- sel dünyasının gerçekJigini resim yoluyla dışlaştırmaya başlamış- tır. Günümüz sanatında 'doğal' kavramı sanatçıyı ve onun görme biçiminı içerir. Her sanat yapıtı sanatçısının üslubuna dayalı bir tür, 'doğal'ın sübjektif yanının ye- niden kurgulanmasıdır. Sanatçı, ele aldığı konunun görsel etkisi- ni arttırmak için çeşitli deformas- yonlara ve sadeleştirmelere gide- bilir. Resminde bunu yaparken kendi sübjektif deneyımleri ile • Resimlerin merkezine yerleştirilen insan figürleri tarafsız olarak kendi kimliklerini sergilerken, Zuhal Parla'nın kendine özgü kadrajlama anlayışı ve resmedilen 'o andan' en 'olağanüstü' kesiti seçme yöntemi izleyiciyi harekete geçirir. netleştirdıği gerçeğin bır-birden fazla yönünü seçerek vurgular. Zuhal Parla'nın yağhboya ve gravür çalışamalanndaki ana te- ma 'birey'dır. Resimlerin merke- zine yerleştirilen insan figürleri tarafsız olarak kendi kimliklerini sergilerken, Zuhal Parla'nın ken- dine özgü kadrajlama anlayışı ve resmedilen 'o andan' en 'olağa- nüstü1 kesiti seçme yöntemi izle- yiciyi harekete geçirir. Insan be- denınin umulmadık bir yerden kesılmesi, biçim ve anlam açısın- dan bedenin sözde bütünlüğünün bozulmast post-dada ve zaman zaman post-modern etkileri çağ- nştınr. Ozgûn bir görsel dil Sübjektif dünyasının gerçekli- ğini dışlaştırma yolunda oluştur- duğu tamamıyla 'özgün' ve 4 güç- lü' dil Zuhal Parla'nın biçimsel deformasyondan ve nefes alıp ve- ren serbest bir fırça kullanımın- dan yana olduğunu ızleyicıye ilk bakışta hıssettirir. Resim yüzeyi üzerindeki boya katmanlan izle- yicinin bakışını 'içeri-dışan,öne- arkaya' gelgitlerle devindirerek tümüyle saydam bir dünyaya çe- ker. Sanatçı. resimlerindeki görsel düzeni saydamlık etkisini sürek- li ön planda tutarak kurar. Özel- likle; Gündüz'ün Pörtresi (1995), Sinekü ve Tınguely'B Natürmort (1994), Uzaklaşan Dalgalar (1993), IşıkveKaduı(1994) gibi yağhboya resimlerinde çizgi ve renk üst üstelikleriyle yüzeyde saydamlık etkisi oluşturma isteği belirgindir. Doğadaki nesne ile onun tem- siliyeti arasındaki kaçınılmaz ge- rilimi en uç noktaya taşıma iste- ğiyle resmedilen biçinilerin de- formasyonunun yanı sıra açık- koyuda ve renkte zıtlıklara başvu- rur. Işık, formu aydınlatmak için değil. resmin soyut olan psikolo- jik yanını öne çıkarmak için ele alınır. Nesnelenn tekstürel ya da yüzeysel niteliklerini abartıp farklılaştınr. "Karmba- har"(1994) isimli gravürde kök- lerini sürrealizmden besleyen be- lirgin bir sembolist anlatım göze çarpar. Zuhal Parla'nın resimlerinde sembolist, ekspresyonist, sürre- alist ve fütürist etkiler farklı 'öl- çû'lerde kendini gösterdiği için- dir ki; onun resimlennin oldukça •plüraiist (çoğulcu) ve geliştiril- miş görsel dil açısından ise 'bi- reyseki' (individualist) olduğunu söyleyebiliriz. Zuhal Parla'nın resimleri, öz- gün ve güçlü bir görsel dilin ev- rensel olma yolundaki sağlam ör- nekleridır. TAHSİN YÜCEL Sürekli ve Süreksiz Roland Barthes söylenmişin yeniden söylenme- sinden, üretilmışin yeniden üretilmesinden, kısaca- sı yinelemeden tiksinir, bir sıkıntı kaynağı olarak gö- rür bu edimi. Haksız da sayılmaz doğrusu. Hele bir de uzadıkça uzayacak oldu mu! Yalnızca sıkıcı olsa, geneiyi! Birdeyalan demeyelim, "yalansı"yanı var- dır. Son zamanlarda çevremizde sık sık yinelendiği- ne tanık olduğumuz şu tümceyi düşünelim: "Biz bu filmi daha önce görmüştük." Ister bir doğruyu dile getirsin, isterbiryalanı, istergüzel bulunsun, isterçir- kin, birinin çok yakın bir geçmişte bu tümceyi ilk kez söytediği kuşku götürmez; bunun sonucu olarak ay- nı tümceyi biz kullandığımız zaman, farklı bir bağlam- da bile olsa, başkasının söylemini üstlenmek, dola- yısıyla onu kendi söylemimiz dıye sunmak gibi tat- sız bir duruma düşeriz. Ama bilıyoruz, iş böyle gü- nahsız tümcelerle sınırlı kalmaz her zaman. Çogu alanlarda öylesine yaygındır ki, Roland Barthes'ı yüz- yılımızın sanatsal değerlerinin belki de en başında gelen "yenilik" kavramına bile kuşkuyla bakmaya yöneltir: "Yeni, onda dokuz, yeniliğin kalıbından baş- ka birşeydeğildir. "Başka birdeyişle, yeniliğin de ka- lıplan vardır, bize yeni nitelemesi altında birtakım ka- lıplar sunulur. Biraz yakından bakılacak olursa, bu da çok zor yadsınacak bir gözlem doğrusu. Hepimiz biliriz, dö- nem dönem, kimı yeni biçimler, kimi yeni izlekler, ki- mi yeni konular manga düzeninde çıkar ortaya. Di- yelım ki Fransa'da, bir iki yıllık bir süre içinde, on bir romancı birbiri ardından, söz bırliği etmiş gibi, şu ya da bu ucundan, tarihe ya da kazıbilime el atar. Bu durumda yeni mi söz konusudur, yoksa yeninin ka- lıbı mı? Karar vermek çok da zor değıldır. Ama yeni- yı saltık değer durumuna getırmek, hiç söylenmemi- şi, hiç denenmemışi her şeyin üstüne koymak da yüzde yüz doğru birtutum mu? Roland Barthes, gü- nümüz toplumuna egemen olan yabancılaşma ya da yozlaşmadan kurtulmak için birtekyol kaldığını, bu- nun da "ileriye doğru kaçma" olduğunu kesinler: "Her dil, yineleniryinelenmez eskir," öyleyse hep ye- ni bir dille, hep yenı şeyler söylemek gerekir. Ama böylesine kökten, böylesine tümcül, böylesine sü- rekli bir "ileriyekaçma"kendi toplumumuzdan, ken- di kişiliğimizden, kendi dilimizden kaçmayı da birlik- te getirmez mi? Herhalde getirir. En azından bir öl- çüde. Üstelik "ileriye doğru kaçma"dan söz edişin- den tam yirmi yıl önce, 1953'te yayımlanan Yazının Srfır Derecesi'nde, Camus'nun Yabancı'sının yansız ve düşünsel dilinden, kendi ünlü deyimiyle "ak ya- z/"sından söz ederken, Barthes bunun olanaklı olsa bile sürekli olamayacağını kesinler: "Yazık ki bu ak yazıdan daha sadakatsız bir şey yoktur; başlangıç- ta bir özgürtük bulunan yerde alışkılar oluşur, bir ka- tılaşmış biçimler ağı söylemin ilk tazeliğini sıktıkça sıkar, belirsiz dilin yenndebıryazıdoğaryeniden. Ya- zarklasiğe ulaşmca, kendi ilk yaratımının öykünücü- sû olur." Söylemek bile fazla, bu durumda iki seçenek ka- lır ortada: Yeni bir "ak yazı "yaratmak ya da Bart- hes'ın vurguladığı sakıncaya karşın, ilk "ak yaz/"yı sürdürmek. Bilindiği gibi Camus, anlatımında her yapıtın iç gereklerıne göre birtakım değişiklikleryap- satsile, yeni bir "yaz/"ya yönelmez hiçbir zaman, Ve- ba da aklıkta Yabancı'dan pek geri kalmaz. Buna kar- şılık, hiçbir zaman ilk yaratımının öykünücüsü duru- muna düşmez. Kendi yaratımlannın öykünücüsü du- rumuna düşmüş yazarlar çoktur, ama Camus o tür yazariardan değildır. Öte yandan Camus'nun "ya- a"sında saptadığımız süreklilik, eski ya da yeni, da- ha nice yazarın da özelliğıdır. Hiç kuşkusuz, "Benim •biçemim bu"dey'ıp her yapıtta aynı dilı, aynı anlatım biçimini sürdürmeye çalışmak saçmadır. Bu neden- le, biçem sorunu bugün eski önemini yitirmiştir. A- ma her gerçek yazann bir biçemi olduğu da zor yad- sınır. Balzac'ın bir biçemi vardır. Flaubert'ın bir bi- çemi vardır, Proust'un bir biçemi vardır, Camus'nun bir biçemi vardır, Beckett'in bir biçemi vardır, Sart Faik'in bir biçemi vardır, Oktay Akbal'ın bir biçemi vardır. Hem de yalnız önemli yapıtlannda değil, en sıradan karalamalannda bile izlerini buluruz bu biçe- min; gözlerimiz daha keskin olsa, ellerinde, yüzlerin- de, devinilerinde de bulurduk belki. Bu bıçem dedığimiz şey yinelemeden annmış bir veri mi öyleyse? Hayır kuşkusuz. Bir yazann biçemi- ni belirli biçimlerin, belirli sözcüklerin, belirli imgele- rin, vb.- yınelenmesinden değil de nerden tanırız? A- ma burada farklı biryinelemesöz konusu olduğu da kesin. Gerçek yazariardan söz ediyorsak, başkası- nın söylemi değildir yinelenen, yazarın kendi söyle- mi de, kendi eski söyleminin az çok değiştirilmiş içe- riği de değildir. Öyle olsa ne diye yazacaktı ki? Ha- yır, yinelenen, söylem ya da ıçerık değil, o söylemi, o içeriği kuran gereçlerdir. Süreklilik, sezilene, duyu- lana, düşlenene, düşünülene, kendi duyarlığının, kendi dilinin, kendi imgeleminin olanakları içinde bir biçim verme çabasının sürekliliğidir. Geçen yazımda, bir "yatay", bir de "dikey" yine- lemeden söz edilebileceğini söylerken, "dikey yine- leme" deyimiyle bu son yineleme biçimini, yazann kendine özgü anlatım gereçlerinin yinelenmesini nitelemek istiyordum. Ama bu sürece yineleme de- menin bir haksızlık olduğu da düşünülebilir. lîyatrol Sanatevi'nde söyleşiler • Kültür Servisi - Tıyatrol Sanatev i'nde etkınlikler sürüyor. Bugün saat 19.00"da tiyatro sanatçısı Toron Karacaoğlu, "80 Sonrası Türk Tiyatrosu" üzenne bir söyleşi gerçekleştirecek. Ismet Özel de cuma akşamı Tiyatrol Sanatevı'nın konuğu olacak. Ismet Özel cuma günü saat 19 00'da şiır üzenne bır söyleşi gerçekleştirecek. (369 50 15) Karikatür yarışması sonuçlandı • Kültür Servisi - Çankaya Beledıyesi'nin düzenlediğı "Demokrasi ve Yerel Yönetimler" konulu kankatür yanşması sonuçlandı. Bırincilik ödülünü Ali Sur'un kazandığı yanşmaya 370 sanatçı 1120 yapıtla katılmıştı. Raıf Göktaş ıkıncı. Hikmet Cerrah üçüncü oldu. Yanşmada Yiğıt Özgür, Hakan Bovay ve Hakan Sümer'e mansiyon. Oğuz Gürel'e Cumhunyet gazetesi, Kayıhan Fırat'a Karikatürcüler Denıeğı özel ödülleri verildi. Hıristiyan usulü 'Şeytan Ayetleri' • LONDRA (AA) - Hz Isa ile bir rahıbeyi sevışırken görüntüleyen bir film. îngıltere"de "Seytan Ayetleri" olayına benzer bır tartışma yarattı. Ingiliz fılm yapımcısı Negel Wingrove'un 18 dakikahk kısa filmi "Visionsof Ecstasy-CoşkuGörüntülen". 16 yüzyıl rahibelerinden Avulalı Sen Teresa'nın. Hazretı Isa hakkındaki cınsel fantezılerinı konu alıyordu. Filmin Ingiltere'de göstenme gırebilmesı ıçın onayı gereken Ingiliz Sansür Heyetı, "Hınstiyanlan tacız edeceği" gerekçesıyle 1989 yılında filmi yasakladı. Yapımcı VVingrove, bunun üzenne Avrupa İnsan Haklan Komisyonu'na başvurdu. Uzun göriişmelerden sonra komisyon, "Ingıltere Sansür Heyeti"nın karannın haksız olduğuna karar verdı
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear